SÂMÂNÎLER DÖNEMİNDE YÖNETİCELERİN FARS ŞİİRİNE VERDİKLERİ ÖNEM
Özet : Bu makalede, hicrî üçüncü ve miladî dokuzuncu yüzyıl ortalarında hüküm süren İran asıllı bir emirlik olan Sâmânîler döneminde şiir ve şairlerin durumu incelenerek, bu dönemde şiir ve şairlere verilen öneme dikkat çekilmiş ve buna paralel olarak eski İran şiir ve edebiyatının hızla gelişmesinin nedenleri üzerinde durulmuştur.
Anahtar kelimeler : Sâmânîler, şiir, şair, Rûdekî, Firdevsî
The Importance given to the Persian poetry by the Samanitian Administrators
Summary: In this article, the conditions of the poets and poetry that appeared in Samanities, the Persian emirate ruled in the third hijri century (i.e. ninth century A.C) was investigated. The importance given to poets and poetry in that period was emphasized. Furthermore, the reasons of the rapid development of old Persian poetry were explained parallel to the points made earlier.
Keywords: Samanites, poetry, poem, Firdawsi, Rudaki
Giriş
III./IX. yüzyılın ortalarından itibaren Abbâsî Devleti'nin giderek zayıflaması, Horasan ve Mâverâünnehir'de İran asıllı ailelerin kurduğu mahallî hânedanların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu hanedanlardan en güçlüsü olan Sâmânîler (261-389/875-999), eski İran geleneklerini canlandırarak Mâverâünnehir, Horasan, Sîstân, Rey ve Cûrcân’da hüküm sürmeye başladılar. Bu arada Horasan üzerinde emelleri olan Saffârîler (245-290/859-903) gibi rakip hanedanlara karşı Abbâsî Hilafeti’ni (132-656/749-1258) manevî himayesini alarak daha da güçlendiler.i Böylece, Mâverâünnehir'deki hâkimiyetlerini arttırarak Saffârîleri Horasan ve Orta İran'dan çıkarmayı başardılar ve sınırlarını Taberistan'a kadar genişlettiler.ii
IV/X. yüzyılın ikinci yarısı ile V/XI. yüzyılın ilk yarısı hükümdarlıkları yaklaşık bir yüzyıldan fazla süren Sâmânîler (261-389/874-902), İranlı olmakla iftihar eden ve soylarını Behrâm-ı Çubîn’e dayandıran bir sülale idiiii. Onlar, bayramlar ve millî törenlerde, ister saraylarda ister halk arasında olsun eski İran gelenek ve göreneklerini aynı şekilde yaşatıyorlardıiv.
Mâverâünnehir, Horasan ve diğer bölgelerin büyük bir kısmını elinde tutan Sâmânîlerin yanı sıra, onların gözetimi altında doğuda Çağânîler (321-377/933-987), Hârezmşahlar (491-629/1098-1232), Âl-i Irak (320-454/932-1062), Me’mûnîler (385-408/995-1017), Sîmcûrîler (298-392/910-1002) gibi bağımsız hanedanlıklar ve aynı zamanda Ahmed b. Sehl (öl. 309/921), Ebû Mansûr Muhammed b. ‘Abdurrezzâk (öl. 351/962) gibi ilim ve edebiyata hizmet eden birçok emir hüküm sürüyordu.v Bu, nedenle ‘Alî b. Rabbân (öl. 247/861), Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl. 310/922), Muhammed b. Zekeriyyâ-yı Râzî (öl. 313/925), Ebû Nasr-i Fârâbî (öl. 339/950), Ebû ‘Alî-yi Sînâ (öl. 428/1037), Ebû Nasr-i ‘Irâk (öl. IV/X.) Ebû Reyhân-i Bîrûnî (öl. 440/1048), İbn Miskeveyh (öl. 421/1030) gibi ünlü bilginlerin ve Rûdekî (öl. 329/941), Dakîkî (öl. 367/977) ve Firdevsî (öl. 416/1025) gibi büyük şairlerin yetişmesine ortam hazırlandı ve bir çok eser yazılmaya başladı. Buhara ve Semerkant Arapça ve Farsça eserler telif eden âlim, şair ve ediplerin toplandığı birer ilim ve edebiyat merkezi haline geldi. Kendileri de edip olan bazı emîr ve vezirler şair ve ediplerin münazara meclislerine katılmışlar, onları koruyup teşvik etmişlerdir. Yönetimlerin dini taassuptan uzak olduğunu, inanç özgürlüğü sayesinde geniş bir hoşgörünün varlığını, ayrıca millî destanların temelinin de yine bu dönemde atıldığını görmekteyizvi.
Bilindiği gibi şiir ve edebiyat, resim, heykel ve musikî yeteneğe bağlı güzel sanatlar arasında yer alır. O halde yetenek, insanın güzellikler yaratmak için ortaya koyduğu çabasının sonucudur. Çünkü bu tekniklerin güzellik arayışı ve onu ortaya çıkarmaktan başka hedefi yoktur. Güzellik görünüşte faydasız gibi ise de o, her zaman hoşa giden ve ruha hitap eden bir şeydirvii.
Önceden sultan, emir ve ileri gelenlerin dışında kimse bu güzel sanatlara sahip çıkmıyordu. Şair de diğer birçok sanatçı gibi kendi sanatını korumak için, kendileriyle ilgilenen birini bulmak zorundaydı Ayrıca sıradan insanlar da çoğunlukla geçim sıkıntısı sebebiyle, ne sanatın gerçek değerini anlayabiliyor, ne de bunlarla ilgilenebiliyorlardıviii.
O dönemde şairlerin, saraya girmeden önce mutlu bir hayat yaşayamaması, Firdevsî (öl 416/1025) ve Ferruhî (429/1038) gibi, birçoğunun geçimlerini bir çiftlik sahibinin hizmetinde temin etmeleri ve darlık içerisinde olmaları nedeniyle tek arzuları padişahların sarayına girmek idi. Nitekim Firdevsî, geçim temini hususunda çaresiz kalınca şairliği meslek edinip kasideler söyleyerek ileri gelenler ve halktan kendisine para ulaşmasını sağlıyorduix.
Daha sonra Sâmânî yöneticileri, şiirin önemini anlayıp şairlerden, kendilerini övmeden önce, onları eski İran’ın bilimsel ve kültürel değerlerini canlandırmaya teşvik ettiler.xSâmânî padişah, vezir ve diğer devlet adamlarının bizzat kendilerinin şair olmaları ve edebiyata ilgi gösterip destek vermeleri, en çok şiir alanında etkisini göstermiştirxi.
O dönemde padişah ve emirlerin birçoğunun, bizzat şiir bilen, şair sever ve edebiyatla ilgilenen kimseler olmaları ve şiiri, taht ve tacın gereği olarak kabul etmelerinden dolayı, İran dili ve kültürü yaygınlaşarak şairlerin akıcı ve beliğ sözleri sayesinde padişah ve emirlerin adları da üne kavuştu.xii Bu nedenle padişah ve emirler bazen sanatkarları elde etmek için birbirleriyle yarışıyorlar, şairlere maaş bağlayarak onları geçim sıkıntısından kurtarıyorlar ve yine bağış ve ödüllerle onları yüceltip refah düzeylerini yükseltiyorlardı.xiii
Böylece o dönemde şiire duyulan ilgi ve şairlerin desteklenmesi, dünya şairlerinin üstadı sayılan Rûdekî (öl. 259/873) gibi ünlü şairlerin yetişmesine vesile olmuştur. O halde Sâmanî hükümdarlarının böyle şairleri saraylarında barındırmaları ve onlara büyük bahşiş ve değerli ödüller vermeleri asla yadsınamazxiv.
Nitekim aşağıdaki beyitlerde Rûdekî, Sâmânî sarayındaki çeşitli emirlerden kırk bin dirhem aldığını ve iki yüz köleye sahip olduğunu söyler:
وزو فزوني يك پنج مير ماكان بود
بمن رسيد و بدان وقت حال چونان بود
بداد مير خراسانش چل هزار درم
وز اولياش پراكنده نيز شصت هزار
Horasan Emîri kırk bin dirhem verdi; Mâkân Emîrinin ki, ondan beşte bir fazlaydı.
Çeşitli büyüklerden de altmış bin (dirhem) bana ulaştı ve o zaman durum böyleydi.xv
Bir başka rivayette ise, Sâmânî emirlerinden Nasr b. Ahmed Buhârâ’ya giderken onunla birlikte giden Rûdekî’nin mallarını dört yüz devenin taşıdığı söylenir.xvi
Binaenaleyh padişahların, kendi hizmetinde bulunmaları ve adlarından övgüyle bahsetmeleri için şairleri koruyup kollamaları gerekiyordu.xvii
Padişahlar ve ileri gelenler, kendi meclislerini ve içki alemlerini süslemek için, şairleri ve çalgıcıları saraya çekiyorlar, şairler de şenliklerde, içki meclislerinde, bayramlarda, özel kabul günlerinde ve törenlerde padişahların meclisine neşe, mutluluk, görkem ve yücelik katıyorlar, böylece bazen padişahın heybet ve büyüklüğünü övüyor, bazen de fetih şiirleri söyleyerek halkı coşturuyorlardı. Genellikle içki meclislerinde şarkıların ve şiirlerin birçoğu mûsikî eşliğinde okunuyordu.xviii Her halükarda bu dönemde şiir resmen saraylara girdi ve şairler, sarayların vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Sadece padişahlar değil, şehzâdeler, komutanlar, hatta valiler, kendi çapında şairleri himaye ederek onların geçimini üstleniyorlardı. Nitekim bu gelişmeler Fars şiirinin beğenilir bir hale gelmesine ve büyük bir ilerleme kaydetmesine sebep olduxix.
Böylece şairler de Farsların zevkine uygun vezinler ve bahirler seçip Fars şiiri için kalıplar ürettiler. Her ne kadar şairler önceleri Arap şiirini taklit edip onu örnek aldıysalar da, Arapça’da beğenilen ve hoşa giden her konuyu birileri beğensin diye Farsça’da da kullanmak zorunda olmadıklarını anladılar.xx
Dönemin ünlü şairlerinden, Rûdekî Kelîle ve Dimne, ‘Arâyisu’n-Nefâyis, Sindbâdnâme ve Dovrân-i Âfitâb isimli mesnevileri yazdı. Ebû Şekûr-i Belhî ( IV/X yüzyıl) Âferinnâme’yi kaleme aldı. Mes‘ûdî-yi Mervezî (IV/X yüzyıl) ilk manzum Şâhnâme’yi ortaya koydu. Bu eserlerin doğuşu Fars şiirini Arap şiir tarzından çıkardı xxi.
Bu dönemde adı geçen şairlerin ortaya çıkması ve Sâmânî emirlerinin de şair ve edebiyatçıları bu tür çalışmaları canlandırmaya teşvik ve himaye etmeleri Derî dilinin gelişmesine ve ilerlemesine sebep olmuştur.xxii
Buradan yola çıkarak Sâmânîler devrini, Fars edebiyatının ilk gelişme evresi olarak kabul edebiliriz. Çünkü bu asırda İran şairlerinin çoğaldığını görmekteyiz Yukarda da bahsettiğimiz gibi Buhârâ ve Semerkand ileri gelenlerin toplandığı merkez halini aldı. Yine İslâm’dan sonra nazım ve nesrin temelinin söz konusu devrede atıldığını da söylemek mümkündürxxiii.
Sâmânî sarayları, özellikle Nûh b. Mansûr ile Nasr b. Ahmed’in sarayı, çağının bilginlerinin barınağı olmuş ve bu padişahlar, Farsçayı geliştirmede oldukça fazla gayret göstermişlerdir. Muntasır lakaplı Emir Ebû İbrâhîm İsmâ‘îl b. Nûh (sal. 389-395/999-1005) ve Ebû ‘Alî-yi Sîmcûr (öl. 387/997) gibi Sâmânî emirlerinin bizzat kendileri de şair idi. Ayrıca ilim ve edebiyatın gelişmesinde etkili olan Ceyhânî (365-367/975-977), Ebu’l- Fazl-i Bel‘amî (öl. 330/941) ve Ebû ‘Alî- yi Bel‘amî (öl. 363/973) gibi bilgin ve bilim sever vezirler de bu alanda önemli roller üstlenmişlerdirxxiv.
İlmî, edebî ve târihî birçok Farsça eserlerin yazıldığı Sâmânîler döneminde Muhammed b. Cerîr et - Taberî (öl. 310/922)’nin Târîhu’l-umem ve’l-mulûk adlı Arapça tarihi, Târîh-i Bel’amî adıyla, aynı kişinin Câmi‘u’l beyân fî tefsiri’l-Kur’ân adlı eseri de Tefsîr-i Taberî adıyla Farsça’ya çevrilmiştir. Bu arada Horasan komutanı Ebû Mansûr Muhammed b. ‘Abdurrezzâk’ın (öl.351/962) emriyle yazılan Şâhnâme-yi Ebû Mansûrî, Mes‘ûdî-yi Mervezî (IV./X. yüzyıl) tarafından nazmedilmiş, diğer taraftan Dakîkî (öl.367/977 ) Şâhnâme’yi nazmetmeye başlamış, fakat genç yaşta öldüğü için tamamlayamamıştır.
Her halükârda Sâmânîlerin İran’ın eski eserlerine karşı büyük ilgi göstererek onları doğrudan veya dolaylı olarak canlandırmaları, halkın düşünce tarzını etkileyip şair ve söz ustalarını bu yola sevk etmiş, hatta Firdevsî (öl. 416/1025) gibi bir usta şair, ömrünün en güzel otuz beş yılını, İran’ın millî kahramanlığını anlattığı Şâhnâme’yi nazmetmek için harcamıştırxxv. Böylece şiir bu dönemde kendine has bir şekil almış, yine bu dönemde Arapça kelimeler azalıp, şiirin konusu genişlemiştir. Böylece şairler eski destanları, kıssaları, temsilleri, millî kahramanlık hikâyelerini nazmetmeye başlamışlardır. Rûdekî’nin Kelîle ve Dimne’si ile Sindbâdnâme’si, Mes‘ûdî-yi Mervezî’nin Şâhnâme’si ve Ebû Şekûr-i Belhî’nin Âferinnâme’si buna örnektirxxvi.
Yine bu dönemde şiirin olgunlaşmaya başladığını görmekteyiz. Zira şiirin mânâsı düzgün, olgun, sağlam ve akıcı bir hale gelmiştir. Manzum eserler mantıkî bir düzene kavuşmuş, şiir bedîi sanatlarla süslenmiş, mânâ ve ahenge özen gösterilmiş ve şiir bahirleri çoğalmıştır. Şair, lafzî ve manevî kusurlardan uzaklaşıp kendi duygu ve hislerini yansıtmaya başlamıştır. Söz ve düşünceler sade ve akıcı hale gelmiş ta‘kîd, ibhâm, zihinden ve zevkten uzak ince hayaller fazla etkili olmamıştırxxvii.
Bu dönemde kasidelerin girişinde tegazzül ve nesib ilk kez işlenmiş olup şairler zühd, şeriat, tasavvuf, mantık, hikmet ve kelâm, dini kuralları koruma, ayrılıktan şikayet, kavuşma arzusu, sevgiliyi övme ve tabiat tasvirini şiirlerinde sıkça kullanmışlardır. Dolayısıyla şiir bir emir ve veziri övme yerine kendi döneminin toplumsal yaşantısının tam bir göstergesi olmuşturxxviii.
Daha sonraki yıllarda, şairlerin birbirileriyle olan rekabetleri de kasidenin ilk sırada yer almasına sebep olmuştur. Teşbib, medih ve dua bölümleriyle birlikte tam ve mükemmel kasideler yazan ilk kişi Rûdekî (öl.329/941)dir. Diğerleri bu hususta tamamen onun takipçisi sayılırxxix.
Şairler, sanatlarını göstermek, padişahların ve emirlerin teveccühünü kazanmak için her fırsatı ganimet sayarlardı. Her ne kadar sürekli para alsalar da aynı zamanda şenliklerde, fetihlerde, asker sevkıyatında veya saray yapımında, yada bir başka bahaneyle özel bağışlar almak için kaside söylerlerdixxx.
Kuşkusuz Sâmânîlere bağlı emirliklerin şiire verdikleri değer şiirin önemini büyük ölçüde artırmıştır. Aynı zamanda Çağânîyan’da şiir seven bir çok emirin var olduğu da bir gerçektir. Örneğin, Nasr b. Ahmed-i Sâmânî, Horasan komutanlığını ve Çağânîyan hükümdarlığını 321/933 yılında Ebû Bekr Muhammed b. Muzaffer b. Muhtâc-ı Çağânî’ye verdiğinde O, Fars dilini kendi bölgesinde yaygınlaştırmaya başlamış Muncîk-i Tirmizî ve Ferrûhî-yi Sîstânî gibi ünlü şairler, ilk şairlik yıllarını orada geçirmişlerdirxxxi.
Nitekim bu sülalenin emirlerinden biri olan Ebu’l-Muzaffer Tâhir b. Fazl (öl. 377/987)’ın kendisinin de şiir söylediği tespit edilmiş olup aşağıdaki beyit ona aittir:
بفزايد نشاط پير و جوان
لعبتي سبز چهر تنگ دهان
Yeşil çehreli dar ağızlı sevgili; yaşlı ve genç herkesin neşesini artırır.xxxii
Görüldüğü gibi bu dönemde şiire verilen önemin artması o oranda da gelişmesine sebep olmuştur. Horasan üslubu olarak bilinen sade, akıcı, anlaşılır mazmunların kullanıldığı ve şiirde hoş bir ahengi oluşturan üslup gitgide gelişmiş aynı şekilde VI. asrın sonlarına kadar etkisini sürdürmüştür. Dolayısıyla kahramanlık ve fetih gibi hususların şiirin konuları arasında yer aldığını ayrıca nazım şekillerinden kasidenin ön plana çıktığını görmekteyiz.
Buradan hareketle dönemin şiir özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1) Bu dönemde yetişen şairlerin sayısı günden güne çoğalmış, dolayısıyla şiirin miktarı da artmıştır.
2) Şairlerin mahareti ve şiir söyleme güçleri, öncekilere nispetle artmıştır.
3) Şiir, fesahat ve belâgat kurallarına uygun olarak söylenmiştir. Şiirde söz ve fikir sade olup, ta‘kid, ibhâm ve ince hayallerden uzaklaşmış, zihinden ve zevkten uzak hayaller azalmıştır.
4) Mazmunlar ve fikirler tazedir. Bu dönem şairleri kendilerinden önce kullanılmayan mevzulara yer vermişlerdir.
5) Teşbihlerin tabiî, müşahhas ve makul olmasına özen gösterilmiş, yani tavsif ve tasvirlerin, tabiî ve realiteye uygun olmasına dikkat edilmiştir. Bu dönemde yazılan şiirlerde savaş meydanları, padişah mahfilleri, meclisler, kutlamalar ve maşuklar hakkında güzel tasvirlere yer verilmiştir.
6) Şiirde, bilhassa kasidede, yavaş yavaş ilmî ıstılahlar kullanılmaya başlanmıştır.
7) Bu devir şiirinde ümitsizlik çok az görülür. Bu dönem şiiri ruh güzelliği, milli gurur, kahramanlık düşüncesi ve hoşgörü ile doludur.
8) Şairlerin müreffeh hayatı, toplumun sosyal durumu şiire aksetmiştir.
9) Şiir vezinleri gelişip bahir sayısı artmıştırxxxiii.
Sonuç
Abbâsî devletinde merkezî otoritenin zayıflaması sonucu ortaya çıkan emirliklerden biri olan ve Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde hüküm süren Sâmânîler (261-389/875-999), gerek Hilafet merkezi gerekse civar bölgelerdeki diğer emirliklerle adeta bir yarış ve rekabet havası içerisinde dönemin önde gelen edip ve şairlerini saray etrafına çekmeye çalışmış ve gütmüş oldukları şairleri koruma ve kollama politikası sonucunda, Firdevsî gibi büyük bir şairin yetişmesine ve onun Şehnâme gibi Fars edebiyatının temel taşı sayılan bir eserinin edebiyat dünyasına kazandırılmasına vesile olmuşlardır. Firdevsî’nin yanı sıra Dakîkî ve Rudekî gibi dönemin önde gelen şairleri sayesinde Fars şiiri şekil, muhteva, üslup ve edebî sanatlar bakımından tarihinin en büyük aşamalarından birini kaydetmiştir.
Anahtar kelimeler : Sâmânîler, şiir, şair, Rûdekî, Firdevsî
The Importance given to the Persian poetry by the Samanitian Administrators
Summary: In this article, the conditions of the poets and poetry that appeared in Samanities, the Persian emirate ruled in the third hijri century (i.e. ninth century A.C) was investigated. The importance given to poets and poetry in that period was emphasized. Furthermore, the reasons of the rapid development of old Persian poetry were explained parallel to the points made earlier.
Keywords: Samanites, poetry, poem, Firdawsi, Rudaki
Giriş
III./IX. yüzyılın ortalarından itibaren Abbâsî Devleti'nin giderek zayıflaması, Horasan ve Mâverâünnehir'de İran asıllı ailelerin kurduğu mahallî hânedanların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu hanedanlardan en güçlüsü olan Sâmânîler (261-389/875-999), eski İran geleneklerini canlandırarak Mâverâünnehir, Horasan, Sîstân, Rey ve Cûrcân’da hüküm sürmeye başladılar. Bu arada Horasan üzerinde emelleri olan Saffârîler (245-290/859-903) gibi rakip hanedanlara karşı Abbâsî Hilafeti’ni (132-656/749-1258) manevî himayesini alarak daha da güçlendiler.i Böylece, Mâverâünnehir'deki hâkimiyetlerini arttırarak Saffârîleri Horasan ve Orta İran'dan çıkarmayı başardılar ve sınırlarını Taberistan'a kadar genişlettiler.ii
IV/X. yüzyılın ikinci yarısı ile V/XI. yüzyılın ilk yarısı hükümdarlıkları yaklaşık bir yüzyıldan fazla süren Sâmânîler (261-389/874-902), İranlı olmakla iftihar eden ve soylarını Behrâm-ı Çubîn’e dayandıran bir sülale idiiii. Onlar, bayramlar ve millî törenlerde, ister saraylarda ister halk arasında olsun eski İran gelenek ve göreneklerini aynı şekilde yaşatıyorlardıiv.
Mâverâünnehir, Horasan ve diğer bölgelerin büyük bir kısmını elinde tutan Sâmânîlerin yanı sıra, onların gözetimi altında doğuda Çağânîler (321-377/933-987), Hârezmşahlar (491-629/1098-1232), Âl-i Irak (320-454/932-1062), Me’mûnîler (385-408/995-1017), Sîmcûrîler (298-392/910-1002) gibi bağımsız hanedanlıklar ve aynı zamanda Ahmed b. Sehl (öl. 309/921), Ebû Mansûr Muhammed b. ‘Abdurrezzâk (öl. 351/962) gibi ilim ve edebiyata hizmet eden birçok emir hüküm sürüyordu.v Bu, nedenle ‘Alî b. Rabbân (öl. 247/861), Muhammed b. Cerîr et-Taberî (öl. 310/922), Muhammed b. Zekeriyyâ-yı Râzî (öl. 313/925), Ebû Nasr-i Fârâbî (öl. 339/950), Ebû ‘Alî-yi Sînâ (öl. 428/1037), Ebû Nasr-i ‘Irâk (öl. IV/X.) Ebû Reyhân-i Bîrûnî (öl. 440/1048), İbn Miskeveyh (öl. 421/1030) gibi ünlü bilginlerin ve Rûdekî (öl. 329/941), Dakîkî (öl. 367/977) ve Firdevsî (öl. 416/1025) gibi büyük şairlerin yetişmesine ortam hazırlandı ve bir çok eser yazılmaya başladı. Buhara ve Semerkant Arapça ve Farsça eserler telif eden âlim, şair ve ediplerin toplandığı birer ilim ve edebiyat merkezi haline geldi. Kendileri de edip olan bazı emîr ve vezirler şair ve ediplerin münazara meclislerine katılmışlar, onları koruyup teşvik etmişlerdir. Yönetimlerin dini taassuptan uzak olduğunu, inanç özgürlüğü sayesinde geniş bir hoşgörünün varlığını, ayrıca millî destanların temelinin de yine bu dönemde atıldığını görmekteyizvi.
Bilindiği gibi şiir ve edebiyat, resim, heykel ve musikî yeteneğe bağlı güzel sanatlar arasında yer alır. O halde yetenek, insanın güzellikler yaratmak için ortaya koyduğu çabasının sonucudur. Çünkü bu tekniklerin güzellik arayışı ve onu ortaya çıkarmaktan başka hedefi yoktur. Güzellik görünüşte faydasız gibi ise de o, her zaman hoşa giden ve ruha hitap eden bir şeydirvii.
Önceden sultan, emir ve ileri gelenlerin dışında kimse bu güzel sanatlara sahip çıkmıyordu. Şair de diğer birçok sanatçı gibi kendi sanatını korumak için, kendileriyle ilgilenen birini bulmak zorundaydı Ayrıca sıradan insanlar da çoğunlukla geçim sıkıntısı sebebiyle, ne sanatın gerçek değerini anlayabiliyor, ne de bunlarla ilgilenebiliyorlardıviii.
O dönemde şairlerin, saraya girmeden önce mutlu bir hayat yaşayamaması, Firdevsî (öl 416/1025) ve Ferruhî (429/1038) gibi, birçoğunun geçimlerini bir çiftlik sahibinin hizmetinde temin etmeleri ve darlık içerisinde olmaları nedeniyle tek arzuları padişahların sarayına girmek idi. Nitekim Firdevsî, geçim temini hususunda çaresiz kalınca şairliği meslek edinip kasideler söyleyerek ileri gelenler ve halktan kendisine para ulaşmasını sağlıyorduix.
Daha sonra Sâmânî yöneticileri, şiirin önemini anlayıp şairlerden, kendilerini övmeden önce, onları eski İran’ın bilimsel ve kültürel değerlerini canlandırmaya teşvik ettiler.xSâmânî padişah, vezir ve diğer devlet adamlarının bizzat kendilerinin şair olmaları ve edebiyata ilgi gösterip destek vermeleri, en çok şiir alanında etkisini göstermiştirxi.
O dönemde padişah ve emirlerin birçoğunun, bizzat şiir bilen, şair sever ve edebiyatla ilgilenen kimseler olmaları ve şiiri, taht ve tacın gereği olarak kabul etmelerinden dolayı, İran dili ve kültürü yaygınlaşarak şairlerin akıcı ve beliğ sözleri sayesinde padişah ve emirlerin adları da üne kavuştu.xii Bu nedenle padişah ve emirler bazen sanatkarları elde etmek için birbirleriyle yarışıyorlar, şairlere maaş bağlayarak onları geçim sıkıntısından kurtarıyorlar ve yine bağış ve ödüllerle onları yüceltip refah düzeylerini yükseltiyorlardı.xiii
Böylece o dönemde şiire duyulan ilgi ve şairlerin desteklenmesi, dünya şairlerinin üstadı sayılan Rûdekî (öl. 259/873) gibi ünlü şairlerin yetişmesine vesile olmuştur. O halde Sâmanî hükümdarlarının böyle şairleri saraylarında barındırmaları ve onlara büyük bahşiş ve değerli ödüller vermeleri asla yadsınamazxiv.
Nitekim aşağıdaki beyitlerde Rûdekî, Sâmânî sarayındaki çeşitli emirlerden kırk bin dirhem aldığını ve iki yüz köleye sahip olduğunu söyler:
وزو فزوني يك پنج مير ماكان بود
بمن رسيد و بدان وقت حال چونان بود
بداد مير خراسانش چل هزار درم
وز اولياش پراكنده نيز شصت هزار
Horasan Emîri kırk bin dirhem verdi; Mâkân Emîrinin ki, ondan beşte bir fazlaydı.
Çeşitli büyüklerden de altmış bin (dirhem) bana ulaştı ve o zaman durum böyleydi.xv
Bir başka rivayette ise, Sâmânî emirlerinden Nasr b. Ahmed Buhârâ’ya giderken onunla birlikte giden Rûdekî’nin mallarını dört yüz devenin taşıdığı söylenir.xvi
Binaenaleyh padişahların, kendi hizmetinde bulunmaları ve adlarından övgüyle bahsetmeleri için şairleri koruyup kollamaları gerekiyordu.xvii
Padişahlar ve ileri gelenler, kendi meclislerini ve içki alemlerini süslemek için, şairleri ve çalgıcıları saraya çekiyorlar, şairler de şenliklerde, içki meclislerinde, bayramlarda, özel kabul günlerinde ve törenlerde padişahların meclisine neşe, mutluluk, görkem ve yücelik katıyorlar, böylece bazen padişahın heybet ve büyüklüğünü övüyor, bazen de fetih şiirleri söyleyerek halkı coşturuyorlardı. Genellikle içki meclislerinde şarkıların ve şiirlerin birçoğu mûsikî eşliğinde okunuyordu.xviii Her halükarda bu dönemde şiir resmen saraylara girdi ve şairler, sarayların vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Sadece padişahlar değil, şehzâdeler, komutanlar, hatta valiler, kendi çapında şairleri himaye ederek onların geçimini üstleniyorlardı. Nitekim bu gelişmeler Fars şiirinin beğenilir bir hale gelmesine ve büyük bir ilerleme kaydetmesine sebep olduxix.
Böylece şairler de Farsların zevkine uygun vezinler ve bahirler seçip Fars şiiri için kalıplar ürettiler. Her ne kadar şairler önceleri Arap şiirini taklit edip onu örnek aldıysalar da, Arapça’da beğenilen ve hoşa giden her konuyu birileri beğensin diye Farsça’da da kullanmak zorunda olmadıklarını anladılar.xx
Dönemin ünlü şairlerinden, Rûdekî Kelîle ve Dimne, ‘Arâyisu’n-Nefâyis, Sindbâdnâme ve Dovrân-i Âfitâb isimli mesnevileri yazdı. Ebû Şekûr-i Belhî ( IV/X yüzyıl) Âferinnâme’yi kaleme aldı. Mes‘ûdî-yi Mervezî (IV/X yüzyıl) ilk manzum Şâhnâme’yi ortaya koydu. Bu eserlerin doğuşu Fars şiirini Arap şiir tarzından çıkardı xxi.
Bu dönemde adı geçen şairlerin ortaya çıkması ve Sâmânî emirlerinin de şair ve edebiyatçıları bu tür çalışmaları canlandırmaya teşvik ve himaye etmeleri Derî dilinin gelişmesine ve ilerlemesine sebep olmuştur.xxii
Buradan yola çıkarak Sâmânîler devrini, Fars edebiyatının ilk gelişme evresi olarak kabul edebiliriz. Çünkü bu asırda İran şairlerinin çoğaldığını görmekteyiz Yukarda da bahsettiğimiz gibi Buhârâ ve Semerkand ileri gelenlerin toplandığı merkez halini aldı. Yine İslâm’dan sonra nazım ve nesrin temelinin söz konusu devrede atıldığını da söylemek mümkündürxxiii.
Sâmânî sarayları, özellikle Nûh b. Mansûr ile Nasr b. Ahmed’in sarayı, çağının bilginlerinin barınağı olmuş ve bu padişahlar, Farsçayı geliştirmede oldukça fazla gayret göstermişlerdir. Muntasır lakaplı Emir Ebû İbrâhîm İsmâ‘îl b. Nûh (sal. 389-395/999-1005) ve Ebû ‘Alî-yi Sîmcûr (öl. 387/997) gibi Sâmânî emirlerinin bizzat kendileri de şair idi. Ayrıca ilim ve edebiyatın gelişmesinde etkili olan Ceyhânî (365-367/975-977), Ebu’l- Fazl-i Bel‘amî (öl. 330/941) ve Ebû ‘Alî- yi Bel‘amî (öl. 363/973) gibi bilgin ve bilim sever vezirler de bu alanda önemli roller üstlenmişlerdirxxiv.
İlmî, edebî ve târihî birçok Farsça eserlerin yazıldığı Sâmânîler döneminde Muhammed b. Cerîr et - Taberî (öl. 310/922)’nin Târîhu’l-umem ve’l-mulûk adlı Arapça tarihi, Târîh-i Bel’amî adıyla, aynı kişinin Câmi‘u’l beyân fî tefsiri’l-Kur’ân adlı eseri de Tefsîr-i Taberî adıyla Farsça’ya çevrilmiştir. Bu arada Horasan komutanı Ebû Mansûr Muhammed b. ‘Abdurrezzâk’ın (öl.351/962) emriyle yazılan Şâhnâme-yi Ebû Mansûrî, Mes‘ûdî-yi Mervezî (IV./X. yüzyıl) tarafından nazmedilmiş, diğer taraftan Dakîkî (öl.367/977 ) Şâhnâme’yi nazmetmeye başlamış, fakat genç yaşta öldüğü için tamamlayamamıştır.
Her halükârda Sâmânîlerin İran’ın eski eserlerine karşı büyük ilgi göstererek onları doğrudan veya dolaylı olarak canlandırmaları, halkın düşünce tarzını etkileyip şair ve söz ustalarını bu yola sevk etmiş, hatta Firdevsî (öl. 416/1025) gibi bir usta şair, ömrünün en güzel otuz beş yılını, İran’ın millî kahramanlığını anlattığı Şâhnâme’yi nazmetmek için harcamıştırxxv. Böylece şiir bu dönemde kendine has bir şekil almış, yine bu dönemde Arapça kelimeler azalıp, şiirin konusu genişlemiştir. Böylece şairler eski destanları, kıssaları, temsilleri, millî kahramanlık hikâyelerini nazmetmeye başlamışlardır. Rûdekî’nin Kelîle ve Dimne’si ile Sindbâdnâme’si, Mes‘ûdî-yi Mervezî’nin Şâhnâme’si ve Ebû Şekûr-i Belhî’nin Âferinnâme’si buna örnektirxxvi.
Yine bu dönemde şiirin olgunlaşmaya başladığını görmekteyiz. Zira şiirin mânâsı düzgün, olgun, sağlam ve akıcı bir hale gelmiştir. Manzum eserler mantıkî bir düzene kavuşmuş, şiir bedîi sanatlarla süslenmiş, mânâ ve ahenge özen gösterilmiş ve şiir bahirleri çoğalmıştır. Şair, lafzî ve manevî kusurlardan uzaklaşıp kendi duygu ve hislerini yansıtmaya başlamıştır. Söz ve düşünceler sade ve akıcı hale gelmiş ta‘kîd, ibhâm, zihinden ve zevkten uzak ince hayaller fazla etkili olmamıştırxxvii.
Bu dönemde kasidelerin girişinde tegazzül ve nesib ilk kez işlenmiş olup şairler zühd, şeriat, tasavvuf, mantık, hikmet ve kelâm, dini kuralları koruma, ayrılıktan şikayet, kavuşma arzusu, sevgiliyi övme ve tabiat tasvirini şiirlerinde sıkça kullanmışlardır. Dolayısıyla şiir bir emir ve veziri övme yerine kendi döneminin toplumsal yaşantısının tam bir göstergesi olmuşturxxviii.
Daha sonraki yıllarda, şairlerin birbirileriyle olan rekabetleri de kasidenin ilk sırada yer almasına sebep olmuştur. Teşbib, medih ve dua bölümleriyle birlikte tam ve mükemmel kasideler yazan ilk kişi Rûdekî (öl.329/941)dir. Diğerleri bu hususta tamamen onun takipçisi sayılırxxix.
Şairler, sanatlarını göstermek, padişahların ve emirlerin teveccühünü kazanmak için her fırsatı ganimet sayarlardı. Her ne kadar sürekli para alsalar da aynı zamanda şenliklerde, fetihlerde, asker sevkıyatında veya saray yapımında, yada bir başka bahaneyle özel bağışlar almak için kaside söylerlerdixxx.
Kuşkusuz Sâmânîlere bağlı emirliklerin şiire verdikleri değer şiirin önemini büyük ölçüde artırmıştır. Aynı zamanda Çağânîyan’da şiir seven bir çok emirin var olduğu da bir gerçektir. Örneğin, Nasr b. Ahmed-i Sâmânî, Horasan komutanlığını ve Çağânîyan hükümdarlığını 321/933 yılında Ebû Bekr Muhammed b. Muzaffer b. Muhtâc-ı Çağânî’ye verdiğinde O, Fars dilini kendi bölgesinde yaygınlaştırmaya başlamış Muncîk-i Tirmizî ve Ferrûhî-yi Sîstânî gibi ünlü şairler, ilk şairlik yıllarını orada geçirmişlerdirxxxi.
Nitekim bu sülalenin emirlerinden biri olan Ebu’l-Muzaffer Tâhir b. Fazl (öl. 377/987)’ın kendisinin de şiir söylediği tespit edilmiş olup aşağıdaki beyit ona aittir:
بفزايد نشاط پير و جوان
لعبتي سبز چهر تنگ دهان
Yeşil çehreli dar ağızlı sevgili; yaşlı ve genç herkesin neşesini artırır.xxxii
Görüldüğü gibi bu dönemde şiire verilen önemin artması o oranda da gelişmesine sebep olmuştur. Horasan üslubu olarak bilinen sade, akıcı, anlaşılır mazmunların kullanıldığı ve şiirde hoş bir ahengi oluşturan üslup gitgide gelişmiş aynı şekilde VI. asrın sonlarına kadar etkisini sürdürmüştür. Dolayısıyla kahramanlık ve fetih gibi hususların şiirin konuları arasında yer aldığını ayrıca nazım şekillerinden kasidenin ön plana çıktığını görmekteyiz.
Buradan hareketle dönemin şiir özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1) Bu dönemde yetişen şairlerin sayısı günden güne çoğalmış, dolayısıyla şiirin miktarı da artmıştır.
2) Şairlerin mahareti ve şiir söyleme güçleri, öncekilere nispetle artmıştır.
3) Şiir, fesahat ve belâgat kurallarına uygun olarak söylenmiştir. Şiirde söz ve fikir sade olup, ta‘kid, ibhâm ve ince hayallerden uzaklaşmış, zihinden ve zevkten uzak hayaller azalmıştır.
4) Mazmunlar ve fikirler tazedir. Bu dönem şairleri kendilerinden önce kullanılmayan mevzulara yer vermişlerdir.
5) Teşbihlerin tabiî, müşahhas ve makul olmasına özen gösterilmiş, yani tavsif ve tasvirlerin, tabiî ve realiteye uygun olmasına dikkat edilmiştir. Bu dönemde yazılan şiirlerde savaş meydanları, padişah mahfilleri, meclisler, kutlamalar ve maşuklar hakkında güzel tasvirlere yer verilmiştir.
6) Şiirde, bilhassa kasidede, yavaş yavaş ilmî ıstılahlar kullanılmaya başlanmıştır.
7) Bu devir şiirinde ümitsizlik çok az görülür. Bu dönem şiiri ruh güzelliği, milli gurur, kahramanlık düşüncesi ve hoşgörü ile doludur.
8) Şairlerin müreffeh hayatı, toplumun sosyal durumu şiire aksetmiştir.
9) Şiir vezinleri gelişip bahir sayısı artmıştırxxxiii.
Sonuç
Abbâsî devletinde merkezî otoritenin zayıflaması sonucu ortaya çıkan emirliklerden biri olan ve Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde hüküm süren Sâmânîler (261-389/875-999), gerek Hilafet merkezi gerekse civar bölgelerdeki diğer emirliklerle adeta bir yarış ve rekabet havası içerisinde dönemin önde gelen edip ve şairlerini saray etrafına çekmeye çalışmış ve gütmüş oldukları şairleri koruma ve kollama politikası sonucunda, Firdevsî gibi büyük bir şairin yetişmesine ve onun Şehnâme gibi Fars edebiyatının temel taşı sayılan bir eserinin edebiyat dünyasına kazandırılmasına vesile olmuşlardır. Firdevsî’nin yanı sıra Dakîkî ve Rudekî gibi dönemin önde gelen şairleri sayesinde Fars şiiri şekil, muhteva, üslup ve edebî sanatlar bakımından tarihinin en büyük aşamalarından birini kaydetmiştir.
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی