İRAN MUSİKİSİ ÜZERİNE

Musiki, uçsuz bucaksız İran ülkesinin, kökleri geçmiş yüzyıllara uzanan millî ve kültürel kimliğinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Bir takım kabartmaların, heykellerin ve hatta milattan önce 8. yüzyıla tarihlenen başka antik eserlerin varlığı bu topraklarda çok eski zamanlardan beri musikinin yaygın olduğunun göstergesidir.

M.Ö. 3500 yılına ait olan ve üzerinde birkaç çalgıcı ve okuyucunun tasviri bulunan “Çağâmîş” mührü bu belgelerden birisidir. Bu tasvirde görülen ve çalınmadan önce akort edilmesi gereken “çeng” aleti, İranlıların bu tarihten önce bile, musikiyle geniş ölçüde tanıştıklarını açıkça göstermektedir.

İran’da musikinin yaygınlaşması ve gelişmesi, zaman içinde kimi iniş çıkışlarla karşılaşmışsa da, genellikle İranlıların toplumsal hayat alanında güçlü ve renkli bir varlığa sahip olmuş; hatta İslam sonrası İran’da da hayatını devam ettirmiştir.

İslam fıkıhçıları, sağlıklı ve ruhu arıtan bir musikinin haramlığı konusunda fetva vermemiş, hatta musikinin özel bir türüne (dini musiki) ilgi göstermişlerdir.

Bu tür nağmeler, dini münasebetlerle (İslami sevinçler ve yaslar) ilgilidir ve ağıt yakma, göğüs dövme, ravza okuma ve (trajik operaya benzeyen ve genellikle İmam Hüseyin’in (a.) yası için yapılan) ta’ziye gibi şekillerde ortaya çıkar. İmam Rıza’nın (a.) kutsal Harem’inde nakkare çalınması, İranlı sufilerin sema merasimlerindeki sazlı sözlü hareketleri, zûrhâne (kadim İranlıların dinî öğretiler ve pehlivanlık töreleri doğrultusunda spor yaptıkları mekan) musikisi, bazı sanatçıları abdestsiz eline saz almayan bir toplumda musikinin sımsıcak varlığının başka nişaneleridir.

İran geçmiş yüzyıllardan günümüze dek, usta çalgıcılara sahip olduğu gibi musiki alanında değerli teorik telif eserlere de sahip olmuştur.

Fârâbî, Ebû Ali Sînâ, Ebu’l-ferec-i İsfahânî, Safiyyu’d-din-i Urmevî, İbn Zeyle-i İsfahânî ve Kutbu’d-din-i Şîrâzî ünlü filozoflar ve bilginler musiki konusunda kitaplar yazarak bu ruh okşayıcı sanatın seviyesinin yükselmesine çalışmışlardır. Ebû Nasr-i Fârâbî’nin “Musîkî-yi Kebîr” adlı kitabı bu eserlerin en önemlilerindendir.Özgün İran musiki sistemi, makam esasına dayalıdır. Yedi ünlü İran makamı şunlardan ibarettir: Şûr, segâh, çehârgâh, mâhûr, humâyûn, râst pencgâh ve nevâ. Adı geçen makamlardan türeyen beş bileşik makam (âvâz) ise şunlardır: Ebû Atâ, deştî, efşârî, bayât-i zend (bayât-i turk) ve isfahân.

Makamlı-dizili musiki, İran’ın verimli musiki tarihinin bir özeti ve İran sanat, zevk ve düşüncesini musiki kalıbında en iyi şekilde anlatan büyük insanların çabalarının usaresidir.

Musiki Kacarlılar döneminde bir düzene kavuşmuş, pek çok İranlı musiki bilgini, çeşitli etnik kökenlerden olmakla birlikte, musiki konusuna hakim olarak onu yaymışlardır. İran’da musiki eğitimi, öteki kadim kültürlerde olduğu gibi daha çok şifahi olarak, birebir gerçekleşmiştir.

Bugün bazı müzisyenler Avrupa nota sistemini kullanıyor olsalar da, asıl musiki öğretimi yöntemi eskiden olduğu gibi bugün de yine şifahi ve birebirdir.

Bu üstatlar vatanlarının hakiki sanat ve kültürüne duydukları en derin aşkla özel öğrencileriyle birlikte aydınlığı yürekten korumuşlardır. Her biri bu ağır yükün bir köşesini taşıyan Habib Semâî, Nur Ali Burûmend, Ebulhasan Sabâ, Abdullah Devâmî, Ali Ekber Şehnâzî ve benzeri üstatların isimleri ve anıları ölümsüz kalacaktır.

Bununla birlikte, bir takım İranlı müzisyenlerin zevkleri başka bir yöne çevrilmiş ve sonuçta ortaya yarı İranlı yarı Avrupalı bir tarz çıkmıştır. Önce Yüksek Musiki Okulu’nun ardından Musiki Yüksek Konservatuarının ve batılı tarzda bir orkestranın kurulması, makama dayalı musikinin çalınma usullerinin değişim ve gelişiminde etkili olmuştur.Günümüz İran’ında genel olarak dört tür musikiyle karşılaşırız.

1. Çeşitli bölgelerin musikisi (Makamlı musiki)
2. Makamlı-dizili musiki.

3. Karışık musiki (İran musikisi ile batı musikisinden yararlanarak)
4. Klasik batı müziği. (Uluslararası musiki başlığı altında, klasikten moderne kadar.)
Usul itibarıyla dizili (redif) musikinin çeşitli bölümleri ve parçaları vardır ki bunların bir makamda ya da bileşik makamdaki tertibi ve tarzı önemli bir rol oynar. Bu parçaların “piş der-âmed, çehâr mızrâb, gûşe, zarbî, tasnif ve reng” diye adlandırılan pek çok çeşitleri vardır. Gerçekte bir makamda (destgâh) ya da bileşik makamda (âvâz) pek çok alt bölüm (gûşe) mantıklı bir sıra ve dizi içinde çeşitli şekillerde birbiri ardınca yer alırlar ve geleneksel İran musikisindeki dizi (redif) kavramını aydınlatan işte bu alt bölümlerin (gûşelerin) tertibi ve sırasıdır.

Öte yandan, makamlı-dizili musiki, özgün İran musikisinin çok eski zamanlardan günümüze dek gelen melodilerinin, temalarının ve ilk örneklerinin (prototip) bir bütünüdür. Bu yolda zevke ve yeniliğe işaret eden şey, “gûşe” adıyla anılan bu melodilerin kullanımındaki icaz ve kısalıktır. Elbette bazen bu “gûşelerden” bir kısmı bile tek başlarına geniş İran musiki hazinesinin küçük birer mecmuasıdırlar.

Bundan dolayı “redif musikisinin” en önemli rolü sadece özgün ilk örneklerin korunmasında değil, aynı zamanda müzik öğretiminin aktarılmasında da kendini gösterir. Çünkü, bellek kısaltılmış ve özetlenmiş melodilerin kavranmasında, geniş ve ayrıntılı parçalara göre daha başarılıdır. Bunların ezberlenmesinden amaç özellikle doğaçlama yapma (bedihe-serâyî) sanatı içindir. Çünkü, redif musikisinin icrası, solo ve doğaçlama üzerine kuruludur. Bu doğaçlamalar hiç kuşkusuz özgür bir hayal, anlık yaratışlar ve öğrenilmiş ilk örnekler üzerine kuruludur. Bu yüzden her musiki üstadı, “gûşeleri” artarda dizerek kendi zevki, düşüncesi ve duygusu doğrultusunda ölçülü bir redif meydana getirir; böylece her yaratıcı sanatçı-çalgıcı çalma esnasında yeni bir redif yaratır.

Özgün İran musikisi Orta Doğu ülkelerinin (özellikle Türkiye) musikileriyle pek çok benzerlikler gösterir. Genellikle pek çok İran musiki aleti aynı şekil ve isimle Arap ülkelerinde ve Türkiye’de yaygındır. Ancak her ülkede çalınış tarzları farklıdır.

Telli-mızraplı İran çalgıları arasında “tar ve setar” seçkin bir konuma sahiptir. (Tar, ip ve tel anlamındadır, setar, üç telli demektir). Tar ve setar, işaret parmağının tırnağıyla çalınır ve yumuşak bir sesi vardır. Tar gönül alıcı ve uhrevi bir sese sahiptir; yalnızlık anları için en iyi İran sazı sayılır.

Santur, bir diğer telli-mızraplı İran çalgısıdır; hem solo hem koro halinde kullanılabilir.

Ney, flüte benzeyen üflemeli bir çalgıdır; hoş ve hüzün verici bir sesi vardır. İranlılar geçmişte Araplar ve Türkler gibi bu sazın ağız kısmını dudaklar arasına alıp üfleyerek ses çıkarırlardı. Ancak son yüzyılda yeni bir çalma tarzı buldular. Bu tarzda, neyzen neyin ağız kısmının üst tarafını üst ön dişlerinin arasına alır ve böylece tiz ve pes sesleri hem daha kolay hem daha güçlü olarak çıkarır.

Kemançe, ayaklı, yaylı ve telli bir sazdır. Çalgıcı tarafından dikine tutulur. Çalgıcı ses çıkarmak için yayı sapın dikine doğru tellerin üzerine sürter ve kemançenin sapına daima kendi ekseni etrafında döndürür.

En ünlü vurmalı-deri İran çalgısının adı “tonbek” veya “zarb” (darbuka)dır. Tonbek’in asıl gövdesi üst tarafı deriyle gerilmiş tahta bir kasnaktan ibarettir. Çalgıcı iki elinin parmaklarını kullanarak ses çıkartır. Tonbek akort edilemez, bu yüzden ses şiddeti sabit ve belirlidir.

Bazı mekanların kendine özgü musikisi ve saz(lar)ı vardır. Örneğin sufiler tekkelerde sema merasimini vecd, sevinç ve coşkusunun zirvesinde raks ederken setar, ney ve def (bazen de kemançe) çalarlar. Zurhane mürşidi de sporcularla birlikte kadim İran sporunu yaparken dini ve epik şiirlerle zarb çalar.

Özgün İran musikisi günümüzde, özel bir şöhrete ve değere sahiptir. Bu musiki, özgün ve değerli İran sanat ve musikisinin tarihi köklerini ve bilimsel yapısını tanımada en iyi kaynaktır. Elbette bu söz, mahalli, senfonik, pop ve hatta İran asıllı olmayan klasik ve modern musiki türlerinin görmezden gelinmesi anlamı taşımaz.

Konular