Mevlana Eserlerini Niçin Farsça Yazdı?

..

Her yıl aralık ayı geldiğinde, Şeb-i Aruz törenlerinin öncesinde, esnasında ve sonrasında Mevlana'nın büyük bir İslam âlimi, eşsiz bir tasavvuf ehli, maşukuna kavuşma anını bekleyen bir usanmaz âşık, aşk ehlinin en büyük mürşidi, talebelerinin önünde bir müderris, mısra mısra gazellerinde aşkın sırrına ermiş ulu bir şair, halkın arasında mümtaz bir Allah dostu, bugünden geçmişe bakınca çağının Müceddidi olduğu konuşulur.
Mevlana'ya dair yapılan zikredilen konulardaki konuşmalar ve tartışmalar sırasında günümüz insanları- nın, içinden bir türlü söküp atamadığımız menfi milliyet- çilik duygusu şu soruyu hep aklımıza getirmiştir:
Mevlana eserlerini niçin Farsça yazdı?
Bu soruyu soranlar zaman zaman o kadar ileri gitmişlerdir ki, Mevlana'nın Türk olmadığı, Türklüğü hakir gördüğü için Farsça yazdığı, halktan kopuk bir hayat sürdüğü, müceddidlikle alakasının bulunmadığı ve aslında bir filozof olduğu iddialarını bile dillendir- mektedirler.
Zikredilen soru ve iddialar zaman içerisinde tartışıl- mış, soru ve iddialara cevaplar verilmiştir. Verilen cevaplarda Mevlana'nın has be has Türk olduğu, Türkçe- 'nin o dönemlerde emekleme döneminde olduğu için eserlerini Farsça yazdığı, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçukluları devletlerinde edebiyat dilinin Farsça olması hasebiyle Farsça yazdığı, Türkçe'nin o dönemde henüz edebi estetikten mahrum bir dil olduğu düşüncesiyle Farsça yazdığı gibi çeşitli görüşler dillendirilmiştir. Sorulara verilen cevaplar, çoğu zaman kafa karıştırıcı olmuş, sorulara cevaplar üretmek yerine yeni soruların ortaya çıkmasına yolaçmıştır.
Asrımızda, Mevlana hakkında söz söyleme liyakatine en haiz insanların başında gelen; Mesnevi'ye şerh yazabilecek kadar Mevleviliğe vakıf olan Abdülbaki GÖLPINARLI, 1958 basılı Mevlana adlı eserinde bu sorulara en doyurucu cevapları vermiştir. Gölpınarlı, kitabında Mevlana'nın “Sanat için sanat” değil; “Halk için sanat” anlayışını benimseyen bir şair olduğunu ifade etmiş ve özellikle Mesnevi'nin, bahsedildiği gibi, yazıldığı dönemde halkın anlayamadığı; sadece ilim erbabının anlayabildiği gibi iddiaların birer safsatadan ibaret olduğunu ve bunun Mevlana'yı tanımamak ile Mesnevi'yi okumamaktan kaynaklandığını örnekleriyle ortaya koymuştur.
Gölpınarlı'nın, adı geçen eserinde “Zamanının Ahmed'i olduğunu söyleyen Mevlana'yı sevenler de onun sözlerini mutlak varlıktan gelen sözler sayıyorlardı ve çevresine toplananlar içinde sözlerini zapt edenlere vahiy kâtipleriyle aşağı yukarı aynı ad veriliyordu. (…) Mesnevi'yi okuyucularına Allah buyruğu olarak sunuyor, ön sözünde bunu açıkça söylüyordu.” yönündeki fikirleri Mevlana'nın asrının Müceddidi olduğu düşüncesini desteklemektedir.
Biz de Gölpınarlı'nın haklılığını teslim ederek şöyle diyoruz: Mevlana miladi 13. yüzyılın müceddididir. Müceddidler sahip oldukları asrın ihtiyaç ve sorunlarına göre ilham-ı ilahi ile eser telif ederler. Telif ettikleri eserler şahsi tercihlerinden ziyade toplumun ihtiyaçları- na göre şekillenir ve görev alanları yerel değil umumidir. Bu yönüyle düşünüldüğünde ve durum miladi 13. yüzyıl şartlarında değerlendirildiğinde Mevlana'nın umumi- yetle niçin Farsça yazdığı daha iyi anlaşılmaktadır. Zira bu Mevlan'nın şahsi karar ve tercihi değil bir sevk-i ilahidir.
Sonuç olarak; Mevlana hazretlerinin yaşadığı dönemde Selçuklu ülkesinde ilim dili Arapça, edebiyat dili ise Farsça idi. O dönemlerde yazılan eserler, genellikle Arapça veya Farsça yazılmıştır. Zira Arapça ve Farsça o dönemde islam dünyasının ortak dili gibidir. Yazılan eserlerden tüm müslümanların istifade edebil- mesi için bu dillerde yazılması gerekliliği vardır. Zaten Türkçe'nin resmi dil olarak kabul edilmesi de, Karaman- oğlu Mehmet Bey döneminde olmuştur.
Kaynaklar
Mevlana, Abdulbaki GÖLPINARLI, Varlık Yay, İstanbul,1958
Aşk Çağlayanı Mevlana, Vehbi VAKKASOĞLU, Nesil Yay, İstanbul 2010
Aşkname Şems-i Tebrizi ve Mevlana Celaleddin Rumi, Komisyon, Kitapmatik Yay. Konya, 2010

Konular