SİSTE UÇUŞ-1

CEVÂD-İ MUCÂBİ (1940-….)
1940 yılında İran'ın Kazvin kentinde doğdu.
Yüksek öğrenimini müteakiben iktisat dalında
doktora yaptı. 1979 yılına kadar İran'ın yüksek
tirajlı gazetelerinden biri olan İttilâ'ât'ta kültür ve
sanat sayfasını yönetti. Şair, romancı, ressam,
karikatürist, edebiyat eleştirmeni ve araştırmacı
olan Mucâbî satirik yazılarında Zûbîn (mızrak)
takma adını kullandı.
Ez dil be kâğez (gönülden kağıda), [roman],
Şinâhtnâme-i Ahmed-i Şamlu (Ahmed-i
Şamlu'yu tanıyalım), Şinâhtnâme-i
Golamhoseyn-i Sâidî (Golamhoseyn-i Sâidî'yi
tanıyalım), Aga-yi Zûzenege (Yamuk Bey),
Yâddâşthâ-yi yek âdem-i pormoddeâ (Afili bir
adamın notları) eserlerinden bazılarıdır.
ALTIN SAZLIK
Sızlanıyor sazlık sızıl sızıl
Şubatın soğuk günlerinde
Uzun altın boyunda
ağır karın heyecanı
ve yağmurun kırbacı
iniyor
Büküyor belini ama
Şubatta
Sazlık.
***
Bakma, kar yok, yağış yok
mevsimin donmuşluğunda
Bırakıyor yaprağını, meyvasını
uzak koruluklara kadar
rüzgarın eline
Rüzgarın geçiş gölgesinde
sazlıktan
duymuşsundur belki bir ses
Bu yaprak değil, meyva değil
çiçek değil
“ölüm”dür
Var olma ve kalma lahzalarını
altın boyu doğrultusunda
resmeden.
ÜÇÜNCÜ KÖPRÜDE
Gece geçerken köprüden
tereddüt ediyor.
Gece kendinden kopuşta
Siyah uyku
horozların ibiklerinde
gurbette
Avare düşmüş uyanık yıldız.
Köprü, uykulu ve ıslak
sonsuzluk ırmağını
geçirtiyor içinden, ama
gece, korkuluk ve köprünün sessizliğinde, çadır
kuruyor.
Sarılıyor siyahlıktan
çelikle
paslı korkuluklara.
Dönüyor korkuyla
rüzgarda.
Viran taşlarda.
Karanlık köprü
parlak ırmak
yıldızların gülüşüyle dopdolu.
HİCRET
Senin sofranda
- güneş!-
ekmeğim sıcak
şarabım acı
ve bedenim altın.
Ve biliyorsun sen
Görüyorsun evden kovulduğumu
Gördüm, biliyorum
göz pınarlarındaki bir bulut yağma hevesinde.
ISFAHAN ŞİİRLERİ
1
Ay doğmadan önce
ey sevgili şarap getir
ki uykunun bakışında
şarabımın kızıllığında
-kendi adım gibi-
çıplak giresin içeri.
Çıplaksın şimdi sen aydan
gecenin revakında
ay ışığında şarap içerek.
2
Bir bulut geçti
Omuzlarımın üzerinden
Bir bulut geçti içimden ki ağlıyordum
bu deme.
Nerede o bulut
senin gibi
gamı çağıran?
Bir bulut geçti ve
gönül
deniz
idi.
3
Havada açan bu orman
yağmur
aynamsı taç yapraklarını
dağıtıyor rüzgarda
Menekşe kokusu geliyor.
Baktım ki kışla birlikte, beyaz giysisiyle
bir an doğdu
bayram gününün sevinci.
4
Küçük memen sıcacık
Bu şafakta soğuk
saldırıyor renkli camlara.
Teninin rengi
dünyaya
kapıyor
gözümü!
Küçük memen bir bahçe
İçiyorum baharla
giydiriyorum senin havanla bedenimi.
5
Belleğime yolluyorum adını
teninin beyaz musikisini
ormanda
geceleyin
hatıranlaydım, mest.
Alkol teranesiyle dolup taşarak
kalkıyorum
Isfahan sabahında
Adın kitabımda kalmış
dervişin bu şikeste hattıyla
lacivert levhada.
6
Kardeşkanı çiçeği kaplıyor
evinin eşiğini
borazanın sürekli gürleyişiyle
şîpurun hayhuyuyla
kalmadı artık şehirde hiç kuş.
Ova
güvercin bedeninden
bir harman.
En yalnız kuş seni gördüm
Kanatsız, hoşgörü dolu
Kızıl ufuklardan
Çiçekleri kül olmuş bahçemden.
HANIM
Kırmazsın sen kimseyi
Evindeki kavağın
avare kuşları kırmayışı gibi
Vermişin yüreğini gecelerine
duvardaki mehtaba
Dudaklarında balıkların teranesi.
Gündüzünü
Her zerreni
dokuyorsun
ipek heybecikte
Saçlarının örgüsü
bükülüyor hatırada
bu renkli el örgüsü.
Sen üzmezsin
hatta bir ismi
tanımak için.
ÖĞLE BAHÇESİNDE
Kederler bulutu
yağdır üstüme
zehir yağmuru
ki kalbimde yeşert
bir kez daha
acı bir fidan
ki gelişsin
yıldırımda
geçirsin ölüm akşamından
bir kavak olsun mümtaz
öğle bahçesinde
bu ok çubuğu.
Kederler bulutu
Benim adım
hangi çelik bedenlilerin
gözlerine
uykuyu
haram
etmiş
tir?
YİNE AĞLAYAN O İKİ GÖZ
Zeytin vadileriyle
haykırıyordu bir ırmak
çıplak köklere.
Yine ağlayan o iki göz
Yine ağlayan o iki göz.
***
Yeşil gözlerinde
Olgunlaşmamış o taneler
kovuyordu yenik ölümü
mağrip gökyüzünde
ayvan camlarında.
***
Dolunay çıktı
pusudan bir ateş
ürkmüş bir at geçti
zeytin bahçelerinden
viran kulübelere.
İREM GURÛBU
Geliyordu o meltem; götürüyordu
takati
Bulutu, çınarı, serviyi
Çimenlikte uyuyan güneşi
Dağın mor rengini ve
gönlümüzü.
***
Güneş uçuyordu kadın sesinde
ve ürküyordu
yaşlı servi onun davranışından
diyordu:
“Kaybolmuştur onun gönlü
bir kuş gölgesi gibi
sevgilisiyle.”
***
Sadî”nin eski şehri
kalmış kaplanların pençesi altında
keder, yığınla.
Geçerse bir ahu bakışlı, eğretidir
şiirinin antik kadehi
şarabın nerede?
***
Kalk
gece, karanlık
şehir, yabancı
Kalk gecenin sahilinden, aydınlık
Hafız bu, okuyor
şiir kıyısında, garip başına.
***
Bir anda
geliyordu o meltem; götürüyordu alemi.
KÜL RENGİ
Benim çini serçem
Ey içindeki her kıvılcım küle dönen
Ne zamana dek bu cinnet hisarına bakış?
Benim solgun serçem
kanat çizgilerini hangi şehirde
böyle
zincir halkaları gibi
tasvir
etmişler?
***
Kanatların sefer hayalinde
ama
uçuşun ölüm çemberine
Gözün beyaz
akşamın uzun
kanadın düşük
ayağın bağlı.
Benim ölmüş serçem.
LAHOR’UN KIZIL AYI
Yükseklerde bir bahçe
aya yakın
Lahor’un ürkek ayı
parlak dallarıyla
bayramdan, şeker kamışı
ûddan ve söğütten.
Erguvan tomurcuklu bahçen
karanlık tepelerden
uzanıyor musikinin enginliğine.
***
Bir bahçe dopdolu
ellerimden
ayın zülüflerine kadar.
Evimden - ki uzaktayım ondansenin
evine kadar müzisyen kız.
***
Lahor!
Ey konuşmayı
dilsiz olma korkusuyla
öğrenen çocuk!
***
Açınca Lahor kızıl gözünü
şah kalelerine
Şalamar bahçesinde
Görüyordum o kızıl yıldızı
ki yerleşiyordu
meydanın izdihamında
insanların gözünde.
Gülümseniyordu
ve
belli belirsiz bir sözcük
Karışıyordu ortalık ve
sessizlik
Sultan Camiinin revakı altında
Ayaklar
ve
basamaklar
oluyordu.
***
-Siyah saçlı şarkıcı!
Ben
asker değilim.
- Kılıcın?
- Hayır, antika bu.
Nadirî kılıcı.
Gözüaçık bir adamdan
“Tarham”ın yağma sokağında aldım
Kırmızı, şakayık yüzünden
gece gibi
çıplak ve sıcak
hilalden daha parlak
çıplak eğik kılıç
keman kaşım senin
kanım boynuna.
***
Bir şey söyle!
son akşam, bana.
Tanrıların çalgıcısı
Gidiyor, yeniyor vu kurtuluyordu
kalıyordu ondan Buda heykeli
riyazet orucunda.
Ey sevgili
Ey yüce!
Gözkapakların devrilmiş utançtan
Bakma
insanlıkta
şu kısa ömrümüzde
ne acılar çökmüştür
ızdırap halvetine girenlere!
Kuyumcu senin kemiğinden
altına oturtmuş yakut ateşini
senin elinden hançerin sapı
ve senin sabırlı bakışlarından
ince aynalar
Senin sükutundan
tabut
senin ve benim öykülerimin tabutu
senin ve benim gurubumun gurbetinde
***
Geliyorum Hayber geçitinden
haşhaş ve şafak rengi kokuyor saçlarım
rüzgarda koşuyor bir at kan rengi
ve üzengisinden
çekiyor toprağa
siyah korkuyu!
Gurur sancağıyla
düşmüştür
-mavi ile kırmızının terkibi-
toprağa.
Bu
anısıydı, yadigarıydı
bir adamın
kaldı
ve savaştı
ve öldü
bir tılsım oldu
yoldaki taşlarda.
Koşturuyorduk Tarham’ın patikalarında
Dedi: Beyim
İngiliz taburu burada
oldu tarümar
Nadir geçti bu yoldan
balık burcunda.”
Bir kuş uçtu ve kayboldu
bir Afgan teranesinde.
Kan seli ve şîpur narası
dağlardan geçti.
Baktım ki o kırmızı yıldız
İskender’in çıplak kılıcı oldu
barut devrinde.
- Ben
asker değilim
kaybolmuşum hilal kaşlı
ıtır, şarap ve tömbekin var mı?
Kılıç gülen bûsene rehin.
***
Geliyorduk ve bir boş kovan
düşüyordu her yıldızın omuzundan
karışık ipek yoluna.
Baktım o avare yıldız
Peşaver kalesinin dibinde
taşa işlenmiş
ve kızıl at
eyerli ve başaşağı
sabahın saat beş bulutlarından
saçarak yelelerini
geçti.
Dediler: Efendi yumuşak keçe,
fildişi memeler ve
mermer bacaklar üstünde
ölmüştür.
Mor nilüfer
elinde
gece kokusu ve şikayetçi.
Dediler: Sabah kale seyredilmeye değer
kale komutanının mateminde.
Cumaydı o gün.
***
Yükseklerde bir bahçe.
Yemyeşil serviden güneşe dek.
Geliyorlar ve kalıyorlardı
Buda’nın riyazet bahçesinde
fakr kokusuyla
ve
bayram.
ŞEHRİN SESLERİ
Yağmurun konukevinde
Rüzgarın serin rutubeti ve hatıralar altında
sürgünüm ben şimdi
kemiğimin derinliklerinden, cildin kehribarında
eski ejderha gözler ediyor tarassud
Âli kapu’nun bulutlu meydanını.
***
Bulut meydanı
perişan yayalar meydanı
taş meydanı
taşlama meydanı
ve siluetlerin gidiş gelişi
gözlerde küçük kederlerle
ateş kıvılcımı misali
rüzgarda.
***
Bunlar
hayallerle beli bükülenler
tembel yürüyüşlerini
ölümün darbesiyle yoldaş etmişler
yaşlılar, çökmüşler, aylaklar
mucize adamları
hoş tatil gününün delileri
geçiyorlar öğle meydanından
eğik
yorgun
ezik
gamlı
görünmez sokaklarda kayboluyorlar
toprakta, yağmurda, çamurda.
***
Yaşlılık konağına düşerse yolun
ey yoksul şair
yanında ne armağan var
kendi adından öte
yağmurun yıkadığı vatanda.
bankta
burada
çok yorgunum ben.
ve yaşlı şehir
çocukluk günlerimden de yalnız.
***
Dün üryan bir adam geldi
ve ayvanda dolaşmasının kölesi
dinlendi turunç ağacının altında
ve bir serçenin şikayet öyküsünü
mavi yazıyla
mavi kağıda yazdı.
Telin üstünde
toprak ve yağmur kokusunda
serçenin konduğu yerde
güneşte bir çerağ yanmıştır.
***
Recim meydanı karanlık
ve çıplak adamın
yok adından başka bir şeyi
dolaşıyor, dönüyor
hoyrat rüzgarlarda
ateş gibi
bir damla kan.
İnanmıyorum artık şair olduğuma
bu fesahatinle sen
sözlerin bir attar çatısı altında
kakulenin hoş kokulu lafzı
ve söğüt harfi
hünnap hareketi
safranın alımlı, hoş dizileri.
Bir yurdun olduğu vakit
üçe dört ve sıcak
böyle neşeli her gün çay içersin orada
dükkanının sahanlığını bahar gibi
yağmurlandırırsan
sözlerim yüreğimden, seninle
eski aksırıklarında, ey bahtiyar,
kaybolur.
***
Biz tesadüfi insandık
masallar çağında
ve konuşmalarımız
dişbudak dallarından
sonbaharın geçerken çıkardığı
bir nağmeydi.
Ölümüm meydanın öte yanından geliyor
mestane
şuh
özgürlüğün eğreti
sikkelerinde.
İşte Huseyn-i Mansur
kaçtı ikindi damlarından
adamın sesi
gurubun kızıllığında bir sancak oldu
adil gökyüzünde.
***
Bugün
dolup taşıyor kurşun meydanı
ve yaylım ateşi şemsiyesinin altında
ölüm şarkı söylüyor.
Adym bin hatıradan siliniyor
Sen oluyorsun ey çocuk
diğer yıllarda.
Geri döndük ve meydan boş
fıskiyeler ve ördekler
bir demet çiçek
ve yeşil bir ad çakıyla
çınarın sinesinde.
***
Bir mum yakarsan eğer
gölgelerde, burdayım ben
ekmek çıkını
ve eğik bir asayla
yalnız oturmuşum
ve okuyorum Huseyn-i Şebister kıssasını
Görmüş müydün acaba
o zaman
o caddeyi
kurşun yağmuru zamanını?
***
Bir gün eğer asfaltın kalbinden
bir gül fidanı biterse
benim gözümdür ve
kokusu senin adın.
Benim mevsimimin gülleri
çok geç biter
hatta bu baharda.
Geçti benim, Huseyn-i Şebister’in devri
Âli kapu’nun sancağında
bir öykü
benimle senin öykün
yayiliyor
yağmurun gönül çekici dizileri gibi
vatan toprağında.
BASIK TAVAN ALTINDA
İskemleler ormandan geliyor
ayvana
oturayım diye ben ormanda.
Bir yudum içiyorum
seni anarak ey en güzel gezegen
benim toprak anam!
Sivri yongalarıyla
bu yaşlı orman
parçalıyor yara ile pas arasında ne varsa.
- Dinliyor musun haberleri?
- Hayır
- Görüyor musun?
- Evet
Kağıt bulutunun ardında
âma gözlüklü bir adam
kabartma harflerde birini arıyor
Bıldırcın bir yerden - özgürlük kafesinde- ötüyor
sesinin dalgaları
kısır çiçeklerin üstünde
dünyanın iri harfleri üstünde
sigara dumanı üstünde
buz tutmuş parmaklar üstünde
dönüyor.
Senin adın kaybolmuş
mermerin okunmaz satırında
taşın mor damarlarında
ve bulmuyorum
tüfek resminden başka bir şey
mermerde
Resim atyn eyerlenmiş.
Kök salıyor adın derinlerde
geri dönüyorum
geri dönmeliyim
bahar mevsiminde.
***
Basık tavan altında
birisi burada sabahın kızıllığında
bir yudum içmiş
birisi burada pervasızca gülmüş
ölüm kafatasında.
Müzisyen böcekler
bir yerden
küçük hançereleriyle gam şarkısı
söylüyor.
Bir asker sazı, hafif notaları
çeviriyor özgürlük kafesinde.
Kırmızı iskemleleri
bırakın ayvana
Yağmur geliyor.

Konular