HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR

EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 33
Öz: Süleyman Neş’et, devrin birçok genç şairini toplamış ve onlara
Farsça öğretmiştir. Bu faaliyeti sırasında, kendisinin Farsça bir beytini öğ-
rencilerine vererek şerh etmelerini istemiştir. Hoca, öğrencilerin yazdıkları
şerhlerden sadece Mirzâ Abdulkadir-i Buhârî’in şerhini beğenir. Bu çalış-
mada, Mirzâ Abdulkadir’in yazdığı yüz beyitlik Farsça manzum şerh ile
Pertev’in bu şerhe yazdığı mukaddime üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Şerh-i yek-beyt-i Neş’et, Farsça şerh, Mirza Abdulkadir-i
Buhârî.
ON THE COMMENTARY OF ONE COUPLET OF
HODJA NEŞ’ET
Abstract: Süleyman Neş’et taught Persian to many of the young poets
of his time. One day, in the course of his class, he asks his students to write
a commentary on a Persian couplet of his own. Among all commentaries,
Neş’et appreciates the one written by Mirzâ Abdulkadir-i Buhârî. The present
study deals with a one-hundred-cooplet Persian commentary written
in verse by Mirzâ Abdulkadir and the ‘preface’ included into it by Pertev.
Keywords: The commentary on a couplet written by Neş’et, Persian
commentary, Mirzâ Abdulkadir-i Buhârî.

* Doç. Dr., Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
 (ebektas@harran.edu.tr).
34 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
Süleyman Neş’et, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk yılları arasında
yaşamış divân şiirinin önemli temsilcilerinden biridir. Neş’et, şairliğinden
çok, Farsça hocalığıyla meşhur olduğundan edebiyat tarihimizde, Hoca Neş’et
olarak bilinmektedir1
.
Devrin genç şairlerine Farsça öğreten ve Mevlânâ Mesnevî’sinden müzakereli
dersler yapan Hoca Neş’et, bu genç şairlerin yetişmeleri için Mollâ Gürânî’deki
konağını adeta edebî bir mektep haline getirir. Hoca burada, bir taraftan öğrenci
yetiştirirken, bir taraftan da halkı eğitmek amacıyla tasavvufî dersler verir. Konağına
gelen fakir ve yoksul kimseleri boş çevirmeyen, onların dertlerine çâre
arayan Hoca, yardımseverliği ve cömertliğiyle de dikkatleri üzerine çeker. Öyle
ki zamanın bazı tekke şeyhleri, Hoca’nın etrafında oluşan bu meclisleri kıskanırlar.
Hoca Neş’et’in edebî mektebinde yetişmiş dönemin önemli şairlerinden biri
olan Muvakkit-zâde Muhammed Pertev,2
Hoca’nın derslerine devam edenlerin
ve kendilerine mahlas-nâme yazılan şairlerin had ve hesabı olmadığını söyler3
.
Neş’et Divânı’nda kendilerine mahlas-nâme yazılmış şairlerin sayısı on altı-
dır. Bunlar: Gâlib, Beylikçi İzzet, Pertev, Hanîf, Şehîd, Müştâk, Mîr Âmir, Gâyûr,
Nâ-yâb, Cenâb, Bedî’, Zahîr, Sıddîk, Hâtifî, Vahyî el-Hâc Süleyman ve Koca
Müfti-zâde İbrahim’dir4
.
Oysa Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçen şairlerin sayısı bunlarla sınırlı değildir.
Kendilerine mahlas-nâme yazılmış bu şairlerin dışında Hoca Neş’et’in edebî
mahfilinde yetişmiş başka şairler de tespit etmiş bulunmaktayız. İşte bu makalede,
Hoca Neş’et’in edebî muhitinde yetişmiş genç bir şairin, Hoca Neş’et’in
Farsça bir beytine yazdığı manzum şerhi üzerinde durulacaktır.
1 Hoca Neş’et’in hayatı için şu eserlere bakılabilir: Pertev’in yazdığı Hoca Neş’et biyografisi, Divân-ı Neş’et,
DTCF. Ktp, Yazmaları, M. Ozak I, No: 60. yk. 1b-5a; Aynı hal tercümesi Hoca Emin Efendi’nin Kethudâ-zâde
Efendi’nin Terceme-i Hâline Zeyl, İstanbul, 1294 adlı eserin sonunda eski harflerle yayımlanmıştır. Bu hal
tercümesi, tarafımızdan da yeni yeni harflere aktarılıp yayımlanmıştır: Ekrem Bektaş, “Pertev’in Hoca Neş’et
Biyografisi”, Celal Bayar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi (Journal of Social Sciences), Prof. Dr. Mahmut
Kaplan Armağan Sayısı, Cilt/Volume: 9, Sayı/Number: 2, Ekim/October 2011, s. 181-205; Fatin Davud, Hâtimetü’l-Eş’âr,
İstanbul 1271, s. 406-407; Arif Hikmet, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emirî Tarih, 789, yk. 61a; Bursalı
M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, C. II, s. 297; Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, (haz. Cemal Kurnaz), Kültür ve
Turizm Bakanlığı Yayınları Ankara 1986, 76-80; Rıza Oğraş, Hoca Neş’et Dîvânı (İnceleme ve Tenkitli Metin)
İstanbul Üniversitesi. Edebiyat Fakültesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1991; İlhan Genç,
Hoca Neş’et Divânı, İzmir 1996; Rıdvan Canım, Edirne Şairleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1995, s. 415-420; Ali
Güzelyüz, “Hoca Neş’et’in Hayatı, Eserleri ve Tâfân-ı Ma’rifet’teki Tasavvufî Görüşleri”, İlmî Araştırmalar,
5, İstanbul 1997, s. 167-175.
2 Ekrem Bektaş, Muvakkit-zâde Pertev Divânı, Öz Serhat Yayıncılık, Malatya 2007. 3 Pertev, Divân-ı Neş’et, yk. 3b; Bektaş, s.197.
4 Divân-ı Neş’et, Bulak 1252/1836, s. 9-47.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 35
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu’nda “Şerh-i
Yek Beyt-i Hazret-i Neş’et” adıyla Pertev adına kayıtlı bir eser vardır.5
Eserin
tamamı dokuz yaprak olup Hoca Neş’et’in,
‘Acebest Husrev ü Şîrîn-hüner
Bîn ki Gül-gûneş benefşec-gûn şud 6
Farsça beytinin şerhini içermektedir. Eserin mukaddimesi Pertev tarafından
yazıldığı için eser Pertev’e ait zannedilmiş ve onun adına kaydedilmiştir. Oysa
Hoca Neş’et’in Farsça beytini manzum olarak şerh eden Pertev değil, Mirzâ
Abdulkadir-i Buharî adında bir şairdir. Mirzâ Abdulkadir-i Buharî’nin hayatı
hakkında elimizde hiçbir bilgi yoktur. Nisbesinden anlaşıldığı üzere Buharalı-
dır. Pertev’in mukaddimede anlattığına göre Abdulkadir, Hoca Neş’et’in edebî
muhitinde yetişmiş ve Hoca’dan Farsça öğrendiği bir zamanda bu şerhi kaleme
almıştır. Zaten şerhin başlığı da “Şerh-i Yek Beyt-i Hazret-i Üstâd” şeklindedir.
Dolayısıyla bu eserin Pertev’e aitmiş gibi gösterilmesi doğru değildir.
Pertev, mukaddimede eserin yazılış hikâyesini şöyle anlatır: Hoca Neş’et’in
kinayeli ve bir hikâyeye dayanarak yazdığı yukarıdaki Farsça beytinin, Farsça
öğrenen öğrencilerin dilinden halka kadar indiğini ve indî manalar verildiğini duyunca
kendi öğrencilerine şerh etmelerini ve en iyi şerh edene de sırtındaki kürkü
hediye edeceğini söyler.7
Öğrencilerden her biri bu beyte farklı anlamlar verir;
ancak bir türlü Hoca’ya beğendirmezler. Öğrenciler kendi aralarında “Hoca zihnimizi
karıştırmak için bu beyti anlamsız mı yazdı; yoksa kürkü vermemek için
mi kimsenin şerhini beğenmiyor” diye dedikoduya başlarlar. Aradan bir kaç yıl
geçtikten sonra Pertev, bir kış günü Hoca’nın konağına giderken yolda bir olayla
karşılaşır. Baş ve ayakları yalın, elbisesi yırtık fakat genç ve güzel bir Mısırlı dilenci
kadının âh u figân ederek Hz. Muhammed ve Hz. Fatıma’yı öven kasideler
okuduğunu görür. Kadının bu çığlıklarını işiten halk hayrete düşüp başına toplanır.
Pertev de merakla olayı bizzat gözlemleyerek kadının irticalen kasideleri
söylediğini görür. Pertev, çaresizlik içinde kıvranan kadının durumundan etkilenir
ve gördüklerini hocasına anlatmayı plânlayarak konağına gider. Pertev hu-
5 Karatay, F. Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Türkçe Yazmalar Katalogu, C. II, İstanbul 1961, s. 221. Bu katalogda
verilen yanlış bilgiyi hazırladığımız çalışmada düzeltmiş ve eserin künyesi hakkında bilgi vermiştik. Bk.
Bektaş, s. 21.
6 Şirin hünerli Hüsrev acayiptir. Gör ki onun Gülgûn adındaki atı menekşe renkli oldu.
7 Bilindiği gibi Hoca Neş’et de Abdurrahman-ı Câmî (ö. 898/1492)’nin iki beytini Tercüme-i Du Beyt-i Molla
Câmî adıyla şerh etmiştir. Eser, 1263/1847 yılında Dâru’t-Tibâ’ati’l-‘Âmire’de basılmış ve Yüksek Lisan tezi
olarak hazırlanmıştır. Tez için bk. Üzeyir, Arslan, Tercüme-i Şerh-i Dü Beyt, Marmara Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1999.
36 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
zura vardığında, Hoca Neş’et’in, bir kaç yıl önce öğrencilerine şerh etmek üzere
verdiği yukarıdaki Farsça beytini, keramet eseri olarak Pertev’in yolda gördüğü
dilenci kadının durumuna benzer bir şekilde açıklar ve yazdığı gazellerin her bir
beytinin Nizâmî’nin mesnevîleri kadar derin anlamlar içerdiğini söyler. Böylece
Pertev, hocasının kerametleri karşısında hayretler içinde kalır ve yolda gördüklerini
anlatmaktan da vazgeçer.
Daha sonra Hoca Neş’et, talebesi Mirzâ Abdulkadir-i Buharî’nin tekrar yazdığı
manzum şerhini beğenerek verdiği sözü tutar ve latifelerle kürkünü Mirzâ
Abdulkadir’e hediye eder. Böylece öğrencilerin hocaları hakkındaki zanları da
giderilmiş olur.
Pertev, yukarıda özetlemeye çalıştığımız bilgiden sonra Mirzâ Abdulkadir-i
Buharî’nin, Nizâmî (ö. 610/1213)’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisi tarzında önce on
beş beyit sonra da seksen beş beyitlik şerhinin yer aldığını söyleyerek sözü bitirir.
Hoca Neş’et’in öğrencisi Mirzâ Abdulkadir’in önce yazdığı 15 beyitlik manzum
şerhi beğenmemesinin bizce haklı sebepleri vardır. Çünkü bu 15 beyitlik şerhin
7 ila 10. beyitleri arasındaki 4 beyit Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinden
aynen alınmıştır.8
Mirza Abdukadir’in önce yazdığı 15 beyitlik şerh Hoca Neş’et
tarafından beğenilmeyince Abdulkadir, Farsça beyti ikinci kez manzum olarak
şerh eder. Ancak Mirza, yazdığı 15 beyitlik şerhin çoğu beytini ya aynen ya da
biraz değiştirmek suretiyle daha sonra yazdığı şerhin içine serpiştirir. Bu da Mirza’nın
şairliğinin zayıf olduğunu gösteren delillerdendir. Tamamı yüz beyit olan
bu şerhin edebî yönden de zayıf olduğunu söylemek mümkündür. Mukaddimede
Pertev’in de ifade ettiği gibi Abdulkadir, Nizâmî-i Gencevî’nin Hüsrev ü Şîrîn
adlı mesnevîsini örnek almış ve şerhini aynı mesnevînin “mefâ’îlün mefâ’îlün
fa’ûlün” olan kalıbıyla yazmıştır.
Mirzâ Abdukadir,
Şenîdem ez kühen pîrân hikâyet
Rakam kerdem me’âl-i beyt-i Neş’et
beytiyle, hikâyeyi yaşlılardan işittiğini ve bundan hareketle Neş’et’in beytini
şerh ettiğini bildirmektedir. Oysa yukarıda da değindiğimiz gibi şârih, Nizâmî’nin
Hüsrev ü Şîrîn mesnevisini okumuş ve dört beyti de aynen almakla bir nevi intihal
yapmış denilebilir. Mirzâ Abdulkadir’in ikinci kez yazdığı şerhin 26. beyitten
8 Nizâmî-i Gencevî, Hüsrev ü Şirin, (Tashih ve talikat, Dr. Berât Zencânî), İntişarât-ı Danişgâh-ı Tahran, Tahran
1374.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 37
sonraki başlığı ile Nizamî’nin mesnevisindeki başlık arasında da büyük benzerlik
vardır. Nizâmî’nin Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinde başlık “Dîden-i Hüsrev Şîrîn
râ der-çeşmesâr”9
iken Mirzâ Abdulkadir’de “Âmeden-i Hüsrev ez Medâyîn besûy-ı
Ermen ve dîden-i Hüsrev Şîrîn râ der ân çeşmesâr” şeklindedir. Nizâmî’de
birkaç başlık altında anlatılan olaylar, Mirza Abdulkadir bir tek başlık altında
özetler. Dolayısıyla Mirzâ Abdulkadir, hocasının beytini şerh ederken tamamıyla
Nizâmî’nin eserinden yararlanmıştır denilebilir. Pertev’in mukaddimesini yazdığı
ve Mirzâ Abdulkadir’in Hoca Neş’et’in Farsça beytine yaptığı iki manzum
şerhin çevriyazısı aşağıdadır:
Şerh-i Yek-Beyt-i Hazret-i Üstâd
(1b) B’ismi’llâhi’r-rahmani’r-rahîm. El-hamdu li’llâhi Rabbi’l-’âlemîn ve’ssalâtu
ve’s-selâmu ‘alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecma’în.
Ammâ ba’d. Sebeb-i reng-rezî-i zemîn-i Gül-gûn-câme ve bâ’is-i benefşec-rîzî-i
Şebdîz-hâme oldur ki yegâne-i devrân ve üstâd-ı suhan-verân-ı cihân ve baba-yı
ebnâ-yı şi’r-gûyân-ı zamân ve hˇâce-i erbâb-ı dâniş ü ‘irfân velî-ni’metüm üstâd-ı
bülend-himmetüm el-hâcc Neş’et Süleymân Efendi efendimüz hazretlerinün
nutk-i kerâmet-eserleri olan (2a)
‘Acebest Husrev-i Şîrîn-hüner
Bîn ki Gül-gûneş benefşec-gûn şud
beyt-i şerîfleri ki tarz-ı kinâyede mebnî-i ‘ale’l-hikâye inşâd buyurılup dâ’ire-i
fâhire-i feyz-bahşâ-yı üstâdîleri menşe’-i ihvân-ı suhanverân ve menba’-i
erbâb-ı ma’ârif ü ihvân olmakdan nâşî beyt-i şerîf-i merkûm efvâh-ı şâkirdân-ı
Farsî-hˇânândan elsine-i ‘avâma münteşir olup ‘indî ma’nâlar virildigi müşârün
ileyh efendimüz hazretlerinün mesmû’ları ve letâyif-i ma’ânîsine nâ-resâyî-i idrâkleri
ma’lûmları oldukda imtihân-ı ezhân-ı nev-hevesân ve âzmâyiş-i tab’-i hü-
ner-mendân kasdıyla “İşbu beytümde murâd itdigüm ma’nâyı her kim şerh ve hall
ider ise dûşuma pûşîde olan (2b) kürkümi ilbâs iderüm” buyurduklarında rütbe-i
tahsîne nâ’il olup kürk giymek hevesiyle bu’l-hevesân-ı fenn ü hüner dürlü dürlü
ma’nâlar virmege sa’y ü kûşiş ve ma’nâ-i beyt-i şerîfi ‘adem-i fehm ü derk ile
kürk-i mev’ûdı pûşiş idemeyüp açıkda kalduklarından “Âyâ Hˇâce Efendimüz
mücerred tağlît-i zihn içün bu beyti bî-me’âl ve bî-ma’nâ mı inşâd buyurdılar.
9 Age., s. 53.
38 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
Yoksa incâz-ı va’d itmemek bahânesiyle mi virdigümüz ma’nâları tahsîne sezâ
buyurmazlar” güft-gûsıyla bir kaç sene murûr ve beyt-i merkûmun şâhid-i zîbâ-yı
me’âli verâ-yı perde-i hafâda mestûr kaldığı esnâ mahz-ı kerâmetlerinden olmak
üzere murâd buyurdukları ma’nâdan fazla beyt-i şerîf-i merkûmda bir ma’nâ-yı
nevîn-i kerâmet-rehîn dahi cilveger-i zuhûr (3a) olmışdur ki zikr olunur. Mütercim-i
fakîr Seyyid Pertev-i pür-taksîr bir fasl-i şitâda ziyâret-i ‘aliyyeleri kasdiyle
devlet-hânelerine rû-be-râh iken esnâ-yı tarîkde kasîde-hˇânân-ı nisvân-ı
Mısriyyeden ebyazü’l-vech ve hadîsetü’s-sinn bir hatun-ı sûk-nişîn ‘Arabâna
mahsûs olan elhân-ı âteşîn ve nağamât u sadâ-yı hazîn birle medh-i Resûl ve sitâ-
yiş-i Betûl idüp der-yûze ider idi. Ancak her fâsıla-i beyt-i kasîdede mülâhaza ve
te’ennî ile tağannî itmesinden fehm ve iz’ân olunur idi ki kırâ’at eyledigi kasîde
üdebâ-yı selefün olmayup hemân inşâd ü icâd idüp söyler idi. Ve bir haysiyyet
ile mü’essir ve sûznâk nağmeler ile söyler idi ki surûd-ı mevzûn ve ‘ibâret-i sû-
ziş-fuzûnın istimâ’ iden âyende ve revende (3b) yol üzre irkilüp kalmış ve pîş
ü pes-i güzergâh-ı şâh-râh kesret-i nâsdan geçilmez mertebe izdihâm olmış idi.
Nâ-çâr bir mikdâr meks ve karârum muktazî olmağın mersûmenün hey’etine ve
kâl u hâl ve kıyâfetine nazar-ı dikkat eyledigümde kûtâhî-i palâs-pâre-i fakrdan
bî-çârenün sâk-ı pâyi tâbe-zânû küşâde ve ‘uryân olmış ve ka’b-ı muhannâsı çamur-ı
çâr-sû ile âlûde ve mülevves oldığından fazla te’sîr-i burûdet-i havâdan
beşeresi gögerüp levn-i zencîye müşâbih olmış idi. Gûyiyâ hınâ-yı pâyı dûd-ı
kebûd arasında ‘alev-i nâra ve esb-i Gül-gûn-ı Husrev-i Şîrîn-hünerün benefşeczâra
düşmesine dönmişdi. Eşedd-i ihtiyâc-ı fakr u fâkasından kemâl-i hünerin
tahkîk ve sürûd itdigi nâdire kendinün (4a) oldığın tasdîk eyledüm. Zîrâ mesel-i
meşhûrdur ki “Hevâ-yı Sebzevâr bundan hoş-hâl Ebûbekr-i Perverde”10 ve mü-
cerrebdür ki felek-i sebz-reng dahi şu’arâ hayline bundan a’lâ ser-gerde itmez.
Bu hâtıralar ile ol mahalden guzâr ve münâsebet düşer ise meclis-i şerîflerinde
yâd ve tezkâr itmek niyyetiyle bezm-i Hazret-i Üstâda dühûlümde kemâl-i kerem
ve kerâmetlerinden derûnumda olan hâtıram mir’ât-zamîr-i ilhâm-semîrlerinde
temessül ve teşehhüs idüp bu çâker-i dîrînelerine dahi beyt-i şerîf-i merkûmı bir
sûretde gûyân oldılar ki hemân reh-güzârda dü-çâr oldığum bî-çârenün zımnî-
ce hâlini iş’âr gibi ola düşdi. Ve me’âl-i beytden ‘âcize-i merkûmenün Husrev-i
şu’arâ-yı dânişver ve tâ’ife-i nisvândan bir Şîrîn-hüner olmasını ve esb-i Gülgûn’ı
ki (4b) “nefsuke matî’etüke ferfik bihâ”11 müfâdınca pây-i muhannâ-yı
10 Sebzevâr’ın havasından Ebubekir-i Perverde memnundur. 11 “Senin bineğin olan nefsine merhamet et.” Bk. Ebü’s-Sena Şehabeddin Mahmûd b. Abdullah Alûsi, Tefsiru
Alûsî, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1997.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 39
esb-i Gül-gûn-reftârı gögerüp benefşec-gûnliginden kinâye olmasını henûz ben
tefevvüh itmeksizin ifâde vü beyân ve hem gûyâ bî-çâre-i merkûmenün perîşân
hâlini beyt-i şerîfle şerh ve ‘ayân buyurdılar: “Beyt-i men beyt nist iklimest”12
Fermûdesi vechile inşâ buyurdukları her beyt-i şerîf bir gencîne-i ma’nâ ve her
penc beyt-i ğazelleri bir hamse-i Nizâmî’yle pençe-gîrâ oldığı bî-reyb ü mürâ-
dur. Beyt-i şerîf-i merkûmdan asıl murâd buyurdukları ma’nâ ise hamselerde tafsîl
ü beyân olındığı üzre Husrev-i Pervîz’ün kânûn-ı ‘aşkı ‘alev-hîz olup nihânî
rü’yet-i Şîrîn arzûsıyla sûy-ı cânânesine ‘azîmeti tesâdüf-i esnâ-yı bâhâr ve etrâf-ı
nüzhetgâh-i Şîrîn benefşeczâr (5a) oldığından Husrev’ün zîr-i rânında olan esb-i
Gül-gûn dûd-ı kebûd arasında kenâr ‘alâ ‘ilmin be-dîdâr ve düzdîde-revligi âşikâr
olur mulâhazasıyla Gül-gûn’ı benefşec-gûn itdürdigidür ki Mîrzâ ‘Abdulkâdir-i
Buhârî-i gerâmî-güherün Nizâmî tarzında mesnevî ebyâtiyle mukaddem on beş
beyt ve mu’ahhar seksen beş beyt zîrde mestûr şerhiyle isbât-ı Şîrîn-hüner itdigi
müşârün ileyh efendimüz hazretlerinün tab’-i ‘âlîlerine hoşter gelüp “Egerçi hü-
ner erbâb-ı hüneri hıl’at-be-dûş ider dirler ammâ bu husûsda emr ber-’aks olup
biz hem beyt söyleyüp izhâr-ı hüner ve hem muhtâc-ı şerh oldığından kürk virmek
de iktizâ ider” latîfeleriyle va’d buyrulan hil’ati Mîrzâ-yı mümâ ileyhe i’tâ itdiler.
Mîrzâ-yı gerâmî-güherün mukaddem itdigi (5b) şerh budur:
mefâ‘îlün mefâ‘îlün fa‘ûlün
1 Suhân âğâz kerd Husrev be-yek bâr
Be-hem-zâdân ki bûdendeş perestâr 13

Berây-ı kâr-ı men yek hîle sâzîd
Ki mûsîkâr-i mekkârî nevâzîd 14
Çü Gül-gûn sürh u în gülhâ kebûdest
Ki sürh-ender-kebûd âteş-nümûdest15
Hemân hˇâhem ki Gül-gûn-ı Süheylî
Şeved hem-reng-i în gülhâ-yı nîlî 16
12 Benim beytim beyit değil, bir ülke -kadar geniş ve derin anlamlar içermekte-dir. 13 Hüsrev birden söze başladı, kendisine hizmet eden ruh eşlerine dedi ki: 14 Tuzak sazını çalın, bir hile yapın benim işimi halletmek için, 15 Gülgûn kırmızı ve bu güller mavidir. Zira kırmızı mavi içinde ateş gibidir (görünür.) 16 Süheyl Gülgûn’unun bu güllere eş olmasını istiyorum.
40 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
5 Ki tâ der-zîr-i în gülhâ zamânî
Konem nazzâre ân meh râ nihânî17
Ne-dâned ân meh-i bî-perde çün mehr
Derûn-ı perde bâ û kist hem-çehr18
Nedîm-i hâs bûdeş nâm-ı Şâpûr
Cihân geşte zi-mağrib tâ Lehâvûr19
Be-nakkâşî zamân râ müjde dâde
Be-ressâmî der Oklides güşâde 20

Kalem-zen çâbekî sûret-gerî cüst
Ki bî-kilk ez-hayâleş nakş mî rüst21
10 Çünân der-lutf bûdeş âb-destî
Ki ber-âb ez letâfet nâkş bestî22

Ki desteş dest-bend-i serv ü şimşâd
Be-desteş âferîn-hˇân dest-i hem-zâd23
Miyân-ı mürğzâr u gülşen-i hoş
Kalem be-grift Şâpûr-ı kalem-keş24
6b Yekî peymâne ez billûr sâzec
Ber-ân hall kerde gülhâ-yı benefşec25
Zi-tahsîn kârî çün Mânî kalem zed
Ki Gül-gûn râ benefşec-gûn rakam zed26
17 Böylece bu güllerin altında bir süre o ay yüzlüyü seyrederim bir zaman. 18 Güneş gibi parlayan, perdesi ay yüzlü sevgili, perdenin altında onunla kimin yüz yüze olduğunu bilmez. 19 7,8, 9, 10. beyitler aynen Nizâmî’den alınmıştır. Bk. Nizâmî, Hüsrev ü Şirin, s. 32-33. Mağrib’den Lehavur’a
dek dünyayı gezmiş, görmüş Şapur adında has bir nedimi vardı.
20 Nakkaşlıkta devrana müjde vermiş; ressamlıkta da Oklides’e kapı açmış. 21 Kalem oynatmaktaki çabukluğu o noktaya varmıştı ki kalem olmaksızın hayalen resim çizerdi. 22 İncelikte o kadar becerikliydi ki suyun üzerinde resim çizerdi. 23 Zira servi ve şimşir ağacına eşti, onunla doğanlar ona âferin derdi. 24 Çimenlik ile gül bahçesi arasında eli kalem tutan Şapur kalemi aldı. 25 Kristalden bir kadeh yaptı, üzerine de mor renkli güller işledi. 26 Maharetiyle Mânî gibi kalemini oynattı. Gülgûn’a menekşe renkli şeyler çizdi.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 41
15 Hezârân âferîn ber-kilk-i nâkkâş
Ki ez rengî koned reng-i diger fâş27
Mîrzâ-yı mümâ ileyhün beyt-i şerîfe olan şerh-i
muahharları.
Rakam-pîrâ-yı fihrist-i güzâreş ?
Rakam râ în çünîn sâzed nigâreş28
Ki çün Şîrîn be-âyîn-i şikârî
Be-dân Şebdîz haylî şud süvârî 29
‘İnân ber-dest rû der-perde tannâz
Teğâfül-ber-teğâfül nâz-ber-nâz 30
Be-sahrâ-yı Medâyîn geşt reh-rev
Ki ân câ efkened saydî çü Husrev31

5 Be-hem-râhîş deh hûr-ı perestâr
‘Utârid-tal’at u hurşîd-ruhsâr 32
Dil-ârâm u dil-ârâ vü dil-âsâ
Gül-endâm u semen-bûy u semen-sâ33
Perî-çehr ü perîzâd ü perî-pûş
Perî-peyker hoşâ deh nâm-ı dil-keş34

Heme sîmîn-tenân ü meh-cebînân
Heme dûşîzegân u nâzenînân35
27 Nakkaşın kalemine binlerce âferin olsun. Çünkü bir renkten bir başka renk ortaya çıkarır. 28 Fihristi yazan kâtip şöyle yazmıştır. 29 Şirin avcılık ederken Şebdiz (adındaki) atına çok binmiştir. 30 Dizgin elde, yüz örtülü, cilveli. Gaflet üstüne gaflet, cilve üstüne cilve. 31 Hüsrev gibi bir avı yakalamak üzere Medayin ovasına doğru gitti. 32 Utarid (Merkür) talihli, güneş yanaklı on huri de yanında hizmetçi 33 Gönle huzur veren, gönül süsleyen ve gönül rahatlatan, gül boylu, yasemin kokulu ve yasemin tenli. 34 Peri yüzlü, peri yaradılışlı, peri kıyafetli, peri görünüşlü; ne güzel, gönül çeken onlarca isim. 35 Hepsi gümüş tenli ve ay alınlı; hepsi bakire ve cilveli.
42 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
6b Perîşân gîsuvân tarf-ı binâ-gûş
Tenân ez mevc-i şehvet cûş âğûş36
10 Be-zîr-i her-yekî z’ân nûş-handân
Nigârîn sâ’idân bâlâ bülendân37
Semend ü eşheb ü tâzî vü âşkâr
Kümeyt ü ebreş ü hunk ü tekâver38
Nühüm esbî ki sarsar dîv-i bâdî
Dehüm rahşî ki peyker dîv-i zâdî39
Hemî rândend çün seyl-i pür-enbûh
Gerîve-ber-gerîve kûh-tâ-kûh40
Ber-în âyîn ü sa’y u tarz u meşreb
Ne-yâsûdend tâ deh rûz u deh şeb41
15 Resîdendeş be-hürrem mürğzârî
Der-û ez-cûy-i cennet çeşme-sârî42
Be-fermûd ân şeh-i ‘ismet-perestân
Ber-ân cem’-i bütân-i nâr pistân43
Ki mâ ez-renc reh-fersûdegânîm ?
Be-zîn-i bî-hodî âsûdegânîm44
Hemân bihter der-în gülzâr-ı behcet
Ber-endâzîm yek-dem mehd-i râhet45
36 Saçları yanaklarına doğru dağılmış, bedenler şehvet dalgasından coşmuş. 37 Her birinin altında neşeli, güzel bacaklı, uzun boylu (atlar) 38 Duru, alaca, koşucu ve kızıl kuyruklu, kızıl, alaca renkli, serin ve hızlı türlü atlar 39 Dokuzuncu at rüzgar devi gibi hızlı; onuncusu devden doğmuş gibi cüsseli. 40 Çok gürültülü seller gibi uçurumdan uçuruma, dağdan dağa sürdüler. 41 Bu kural, tarz, çaba ve yol üzere on gün on gece boyunca durmadılar. 42 Güzel bir çimenliğe ulaştılar. Onda cennet ırmağından bir çeşme akıyordu. 43 O ismet sıfatlı padişah, o nar göğüslü güzellere seslendi. 44 “Yol yorgunluğundan bitkin düştük, Kendimizden geçtik. 45 Bu sevinç ve güzellik bahçesinde rahatlık beşiğini bir an olsun sersek iyi olur.”
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 43
Perî-rûyân çü hˇândend âferîneş
Be-güsterdend mehd-i nâzenîneş46
20 Ten-i nesrîn-i Şîrîn bûd haste
Ğubâr-ı râh ser-tâ-pâ nişeste47
Hırâmân geşt tarf-ı çeşme tenhâ
Tu gûyî sûy-ı kevser reft hûrâ48
7a Zülâlî dîd leb-rîz u hurûşân
Zi-ka’r-ı çeşme çün fevvâre cûşân 49
Küşâd âvîzehâ-yı zülf-i müşgîn
Ne bâzâr-ı Hoten be’şkest sad Çîn 50
Harîr-i ergavân-gûn ber-miyân zed
Be-âb ender şud âteş der-cihân zed 51
25 Biyâ sâkî be-deh ân âb-ı rahşân
Ğubâr-ı hâtırem gerded perîşân52
Horem peymâneî ber-yâd-ı Şîrîn
Konem teşrîf-i Husrev husrev-âyîn53
Âmeden-i Hüsrev ez Medâyîn be-sûy-ı Ermen ve dîden-i
Husrev Şîrîn râ der-ân çeşmesâr.54
Kühen ressâm-ı nakkâş-ı pür-efsûn
Ṭırâzed în çünîn nakş-ı diger-gûn 55
46 Peri yüzlüler ona âferinler deyip narin yaygısını yaydılar 47 Şirin’in nesrin (nazik) misali bedeni yorgun düşmüştü.Yolun tozu baştan ayağa (her tarafına) konmuştu. 48 Çeşmeye doğru yalnız başına salınıp gitti. Zannedersin ki huri kevser suyuna doğru gitti. 49 Çeşmenin dibinden fıskiye gibi coşan, gür ve coşkun bir duru su gördü. 50 Misk kokulu zülüfleri dökülüp saçıldı. Hoten pazarı değil, yüzlerce Çin yıkıldı. 51 Erguvan renkli ipeği attı ortaya, suya daldı ve dünyayı ateş sardı. 52 Gel ey sakî! O parlak suyu ver. Gönlümün kederi dağılsın. 53 Şirin’in hatırasına bir kadeh içeyim. Hüsrev’i padişahlara yaraşır bir şekilde yücelteyim. 54 Hüsrev’in Medâyin’den Ermen’e gelişi ve Şirin’i görüşü 55 Efsun dolu eski ressam böylesine çeşit çeşit resimler çizer.
44 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
Ki ân ferruh-devâc-ı pâdişâhân
Behîn zer tügme-i zerrîn-külâhân56
Ferîdûn-saltanat Cemşîd-vâlâ
Fürûzân-şemse-i eyvân-ı Kisrâ57
30 Ki ya’nî Husrev-i Dârâ-yı Pervîz
Zi-hicr-i yâr hordeş deşne-i tîz58
Be-yârân goft ferdâ-subh hîzân
Be-sahrâ ber-şevem nahcîr-tazân59
7b Ez ân-câ şukka ber-Ermen güşâyem
Hayâ tâ key buved zincîr-i pâyem60
Be-bînem rûy-ı ân mir’ât-ı cânân
Şevem tâ çend çün timsâl-i hayrân61
Me râ ez-peyker-i sûret çe hâsıl
Ki ân âyîne-rû nebved mukâbil62
35 Ne-bâşed hîç-kes nâ-bûd çün men
Be-zîr-i bâr-ı gam fersûd çün men63
Der-în hirmân-kede dârem nüvîdî
Be-ümmîdî resed her nâ-ümmîdî64
Şebâ-hengâm zâğ-ı kîr-gûn bâl
Ki zerrîn beyza-i hûr-kerd-i pâ-mâl65
56 Zira o padişahların kutlu yorganı; altın külahlıların güzel altın düğmesi. 57 Feridun saltanatlı, Cemşid yücelikli, Kisra sarayının parıldayan süsü 58 Yani Perviz’in Dara’sının Hüsrev’i, sevgilinin ayrılığından keskin kılıç yemişti. 59 Dostlarına yarın sabah kalkıp geyik avlamak için sahraya çıkacağım dedi. 60 Oradan Ermen tarafına doğru açılayım, ne zamana kadar haya ayak bağım olacak. 61 O canlar aynasının yüzünü göreyim. Ne zamana dek şaşkın kalacağım. 62 Şekil heykelimden (aynadaki yüzden) elime ne geçti. Zira o ayna yüzlünün karşılığı yok. 63 Benim gibi perişan, gam yükü altında ezilmiş değildir. 64 Bu ümitsizlik evinde bir güzel haber aldım. Her ümitsiz bir ümide kavuşur. 65 Gece vakti, kanatları zift renkli karga, altın renkli güneş yumurtasını ayakları altına aldı
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 45
Zi-meclis hâst nûş-â-nûş sâkî
Surâhî goft ‘işret bâd bâkî 66
Çü be-gşâd ebruvân câm-ı melâlî
Ki bezm-i mâ me-bâd ez şâh hâlî67
40 Mey-i gül-fâm âverdend ü hordend
Şeb-i gam râ be-pâyân pey füşürdend68
Çü üftâdend mest ez hˇâb-ı dûşîn
Ne-gûyem hˇâb-ı dûşîn hˇâb-ı nûşîn69
Hemânâ Husrev-i hurşîd-i hâver
Be-iklîm-i Habeş endâht leşker70
Ser-ez-bâlîn-i râhat şâh ber-dâşt
Zi-hicrân nâle-i cângâh ber-dâşt71
Suhan âğâz kerd ey hem-nijâdân
Perestârân u şâhân hâne-zâdân72
8a 45 Be-Gül-gûn zîn-i zer bâyed keşîden
Be-nezdîk-i Büneh bâyed resîden73
Be-sahrâ ber şuden hˇâhem be-nahcîr
Dü hefte bîş ü kem zîn dâm-ı dil-gîr 74
Be-hunk-i âsmân hurşîdvârî
Be-Gül-gûn humârî şud süvârî75
66 Saki, meclisten tok ve doymuş olarak kalktı; sürahi, işret baki kalsın dedi. 67 Hüzünlü şarap kirpiklerini açtığında, bizim meclisimiz şahtan boş kalmasın. 68 Gül renkli şarabı getirip içtiler, keder gecesini gerisin geri ittiler. 69 Dün geceki uykudan dün geceki uyku demeyeyim içme uykusu diyeyim sarhoş olup düşünce, 70 O doğunun güneşinin Hüsrev’i Habeş ülkesine asker sürdü. 71 Padişah uyku yastığından başını kaldırdı. Ayrılık acısıyla inledi. 72 Ey aynı ırktan olanlar! Hizmetçiler, padişahlar, hanedanlar diye söze başladı. 73 Gülgun’a altın eğeri vurmak gerek, Büneh’in yakınına varmak gerek. 74 Aşağı yukarı iki hafta bu gönül kapan tuzaktan (kurtulmak ) için çöle ava çıkmak isterim. 75 Güneş gibi Gökyüzü atına, kıpkırmızı Gül-gûn’a bindi.
46 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
Zi-Müşgû tâ Hoten âverd Pervîz
Be-gülzârî ki Şîrîn bûd gül-bîz76

Çe gülzârî ki ez Mînû nişâneş
Temâşâ hayret-i nezzâre-gâneş 77
50 Zi-hayret yâsemen pâ-best-i İ’rec
Çemen-ender-çemen reng-i benefşec 78
Çü Gül-gûn ez nedîmân dûrter rând
Zi-hayret çeşm-i û çün yâsemen mând 79

Der-ân hayret nazar be-gşâd nâ-gâh
Be-çeşmeş ender âmed çün yekî mâh 80
Çe mâh çün âb-ı hayvân çeşme-i nûr
Ne nûr cûş-ı habâb-ı ‘ayn-i kâfûr 81
Perîvâr ez-libâs-ı hˇîş ‘uryân
Ser-â-pâ şem’-i bî-fânûs gîrân 82
55 Ki dîdest în çünîn bezm-i cihân-tâb
Çü şem’ ez kâkum u fânûs ez-âb 83
Müselsel gîsuvân ber-rûy-ı kâküm
Leb ez-cûş-ı hayâ ğark-i tebessüm 84
Beden çün nûr u pistân kubbe-i nûr
Zi-‘uryânî şude nûrun ‘alâ nûr 85
76 Perviz, Müşg’ten Hoten’e Şirin’in gül topladığı gül bahçesine kadar getirdi. 77 Öyle bir gül bahçesi ki Minû’dan işaretler taşıyor. Onu seyretmek, hayret celbediyor. 78 Hayretten yasemin İrec’in ayağını bağladı. Çimenler içinde menekşe rengi. 79 Gül-gûn hizmetçilerden uzaklaşınca, şaşkınlıktan onun gözü yasemin gibi kaldı. 80 O şaşkınlıkta ansızın gözünü açtı, ay gibi güzel biri gözüne göründü. 81 Ne ayı, hayat suyu gibi nur çeşmesi, nur değil, kafûr gözlü kabarcıkların coşkusu. 82 Peri gibi elbisesinden çıkmış. Baştan ayağa fanussuz mum tutar. 83 Dünyayı aydınlatan böylesi meclisi kim görmüş. Mum gönden, fanus sudan yapılmış? 84 Bembeyaz yüzünde titreyen zülüfler, dudak, haya coşkusundan tebessüme boğulmuş. 85 Beden nur gibi, göğüsler nur kubbesi, soyununca nur üstüne nur olmuş.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 47
8b Çü Husrev dîd în rûy-ı nigârîn
Nazar efkened ber-timsâl-i Şîrîn 86
Fiğân ber-dâşt ez-cân-ı hazîneş
Be-yâğmâ dâd ‘akl-ı hurde-bîneş 87
60 Hemânest în ki men rencûr bûdem
Zi-bezm-i vuslateş mehcûr bûdem 88
Se pencî ez-perestârân hod hˇând
Zi-çeşm-i eşk-bâreş gevher-efşând 89
Be-güftâ behr-i men yek hîle sâzîd
Ki mûsîkâr-i mekkârî nevâzîd 90
Çü Gül-gûn sürh v’în gülhâ kebûdest
Ki sürh-ender-kebûd âteş-nümûdest91
Diger Gül-gûn buved ez-nesl-i Şebdîz
Hemî tersem ez-în mevc-i besâ-hîz 92
65  Çü bîned ân meh-i bî-perde çün mehr
Derûn-ı perde bâ û kist hem-çehr 93
Hayâ-verzed ‘uryân zi bûden-i hˇîş
Zi-Ermen deşt reh-peymûden-i hˇîş 94

86 Hüsrev o güzelin yüzünü görünce, Şirin’in şekline bir göz attı. 87 Hüzünlü canından feryat etti, o kadar incelikli aklını yitirdi. 88 Benim sıkıntı çekmem; ona kavuşma meclisinden uzak olmamdandır. 89 Hizmetçilerinden birkaçını çağırdı, gözyaşı yağdıran gözlerinden cevher saçtı. 90 Bu beyit 2. beyit ile aynıdır. Tuzak sazını çalın, benim işimi halletmek için bir hile yapın, dedi 91 Bu beyit birinci şerhin 3. beytiyle aynıdır. Gülgûn kırmızı ve bu güller mavidir. Zira kırmızı mavi içinde ateş
gibidir (görünür).
92 Artık Gülgun, Şebdiz neslinden olur, bu çok hızlı, coşkun dalgadan korkarım. 93 Bu beyit 68. beyitle aynıdır. O perdesiz ay gibi güzel sevgili, güneş gibi perdenin içinde onunla kimin yüz
yüze olduğunu bilmez.
94 Kendi çıplak oluşundan Ermen çölünde yol alışından utanır,
48 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
‘İnân ber-tâbed ez-hem-râhî-i men
Zi-Şevket ne-ngered ber şâhî-i men 95
Be-tâvûs-i diger gerded hırâmân
Merâ sâzed selâsil bend-i hicrân 96
Ne-dâned ân meh-i bî-perde çün mehr
Derûn-ı perde bâ û kist hem-çehr97
Hemân hˇâhem ki Gül-gûn-i Süheylî
Şeved hem-reng în gülhâ-yı Leylî 98
70  Nihân der-zîr-i în gülhâ zamânî
Konem nazzâre ân meh râ nihânî 99
9a Nedîmî dâşt nakkâş u füsûnger
Hüner-pîşe hüner-dân u hünerver 100
Hayâleş nakş-bend serv ü şimşâd
Be-kilkeş âferîn-hˇân kilk-i hem-zâd 101
Be-nâhun nûk-ı hâme mî herâşîd
Zi-âb mürğ semender mî terâşîd 102
Be-hâk ez sûret-i mürğî keşîdî
Hemân-dem çün hümâ bâlâ perîdî 103
95 Dizgin benimle olmaktan parıldar, büyüklüğünden benim padişahlığıma bakmaz. 96 Bir başka tavusla salınır. Beni ise ayrılık zinciri yapar. 97 O perdesiz ay gibi güzel sevgili, güneş gibi perdenin içinde onunla kimin yüz yüze olduğunu bilmez. 98 Birinci bölümün 4. beyitle aynıdır. Süheyl Gülgûn’unun bu güllere eş olmasını istiyorum. 99 Birinci bölümün 5. beyitle aynıdır. Böylece bu güllerin altında bir süre o ay yüzlüyü seyrederim bir zaman. 100 Ressam ve sihirbaz bir yardımcısı vardı. O sanatkar, sanat bilir ve sanat severdi. 101 Birinci bölümün 11. beytiyle aynıdır. Hayali selvi ve şimşirin resmedicisi. Onunla aynı olan kalem, kalemine
aferin der.
102 Tırnağıyla kalem ucu açar. Suda semender kuşu çizer. 103 Toprağa bir kuşun resmini çizdi, o anda hüma gibi kalkıp uçtu.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 49
75 Ṭılısm-ı îmâ-yı neyyir necât mestûr
Şeh-i meşhûr-i devrân nâm-i Şâpûr 104
Ne-dîd în köhne tâk-i bî-ser-encâm
Misâl-i v’ey kez’în üstâd-ı ressâm 105
Miyân-ı mürgzâr u Gülşen-i hoş
Kalem be-grift Şâpûr-ı kalem-keş 106
6b Yekî peymâne ez billûr sâzec
Ber-ân hall kerde gülhâ-yı benefşec107
Zi-tahsîn kârî çün Mânî kalem zed
Ki Gül-gûn râ benefşec-gûn rakam zed108
80 Hezârân âferîn ber-kilk-i nakkâş
Ki ez rengî koned nakş-ı diger fâş 109
Biyâ mutrib be-zen hengâme-i ‘ûd
Rehâyî bahşiyem zîn genc-i nâ-bûd 110
Be-yâd-ı husrevân ber-keş be-yâdî
Ve hem endûh u gam râ hayr bâdî 111
Gerâmî hatm kon âğâz u encâm
Künûn taşt-i emel-üftâd ez-bâm 112
104 Parlak işaretlerin tılsımı kurtuluş saklar. İsmi Şapur olan zamanın meşhur padişahı. 105 Bu köhne felek kurulduğundan beri, onun gibi seçkin ressamların üstadı olan birini görmedi. 106 Birinci bölümdeki 12. beyitle aynı. Çimenlik ile güzel gül bahçesi arasında, eli kalem tutan Şapur, kalemi
aldı.
107 Birinci bölümdeki 13. beyitle aynı. Kristalden bir kadeh yaptı, üzerine de mor renkli güller işledi. 108 Birinci bölümdeki 14. beyitle aynıdır. Maharetiyle Mânî gibi kalemini oynattı. Gülgûn’a menekşe renkli
şeyler çizdi.
109 Birinci bölümdeki 15. beyitle aynıdır. Nakkaşın kalemine binlerce aferin olsun. Çünkü bir renkten bir başka
renk ortaya çıkarır.
110 Gel ey çalgıcı, ud zamanı, çal, yokluk hazinesinden bana kurtuluş bağışla. 111 Padişahların anısına bir anı söyle. Keder ve hüznü de hayırla an. 112 Başını da sonunu da önemle bitir. Şimdi arzu leğeni damdan düştü.
50 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
Şenîdem ez kühen pîrân hikâyet
Rakam kerdem me’âl-i beyt-i Neş’et 113
9b 85 Be-zer dîdem çünîn mazmûn-ı mübhem
Be-sâmân şud suhan vâllâhu a’lem 114
113 Yaşlılardan işittiğin bir hikâye göre Hoca Neş’et’in beytinin anlamını yazdım. 114 Böyle kapalı mazmunu altın değerinde gördüm. En iyisini Allah bilir, ama söz muradına erdi.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 51
INFORMATIVE ABSTRACT
ON THE COMMENTARY OF ONE COUPLET OF
HODJA NEŞ’ET
Ekrem BEKTAŞ*
Süleyman Neş’et, a notable poet who lived between the second half of the
18th Century and the first half of the 19th century, is one of the leading figures of
the divân poetry (Ottoman poetry). Since Neş’et was more famous as a Persian
teacher rather than his poetry, he is referred to as Hodja Neş’et in the history of
Turkish literature.
Hodja Neş’et, who taught Persian to the young poets of that era, transforms
his mansion at Mollâ Gürânî into a literature school in order to provide education
to these youngsters. Hodja, while teaching his young students on the one hand,
opens public classes here to teach Sufism to society on the other hand. He never
turns down the poor and needy people who would solicit help from him at his
mansion and tries to find solution to their problems. He was well known with
his philanthropy and generosity. As a matter of fact, some sheikhs of the dervish
lodges of that time were jealous of the gatherings around Hodja.
Hodja Neş’et writes a mahlasnâme for each of his sixteen poetry students
that he teaches and provides each with a pseudonym. However, the number of
students he taught is not limited with these. We have discovered other poets who
studied in the school of Hodja Neş’et. In this article, we will focus on a paraphrase
written in verse by Mirzâ Abdulkadir-i Buhârî, who studied in the literature
school of Hodja Neş’et, in response to one of his mentor’s couplet written
in Persian language. The following is Hodja’s Persian couplet that he asked his
students to paraphrase:
‘Acebest Husrev ü Şîrîn-hüner
Bîn ki Gül-gûneş benefşec-gûn şud’
Since the introduction part of this literary work was written by Pertev, it was
assumed that it belonged to Pertev and thus was registered in his name. However,
* Assoc. Prof. Dr., Harran University, Faculty of Science and Literature, Chair of Turkish Language and
Literature (ebektas@harran.edu.tr).
52 HOCA NEŞ’ET’İN BİR BEYTİNİN ŞERHİNE DAİR
it was not Pertev who paraphrased Hodja’s Persian couplet in verses, but a poet
named Mirzâ Abdulkadir-i Buharî. We do not have any information about life of
Mirzâ Abdulkadir-i Buharî. It is obvious from his name that he was from Bukhara.
According to what Pertev tells in his introduction, Abdulkadir studied in the literature
school of Hodja Neş’et and he wrote this paraphrase while he was learning
Persian from his teacher (Hodja). After all, the title of the paraphrase is “Şerh-i
Yek Beyt-i Hazret-i Üstâd” (The only paraphrase on the Great Master’s Couplet’s)
In his introduction, Pertev explains how the literary work was written as follows:
When Hodja Neş’et found out that the foregoing Persian couplet that he
wrote allegorically and based on a true story was passed over to the public by his
students learning Persian and was given arbitrary meanings by them, he asked
of his students to paraphrase it and pledged to give the student who would write
the best paraphrase his fur coat that he was wearing. Although each student gives
different meanings to this couplet, Hodja does not like any of them. Then rumor
starts among the students stating that “Either Hodja wrote this couplet without a
meaning in order to confuse the students or he does not like any of the students’
paraphrase not to give his coat to anybody”. After several years, Pertev comes
across an incident on the way to Hodja’s mansion in a winter day. He sees a young
and pretty Egyptian beggar woman without foot or head wear and in torn dress
singing out loud a eulogy about Prophet Mohammed and His daughter Fatma.
The people hearing the woman’s outcry mob around her with astonishment. Fascinated
by the scene, Pertev observed in person that the woman improvised the
eulogies. Pertev was quite impressed by the woman who was writhing in despair.
He decides to tell his teacher about what he saw and heads to his mansion. When
Pertev came before his teacher, Hodja Neş’et miraculously explains the Persian
couplet that he asked of his students to paraphrase a few years ago in a manner
similar to the situation of the beggar woman that Pertev saw on the street and he
tells him that each couplet of the lyrics he wrote had profound meanings as much
as Nizâmî’s mesnevis.
So Pertev was astounded by the miracles of his teacher and changed his mind
about telling what he saw on the street.
Later on, Hodja Neş’et selects the paraphrase rewritten in verse by his student
Mirzâ Abdulkadir-i Buharî and keeps his promise and pleasantly gives his fur
coat to his student Mirzâ Abdulkadir-i Buharî as a gift. So the rumors of the students
about their teacher ends.
EKREM BEKTAŞ / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 33-53 53
KAYNAKÇA
Arif Hikmet, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emirî Tarih, 789.
Arslan, Üzeyir, Tercüme-i Şerh-i Dü Beyt, Marmara Üniversitesi, Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1999.
Bektaş, Ekrem, Muvakkit-zâde Pertev Divânı, Öz Serhat Yayıncılık, Malatya
2007.
Bektaş, Ekrem, “Pertev’in Hoca Neş’et Biyografisi”, Celal Bayar Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Dergisi (Journal of Social Sciences), Prof. Dr. Mahmut
Kaplan Armağan Sayısı, Cilt/Volume: 9, Sayı/Number: 2, Ekim/October 2011,
s. 181-205.
Bursalı M. Tahir, Osmanlı Müellifleri, Bizim Büro Yay., Ankara 2000.
Canım, Rıdvan, Edirne Şairleri, Akçağ Yayınları, Ankara 1995.
Divân-ı Neş’et, Bulak 1252/1836.
Divân-ı Neş’et, DTCF. Ktp, Yazmaları, M. Ozak I, No: 60.
Ebü’s-Sena Şehabeddin Mahmûd b. Abdullah Alûsî, Tefsiru Alûsî, Dârü’l-Fikr,
Beyrut 1997.
Fatin Davud, Hâtimetü’l-Eş’âr, İstanbul 1271.
Genç, İlhan, Hoca Neş’et Divânı, İzmir 1996.
Güzelyüz, Ali “Hoca Neş’et’in Hayatı, Eserleri ve Tâfân-ı Ma’rifet’teki Tasavvufî
Görüşleri”, İlmî Araştırmalar, 5, İstanbul 1997, s. 167-175.
Hoca Emin Efendi, Kethudâ-zâde Efendi’nin Terceme-i Hâline Zeyl, İstanbul,
1294.
Karatay, F. Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Türkçe Yazmalar Katalogu, C. II,
İstanbul 1961.
Muallim Naci, Osmanlı Şairleri, (haz. Cemal Kurnaz), Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları Ankara 1986.
Nizâmî-i Gencevî, Hüsrev ü Şirin, (Tashih ve talikat, Dr. Berât Zencânî), İnti-
şarât-ı Danişgâh-ı Tahran, Tahran 1374.
Oğraş, Rıza Hoca Neş’et Dîvânı (İnceleme ve Tenkitli Metin) İstanbul Üniversitesi.
Edebiyat Fakültesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 1991.

Konular