ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK OLARAK EŞ-ŞÂMÎ’NİN “SÜBÜLÜ’L-HÜDÂ VE’R-REŞÂD FÎ SÎRETI HAYRI’L-ʻIBÂD” ADLI ESERİNİN TÜRKÇE ÇEVİRİSİNİN EL

İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 1
Öz: Bu makalede “İslam Kaynak Eserlerinin Çeviri Eleştirisi” denemesi
yapılmaya çalışıldı. Eleştirisi yapılan eser, eş-Şâmî’nin “Sübülü’l-hüdâ
ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ʻibâd” adlı eserinin “Peygamber Külliyatı” adlı
Türkçe çevirisidir.
Temel İslam ilimlerine ait eserlerin tercüme hatalarından arındırılması;
çeviri eleştiriciliğinin belirli yöntemlerle, bilimsel bir amaç doğrultusunda
yapılmasına katkı sunmaktır. Bu yaklaşım “Bağlanma Teorisi” olarak
adlandırılmaktadır. Bu teoride öncelikle çeviri ile çeviri eleştirisinin kavramsal
tahlili yapılmış, tarihsel gelişim süreci incelenmiştir. Bu bağlamda,
bilimsel, sanatsal ve ahlâkî açıdan örneklerle uygulamanın geçerliliği denenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ʻibâd,
eş-Şâmî, çeviri eleştirisi, hedef eser, kaynak eser.
*Öğr. Grv., Siirt Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı
(bureyha1977@hotmail.com).
2 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
AN APPLIED EXAMPLE TO
TRANSLATION CRITICISM DUE TO AL-SHÂMÎ’S
“SUBULU’L-HUDÂ VA’R-RASHÂD FÎ SÎRETI
KHAYRI’L-‘IBÂD”
Abstract: This paper is an attemp to applied translation criticism of the
Islamic sources. The selected book for the application is al-Shâmî’s Siyer
book “Subulu’l-hudâ va’r-rashâd fî sîreti khayri’l-‘ibâd”. The Turkish
translation of this book is named as “Peygamber Külliyatı”.
Debugging the books on Islamic sciences from rare mistakes is to contribute
on making translation critisizm with specific methods and with a
scientific aim. This approach is named as “Attachment Theory”. In this
approach, previously, the conceptual analysis of translation and translation
critisizm and the examination of the historical development process have
been done. In this context, the reliability of the applied approach is experinced
through the scientific, artistic and ethical samples.
Keywords: “Subulu’l-hudâ va’r-rashâd fî sîreti khayri’l-ʻibâd”, alShâmî,
translation criticism, target book, reference book.
Giriş
İslâm medeniyetine kaynaklık eden en önemli unsur, hiç kuşkusuz İslâm’ın
kaynak eserleridir. En birincil kaynak olan Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmasının yanında
İslâmiyet’in ilk döneminden itibaren Hz. Peygamber’in sözleri, fiilleri ve
savaşları yazılıp kayıt altına alınmıştır.1
Fethedilen coğrafyanın gün geçtikçe geniş-
lemesinin beraberinde getirdiği toplumsal, fikrî ve siyasî dokunun değişmesi/gelişmesi
kaynak eserlerin sayısını artırdığı gibi içeriklerinin de aslını kaybetmeden
zenginleşmesini sağladı. Bugün bütün bunların bir sonucu olarak önümüzde İslâm
ilimlerine ait yazılmış binlerce ciltlik yazma ve basılmış kaynak eser mevcuttur.
Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Muhammed’in (sav) dilinin Arapça olması İslâm dininden
neşet eden ve onun ile irtibatlı olan ilimlere ait ilk eserlerin Arap lisanıyla
yazılmasını gerektirmişti. Zamanla farklı coğrafyalarda ikamet eden Arap olmayanların
da İslâm dinini kabul etmeleri, beraberinde sözü edilen eserlerin değişik
saiklerle farklı dillere tercüme edilmesini gerekli kılmıştır.
1 Muhammed Buhârî, el-Câmiʻu’s-sahîhi’l-muhtasar, “Kitâbetü’l-İlim”, hadis no. 111,112.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 3
Özellikle günümüzde temel İslâm kaynak eserlerinin çevirilerinde sayıca
memnun edici bir artış gözlemlenmekteyken, çeviriye dair nitelik söz konusu
olunca istenilen düzeye henüz ulaşılamadığı görülmektedir. Çevirilerin istenilen
kalitede olmayışı, okuyucuda İslâm kaynak eserlerini anlayamama ve dolayısıyla
onlardan uzaklaşmaya neden olduğu gibi uzun vadede ise İslâm ilimleri ile alakalı
Türkçe konuşan ve yazan insanların önüne birçok zihinsel ve pratik sorun
yumağı koyacağa benziyor.
Yukarıda değinilen gerekçelerden yola çıkarak makalemizin konusunu “İslâm
Kaynak Eserlerinin Çeviri Eleştirisi” olarak belirledik. Üzerinde uygulama yapı-
lacak eser İmam eş-Şâmî’nin “Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd fî sîreti hayri’l-ʻibâd” adlı
siyer kitabının “Peygamber Külliyatı” adındaki Türkçe çevirisidir.
Çalışmanın amacı, temel İslâm ilimlerini içeren çeviri eserlerine yönelik yapılan
eleştirilerin öznel ve haksız yargılamalardan, hata avcılığından arındırılıp;
üzerinde ittifak edilebilecek yöntemler kullanılarak, belirlenmiş ilmî bir amaç
güdülerek yapılmasına katkı sunmuş olmaktır. Sözü edilen amacın gerçekleşmesi,
İslâmî düşünüş ve hayatın teorik ve pratik altyapısını teşkil eden İslâm kaynak
eserlerinin Türkçe konuşan ve yazan insanlara doğru bir biçimde aktarımında
önemli bir unsur teşkil etmektedir.
Uygulamamıza başlamadan önce çeviri ve çeviri eleştiriciliği kavramlarının
tanımını ve bu iki kavramın tarihsel gelişim sürecini ortaya koyarak tutarlı ve
bütüncül bir yaklaşım elde etmeye çalıştık. Ayrıca uygulamamızda nasıl bir yol
izlediğimizi, yöntem başlığı altında aktardık.
Çeviri ve Çeviri Eleştiriciliği
Arapçada ‘tercüme’, İngilizcede ‘translation’ kelimeleri ile anlatılmak istenen
anlam, Türkçede ‘çeviri’ kelimesiyle ifade edilmektedir. Çeviri kavramının ne
olduğuna dair birçok tanımlama yapılmıştır. Biz bu çalışmamızda, ele aldığımız
İslâm kaynak eserlerini de göz önünde bulundurarak tercüme/çeviriyi şöyle tanımladık:
“Çeviri; herhangi bir dile ait düşünce, duygu ve bilginin direkt aktarılamadığı
zamanlarda başka bir dil, sembol ve işaretin aracılığıyla dolaylı
iletilmesidir.”
Çeviri, en iptidâî haliyle neredeyse insanoğlunun dünyada var olup birbiriyle
iletişime geçmesiyle başlamıştır. Çeviri çeşitlerinden biri olan yazının çevirisi
ise yazının bulunmasından hemen sonraya rastlar. İlkçağda Sümerlerin bulmuş
4 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
olduğu yazının Asurlu tüccarlar tarafından Anadolu’ya getirildiği kabul edilirse
şayet, Hititlilerle Mısırlılar arasında imzalanan Kadeş barış anlaşmasının iki dilde
de çevirilerinin yapılmamış olması uzak bir ihtimal gibi görünmektedir.
Anlatıya göre İlkçağda İran’da yaşamış olan ve peygamber olduğu tartışılan
Zerdüşt’ün isteğiyle İranlı yöneticiler Hint ve Çin ilimleri ile kültürlerine ait kitapları
Farsça’ya tercüme ettirmişlerdir. Makedonyalı İskender, İran’a hâkim olduğu
sırada Farsça çevirileri Rum ve Kıptî dillerine tercüme ettirdikten sonra
yakmış ve/veya yaktırmıştır. İlkçağda Yunanca yazılmış birçok Felsefe ve Mantık
kitabı, Farsçaya çevrilmiştir.2
Batı kültüründe kalıcılığı açısından ilk çeviri, Livius Andronicus’a ait “Odysseia”
nın çevirisi olarak kabul edilebilir. İlkçağ’ın önemli çevirmenlerinden birisi
de Çiçero’dur. Çiçero’nun Kutsal Kitap’tan Latinceye yaptığı ünlü “Vulgata” çevirisi,
çeviribilim sorunlarına değinmesi nedeniyle önemlidir. Ortaçağ sonlarında
Martin Luther, “İncil” çevirisiyle Batı çeviri sürecinin köşe taşlarından biridir.3
Batı orijinli çeviri çalışmaları ve araştırmaları son yıllarda artarak hız kazanmıştır.
Batı kültüründe çeviribilim kavramını ilk kez kullanan Schleiermacher’dır.4
Catford ve Nida gibi çeviri araştırmacıları, çeviriyi bilimsel olarak ele
almış ve incelemişlerdir.5
Çeviri faaliyetinin hemen akabinde ve onun bir alt dalı olarak gelişen çeviri
eleştirisi ve eleştiriciliğiyle ilgili farklı bakış açıları, çeviri eleştirisine dair birbirinden
farklı tanımlamaları beraberinde getirmiştir. Materyalist Çeviri, Feminist
Çeviri, Sosyolojik ve Psikanalist Çeviri kuram sahipleri birbirlerinden farklı çeviri
eleştirisi tanımlamaları yapagelmişlerdir.
Çalışmamızda eleştiri uygulamasını üzerinde gerçekleştireceğimiz tercüme
eser; İslâm ilimleri arasında özel bir yeri olan siyer yazı türüne aittir. İslâm tarih
çalışmaları kapsamında özel bir biyografi ilmî olarak nitelendirilebilen siyer, Hz.
Muhammed’in (sav) hayatını kendine ait yöntem, teknik ve içerik sistemi ile ele
alıp inceler. Bu nedenle siyer yazıcılık türü, genel anlamda farklı seviyede ve
formdaki dinî, edebî ve ilmî metinleri içerisinde barındırabilen bir tür özelliğini
gösterir.
2 İbnü’n-Nedîm, Kitâbü’l-Fihrist, s. 300. 3 Sevil Asuman Karakaya, Çeviride Anlaşmazlıklar Anlaşmazlıkların Kaynağı ve Uygulamalar Işığında
Çözüm Yolları, s. 15. 4 Sevil Asuman Karakaya, a.g.e., s. 5. 5 Senem Soyer, Arapça - Türkçe Çevirilerde Sözcük ve Kalıplaşmış İfadeler Düzeyinde Eşdizimlik Sorunları
ve Çözüm Önerileri, s. 17.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 5
Eleştiriye dair yapılan açıklamalar ve kabul ettiğimiz yaklaşımlar ışığında,
çeviri eleştirisini şöyle tarif edebiliriz: “Belirli bazı yöntemlerle, hedef/bağlanan
eserin kaynak/bağlanılan eserle kurmuş olduğu bağlanmanın gözden geçirilmesidir.”
Batıda 20. yüzyılda çeviriyi bilimselleştirme çalışmalarıyla beraber çeviri
eleştiriciliğini dinbilim, dilbilim ve yazınbilimin etkisinden çıkarma, nesnelleş-
tirme gayretleri görülmüştür. Friedrich Schleiermacher, Sahiller, A.W. Schlegel,
F. Schlegel, Tieck, Bühler, Katharina Reiss gibi yazarlar çeviri eleştiriciliğiyle
ilgili kuramların ve modellerin oluşmasına hizmet etmeye çalışmışlardır.
6
Çeviriye dair ilkelerin, yaklaşımların belli değerler dizisi içerisinde sistematize
edilmesi; çeviri eleştiriciliğinin hata avcılığından, öznel yargılardan ve keyfilikten
çıkartılıp belirli bir amacı olan ve çerçevesinin belirgin kılındığı bir alan
olmasına yönelik çalışmalara katkı sunabilir. Fakat iletişim olgusunun karmaşık
yapısı, kültürden kültüre bu yapıdaki farklılıklar, insanların estetik ve ahlaka dair
farklı algılamaları; çeviri türlerinin sabitlenememesi, içiçeliği ve bazılarının biricikliği,
genelde eleştirinin özelde de çeviri eleştirisinin tabiî bilimlerde olduğu
gibi mutlak manada nesnelleştirilmesinin pek gerçekçi ve mümkün olmadığına
işaret etmiyor değildir.
İslâmî Gelenekte Çeviri ve Çeviri Eleştirisi
İslâmî gelenekte, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in yazışmaları bağlamında
teorik ve pratik anlamda çeviri ve çeviri eleştiriciliğine dair ilk ilmî tartış-
malara çok erken dönemde şahit olunmuştur. Çünkü Allah’ın kelamı Kur’ân’ın
mesajının herkese ulaşmasına bir görev olarak bakan Müslümanların, o mesajın
Arap olmayanlara nasıl ulaştırılacağını ihmal etmeleri, bu konuda görüş ileri sürmemeleri
düşünülemezdi. İlim mahfillerinde Kur’ân-ı Kerîm’in başka bir dile
çevrilip-çevrilemeyeceği veya çevirinin Kur’ân’ın eşdeğeri olup olmayacağı ile
ilgili değişik birçok düşence verileri mevcuttur. İslâm âlimleri arasında Kur’ân
temalı çeviri sorunsalına Kur’ân’ın ancak açıklayıcı çevirisi yapılabileceği çözü-
mü getirilerek, bu konuda bazı istisnalar hariç fikir birlikteliği sağlanmış olduğu
söylenebilir.7
6 Faruk Yücel, Çeviri Eleştirisi Neyi Eleştirir, s. 45–47. 7 Mennâ el-Kattân, Mebâhis fi ulûmi’l-Kur’ân, s. 327.
6 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Hz. Muhammed’in (sav) tebliğ görevini gerçekleştirme amacı bağlamında bir
devlet başkanı olarak farklı dilde konuşan civâr devlet yöneticileri, dinî ritüellerini
ana dilleriyle devam ettiren komşuları, onu tanımak veya ona sorular sormak
gayesiyle gelen yabancı ziyaretçileri ile hem sözlü hem de yazılı diyalogları olduğu
bilinmektedir. Örneğin İbranice ibadet eden Yahudiler, Arap Yarımadasına
komşu olan Sasanî Devletinin Farsça konuşan devlet adamları, Suriye’de Yunanca-Rumca
konuşan Bizans devlet yöneticileri bu kapsamda düşünülebilir.
8
Kavramsal çerçevesi tam olarak çizilmemiş olsa da İslâmiyet’in en erken dö-
neminde ilk tercüme ve buna bağlı tercüme tenkidi uygulamalarının varlığından
bahsedilebilir. Buna örnek olabilecek bir durum, Zeyd b. Sâbit’in rivayet ettiği
bir hadiste görülebilir. Sünen-i Ebû Dâvûd’ta nakledildiğine göre Hz. Muhammed
(sav); Yahudilerle yazışmalarında İbranice diliyle yazıp okuyabilen Yahudi
çevirmenlere ihtiyaç duyduğunu; fakat Yahudi çevirmenlere güvenemeyeceğini
gerekçe göstererek Zeyd b. Sâbit’ten (r.a) çeviri yapması için İbraniceyi öğrenmesini
istemiş. Hadisin devamında Zeyd’in, “15 gün geçmedi ki ben bu dilde
mahir oldum. Öyle ki artık Hz. Peygamber, o dille bir şeyler yazdırsa bana yazdı-
rır, o dille yazılmış bir yazıyı da bana okuturdu” dediği, yer alıyor.9
Söz konusu
hadisin diğer bir rivayetinde -Abd b. Humeyd yoluyla gelen versiyonunda- şu
ifadeler yer alıyor: “Ey Zeyd, Süryanice’yi öğren, çünkü ben dilini bilmediğim bir
milletle yazışmalarda bulunuyorum ve mevcut mütercimlerin benim yazdıklarıma
ekleme veyahut yazdıklarımdan eksiltme yapmalarından korkuyorum.”
Ayrıca Tilmîsânî’nin “el-ʻUmde” kitabında geçtiğine göre, Zeyd b. Sâbit (r.a),
Hz. Peygamber’in Farsça, Habeşçe, İbranice ve Süryanice tercümanı/çevirmeniymiş.10
Söz konusu hadis alıntılarından Hz. Muhammed’in (sav) yazı ve sözlerinin
çevrilmesinde, mütercimde olması gereken bazı şartların eksikliğiyle ilintili
çekincelerinin bulunduğu tespitine varılabilir.
İslâm ilimleri tarihinde bugünkü manada ilk kitap çevirisine hicrî 38, milâdî
658 yılında rastlıyoruz. Söz konusu Arapça çeviri, Yunan simyacı Zosimos’un
(yaşadığı yıllar m. 350–420) bir risalesinin günümüze kadar ulaşan simyaya dair
bir elyazmasıdır.11 Bilahare Emevî Devleti hükümdarlarından I. Mervân (hü-
kümdarlık yılları 64–65/683–685) zamanında ilk kez bir Tıp kitabı Süryaniceden
Arapçaya çevrilmiştir. Emevîler döneminde çeviri çalışmalarının en yoğun yapıl-
8 Muhammed b. Tulun, İʻlâmu’s-sâilîn an kütübi Seyyidi’l-Mürselîn, s. 19. 9 Ebû Dâvûd es-Secestânî, Sünen-i Ebî Dâvûd, III, 356; Muhammed el-Azîm, Avnü’l-maʻbûd, X, s. 56. 10 Muhammed b. Tulun, İʻlâmü’s-sâilîn an kütübi Seyyidi’l-Mürselîn, s. 26. 11 Fuat Sezgin, Tanınmayan Büyük Çağ, s. 17.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 7
dığı dönem, kendisi de kimya ilmi ile ilgili eser yazmış olan Emevî prensi Halid
b. Yezid’in (ö. 102/720) halifelik yaptığı dönemdir. Ptoleme’ya nisbet edilen sahte
(pseudo) “Meyveler Kitabı”, “Kitâbü’s-semere” adıyla Arapçaya bu dönemde
çevrilmiştir.12 Tarihî kayıtlara göre, Hâlid b. Yezîd, İskenderiye şehrinden Arap
ve Yunan asıllı öğrencileri Şam’a getirtip kadim Yunanca eserleri onlara tercüme
ettirirmiş.13 Öyle ki İbnü’n-Nedîm, İslâmiyet’te bir dilden başka bir dile ilk çevirinin
Hâlid’in zamanında yapıldığını dile getirmiştir.14 Çeviriye ait gelişmeler,
beraberinde çeviriye dair eleştirileri de doğuruyordu. Emevî Devleti’nin Medine
Valisi Haccâc’ın İranlı kâtibi Sâlih b. Abdurrahman, Farsça olan “Divân”ı Arap-
çaya çevirirken Farsça diline ve Arapçaya hâkim Murâdunşah’tan Farsça dilini
bozuyorsun anlamında eleştiriler almıştır.15
İslâmiyet’te tercüme alanında asıl zirveye, Abbasî Devleti zamanında ula-
şılmıştır. İbn Haldûn, “Mukaddime” adlı eserinde Abbasî döneminde ilk defa
Yunanca eser çevirilerinin, Halife Mansûr (halifelik yılları 135-157/753 –774)
zamanında gerçekleştiğini belirtir; ilk çeviri eserin ise Öklit’e ait “Kitâbü’l-usûl
ve’l-erkân” adlı matematik kitabı olduğunu söyler.16 Aynı halife zamanında İbnü’l-Mukaffa,
aslı Sanskritçe olan “Kitâbü sülûki’l-mülûk” adlı eseri Farsçadan
Arapçaya çevirmiştir.17 Hârûn Reşîd’in oğlu Halife Memûn (halifelik yılları
198–218/813–833), bilime özellikle de Yunan bilimlerine duyduğu ilgiyle birçok
Yunanca eseri kurucusu olduğu “Beytü’l-Hikme (Bilgelik Evi)” adındaki kurum
aracılığıyla tercüme ettirmiştir.18
Abbasî döneminde tercüme faaliyetleri o derece yoğundu ki, Huneyn b. İshâk,
Hubeyş b. Asam ed-Dımaşkî, İshâk b. Huneyn, İsâ b. Yahyâ, Sâbit b. Kurrâ,
Yusûf b. Haccâc gibi meşhur âlim çevirmenler, yüzlerce eseri Arapçaya çevirmekle
yetinmeyip, kendilerinden önce yapılmış çevirileri eleştirerek bu eserleri
ikinci kez çevirmişlerdir. Abbasîlerde çeviriye dair bazı kuralların uygulamada
vakî olduğuna dair bir örnek, Hârûn Reşîd zamanında yaşamış olan meşhur
çevirmen Ahmed b. Abdullah b. Selâm’ın yaptığı bir çeviri için söyledikleri şu
sözlerden anlaşılmaktadır: “Bu kitabın başını, ‘Sahifeleri’, ‘Tevrât’ı, ‘İncîl’i ve
‘Peygamber ve Öğrencileri’ kitabını İbranice, Yunanca ve Süryaniceden Arapça-
12 Fuat Sezgin, a.g.e., s. 19. 13 Yusûf Hatîb, Dirâsâtün an vâkiʻi’t-terceme, s. 9. 14 İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, s. 303. 15 İbnü’n-Nedîm, a.e., s. 303. 16 İbn Haldûn, Teʻrîhu İbni Haldûn, thk. Üstâz Halil Şehhâde, Dâru’l-Fikir, Beyrût 2001, I, s. 639. 17 Meryem Selâme, et-Tercemetü fi’l-asri’l-Abbâsî, s. 20. 18 Fuat Sezgin, a.g.e., s. 26.
8 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
ya harfiyen çevirdim. Aslına sadakatimden dolayı kelimelere dokunmadım; aslı
neyse ona göre çevirmeye çalıştım. Ne bir kelime fazlalaştırdım ne de bir kelime
eksilttim. Ancak kaynak metin ile hedef metnin dil yapılarının farklılığından
ötürü bazı söz dizimlerini oldukları haliyle Arapçaya çeviremediğimden, anlamı
bozmayacak bir şekilde yerlerini değiştirerek çevirmeye çalıştım.”19
Mısır’da varlık gösteren Fâtımî hükümdarı el-Mutez billâh (ö. 359/970) dö-
neminde Kahire’de kurulan “Dârü’l-Hikme (Hikmet Evi)”, Mısır’da Osmanlı hâ-
kimiyeti sırasında Mehmet Ali Paşa’nın teşvikiyle açılan “Dârü’l-Elsun (Diller
Evi)”20 çevirinin akademik anlamda yerine getirildiği kurumlar olarak ele alınabilir.
Özellikle Abbasî döneminde Yunanca ve Süryanice başta olmak üzere değişik
içeriğe sahip eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi esnasında ve sonucunda İslâmî
gelenekte çeviriye dair düşünceler ve ilmî görüşler ortaya çıkmıştır. Câhız’a ait
“Kitâbü’l-Hayevân” adlı eserde, “İlyada” kitabını Arapçaya çeviren Süleyman
Bustânî’nin çevirisinin önsözünde,21 Hârûn Reşîd’e yakınlığı ile bilinen kutsal
metinler çevirmeni Ahmed b. Abdullâh b. Selâm’ın çevirdiği kutsal metinlerin
girişinde ve Huneyn b. İshâk’ın çevirilerini savunmalarında çeviri ile ilgili ilmî
görüşlere ve düşüncelere rastlanılabilir.22
Çeviri Eleştiriciliğinde Yöntem
“Hiçbir çeviri, çevirisi olduğu eserin aynısı değildir” önermesinden yola çı-
kılırsa eğer, her çeviri eserin çevrilen eserin gayrısı olduğu sonucuna varılabilir.
Ancak çeviri eylemi, çevrilen eserle farklı seviyelerde de olsa bir bağ kurmakla
gerçekleştiğinden hiçbir çeviri esere, çevrilen eserin gayrısı olarak da bakılamaz.
İşte bu iki nedenden ötürü biz, çalışmamız boyunca çeviri kelimesi yerine yer yer
bağlanma kavramını kullanmayı uygun gördük.
Çeviriyi, salt sanatsal veya bilimsel bir uğraş olarak görmek çeviriye bir açı-
dan katkı sunmakla beraber başka bir açıdan çeviriyi sınırlandırabilir. Çeviriyi,
sadece bir sanatsal çaba olarak kabul edersek eğer; çeviri eseri, çevrilen eserin
biçimini ve biçemini etkisi altına aldığı bir sanat eseri olarak görmek durumunda
kalırız. Öte taraftan çeviri, salt bir bilim dalı olarak ele alınınca neredeyse her bir
çeviri türü ve eseri adedince disiplinlerin varlığının kabulü problemiyle karşıla-
19 İbnü’n-Nedîm, a.g.e., s. 24. 20 Beşîr Îsevî, et-Tercemetü ile’l-Arabiyye, s. 27. 21 Filib Dâyî, Evdahü’l-mesâlik fi’t-terceme ve’t-taʻrîb, s. 4. 22 Meryem Selâme, a.g.e., s. 50–53.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 9
şılabilir. Görünen o ki; çeviri ne sadece bir sanat eseri ne de bir bilimsel üründür.
İnsanlık tarihi kadar eski olan çevirinin estetik yapısı, nesnelliği ve öznelliği
konusundaki tartışmaların halen devam etmesi, çevirinin önemli bir boyutunun
ihmal edildiği sonucunu doğuruyor. Biz bu boyuta işaret etmek için “ahlâkîlik”
kavramını kullandık. Yöntem ile ilgili buraya kadar anlatılanlardan şu sonuca varılabilir:
Çeviri ancak bir sanat eseri, bilimsel bir ürün, ahlâkî bir eylem bileşkesi
olarak kabul edilirse çevirinin güvenilirliğine ayrı ayrı zamanlarda yöneltilen sanat
eserinin biricikliği, bilimsel bir ürünün test edilebilirliği ve ahlâkî eylemlerin
göreceliliği gibi itirazlar geçerliliklerini yitirebilirler.
Kaynak eser/bağlanılan eser, Hz. Muhammed’in (sav) şahsı ile ilgili edebî,
dinî ve tarihî birçok değişik metin türlerini içeren bir özellikte yazılmıştır. İlmî
etik açıdan, bu özellikteki bir türün çevirisi ve çeviri eleştirisi birçok ilkenin ve
görüşün bilinmesini hatta bilinmesiyle yetinilmeyip söz konusu özel türe uyarlanıp
uygulanmasını zorunlu kılmaktadır.
Bir önceki paragrafta sonuç olarak öne sürülen ideal bir çevirinin üç boyutluluğu
ve kaynak eserlerin farklı türlere ait ilmî metinleri barındırması gibi gerekçelerden
yola çıkarak çeviri eleştirimize “Bağlanma Teorisi” adını verdik.
Söz konusu bu yaklaşım, çevirideki/bağlanmadaki sorunları farklı yönlerden ele
alarak kendisine konu edinir. Bağlanma eleştirisi teorisinde amaç; çevirinin/bağ-
lanmanın -mümkün olan bütün yönleriyle- gerçekleşip gerçekleşmediğini ortaya
koymaktır. Eleştiride uygulanacak yöntem ve teknikler var olanlardan seçilebileceği
gibi bu konuda amaca daha iyi hizmet edeceği düşünülen farklı yöntem ve
teknikler önerilebilir veya geliştirilebilir.
Çalışmanın tutarlı ve planlı olabilmesi için eleştirimizde izlediğimiz yolu şöyle
özetleyebiliriz. Kaynak/bağlanılan metnin doğru okunabilmesi, çeviri/bağlanan
eserle karşılaştırılması, diliçi ve dildışı gönderimlerinin anlaşılabilmesi için
eserlerin kaleme alındığı dönemin siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini
açıklamaya gayret ettik.
İkinci adımda diliçi uyumluluğun-uyumsuzluğun ne derece gerçekleştiğinin-gerçekleşmediğinin
belirlenmesi için çeviriyi/bağlanmayı bilimsel, sanatsal
ve ahlâkî açıdan inceledik. İncelemede ortaya çıkan çeviri sapma, hata ve yanlış-
ları ile bu duruma sebep olan etkenlerin neler olduğunu tespite çalıştığımız gibi
çevirinin nitelikli ve orijinal taraflarını ihmal etmemeye de özen gösterdik.
10 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Son bölümü çevirinin/bağlanmanın okuyucu açısından değerlendirilmesine
ayırdık. Tüm bu aşamalarda çevirinin/bağlanmanın ne derece gerçekleşip ger-
çekleşmediğinin ortaya çıkarılmasına gayret ettiğimiz gibi bağlanmanın ahlâk,
sanat ve bilim üçlüsünün izin verdikleri oranda eksiksiz olabilmesi için çeviride
nasıl bir yol izlenmesi gerektiğine dair önerilerde de bulunduk.
Çalışmamızın boyutu ve sınırlılığı; şiir gibi sanatsal yanı ağır basan yazın türü
ile açımlayıcı yorumları yapılabilen ayetleri çalışmamızın dışında bıraktırdı.
Yöntemi uygularken yargılayıcı bir üslup kullanmamaya, eleştiriyi elimizden
geldiği kadar faydalı kılmaya, hata avcılığına dönüştürmemeye çabaladığımız
gibi çeviri hatalarını bir ayıp gibi görme ve gösterme yanlışına düşmemeye gayret
ettik. Bizden öncekilerin hataları olduğu gibi bizim ve bizden sonrakilerin
de hataları olacaktır. Malum olunduğu üzere insan hatayla maluldür. Çevirideki
bilinçli saptırmalar ise bir hata olmadığı gibi aldatma ve ihanete daha yakın durur.
Yöntemin sahih bir şekilde amacını gerçekleştirebilmesi, ancak ilmî tekniklerin
kullanılması ile olabilir. Yardımına başvurulabilecek ve bizim de kullandı-
ğımız bazı ilmî teknikler İstikrâ (Tümevarım), Temsîlî Kıyâs (Analoji) , Tahlîl/
Analiz ve Te’vîl-î Tâm/Bütünsel Yorumlamadır.
Uygulamaya Giriş: eş-Şâmî’nin “Sübülü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd fî Sîreti
Hayri’l-ʻİbâd” Adlı Eserinin Türkçe Çevirisinin Eleştirisi
1. Kaynak/Bağlanılan Eserin Tahlili
1.1 Yazıldığı Dönem
Müellifi Muhammed b. Yusûf eş-Şâmî (ö. 942–1536) olan eserimiz hicrî 10.
yüzyılın başlarında yazılmıştır. Bu yüzyıl, miladî olarak 1496–1591 yıllarına tekabül
etmektedir. Yazarın yer yer başka eserlerine göndermeler yapması, talebesi
Muhammed el-Fi’şî el-Mâlikî’nin kitabın müsveddelerinin temize geçirilmesi ile
ilgili anlattıkları,23 buna paralel olarak yazarın kitabına dair “bütün yaşamımın
neticesi” 24 nitelemesi söz konusu eserin yazarın en son kitaplarından biri olduğu
kanaatini doğuruyor.
23 Hediyyetü’l-ârifîn kitabında, eserin müsveddelerini temize çeken müellifin talebesi el-Fi’şî’nin hicrî 917’de
öldüğü belirtiliyor. Belli ki bu sehven yazılmıştır. Çünkü müellifin ölümünden (hicrî 942) yaklaşık 30 yıl sonra
el-Fi’şî’nin eseri temize çektiği bilinmektedir.
24 eş-Şâmî, Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd, XII, s. 469.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 11
Yazarımızın yaşadığı dönemde, dünya ölçeğinde dört tane İslâm devleti vardı:
Babür Şah’ın (ö. 937/1530) önderliğinde Moğolların kurdukları Hindistan merkezli
Babür İslâm Devleti, Başında Yavuz Sultan Selim’in (ö. 926/1520) bulunduğu
ve kendi zamanının en güçlü İslâm devleti olan Osmanlı İmparatorluğu ve
Müellifin hayatını geçirmiş olduğu Suriye, Mekke ve Mısır’a hâkim olan Burcî
Memlüklüler Devleti ile İran’da varlık gösteren Şâh İsmail’in yöneticiliğini yaptığı
Şiî Safevî Devleti.
Bu dönemde İslâm âlemi, siyasî anlamda büyük bir güç sahibiydi; fakat siyasî
anlamdaki bu üstünlük ne yazık ki ilim alanında karşılığını tam olarak bulamı-
yordu. İslâm devletleri bir taraftan Moğollarla, Haçlı Seferleriyle uğraşırlarken
kendi aralarında ise toprak ve iktidar kavgaları durmadan devam ediyordu. Siyasette
ve askerî sınıfta yaşanan bu durum ilim ve düşünce hayatında karşılığını
bulmakta gecikmedi. Bu duruma Şiâ-Sünnî, Selefî-Sufî, Bâtınî-Zâhirî tartışmaları
ve çekişmeleri örnek olarak verilebilir. Felsefeye bir önceki dönemden kalan
düşmanlığın, bu dönemde yer yer edebî eserlere de sîrâyet ettiği aktarılmıştır.
25
Bazı bilim tarihçileri, İslâm âlemi hicrî 8. ve 9. yüzyıllarda 2. ilmî büyük atı-
lımını yaşamıştır diyorlar. Herhalde anlatmak istedikleri sözü edilen dönemdeki
ilmî hareketliliğin hicrî 3. ve 4. yüzyıllarda Abbasîler zamanında yaşanan ilmî
ilerlemeyle eşdeğer olmasa da -Bağdat faciası düşünülecek olursa- bu dönemde
yeniden canlandığıdır.
Müellifimizin hayatının büyük bir bölümünü geçirdiği Mısır’a bakıldığında
yönetimi elinde bulunduranlar Çerkez asıllı Kölemenler (Burcî Kölemenler) idi.
Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudilerden meydana gelen Memlük toplumunda
çoğunluğu oluşturan Müslümanlar, statü bakımından yönetici askeri sınıf ve
halk kesimi olarak ikiye ayrılmaktaydı. Toprak, imtiyazlı askerî sınıfın mülkiyetindeydi
ve iktisadî hayata onlar hâkimdi. Bu askerî sınıfın çoğunluğunu Bahrî
Memlüklüler döneminde Türkler, Burcîler zamanında ise Çerkez asıllılar oluş-
turmaktaydı. Aralarında Arnavut, Rum, Rus ve Slavlar da bulunmaktaydı. Bu
üst sınıf, uzun süre yerli halk ile karışmaksızın, halktan ayrı, hâkim ve imtiyazlı
bir tabaka olarak kaldı. Yerli halkın kızlarıyla evlenmeleri yasaktı ve aralarında
sultanların da olduğu birçoğu, yerli halkın dili olan Arapçayı bilmezdi. Memlüklülerde
siyasî, idarî ve iktisadî otorite; askerî sınıfın elindeydi. Emniyet ve hîsbe
görevleri onlar tarafından yürütülüyordu. Müslüman halk kesimi arasında sadece
dinî ve adlî görevlerle divân görevlerine getirilen âlimler ve büyük tüccarlar, top-
25 eş-Şâmî, a.g.e., I, s. 37.
12 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
lumda kendileri için iyi bir yer edinmişlerdi. Âlimler halk tabakası ile yönetici
asker sınıfı arasında bir aracı rolü oynardı. Ülkede nüfusun çoğunluğunu genelde
maddî sıkıntı içinde olan ve tımarlı askerlerin topraklarında çalışan çiftçiler, kü-
çük tacirler, sanatkârlar, küçük esnaf ve göçebe Araplar teşkil ederdi. Çoğunluğu
çobanlıkla geçinen göçebeler, yoksulluklarından dolayı sık sık isyanlara kalkış-
mış ve idarecileri çok uğraştırmışlardı.26
Mısır’da Eyyübîler’den bu yana devam ede gelen ilim adamlarının devletten
maaş alma geleneği Memlüklüler zamanında da devam etmiştir. Bu gelenek İbn
Abdilberr ve İbn Teymiyye gibi istisnalar hariç ulemâ ile sultanların yakınlaş-
masına ve ulema arasında çekememezlik, rekabet yaşanmasına sebep oluyordu.
Doğrusu sultanlar da bu durumu kendi saltanatlarının lehine kullanmakta bir beis
görmüyorlardı.27
Bağdat’taki binlerce kitabın Moğollar eliyle yok edilmesinin meydana getirdiği
boşluğu kapatmak için Memlüklü sultanları –Fâtımî sultanları kadar olmasa
da- genel anlamda ilim adamlarını korumuş, birçok medrese, ribât, hânegâh
yaptırmışlardır. Ayrıca sultanlar; ulemaya hibe, atiyye ve maaş verirlerdi. Yazarımızın
yaşadığı dönemde bazı alanlar istisna edilirse fikrî ve ilmî bir canlılığın
varlığından söz edilebilir.28
Son Memlüklü sultanı Kansu Gâvrî’nin Yavuz Sultan Selim tarafından h.
923–m. 1517 yılında öldürülmesiyle yazarın hayatını sürdürdüğü Mısır’da Memlüklü
saltanatı sona erip Osmanlı devri başlamıştır. Yazarımız miladî 1536 yılında
öldüğüne göre hayatının son 19–20 yılını Osmanlı egemenliği altındaki Mısır’da
geçirmiştir. İncelenmekte olan siyer eserinin de büyük ihtimalle bu dönemde yazıldığı
yazımızın başında da belirtilmişti.
Bu dönemde Özellikle Mısır’da tasavvuf ekollerinin sosyal yaşamda ve ilmî,
fikrî sahada etkinliliğine rastlamaktayız. “Keşfü’z-zünûn” yazarına göre yazarı-
mızın Mısır’da ikamet ettiği yer “Berkukiye Hânegâhı”dır.29 Yazarımız hânegâha
bağlı olan Zâhiriye Medresesi’nde de müderrislik yapıyordu.30 Hânegâha isminin
verildiği Memlüklü sultanı Berkuk’ün türbesi de aynı yerdedir.31 Müellifimiz,
26 Nevzat Türkoğlu, İbn Seyyidinnas’ın Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği, s. 12–13. 27 Sâlim Abdulal, Celâleddîn es-Süyûtî, s. 45. 28 Sâlim Abdulal, a.g.e.,, s. 50. 29 Hânegâh; tasavvuf şeyhlerinin, erbabının toplandıkları yere verilen addır. 30 Kâtip Çelebî, Keşfü’z-zünûn, II, 1155. 31 Sâlim Abdulal, a.g.e.,, s. 54.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 13
amelî fıkıhta İmam Şafiî, akaîd fıkhında İmam el-Eşârî mezhebine mensup olup
tasavvufta Abdülkadir Geylânî’nin meşrebindendi.32
Sözü edilen dönemde Ortaçağ boyunca Avrupa siyasetine hâkim olan feodalite/derebeylik
sistemi zayıflayıp yerini merkezi krallıklara bırakmıştır. Coğrafi
keşifler sonucu İpek ve Baharat yollarının öneminin azalması bunun yerine Atlas
Okyanusu sahillerinin önem kazanması ve Avrupalılar tarafından keşfedilen
yerlerden elde edilen zenginliklerin Avrupa’ya taşınması Avrupalıların ekonomik
anlamda ilerlemesini sağlamıştır. Haçlı seferleri sonucu kilisenin itibarının zedelenmesi,
reform ve rönesans hareketlerinin temellerinin atılması da yine bu
zamanda Avrupa’da meydana gelmiş önemli olaylardandır.
1.2 Yöntem ve Üslup Tahlili
“Keşfü’z-zünûn” müellifinin siyer eserleri arasında en genişi olarak nitelediği33
eserimizin müellifi Muhammed eş-Şâmî, kitabının önsözünde izlediği yöntem ile
ilgili önemli gördüğü açıklamaları yapmışsa da kitabı detaylı incelendiğinde yöntemine
ait daha doyurucu veriler elde edilebilir.
Yazar, kitabının önsözünde kitabının kendisi için ne anlama geldiğine, onu
nasıl yazdığına ve kaynaklarına kısaca değindikten sonra kitabında kendilerinden
alıntı, nakil yaptığı müellif-eser adlarının kitabında geçtikleri haliyle açıklamalarına
yer veriyor.34
Kitapta yaklaşık 111 ana başlık 1541 tane de alt bölüm başlığı var. Yazar,
konuların hemen girişinde ihtiyaç hissettikçe konu başlıklarında geçen kelimelerin
anlamlarını açıklıyor. Ardından konuyla ilgili ayetleri açıklamalı bir şekilde
ve varsa nüzul sebepleriyle beraber, hadisleri ise bütün ravîleri ve varsa değişik
senetleriyle zikrediyor. Ayrıca bazen nakil ettiği hadislerle beraber söz konusu
hadisle veya ravîleriyle ilgili konunun uzmanlarının ve/veya bizzat kendisinin
yaptığı açıklamaları sunuyor. Ancak hadisleri daha çok senet açısından ele alıyor
ve salt metinler ile alakalı yorum yapmaktan çoğu zaman kaçındığı görülüyor.
Müellifimiz, birbiriyle çelişik olduğuna inandığı az sayıdaki hadis metinlerini ise
uzlaştırmaya çalışmıştır.
Kitap, siyer ile alakalı bir nakil yaparken kaynaklarıyla beraber konuyla ilintili
ulaşmış olduğu bütün rivayetleri ortak bir metinde sunmaya azamî gayret
32 eş-Şâmî, a.g.e., I, 251. 33 Kâtip Çelebî, a.g.e., II, 1014. 34 eş-Şâmî, a.g.e., I, 2–5
14 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
göstermiş. Bunu yaparken rivayetler arası farklılığa ve ortak metinde olmayan
ziyadeliklere işaret etmeyi ise unutmamıştır.35Bazen, değişik kaynaklarda geçen
aynı hadisin en geniş ve en anlaşılır metin versiyonunu tercih edip kitabına o
metni koymuştur.
Yazar; konuyla ilgili şiirlerden, kıssalardan, tarihî hikâyelerden kaynaklarını
ve şairleri zikretmek kaydıyla doyurucu bir biçimde yararlanmış; konunun tam
anlaşılması veya daha çok malumat istenmesi halinde ise konuyla ilgili kendisinin,
hocalarının ve konunun otoritelerinin yazmış olduğu eserlere yönlendirmiştir.36
Her bir bölümün sonunda tembih kısımları yer alıyor. Yazar, bu kısımlarda konuyla
ilgili değişik ilimlere ait -fıkıh, tefsîr, hadis, siyer, tarih, kelam, lügat, nahiv,
sarf– görüşleri kaynakları ile beraber alıntılıyor ve gerek gördüğü zamanlarda
bu görüşler arasında tercihte bulunuyor. Nadiren de olsa herhangi bir tercihte
bulunmadığı da olmuştur. Tembihlerin sonunda bölüm içerisinde geçen sözcük,
tamlama, deyim ve atasözleri ile ilgili malumatlar vermiştir. Bununla yetinmeyip
tembihler dışında latife, kıssa, fayda başlıkları altında konuyla alakalı gördüğü
değişik bilgilere de yer vermiştir.37
Kitapta gözlenen başka bir önemli husus; müellifin eserinin siyer alanında
yazılmış en kapsamlı en geniş kitap olmasına gayret etmiş olmasıdır. Buna paralel
olarak ana ve alt bölüm başlık sayısını alabildiğine çoğaltmıştır. Önsözünde
1000 civarı dediği alt bölüm başlıkları 1541’i bulmuştur. Örneğin Müellif, Hz.
Peygamber’in ve ümmetinin özellikleri ana başlığı altında, bazılarını kendisinin
de kabul etmediğini belirttiği 939 tane özellik saymıştır.38
Yazarın kitabında sade, yalın ve gösterişten uzak bir dili tercih ettiği görülü-
yor. Eserde tamamen içeriğe yoğunlaşıldığından mecazlı söyleyişe şiir dışında
hemen hemen hiç rastlanılmaz. Eser ansiklopedik bir özellik taşıdığından olsa
gerek buyurgan ya da hakemvârî bir üsluptan uzak durup açıklama, tanık gösterme
tekniklerinden sıklıkla istifade etmiştir. Hz. Peygamber’in yaratılışı, mevlidi,
mucizeleri, anne babasının ahiretteki durumları, evliyanın kerametleri ve tevessül
sadedinde tartışma tekniğini kullanmış.39
35 eş-Şâmî, a.g.e., II, 31. 36 eş-Şâmî, a.g.e., I, 258,536, X, 384, IX, 437, II, 128, 88, II, 228. 37 eş-Şâmî, a.g.e., I, 294. 38 eş-Şâmî, a.g.e., X, 405, 217, 492. 39 eş-Şâmî, a.g.e., I, 68, 325, 362.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 15
Müellif; içeriklerini kabul etmediği, çürütmeye çalıştığı veya bidat saydığı
nakilleri bile serdederken o görüş sahiplerine dua etmeyi unutmamıştır. Ancak
müellifin, İbn Teymiyye’nin Hz. Peygamber’in kabrinin ziyaretine dair görüşünü
nakil ettikten sonra, “O, öyle bir günah işlemiştir ki denizlerin sularıyla yıkansa
bile onun günahı temizlenmez” demesi, bu yaklaşımının istisnalarından sayılabilir.40
Fakat bu istisnanın da ona değil, kitabın yazmasını temize ilk çeken öğrencisi
Muhammed el-Fi’şî el-Mâlikî’ ye (ö. 973/1565) ait olabileceğine dair emareler
görmezlikten gelinemez.41 Zira bizzat Muhammed el-Fi’şî el-Mâlikî, Hz.
Muhammed’e (sav) benzeyenlerin kimler olduğunu anlatan bir şiirdeki yanlışlığı
düzeltmek amacıyla şiire 8 beyit ilave ettiğini söylüyor.42
1.3 İçerik Tahlili
Eserimiz, İslâm âleminde siyer alanında kabul gören dört meşhur eserden biridir.
Diğer üçü: İbn Hişâm‘ın (ö. 218-833) es-Sîretü’n-Nebeviyye’si, İbn Seyyidinnâs’ın
(ö. 734-1334) Uyûnü’l-eser’i ve Ali b. Burhaneddin Halebî’nin (ö.
1044–1634) İnsânü’l- uyûn’udur.43
Kitabında olayları ve diğer tüm içerikleri kronolojik ve mantıkî bir sistem
içerisinde sıralamaya çalışmış olan yazar, diğer siyer müelliflerine uyarak 1. ciltte
Hz. Peygamber’in yaratılışını, nesebini, atalarını, doğumundan önce yaşanan
bazı mucizevi hadiseleri, doğduğu yer olan Mekke’nin faziletlerini ve Hz. Peygamber’in
isimlerini ele almıştır. Buna ilaveten Hz. Peygamber’in Âdem’den
önceki varlığının nasıllığı, Muhammedî gerçekliğin ne olduğu, anne babasının
mümin olarak ahirete göçtükleri ve mevlit törenlerinin meşruluğu hususlarını kitabına
alıp etraflıca tartışması, siyer yazıcılığında yeni denilebilecek bir yaklaşım
izlediğini gösteriyor.44 Müellif, 2. ve 3. ciltlerde Hz. Muhammed’in (sav) fiziki
özellikleri ile bîsetine değindikten sonra mîrâc mucizesini, Medine’nin faziletlerini
ve isimlerini detaylıca inceleyip Medine’ye yapılan hicret vakasını ele almış;
4, 5 ve 6. ciltleri Hz. Peygamber döneminde yapılan savaşlara ve savaş ile ilgili
hususlara ayırmıştır. Eserin 7 ve 8. ciltlerinde Hz. Peygamber’in bazı ruhî özellikleri
ile giyim-kuşamı, yeme–içmesi, oturup-kalkması ve buna benzer bazı şahsî
özellikleri anlatılmıştır. 10 ve 11. ciltleri Hz. Peygamber’in mucizelerine ayıran
40 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 384. 41 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 469, II, 118. 42 eş-Şâmî, a.g.e., II, 118–119. 43 Mefail Hızlı, ”Siyer”, İslâm Ansiklopedisi, VII, 210. 44 eş-Şâmî, a.g.e., I, 362.
16 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
müellif, 11 ve 12. ciltlerde Hz. Peygamber’in vefatını- öncesinde ve sonrasında
yaşanan gelişmelerle beraber- ele alarak kitabını sona erdirmiştir. Eseri neşredenler,
değişik başlıkta indeksleri içeren 13. ve 14. ciltleri kitaba ilave etmişlerdir.
Eserin yazması 4 hacimli ciltten oluşmuşken basıldıktan sonra eser indekslerle
beraber 14 cilde ulaşmıştır. Bu haliyle eser kendinden önce siyer ile alakalı
eserlerden hacim ve içerik açısından farklılık arz ediyor.45
Eserde, ayetlerin dışında hadis, tefsir, fıkıh, tasavvuf, kelam gibi neredeyse
bütün İslâm ilimlerine ait metin örneklerine rastlanılabilir. Hadislerin sayıca çokluğu
neredeyse Hz Muhammed’in (sav) sünnetine dair tüm hadislerin bu kitapta
toplanmış olabileceğini düşündürüyor. Kitapta İslâm öncesi ve sonrası şiirine ait
birçok örnek var. Eser sahibinin çok yönlü ilmî kişiliği ve zihnî yapısı bu ilmî tür
çeşitliliğine sebep olmuştur. Çünkü yazar, bir muhaddis olduğu gibi bir tarihçidir
ve bir mutasavvıf olduğu gibi bir kelamcıdır da. Dilbilimciliği ise kitabının her
satırında kendini göstermektedir. Zira bölümlerin sonuna koyduğu tembihlerin
genişliği dildeki maharetini gösteriyor.
Eserinin içeriği ile ilgili yazara yöneltilen bazı eleştiriler bulunmaktadır. Keş-
fü’z-zünûn’ da geçtiğine göre İnsânü’l-uyûn adlı siyer kitabının yazarı, incelemekte
olduğumuz eserde tekrarların çok olmasını kendi kitabının yazılmasına
bir gerekçe olarak ileri sürüyor.46 Ayrıca müellifin, kitabında evliyanın kerametleri
ile aktâb, abdâl ve evtâd gibi evliya sınıflandırmalarını ele alıp bu içerikte
hadisler getirmesi eleştirilmiştir.47 İçeriğin eleştirilen başka bir yönü ise, eserde
uydurma hadislere yer verilmiş olmasıdır. İlk eleştiri aslında yazarın siyere bakışı
ile ilgilidir. Çünkü yazar, siyeri çok geniş bir bakış açısı ile ele almıştır. Ona göre
Hz. Peygamber’e ait her şey, siyerin kapsamı içindedir. Buna onun varisleri olan
evliyalar da dâhildir. İkinci eleştiri hususunda ise şöyle denilebilir: Müellif, uydurma
olduğuna inandığı hiç bir hadisi eserine almamıştır; almış olduğu yerlerde
ise amacı, hadisin uydurma olduğunu belirtmektir.
45 eş-Şâmî, a.g.e., I, 6, 67; Abdurrahmân es-Süheylî, er-Ravdü’l-unuf, I, 444–446; Mustafa Sabri Küçükaşçı,
“Şami Şemseddin”, XXXVIII, 330.
46 Kâtip Çelebî, a.g.e., I, 180. eş-Şâmî, a.g.e., I, 372.
47 eş-Şâmî, a.g.e., I, 416.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 17
2. Hedef/Bağlanan Eserin Tahlili
2.1 Yazıldığı Dönem
Çeviri/bağlanan eser, yeni yayın hayatına giren bir yayınevi yönetiminde bu iş
için oluşturulmuş bir komisyon tarafından 2005–6 yıllarında yazılmıştır.
48
Geçen yüzyılda Dünya her alanda hiç olmadığı kadar büyük değişimler ve gelişmeler
yaşadı. İnsanoğlu bu dönemde Ay’a ayakbastı Mars ise bu deneyim için
göze kestirilmiş bile. Bilimsel ilerleme canlının DNA-Kök hücresi ile oynanarak
kopyalanmasını gerçekleştirirken, insanoğlu bir taraftan da İnternet denilen ağ
ile bütün dünyayı bir camın arkasında toplamış. Bilim ve teknolojide yaşanan bu
gelişmeler sosyal, ekonomik ve siyasî hayatta da karşılığını bulmuş ve her alanda
bireyselleşme idealize edilmiştir. Fakat bu gelişmeler beraberinde nükleer silahlanma
yarışı, toplu katliamlar, küresel çapta savaşlar ve yıkımlar, küresel ısınma
vb. birçok olumsuz sonucu doğurmuştur. Günümüzde 21. yy başlarında bütün bu
olumsuz neticelerin sebebini insanın ruhî yönünün ihmal edilmesinde görenler
dine ve kutsal olana yeniden dönüşün gerekliliğini savunmaya başladılar bile.
Çevirinin yapıldığı Türkiye’de son zamanlarda yukarıda işaret edilen küresel
sorunlar ve kötü gidişat insanların içinde bulunduğu durumları yeniden düşünmelerine
ve çıkış yolları aramalarına sebep olmuştur, denilebilir. Bulunan çözüm
yollarından biri ruha ve metafizik hayata öncelik atfeden dine ve kutsala yeniden
dönüştür. Buna paralel olarak genel anlamda dinî eserlerin özellikle de İslâm kaynak
eserlerinin tercüme sayılarının artığını söyleyebiliriz.
2.2 Çevirinin/Bağlanmanın Bilimsel Tahlili
2.2.1 Yöntem
Çeviriyi yapanlar çevirilerinde nasıl bir yol izlediklerini hiçbir yerde belirtmemişler.
Bu ise, çevirilerinde nasıl bir yol izlediklerini anlayabilmek için tam
istikrâ/tümevarım yöntemini uygulamamızı gerektirdi.
Çeviri incelendiğinde genel anlamda harfî bir çevirinin söz konusu olduğu
göze çarpıyor; fakat bazen mana çevirisinin kullanıldığına da şahit olmaktayız.
Yer yer bir cümlede aynı anda iki uygulamanın da carî olduğu gözlemlenebilir.49
48 eş-Şâmî, Peygamber Külliyatı, önsöz. 49 eş-Şâmî, a.g.e., I,19, 25, 32.
18 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Çeviride bazı paragraflar, cümleler ve kelimeler tercüme edilmeden bırakılmış
olsa da50 genel anlamda Arapça dilbilgisi ile ilgili olmayan her şey tercüme
edilmeye çalışılmış gibi görünüyor. Buna şiir ve ayetler de dâhildir.
Çevirmen veya çevirmenler teknik terimler ve ıstılahlar konusunda net bir yol
izleyememiş gibi görünüyor. Çünkü çevirideki terimler bazen çevrilmeden oldu-
ğu gibi bırakılmış, bazen de terimlere Türkçe bir karşılık bulunmuş; fakat çoğu
zaman bulunan bu karşılık onun terim anlamı değil, sözlük anlamıdır.51 Ayet ve şiirler
genellikle sadece Türkçe çevirileriyle bazen de orijinal yazılışları ve Türkçe
okunuşlarıyla beraber yer almıştır.52 Çevirmenlere ait çeşitli açıklamaların metnin
içerisinde yer yer parantez içinde, yer yer de parantez dışında verildiği gözleniyor.
Neyin açıklanacağı ve hangi açıklamanın paranteze alınacağı hususunda
çeviride birbirinden farklı uygulamalar var.53 Bu ise hangi açıklamanın çeviriye,
hangi açıklamanın asıl metne ait olduğu noktasında belirsizliğe sebep olmuştur.
Çeviri boyunca çevirmenlerce önemsenen bir durum; çevirinin şeklen asla uygun
olmasıdır. Bu yüzden her iki eserin cilt ve sayfa sayısı neredeyse birbirine
denk düşmektedir.
Çevirinin çok zor bir süreç ve uğraş olması yetmezmiş gibi çeviriyi herkes
açısından zorlaştıran bir durum ise, -elimizdeki çeviride olduğu gibi- çeviri öncesi
belli bir yöntemin çevirmenlerce belirlenip çevirinin bütününde uygulanmamasıdır.
Hâlbuki önceden bir yöntem belirlemek ve bunu başta belirtmek hem
çevirmenin hem okuyucu ve eleştirmenlerin işini kolaylaştıracaktır.
Çeviri eğer bir komisyon tarafından yapılıyorsa sayfaların değil de metin türlerinin
paylaşımı, çevirideki hata ve eksiklikleri an aza indirebilirdi. Bu çeviride
uygulandığı üzere, çevirmenin payına düşen sayfalardaki bütün metin türlerini
çevirmeye çalışması, yöntemle ilgili geçmişte değindiğimiz sıkıntıları doğuracaktır.

Buraya kadar anlatılanlardan çevirmenlerin kendilerine ait bir yöntemlerinin
olmadığı sonucuna varılmamalıdır. İfade edilmek istenen, çevirmenlerin yöntemlerinin
metne ne derece uygun olduğu ve okuyucu tarafından ne derece net olarak
anlaşılabildiğidir.
50 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 469, VIII, 31, X, 449, I, 379, 30. 51 eş-Şâmî, a.g.e., III, 42, 56, 62, 63, 76. 52 eş-Şâmî, a.g.e., III, 56–60. 53 eş-Şâmî, a.g.e., I, 349.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 19
2.2.2 Sarf/Morfoloji
Uygulamamızdaki amacımız -önceden belirtmiş olduğumuz gibi- bin bir zahmetle
yazılan tercümelerin sadece hatalarını bulmak ve buradan çevirmenleri insafsızca
kötülemek, onların ilmî kişiliklerini hafife almak değildir. Bundan dolayı
da biz, sadece uygulamamızdaki gayenin gerçekleşmesini sağlayacak sayıda örnekle
yetineceğiz.
Örnek:1) “(الناس أغلم القرى بال ما) Köylülerin şehveti neden daha fazladır?”54
Birbirine benzediği için “Kur’ân âlimleri” kelimesi ile “köylüler” kelimesi
karıştırılmıştır. Kelimelerin asıl harflerinin (kök harfler) neler olduğunun yanlış
tespiti, bu duruma sebep olmuştur denilebilir. Yanlışlık görülüp düzeltilince tercüme
şöyle olabilirdi: “Neden, insanlar arasında cinsel isteği en fazla olanlar,
Kur’ân okuyuculardır.”
Örnek:2) “(وعجلوا به فآذنوني الموت فيه حدث قد إال طلحة أرى ال إني :فقال) Şöyle buyurdu:
‘Ben Talha’ nın öldüğünü görüyorum. Benim, onun öldüğünü söylediğimi
ilan edin ve acele davranın’.” 55
Örneğimizde emir kipi içeren (به فآذنوني) tümcesi, doğru bir şekilde öğelerine
ayırılmış olsa ve kelime kökleri doğru tespit edilseydi, “Onun ölümü kesinleşti-
ğinde, bana haber verin” şeklinde çevrilebilirdi.56
Şu şiirle karşılık ( فقالت: أستغفر الله لذنبي كله: قتلت إنسانا لغير حله )” (Örnek:3
verdi: “Günahlarımın hepsinden tövbe istiğfar ediyorum. Bana helal olmayan
bir insanı öptüm.” 57
Metinde şiirden değil, fasih konuşmadan bahis var. Bu nedenle “Şu şiirle kar-
şılık verdi:” tümcesi gereksiz yere getirilmiş oluyor. Ayrıca sarfî/morfolojik bir
yanılgıdan olsa gerek, birini öldürmek anlamında olan (قتلت) fiili, birini öpmek
anlamında anlaşılmış. Daha doğru bir çeviri şöyle olabilirdi: “Tüm Günahlarım
için Allah’tan bağışlanma talep ederim. Çünkü ben, haksız yere bir insan öldürdüm.”
Örnek:4) “(؟ الدين هذا أفضل من ) Bilgi bakımından bu dinin mensuplarından en
kuvvetlisi kimdir?”58
54 eş-Şâmî, a.g.e., IX, 84. 55 eş-Şâmî, a.g.e., VIII, 349. 56 İbrahim Mustafâ vd., el-Mu’cem’ül-vesît, I, 13. 57 eş-Şâmî, a.g.e., IX s. 447. 58 eş-Şâmî, a.g.e., I, 63.
20 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Asıl metinde ilimden bahsedilmediği gibi, (أفضل) ism-i tafdîl-i (üstünlük bildiren
isim kalıbı) ise en faziletli anlamındadır. Üstelik bu örnekte çeviri gereğinden
fazla uzatılmıştır. Gerekli düzeltilmeler yapılınca çeviri şu şekiller de yapılabilirdi:
“Bu dinde en faziletli kişi kimdir?” ya da “Bu dinin en faziletlisi, kimdir.”
2.2.3 Nahiv/Sentaks
Örnek:1) “(الله شاء ان :فعله أو االمر ارادة عند يقولون وبأنهم ) Bir işi yapmak istediklerinde
inşallah (Allah dilerse) derler.”59
Cümlede birbirine bağlaçla bağlanan iki zaman tümleci varken, tercümede
sadece biri zikredilmiştir. Daha doğru bir çeviri şöyle olabilirdi: “Bir işi arzu
ettikleri veya bizzat yapmak istedikleri vakit, inşallah (Allah dilerse) derler .”
وال يقال: إن ابن عباس لم يكتف بالقرآن مع أنه حبر القرآن وأعلم الناس بتفسيره)” (Örnek:2
,İbn Abbâs (ولكنه أسف على ما فاته من البيان وبالتنصيص عليه لكونه أولى من االستنباط
Kur’ân’ın uzmanı ve insanlar arasında onun tefsirini en iyi bilen kimse olduğu
halde, Kur’ân’la iktifa etmemiş, kaçırdığı bu beyan ve belgeye esef etmiştir. Çünkü
bunlar, istinbattan (Kur’ân ve sünnetten hüküm çıkarmadan) daha evlâdır,
tarzında bir söz söylenemez.”60
Çeviride sözde öznenin yanlış seçilmesi, yanlış anlam vermeye ve bağlanmanın
hiç istenmeyecek bir biçimde gerçekleşmesine (sözde bağlanmaya) neden
olmuştur. Sözü edilen bu durum, büyük oranda asıl metindeki “iki nokta” nın
gözden kaçmasından kaynaklanmış gibi görünüyor. Ayrıca çevirideki “belge” kelimesi,
ne harfi ne de manevî çeviri bağlamında bir katkı sunmadığı gibi anlamayı
zorlaştırıcı bir unsur gibi durmaktadır. Bu metin şöyle çevrilebilirdi: “Kur’ân
tercümanı ve Kur’ân’ın tefsirini en iyi bilenlerden olduğu halde İbn Abbâs hakkında,
Kur’ân’la yetinmemiş denilemez. Aksine o, kaçırdığı nas hükmündeki nebevî
beyana üzülmüştür. Zira Peygamber’in beyanları, diğer insanların kendi
yorumlarını ifade eden ictihadlarından üstündür.”
فإن الكتابة إنما تستعمل فيما هو واجب شرعا كقوله تعالى: )كتب عليكم الصيام(: أو)” (Örnek:3
Zira yazmak ve yazılmak (kitabet), şer’an (قدرا كقوله تعالى )كتب الله ألغلبن أنا ورسلي(.
vacip olan şeyler hakkında kullanılır. Nitekim aşağıdaki ayetlerde böyledir Sizin
üzerinize oruç yazıldı” (Bakara183); “Allah yazdı ki, ben ve Peygamberlerim
mutlaka galip geleceğiz.” (Mücadele 21)61
59 eş-Şmi, a.g.e., X, 446. 60 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 249. 61 eş-Şâmî, a.g.e., I, 79.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 21
Tercümede (أوقدرا) atıf edatının ve matufun tercümeye dâhil edilmemesinden
ve “ve yazılmak (kitabet)” gibi gereksiz açıklama yapılmasından kaynaklanan bir
“yarım bağlanma” sorunu vardır. Gerekli düzeltmeler yapılınca çeviri, şu şekilde
yapılabilirdi: “Yazmak sözcüğü ‘Sizin üzerinize oruç yazıldı’ ayetinde olduğu
gibi, bir şeyin dinen farz kılındığını ifade etmek için kullanılabildiği gibi, ‘Allah
yazdı ki, ben ve Peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz’ ayetinde olduğu gibi
bir şeyin kader noktasında mutlaka gerçekleşeceğini anlatmak için de kullanılabilir.”
(أن الله تعالى خصه بالملوحة ليكون الباعث عليها الملح اإليماني)” (Örnek:4
ولو جعله عذبا جدا لغلب الطبع البشري)
Zemzem’in bir diğer özelliği de, hafif tuzlu olmasıdır ki bu özelliği ile insanın
fıtratıyla uyumlu olmuştur.” 62
Bu örnekte sözde ve yarım bağlanma birlikte yer alıp sorunlar yumağı meydana
getirmiştir. Hâlbuki metin, hiç çevrilmemiş olsa idi, sadece ahlâkî bağlanma
sorunu ortaya çıkmış olacaktı. Metin daha doğru olarak şöyle çevrilebilirdi: “Allahu
Teâlâ, sular arasında Zemzem’i hafif tuzlu kılmış ki, ona yönelenler sadece
iman tuzuyla ona yönelsinler. Şayet Zemzemi de diğer sular gibi tam tatlı kılsaydı,
Zemzem’e rağbette beşerî arzu imanî isteğe baskın çıkardı.”
عن ابن عباس رضي الله تعالى عنهما أنه سأل عن أم الكتاب فقال: علم الله ما)” (Örnek:5
(İbn Abbâs’a (radiyallahu anhu (هو خالق وما خلقه عاملون فقال لعلمه كن كتابا. فكان كتاب
Ümmü’l-Kitab hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: “Yaratacağı şeyi Allah bilir.
Onun yarattığı, âmil değildir. Bilgisinden dolayı ona “ O1” demiş, o da kitap
olmuştur.”63
(ما) edatının nafiye/olumsuzluk edatı olarak, önündekiو( ) harfinin de istinâf/
başlangıçlık harfi olduğunun düşünülmesi çeviride sözde bağlanmaya- neden
olmuştur. Metinde başka bir yanlışlığın sebebi ise (كتابا كن لعلمه فقال) cümlesindeki
harf-i cerrin yanlış anlamlandırılmış olmasıdır. Söz konusu eksiklikler giderilirse,
metin daha doğru olarak şöyle çevrilebilirdi: “İbn Abbâs’a (r.anhumâ)
Ümmü’l-Kitâb hakkında sorulduğunda şöyle demiştir: “Neleri yaratacağını ve
kullarının neler yapacaklarını Allah önceden bilmiştir. Allah, söz konusu bu bilmesine
(ilmîne) hitaben ‘kitap ol’ demiş ve o da bir kitap halini almıştır.”
62 eş-Şâmî, a.g.e., I, 130. 63 eş-Şâmî, a.g.e., I,78.
22 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
2.2.4 Lügat/Sözlükbilim
Bunu söylemek, söyleyenin kâfir” (وفي إطالقه ما يقتضي كفر قائله)” (Örnek:1
olmasını gerektirir.”64
Çeviride (إطالق) kelimesinin ifade ettiği anlam, göz ardı edilmiştir. Eğer kelimenin
sözlük anlamı siyâk ve sibâk paralelinde tam olarak çeviriye yansıtılmış
olsa, çeviri şöyle olabilirdi: “Bunu hiçbir gerekçe göstermeden söylemek, söyleyenin
kâfir olmasını gerektirir.”65
Örnek:2) “(دهري وذخيرة) asrımın hazinesi”
Bu isim tamlaması, eğer basit bir sözlüğe müracaat edilerek çevrilmiş olsaydı
“ömrümün azığı” olarak çevrilebilirdi.66
Örnek:3) “(ومملوكين أيامى االمم أكثر وبأنهم) İçlerinde bekâr ve köleler en fazla
bulunan ümmettir”
Bu cümlede, sözlüğün hatalı kullanımından veya hiç kullanılmamış olmasından
kaynaklanan bir yanlış bağlanma sorunu ortaya çıkmıştır.
Şayet herhangi bir sözlüğe bakılsaydı, “bekâr” yerine “dul”67 kelimesinin çeviride
kullanılması gerektiği anlaşılırdı. Böylece çeviri, “İçlerinde (savaş esiri)
olan cariye ve kölelerin en fazla bulunduğu ümmettir” şeklinde olabilirdi.
Örnek:4) “(نجد كل على الله ويكبرون) Her coşkuda Allah’a tekbir ederler”
Türkçeye coşku68 diye tercüme edilen kelime, aslında yüksek yer anlamındadır.
Bağlanılan eserde birçok yerde geçen bu ifade ve bu ifadenin benzerlerinde
asıl anlatılmak istenen, İslâm ümmetinin her hal ve şartta tekbir ve tehlîl getirme
özelliğidir.
Bu kitabı 33’den fazla (فهذا كتاب اقتضبته من أكثر من ثالثمائة كتاب)” (Örnek:5
kitaptan araştırıp doğrusunu çıkarmak suretiyle hazırladım”
Asıl eserde 300 sayısı, çeviride sehven 33 olarak çevrilmiş.
“Âdem yaratılmadan bin sene önce (قبل أن يخلق آدم بألفي عام) ”
Bu cümlede olduğu gibi 2000 sayısı, dalgınlık sebebiyle olsa gerek 1000 olarak
çevrilmiştir.
64 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 404. 65 İbrahim Mustafâ vd., a.g.e., s. 569. 66 İbrahim Mustafâ vd., a.g.e., s. 309. 67 İbrahim Mustafâ vd., a.g.e., s. 34. 68 İbrahim Mustafâ vd., a.g.e., s. 909.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 23
Örnek:6) وجهين من نظر ذكره وفيما :فقلت(“ ) Bana göre, onun zikrettiği bu gö-
rüşün iki yönü vardır.”69
Bu örnekte olduğu gibi (نظر) kelimesi, (في) harf-i cerr’i ile bir arada kullanıldığında
bir eleştiri durumunu veya anlamını ifade eder. Bu yüzden çeviri şöyle
olabilirdi: “Onun görüşü, iki yönden tetkike muhtaçtır.”
Konuyla ilgili verilen örneklerden anlaşılacağı üzere çeviride kullanılan sözlükler
yetersizdir. Çünkü eserde birçok değişik ilim dalına ait metinler var. Söz
konusu eksikliklerin giderilmesi ve ideal bir bağlanmanın oluşturulması için sözlük
kullanma hususuna tam olarak uyulması gerekmektedir.
2.3 Çevirinin Sanatsal Tahlili
2.3.1 Belagat/Retorik
,İşte onun kaydettiği bu görüş (وهو الذي ذكره هو الحق الذي ال محيد)” (Örnek:1
gerçek olan görüştür; bundan kaçınılamaz”70
Asıl metinde geçen (عنه محيد ال الذي) tümcesi, (الحق) kelimesinin tekidi için getirilmiş
sıfattır. Ayrıca “kaçınmanın” ne olduğu ve “neden kaçınılamadığı” belirgin
değildir. Söz konusu belirsizlik, cümlenin doğru ve anlaşılır olmasını engellemiştir.
Çeviri daha doğru olarak şöyle yapılabilirdi: “Onun dile getirdiği görüş,
kesinlikle kabul edilmesi gereken doğru bir görüştür.”
فقال رسول الله صلى الله عليه وسلم: )أفلحت الوجوه(. فقالوا:ووجهك يا ر سول)” (Örnek:2
الله) Yüzler kurtuldu!” buyurdu. Onlar da: “Senin yüzün de ya Resulallah!” diye
karşılık verdiler”71
Yukarıdaki tercüme metinde (الوجوه أفلحت) tümcesi, haber değil dilek cümlesi
olup “Yüzünüz ağarsın” veya “Gözünüz aydın olsun” gibi anlamlar içeren bir
duadır. Ayrıca çeviride aynı cümle, hem haber hem de dilek kipi olarak çevrildi-
ğinden sözde bağlanma sorunu ortaya çıkmıştır.
بلغني أن الذين كسروا رباعية رسول الله صلى الله عليه وسلم لم يولد لهم صبي،)” (Örnek:3
رباعية له فنبتت) Bana ulaşan habere göre Resûlullah’ın (Rebai) dişini kıranların
hiç çocuğu olmamıştır. Peygamberin de kırılan dişinin yerine yenisi çıkmıştır.”72
69 eş-Şâmî, Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd, VI, 213. 70 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 404. 71 eş-Şâmî, Peygamber Külliyatı, VI, 43. 72 eş-Şâmî, a.g.e., IV, 225.
24 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Asıl metinde onların çocuklarının olmadığı veya olamayacağı anlatılmak
istenmiyor. Gerçekte anlatılmak istenen ise, azı dişleri olan hiçbir çocuklarının
doğmadığıdır. Ayrıca “rebâî” kelimesi yerine “azı dişi” denebilirdi. Tercüme edilmediğine
göre “rebâî” kelimesinin parantez içinde kullanılma sebebi de anlaşı-
lamıyor. Bu örnekte olduğu gibi tercümede ilk düğüm doğru değilse sonradan
gelenler de hep yanlış olur. Çeviride geçen şu cümle ise: “Peygamberin de kırılan
dişinin yerine yenisi çıkmıştır.” Sözde bağlanmaya, başka bir deyişle bağlanamamış
olmaya bir örnektir.
Seni onlardan tereyağından (السلنك منهم كما تسل الشعرة من العجين)” (Örnek:4
kıl çeker gibi çekip çıkarırım”73
Deyimler ve atasözleri her dilde önemli bir yer işgal eder. Asıl metindeki deyim,
Türkçedeki karşılığı bulunarak çevrildiğinden bilimsel ve ahlâkî bağlanmaya
ek olarak sanatsal bağlanma da gerçekleşmiştir. Bunun ile çeviride yerelleştirme74
olgusuna dikkat edilmiş ve bunun gereği yerine getirilmiştir.
2.4 Çevirinin Ahlâkî Tahlili
Çeviride asıl metindeki bazı bölümlerin ve hususların çevrilmemiş; bazı kelime
ve cümlelerin mana ve kelime çevirisinin yapılmamış olması veya çeviri
esnasında yanlış ve gelişigüzel tahminde bulunmak vb. unsurlar etik açıdan çeviriye
halel getiren unsurlardandır.
2.4.1 Ahlâkî Tamamlayıcıların Eleştirisi
Örnek:1) (
وسبقت قبضة معاوية في غزوة تبوك( 75
Arapça dilbilgisi ile ilgili herhangi bir bilgi içermediği halde bu cümlenin
çevirisi yapılmamıştır. Bu durum, çevirmenlerin elindeki nüshanın farklı olmasından
kaynaklanmış olabilir.
Örnek:2) “(عليها يتوثب أن من لله أتقى كان ولهو) Yemin olsun ki o, Allah’tan en
çok korkandır.”76
73 eş-Şâmî, a.g.e., IX, 387. 74 Yerelleştirme; okuyucunun metne değil metnin okuyucuya getirilmesi durumudur. 75 eş-Şâmî, a.g.e., X, 359. 76 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 317.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 25
Buradaki car ve mecrur (عليها يتوثب أن من) tercüme edilmemiş. Birinci örnekte
olduğu gibi bu örnekte de tercümenin yapılmamasına neden olacak geçerli bir
sebep yok gibi görünmektedir. Varsa eğer bu belirtilmelidir.
-Bir iş üzerinde dü (إذا رأوا أمرا استخاروا الله تعالى فيه ثم مضوا فيه)” (Örnek:3
şünürlerse, önce o konuda Allah için istihareye yatarlar, sonra yollarına devam
ederler.” 77
Kelime çevirisi yapılmışsa eğer, “önce o konuda Allah için istihareye yatarlar”
cümlesi asıl metinde yoktur. Aksine sadece mana çevirisi yapılmışsa, metinde
“Allah için istihareye yatmak” diye bir anlam çıkmaz. Çünkü “İstihare”
kelimesi “hayırlısını talep etmek” anlamını ifade etmektedir. Çevirinin asıl metne
bağlanması gerekirken, bu örnekte olduğu gibi- ister bilerek ister hataen olsunbağlanma
aksi yönde gerçekleşmiştir.
Şeyhimizin (وشاهدت شيخنا يرسل إلى المصروع من يخاطب الروح التي فيه)” (Örnek:4
(Suyûtinin) saralıya, başka bir deyişle onda olan ruha hitab edecek birini gönderdiğine
tanık oldum.”78
Yukarıdaki cümlede konuşan İbnü’l-Kayyim el-Cevziyye’dir. Bahsettiği şeyh,
onu hocası olan İbn Teymiyye’dir. Faraza o şeyh, açıklamadaki kişi olsa bile, çevirinin
içine gerekmedikçe bu tür (Suyûti’nin) açıklamaların konması pek makbul
sayılmaz. Sözkonusu yanlışlığın asıl sebebi, çeviri yaparken asıl metnin kendisinden
alıntı yaptığı eserlere müracaat edilmemesidir. Bu nedenle temel İslâm
kaynak eserlerini tercüme etmek, o kaynak eseri bizzat yazmaktan daha zorlu
bir süreçtir, denilebilir. Bu örneğimizde görülen hata, bağlanmayı zedeleyen bir
yanlışlık olmasa bile, çevirinin ahlâkîlik boyutuna halel getirir.
Bu nedenle Hz. Aişe, siz (قالت: فاقدروا قدر الجارية العربية الحديثة السن)” (Örnek:5
de genç kızlarınızın eğlenmesine izin veriniz, derdi.”79
Yukarıdaki örnekte var olan çeviri sapması, istemeden de olsa asıl metne ihanet
etme anlamına gelir. Burada gerçekte bir çevirme eylemi yapılmamış. Çünkü
çevirinin, ne Hz. Ayşe ne de kitabın yazarının anlatmak istedikleri ile uzaktan ve
yakından bir alakası yoktur. Eğer gerçekten çeviri yapılsaydı, şöyle yapılabilirdi:
“Ayşe (kendisinden bahsederek); takdir edersiniz ki ben, o vakit küçük yaştaki
bir Arap kızıydım, dedi” veya “Ayşe (kendisinden bahsederek); varın siz küçük
yaştaki bir Arap kızını gözünüzün önüne getirin, dedi.”
77 eş-Şâmî, a.g.e., X, 446. 78 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 112. 79 eş-Şâmî, a.g.e., IX, 69.
26 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
ولهذا تجد األئمة من الفقهاء والمحدثين يذكرون الحديث في باب النذور والسفر)” (Örnek:6
للجهاد) İşte bu sebeple, fıkıhta ve hadiste ileri gelen âlimlerin bu hadisi, adak
konusunda ve cihad için sefere çıkma babında zikrettiklerini görürsün”80
Mescitlere yolculuk yapılması hususunda hadis ve fıkıh kitaplarına bakılsaydı
eğer, mevzubahis olan hadisin sadece adak konusunda yer aldığı görülebilirdi.
Buna binaen, daha doğru bir tercüme şöyle yapılabilirdi: “İşte bu sebeple, fakih
ve muhaddislerin bu hadisi, adak babında zikrettiklerini görürsün. Cihat için yolculuk
yapmak ise…”
وخيرها بين الصبر والجنة، وبين الدعاء لها بالشفاء من غير ضمان، فاختارت)” (Örnek:7
والجنة الصبر) Resûlullah (a.s) onun sarasına karşı, kesin cennete kavuşması veya
sonucu kesin olmayan şifa için ona dua etmesi konusunda tercihi kendisine bırakıyor;
o da sabır karşılığı cenneti tercih ediyor.”81
Sözü edilen hadis için, hadis şerhlerini ihtiva eden eserlere bakılırsa Hz. Peygamber’in
sara hastası kadına iki tercihte bulunmuş olduğu görülürdü: Ya hastalı-
ğına sabredip cennete gidecek veya Hz. Peygamber hastalığından kurtulsun diye
ona dua edecek. Fakat Hz. Peygamber, ikinci şıkkın tercih edilmesi durumunda
hastalığından dolayı o bayanın cennete giremeyebileceğini -girebilir de- ifade
etmiştir. Bu ise, o bayanın başka bir nedenden dolayı Cennete giremeyeceği anlamına
gelmez. Yani, Hz. Peygamber dua edince bu bayanın şifa bulacağı kesin;
ama şifadan sonra onun cennete girip giremeyeceği ise kesin değildir.
3. Okur Gözüyle Çevirinin Tahlili
Kendisi için çevirinin/bağlanmanın gerçekleştirildiği okur gözüyle çevirinin
nasıllığını tespit için bazı yöntemler bulunmaktadır. Bu yöntemler arasında en
meşhur olanı, okuyucuya çeviri metnin okutulması yöntemidir. Çeviriyi okuyan
ortalama bir okuyucunun duraksadığı yerler sorun teşkil eden yerler olarak belirlenebilir.
Fakat İslâm kaynak eser okuyucularının tümü için belli bir seviye düzeyi
belirlenemez. Çünkü her bir okuyucu, kaynak eserlerle az veya çok birbirlerinden
farklı derecede iştigal eden kimseler olabileceği gibi, hayatında hiçbir İslâm
kaynak eseri okumamış kimseler de olabilirler. Ayrıca okuyucunun tek başına
rahatlıkla anladığı metnin, gerçekte anlatılmak istenen ile ilgisi olmayabilir. Bu
gerekçelerden dolayı sözü edilen yöntemin yerine biz, asıl metne çeviri aracılığı
80 eş-Şâmî, a.g.e., XII, 404. 81 eş-Şâmî, a.g.e., XII,114.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 27
olmadan bağlanabilen bir asıl metin okuyucusuyla çeviri metnin okuyucusunun
yan yana gelip çeviri/bağlanma sonuçlarını paylaşmaları, karşılaştırmaları şeklinde
bir yöntemi kullanmayı yeğledik.
Uygulamayı seçtiğimiz yöntemi; seviyesi, kaynak eserle iştigali birbirinden
farklı beş okuyucu üzerinde -bu sayı ihtiyaca ve şartlara göre çoğaltılıp azaltılabilir-
gerçekleştirdik.
Yöntemin uygulanması sonucu elde edilen verileri şu şekilde özetleyebiliriz:
Okuyucu, bu çok hacimli siyer eserini büyük oranda anlamıştır. Fakat anlayamadığı,
yanlış anladığı veya anlamakta zorlandığı metinler, cümleler ve kelimelerle
de karşılaşmıştır. Biz, bu sorunlara sözde, eksik ve yanlış bağlanma kavramları
ile uygulamamızda yer vermeye çalıştık. Ayrıca iki tür okuyucunun okuduklarını
karşılaştırmaları neticesinde, çeviri okuyucularının anladıklarını sandıkları bazı
metinlerin aslında anladıklarından farklı anlaşılması gerektiği ortaya çıkmıştır.
Bu ve okurların asıl metnin elyazmaları ile kitaplaştırılmış halini okuyup kar-
şılaştırma yapamadıklarından hissetmedikleri diğer bazı çeviri eksikliklerini ise
ahlâkî eleştiri kısmında ele aldık. Ayrıca burada detaylı aktaramadığımız Nida ve
Taber ‘in ileri sürdükleri ‘tersine çeviri’ (back translation) , ‘tamamlama tekniği’
(cloze procedure) ve diğer yöntem ve teknikler uygulanarak okuyucu gözüyle
çeviri metnin anlaşılırlığı ile beraber görsellik, sayfa düzeni ve diğer tamamlayıcı
unsurların da eleştirisi yapılabilir.
28 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Sonuç
Makalemiz boyunca gerçekleştirmeye çalıştığımız uygulama sonucunda İslâm
kaynak eserlerinin çevirisi ve çeviri eleştirisi ile ilgili bazı teorik ve pratik
sonuç ve değerlendirmelere ulaştık.
Elde ettiğimiz sonuçlardan çeviriye yönelik olanları şöyle özetleyebiliriz. Çevirinin
bir çeviri nazariyesi ve bir değerler dizisine bağlı olarak gerçekleştirilmesi
ve eğer mümkünse çevrilecek eserin sahip veya sahiplerinden çeviri için izin
alınması gerekir. Çevrilecek olan eser değişik metinleri içeriyorsa eğer, çeviri yapanların
ilgili metin uzmanlarından seçilmesi çevirideki hataları en aza indirger.
Çeviri yaparken asıl metnin yazma ve basılmış nüshalarıyla beraber çalışılmalı-
dır. Çevirmenlerin çeviriden önce planlama yapmaları ve yöntem belirlemeleri,
çevirinin tutarlılığı için çok önemli bir husustur. Asıl metnin alıntı yaptığı kaynakların,
çeviri aşamasında hazır bulundurulması da tercümede meydana gelebilecek
çelişkileri ve hataları giderebilir. Ayrıca çeviri yaparken normal sözlüklerin
yanında asıl eserdeki mevcut ilimlere ait terim sözlükleriyle çalışılmalıdır. Çevirmenlerin
her iki eserin diline bütün yönleriyle hâkim olmaları, çevirmenlerde
olması gereken şartların başında gelir. Gerekmedikçe çeviriye açıklama vb. adlar
altında müdahale edilmemeli, asıl metinde olmayan görseller kitabın içine serpiştirilmemeli,
bunun yerine görseller ekler halinde verilmelidir. Asılda olup da
herhangi bir sebepten çevrilmemesi düşünülen kısımlara ise çeviri eserde orijinal
halleriyle yer verilmesi gerekir. Çevrilecek eserin yazarı ve yazıldığı dönemin
çevirmenler tarafından bütün yönleriyle bilinmesi; çeviriyi tamamlayan unsurlardan
biridir. Son olarak, çeviri eserin basılmadan önce mutlaka bir çeviri eleştirisi
kuramına göre eleştirilip, eserin ait olduğu ilim erbabının onayından geçmesi gerekmektedir.
Çeviri eleştirisini yönelik ulaştığımız sonuçları ise şöyle özetleyebiliriz. İslâm
kaynak eser çevirilerinin eleştirisinde, çeviri üç boyutlu (sanat, bilim ve ahlâk)
olarak ele alınmalıdır. Böylece, eleştirilerin salt hata arama ve bunları deşifre
etmek gayreti olmaktan çıkartılıp bilimsel, sanatsal ve ahlâkî bir eylem olması
sağlanabilir. İslâm kaynak eserlerinin çevirilerine okurla kaynak eseri buluşturan
bir bağlanma olarak bakılabileceğinden söz konusu bağlanmanın okur açısından
nasıl gerçekleşmiş olduğunun tespiti için uygun yöntemlerin kullanılması büyük
önem arz etmektedir. Eleştirilerde, çevirilerin sadece hataları veya eksikliklerine
yer verilmeyip örnek alınabilecek uygulamalarına da değinilmeli ve bunlardan
örnekler verilmelidir.
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 29
INFORMATIVE ABSTRACT
AN APPLIED EXAMPLE TO
TRANSLATION CRITICISM DUE TO AL-SHÂMÎ’S
“SUBULU’L-HUDÂ VA’R-RASHÂD FÎ SÎRETI
KHAYRI’L-‘IBÂD”
İbrahim BARCA*
Qur’an’s and the Prophet Muhammad’s language being Arabic, it led the first
Islamic scientific works to be written in Arabic as well. Acceptance of Islam by
other people living in different geographies, made it necessary that the Islamic
scientific works are translated into various languages.
The concept of “Translation” could be defined in so many different ways. Taking
Islamic source works into consideration we defined “Translation” as “indirect
conveying of any idea, emotion and knowledge belonged to any language when
not directly transferable, through another language, symbol and sign”.
The increase in casual translations has caused some troubles. To be indicative
of these problems and to help to find regarding solutions, we have given the
name “The Critique of Islamic Source Works’ Translation” to this article. Turkish
translation of the book “Subulu’l-hudâ va’r-rashâd fî sîreti khayri’l-ʻibâd”, a prophetic
biography by al-Shâmî will be the case on which the study will be implemented
in this article.
Diverse perspectives on translation criticism which are developed together
with translation activities have brought along different definitions of translation
criticism. Within the scope of Attachment theory, translation criticism could be
defined as: “the review of the attachment established between the target work and
the source one by the use of specific methods.”
The purpose of this article is to debug translations from interpretation errors;
and to help so translation criticism would be done using definite methods and
towards a scientific aim.
*Lecturer., Siirt University, Faculty of Theology, Chair of History of Islam and Islamic Art
(bureyha1977@hotmail.com).
30 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Our practice will be predicated upon “Attachment Theory”. This theory has
necessitated the conceptual analysis of translation and translation criticism and
also the evaluation of their historical development processes. Later on translation
criticism has been tried to be applied through scientific, artistic and moral examples.
As a result of the practice carried out through the article, we have reached
some theoretical and practical outcomes regarding Islamic source works’ translation
and translation criticism.
The results aimed at translation could be summarized in this way:
Translation should be carried out based on a translation theory and if possible
the owner(s) of the work -to be translated- should be asked for a permit.
In case that the work -to be translated- includes various texts, translation errors
could be minimized by choosing translators from relevant text experts.
While doing the translation, one should work with original manuscript and
print versions of the text. For a coherent translation, it is important that translators
do some planning and define their methods prior to translating.Keeping available
those resources from which the original text has quoted while doing the translation
could resolve possible contradictions and mistakes. Also while translating in
addition to normal dictionaries one should work with dictionaries which include
terms related to the disciplines from the work.
Translators’ full command of the languages of both works is the most important
among the requirements to be met by them. Unless needed there should not
be any intervention under the name of explanation etc.
Those pieces from the original text which are not going to be translated should
be left as they are. Translators’ awareness of the original text’s author and the
period in which it was written is one of the factors which bring the translation to
completion.
The translation definitely has to be criticized in accordance with a translation
criticism theory and to be approved by relevant scientists.
And the results aimed at translation criticism could be summarized
in this way:
In the critique of Islamic source work translations, translation should be discussed
as three dimensional; art, science and ethics. By this way, critique will go
İBRAHİM BARCA / Şarkiyat Mecmuası Sayı 24 (2014-1) 1-32 31
beyond searching and decoding errors and will become a scientific, artistic and
ethic practice.
As we see translations of Islamic source works as attachments which bring
the reader and the source work together, there is a need to use appropriate methods
to determine how this happens from the viewpoint of the reader.
In the critiques not only translation errors and shortcomings, but also practices
which could be taken as examples should be included.
KAYNAKÇA
Abdurrahmân es-Süheylî, er-Ravdü’l-unuf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût.
Beşîr Îsevî, et-Tercemetü ile’l-Arabiyya, Dâru’l-Fikri’l-Arabî, Nâsır, 1996.
Buhârî, el-Câmiʻu’s-sahîhî’l-muhtasar, thk. Mustafâ Dîb el-Buğâ, Dâru İbn
Kesîr, Beyrût 1987.
Ebû Dâvûd es-Secestânî, Sünen-i Ebî Dâvûd, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabiyye,
Beyrut.
Eş-Şâmî, Sübülü’l-hüdâ ve’r-reşâd, thk. Âdil Abdülmevcûd, Ali Muhammed,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Lübnân 2007.
Eş-Şâmî, Peygamber Külliyatı, çev. Komisyon, Ocak Yayıncılık, İstanbul
2006.
Faruk Yücel, Çeviri Eleştirisi Neyi Eleştirir, Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 12, (2007/1), s. 39-58.
Fuat Sezgin, Tanınmayan Büyük Çağ, Timaş Yayınları, İstanbul 2010.
Filib Dâyî, Evdahü’l-mesâlik fi’t-tercemeti ve’t-taʻrîb, Mektebetü Lübnân
Nâşirûn, Beyrût 1993.
Hızlı, Mefail, “Siyer”, Şamil İslâm Ansiklopedisi.
İbnü’n-Nedîm, Kitâbü’l-Fihrist, Rızâ Teceddüdî.
İbn Haldûn, Teʻrîhu İbni Haldûn, thk. Üstâz Halil Şehhâde, Dâru’l-Fikir,
Beyrût 2001, I-VIII.
İbrahim Mustafâ, el-Muʻcem’ül-vesît, Çağrı Yayınları, İstanbul.
Kâtip Çelebî, Mustafâ, Keşfü’z-zünûn, Dâru’l-İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrût.
Mennâ el-Kattân, Mebâhis fi ulûmi’l-Kur’ân, Mektebetü’l-Maarif, Beyrût
2000.
32 ÇEVİRİ ELEŞTİRİCİLİĞİNE UYGULAMALI BİR ÖRNEK
Meryem Selâme, et-Tercemetü fi’l-asri’l-Abbâsî, çev. Necib Ğazavî, Vizâre
Sakâfe.
Muhammed el-Azîm, Şemsülhakk, Avnü’l-maʻbûd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye,
Beyrȗt 1415.
Muhammed b. Tulun, İʻlamü’s-sâilîn an kütübi Seyyidi’l-Mürselîn, thk.
Mahmûd Arnâvût Müessesetü’r-Risâle, Beyrût.
Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Şami Şemseddin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (DİA), İstanbul 2010,
Sâlim Abdulʻal, Celâleddîn es-Süyûtî, Müessesetü’r-Risâle, Beyrût 1989.
Senem Soyer, Arapça - Türkçe Çevirilerde Sözcük ve Kalıplaşmış İfadeler
Düzeyinde Eşdizimlik Sorunları ve Çözüm Önerileri, Ankara Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2006.
Sevil Asuman Karakaya, Çeviride Anlaşmazlıklar Anlaşmazlıkların Kaynağı
ve Uygulamalar Işığında Çözüm Yolları, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2001.
Nevzat Türkoğlu, İbn Seyyidinnas’ın Hayatı, Eserleri ve Tarihçiliği, Yüksek
Lisans Tezi, Ankara 2008.
Yusûf Hatîb, Dirâsâtün an vâkiʻi’t-terceme, İdâretü’s-Sakâfe, Tunus 1987.

Konular