GRAMER TARİHİNE GENEL BİR BAKIŞ

Dil ve dilbilgisini konu alan çalışmaların bilinen en eskileri, Eski Yunan’a ve Eski Hind’e kadar uzanır. İnsanların dil ve dilin işlenmesi konularına yönelmelerinde ve bu konularda çalışma yapmalarında başlıca iki önemli faktör rol oynamıştır. Bu faktörlerden birincisi, dindir. Dinlerle ilgili kutsal metinler ve dualara gösterilen özenin dil ve gramer alanındaki çalışmaları kamçıladığı tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır. Kutsal kitapların, dine ilişkin metinlerin kuşaktan kuşağa, yanlışlardan arındırılmış olarak doğru bir şekilde aktarılabilmesi ve böylece dinlerin sâfiyetini koruması amacıyla ta klasik ilk devirlerden bu yana birtakım yazım ve okuma kurallarının konulmasına çalışılmış ve sonuçta da birtakım dilbilgisi kuralları belirlenerek bunların üzerinde durmak gerekmiştir.

Hint edebî dilinin en eski ürünleri arasında yer alan ve M.Ö. X. yüzyıldan öncelere ait olduğu tahmin edilen dinî metinler olan Vedalar’ın daha sonraki nesillere yanlış aktarılmasını önlemek ve hatasız okunmalarını sağlamak amacıyla Hintli bilim adamları tarafından dilbilgisi kuralları derlenmiştir. M.Ö. V. yüzyılda yaşamış olduğu söylenen ünlü Hint dilbilimcisi Panini’nin Sanskrit’le ilgili dört bin civarında kuralı ve kelime varlığını bir araya toplayarak bir gramer kitabı oluşturmuş olması, bu alandaki çalışmalar için önemli bir adımdır.

M.Ö. IV. yüzyılda yaşamış olan diğer ünlü bir Hintli dilci Yaska ise, Niruka adlı ünlü eserinde dilbilgisinin bir bölümünü oluşturan köken bilgisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu iki dilbilimciden çok daha önceleri Eski Hint’te bir çok kimsenin bu alanda çalışmalar yaptığı, bu çalışmalar dolayısıyla köklü bir dil geleneğinin yerleştiği ve biri kuzeyde, diğeri de güneyde olmak üzere iki dil okulunun uzun süre varlığını sürdürdüğü de tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Felsefe alanı içerisinde bir gramer anlayışının yeşermesi, Sokrat dönemine rastlamaktadır. M.Ö. V. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan ve kendilerine Sofist adı verilen konuşma ve söz ustaları, dili pratik açıdan incelemeye aldılar. En etkili şekilde konuşmak için dilin kullanılışını ve bunun kurallarını bilmek gerektiğinden başka bir amaçla da olsa, gramer çalışmaları başlamış oluyordu. Ancak Sofistler, dilin sadece belli kullanım yönlerini ele aldıklarından dolayı grameri ilgilendiren konuların detaylarına ve özellikle de cümle yapısına ulaşmak için çaba göstermemişler ve gramer bakımından önemli sayılabilecek sonuçlara varamamışlardı.[1]

Eski Yunan’da M.Ö. VI. yüzyıldan başlayarak dil, dilbilgisi ve dilbilimle ilgili birtakım çalışmalar, incelemeler ve araştırmalarla aydınlatılmaya çalışılmıştır. Platon (M.Ö. 427-347) dil felsefesinin önemli konularından birini; dilin doğal mı, yoksa insanlar tarafından konulma mı olduğu sorununu ele almış ve bu alanda iki eser yazarak kelimelerin kökenleri konusunu da ayrıntılarıyla incelemiştir.

Yunan gramerinde kuralların belirlenmesi, birtakım kuralların konulması, daha çok batı dünyasında yüzyıllar boyu gramerin babası olarak bilinen Aristo’nun yaşadığı çağda olmuştur. Aristo, Poetika adlı eserinde dilin önemli konularını ele alarak incelemiş ve kelimeleri, yapılarına göre sınıflandırmıştır. Böylece Sofistlerin çekirdek olarak ortaya atmış oldukları gramer çalışmaları, Aristo ile daha da gelişmiş ve ileri noktalara doğru ilerlemiştir. Aristo’nun günümüzde isim, fiil ve harf diye bilinen kelime türlerini ilk saptayan kişi olduğu söylenir. Daha sonra üzerinde durulacağı gibi, Arapça gramerinde de kelimenin; isim, fiil ve harf olarak üç ana türe ayrılması, bu açıdan dikkat çekicidir. Kelime çeşitleri arasında isim ve fiil diğerlerinden ayrı tutulmuştur. Çünkü bu kelime türleri, başka kelimelere ihtiyaç duymadan kendiliklerinden anlamları olan bağımsız sözcüklerdir.

Aristo her ne kadar ismin halleri konusundaki çalışmaları başlatan ilk bilim adamlarından biri olarak kabul edilse bile, ismin nominatife/fâil; accusatife/mef’ûl; datife/tümleç ve genetife/izâfet hallerini tesbit edip ortaya çıkaranlar, daha sonraki dönemlerde yaşamış olan Revâkiler’dir.[2]

Büyük İskender’in biri, İskenderiye’de; diğeri de Bergama’da kurmuş olduğu iki kültür merkezi, dil alanındaki çalışmalara da önemli bir ivme kazandırmıştı. İskenderiye okulu, M.Ö. III. ve II. yüzyılda Yunanca metinler üzerinde incelemeler yapmaya başlamış, bu arada gramer alanında da önemli çalışmalar gerçekleştirmiştir. Bu okuldaki gramer çalışmaları, M.Ö. 180 yılları civarında Aristarchos ile önemli sıçramalar yapmış, ancak en parlak dönemini, M.Ö. 100 tarihlerinde Trakyalı ünlü dilci Dionysios ile yakalamıştır.[3]

Bu çevrede yetişmiş olan önemli dilcilerden Dionysios Thrax, gerçekte yeni bir dil teorisi ortaya koymamış, sadece kendisinden önce yapılmış olan çalışmaları kendi metoduna göre düzenleyerek yeni bir tarzda kullanıma sunmuştur. Dionysios’un gramer çalışmaları, daha çok edebiyat ve filolojiye yönelik olmuştur. Asıl amacı, edebiyat Grekçe’sinin zaman aşımıyla bozulmasını ve içten ya da dıştan gelecek etkilerle yozlaşmasını önlemek için dil krallarını belirlemek gibi birtakım tedbirler almaktan ibaretti. Bu yolda yaptığı uzun çalışmalar sonucunda Grekçe’nin ilk defa gerçek ve kapsamlı bir grameri ortaya çıkarmıştır.[4]

Dionysios, Batı gramerinin geleneksel bir örneği sayılan Tekne Gramattika adlı Grekçe bir dilbilgisi kitabı hazırlamıştır. Bu kitap, hem kendisinden önce ve hem de daha sonraki çalışmaların sonuçlarını bir araya getiren ve bu alandaki yaklaşık dört yüz yıllık çalışmaların ürünü olarak kabul edilebilen bir yapıttır. Kitabında Aristo’nun yaptığı gibi kelimeleri, sadece üç ana türe ayırmakla kalmamış, daha geniş bir ayrımla kelimeleri; isim, sıfat, zamir, fiil, zarf, edat, bağlaç ve ünlem olmak üzere sekiz ayrı grupta toplamıştır. Buna karşılık cümle yapısı ve cümle türleri hakkında hiç bir şey söylememiştir. Ancak kelime türleri hakkındaki tespitleri gerçekten önemlidir. Dionysios’un asıl önemli yönü, gramerinde biçimsel bir yol izlemesidir. Mesela: fiil gibi bir kelime türü anlamına göre değil, bunun yerine şahıs ve sayı bakımından çekilişine göre tanımlanmıştır.[5]

Daha sonraları M.Ö. II. yüzyılda İskenderiyeli Apollonius Dyskolos’un sözdizimini konu alan önemli bir gramer kitabı hazırladığı görülmektedir. [6]

Grek medeniyetini benimseyen Romalılar, dil alanında Grekleri taklit etmekte öteye gidememişlerdir. Romalı gramercilerin ve dilbilimcilerin yaptıkları ilk iş, Grek gramerini Latince’ye uyarlamak olmuştur. İkinci önemli işleri de Latince’nin ışığı altında Grek dilinin ve gramerinin yeniden incelenmesi olmuştur. Böylelikle Greklerin gözden kaçırmış oldukları bazı ayrıntılar da, Romalı gramerciler tarafından ortaya çıkarılmıştır. Sonuç olarak Romalı dilciler ve gramerciler toplu bir değerlendirmeğe tabi tutulacak olurlarsa, dil alanında hiç bir yenilik sahibi olmadıkları ve Grekçe için hazırlanmış kalıpları Lâtince’ye uyarlamaktan başka bir şey yapamadıkları söylenebilir.[7]

Romalıların gramer alanındaki çalışmaları, daha çok Yunanlıların etkisinde kalmış, kendilerinin yaptığı birtakım ilavelerle oluşmuştur. Romalı gramerciler arasında özellikle M.Ö. I. yüzyılda yaşamış olan Varro, grameri bir bilim dalı haline getirmek için büyük çaba sarf etmiştir. Yazdığı Latince grameri, zaman zaman Greklerin gramerlerinden daha fazla bir berraklık göstermektedir. Varro, De Lingua Latina adlı eseriyle ün yapmıştır. Bu eserin konuları arasında köken bilgisi de yer almaktadır.[8]

IV. yüzyılda Roma İmparatorluğunun iniş devrinde yaşamış olduğundan dolayı dil çalışmaları bütünüyle çözülmekte olan bir kültürün eseri olarak ortaya çıkmıştır. Bu dönemde yaşamış olan ünlü dilci, Donatus’un Ars Minor adıyla kaleme almış olduğu gramer konusundaki eseri, daha sonraları İngilizce’nin gramerini ilk defa yazmaya başlayanları önemli ölçüde etkilediği için batı dünyasında çok tanınmıştır.[9]

V. yüzyılda yaşamış olan Priscanus’un kaleme almış olduğu gramer, bütün ortaçağ boyunca binlerce elyazması halinde dolaşmaya devam etmiştir. Bu da, eserin önemini, ne kadar geniş çevrelerde tutulmuş olduğunu göstermektedir. Priscanus, gramerini yazarken Dionysius’un aynı konudaki eserini örnek almıştır. Fakat bu eserini Lâtince’ye uyarlarken Dionysius’un Grekçe’de kullandığı biçim ölçüsünü bırakmış, bunun yerine anlam ölçüsünü esas almıştır. Bu uygulama, Batı Avrupa gramerlerinin yüzyıllar boyunca anlam temellerine dayandırılarak yazılmasına sebep olmuş ve öncülük yapmıştır. Buna rağmen Priscanus’un grameri, Latince’yi anadili olarak konuşan bir gramerci tarafından yazılmış en doğru ve eksiksiz bir gramer kitabı olarak kabul edilmektedir.

Eski ve yeni çağlar arasında köprü görevi yapmış olan gramerle ilgili önemli eserler arasında Donatus’un (IV. yüzyıl) Ars Gramatica adlı eseriyle Priscianus’un İnstitutiones Reum Grammatice rum adlı eseri anılamaya değer. Her iki eser de ortaçağ boyunca uzun süre kullanımda kalmışlardır.[10]

Hint dilleri, M.Ö. 300 yıllarında yaşamış olan ünlü ve en büyük dil bilginleri Panini, belli bir gramer geleneği içerisinde yetişmiştir. Öğretiler adlı eseri, Sanskritçe’nin en önemli ve en güvenilir grameri olup yüzyıllar boyunca önemini korumuş ve Batılıların modern gramer anlayışlarına da ışık tutmuştur. Kutsal Veda metinlerinin dili olan Sanskritçe üzerinde yapmış olduğu çalışmalarla tanınmış ve bu dilin en önemli gramerini kaleme almıştır. Kendisinden önce bu konuda yazılmış gramer ve dil ile ilgili çalışmaları özetleyen Panini, Sutralar adlı eserinde Sanskritçe’nin gramerini dört bin kadar kısa cümle ile anlatmayı başarmıştır. Panini, kelimeleri anlamlar yerine, gözle görülen şekillerine dayanarak analiz etmiştir.[11]

Ortaçağ boyunca Avrupa’daki dil çalışmaları alanında bir canlılık görülmemiş, gramer ile ilgili çalışmalar, kısır kalmıştır. Bir kilise dili olan Latince’nin çok geniş alanlarda ve geniş çapta öğretilmesi sonucu bu çağdaki dilciliğin daha çok Latince okuma kitaplarına sözlüklerine ve dilbilgisi kitaplarına ağırlık verildiği gözlemlenmektedir. Bu konuda hazırlanan en önemli gramer kitabı, Alexander de Villa Dei’nin 1199 tarihini taşıyan eseridir. Bunun dışında yapılan birçok çalışma da Latince’nin etkisinden sıyrılıp kurtularak bağımsız bir alan oluşturma yolundaki bazı adımlardan öteye varılamamıştır. Yeniçağa doğru ilerlerken Batı dünyasında göze çarpan ön en önemli gramer kitabı, yine Latince için kaleme alınmıştır. Villa Dei’nin 1199 yılındaki kalem almış olduğu eseri, rahiplik okullarında öğrenim gören öğrencilerin Latince öğrenmeleri amacıyla hazırlanmıştır. Latince ve Grekçe’den bağımsız olarak yazılan ilk gramerler, İzlandaca için yazılmıştır. İzlanda dilini konu alan ve Snorri tarafından hazırlanmış olan Edda adlı gramer kitabı, o çağlardan kalmış önemli bir eserdir.

Ortaçağda Latince eski şeklini ve yapısını değiştirip Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve daha başka birtakım diller ortaya çıkınca klasik Latince yine aynı şekilde bilim ve edebiyat dili olarak kullanılmaya ve hayatını sürdürmeğe devam ederek, artık okullarda ikinci dil/edebiyat dili olarak yerini aldı. Latince’ye olan bu ilgi, XX. yüzyıla kadar devam ederken sadece Batı üniversitelerinin ikinci olmakla kalmadı, aynı zamanda daha geniş bir alanda edebiyat ve araştırma dili olma özelliğini de sürdürdü. Dünyanın önemli üniversiteleri arasında yer alan Sorbonne Üniversitesinde XIX. yüzyılın ortalarına kadar öğretim dili olarak kullanıldı.[12]

Yeni çağa yaklaşırken Lâtince’nin boyunduruğundan kurtulmak için kaleme alınan ve önemli eserler arasında yer alan gramerle ilgili kaynaklardan biri de, ünlü İtalyan şairi Dante Alighieri’nin bu konuda kaleme almış olduğu De Vulgari Eloquentia adlı yapıttır. Bu eser, dilin ufuklarını önemli boyutlarda genişletmiştir. Konuşan ilk insanın dudaklarından çıkan ilk kelimenin İbranice olduğu inancını taşıyan Dante, kendisinden sonra yaşamış birçok dilbilimcinin yaptığı gibi dillerin çeşitliliği ve yoğun olarak da Avrupa dilleri üzerinde yoğunlaşmıştır.[13]

Ortaçağ boyunca yeni birtakım ülkelerin ve dolayısıyla da yeri dillerin otaya çıktığı gözlenmiş, bu dillere olan ilgi ve bu diller konusunda yapılan çalışmalar, artarak gelişme göstermiş ve hem dil, hem de gramer alanında kitaplar basılmış, yeni dillerle ilgili gramer kurallarını konu alan kitapların sayısı hızla artmıştır. Bilim adamları ve özellikle dilcilerin yanısıra gezginler ve misyonerlik faaliyetlerinde görev alan çevreler de bu alanlarda önemli rol oynamışlardır.

XII. yüzyılda gramer alanındaki çalışmalar, yankıları duyulabilecek kadar gelişme göstermiş ve bu konuda önemli ilerleme sağlanmıştır. Fransa’da Paris Port Royal okulu öğrencilerine konuşma ve yazma kurallarını öğretmek amacıyla hazırlanan Port Royal Grameri, Fransızca gramer kurallarını bir araya topluyordu. Bu eserin dikkat çeken yönü, birtakım dillerde ortak olan mantık temellerinin tespit etmeğe çalışmış olmasıdır. Bu eser çerçevesinde oluşturan çevreler, özellikle dili mantıkla bağdaştırmaya çalışarak başka diller için de bazı geçerli ilkeler belirlemeğe gayret etmişlerdir. [14]

Yine aynı yüzyıldan başlayarak dilin insan ruhu ve düşüncesiyle olan yakın ilgisi konusu önem kazanmış, dilciler ve düşünce adamları dikkate değer önemli tespitlerde bulunmuşlardır. İngiliz düşünür, Francis Bacon (XVII. yüzyıl), Alman düşünürleri, Leibniz, Herder (XVIII. yüzyıl) ve daha sonraki dönemlerde yaşamış olan Wilhelm Von Humbolt, bu alandaki önemli isimlerdir. Bu dönemde önem kazanan diğer bir konu da, felsefe ve dil arasındaki ilgi konusunda yapılan çalışmalardır. Dilin ve gramerin kaynakları hakkında ortaya atılan birtakım sorulara cevaplar alınmaya başlayınca felsefecilerden bazı kesimler, dili; insanların düşüncelerini yansıtmaya yarayan bir araç olarak kabul ettikleri görüşlerini ortaya attılar ve dilin de yine akıl aracıyla geliştiren bir mekanizma olduğu sonucuna vardılar. Bu görüşler, daha sonraki dönemlerde gramer alanında yapılan çalışmaları da etkilemiş oldu. Sonradan gelen gramercilerden bir kesimi de gramerin mantıkî birtakım temellere dayanması gerektiğini, gramer kurallarıyla mantık kurallarının birbiriyle asla çelişki içerisinde olamayacağını, gramer kurallarının mantık ile iç içe bulunmasının zorunlu olduğu tezini savundular.[15]

XIX. yüzyılda dil ve dilbilim çalışmaları, önemli ölçüde uzun merhaleler kat etmiş ve karşılaştırmalı dilbilim Franz Bopp tarafından bir bilim dalı olarak ortaya çıkarılmıştır. Yine aynı yüzyılda dünyadaki bir çok dilin bağlı bulunduğu Hind-Avrupa dil ailesi, Altay dilleri grubunun varlığı belirlenmiş, bu grupla Ural dilleri arasındaki ilgiler incelenerek birtakım sonuçlara varılmıştır.

Avrupa dilleri için ilk gramerler, bu dillerin millî, resmi ve edebî dil olabilme özelliklerini taşıyabilecekleri bir dönemde yazılmaya başladı.

Mesela: Fransızca için yazılan ilk gramer, Rönesans döneminde kaleme alındı. O dönemin milliyetçi Fransız dilcileri, Fransızca’nın değerini artırabilmek ve bir kültür ve edebiyat dili olan Latince’nin taşıdığı bütün üstün özelliklere sahip bulunduğunu ispat etmek için birtakım çalışmalar yaptılar. İngilizce’nin ilk gramerleri, XVIII. yüzyılda yazılmaya başladı. Elbette daha önceki dönemlerde hazırlanmış olan İngilizce gramerler de vardır. Ancak burada kastedilen dilbilim ölçülerinde kaleme alınanlardır.[16]

XX. yüzyıl, dil ve gramerle ilgili konularda çok önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu yüzyılda dilbilim alanında en önemli çalışmaları, Ferdinand de Saussure gerçekleştirmiştir. Dili başlıca niteliklerine sağlam tespitleriyle yaklaşmış ve çözüm önerileri getirmiş olan, Saussure, 1907- 1911 yılları arasında Cenevre Üniversitesinde verdiği derslerinde tespitlerinin olgunlaştırmış ve notları daha sonra iki öğrencisi tarafından yayınlanmıştır. Saussure’den sonra yeni ufuklara doğru ilerleyen dilbilim, günümüzde büyük önem kazanmış, dilcilik çok geniş alanlara yayılmış ve kendi içerisinde birçok dallara ayrılmıştır.[17]

Doğu dünyasındaki dil ve gramer çalışmalarının da eski devirlerden beri başlayarak önemli gelişmeler gösterdiği ve çok kabiliyetli seçkin gramerciler ve dilbilimciler yetiştiği tarihî kaynaklarca belgelenmektedir.

Doğuda Hintli dilcilerden başka Arap dilcilerinin de köklü çalışmalar yaptığı ve özellikle dilbilgisinin sesbilim, sözlük bilgisi ve metin açıklamaları/şerhler; diğer taraftan da cümleler ve cümle türlerini konu alan nahiv dalında yoğunlaşıldığı ve bu alanlarda önemle çalışmalar yapıldığını görüyoruz.[18]

Doğu dünyasında VIII. yüzyıldan öncelerde köklü bir dilbilgisi ve dilbilim geleneğinin varlığı anlaşılmaktadır. VIII. yüzyılda Basra ekolünün en önemli dilcilerinden olan Sîbeveyhî, Arapça’nın en önemli grameri olan el-Kitab adlı eserini kaleme almıştır. Bu yapıt, günümüzde bile önemini ve değerini olduğu gibi korumaktadır. [19]

XI. yüzyılda Karahanlı Türkleri arasında yetişen Kaşgarlı Mahmut günümüz ölçülerine göre çok değerli bir sözlük bilimci olarak kabul edilmektedir. Kaleme almış olduğu Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı şaheseri, sadece yazıldığı ve elden ele dolaştığı günlerde diğer Türk lehçelerinin kurallarını titizce düzenlemesi, örneklerle onlara canlılık kazandırması ve aynı zamanda Türkçe’nin Arapça karşısındaki gücünü göstermesiyle asıl işlevini yerine getirmiştir.[20]

İslâmiyet’ten sonra Doğu dünyasındaki filoloji ve gramer konulu çalışmalar da, çok erken bir dönemde çok çeşitli sebeplerle başlayarak son derece hızlı bir şekilde gelişme sürecine girmiştir. Son din olan İslâmiyet’in kutsal kitabı Kur’ân’ın yeni müslüman olan halklar tarafından doğru olarak anlaşılması, her türlü bozulma tehlikelerine karşı korunabilmesi, daha sonraki nesillere aslının ve sâfiyetinin bozulmadan aktarılabilmesi, Klasik Arapça’nın kelime hazinesinin derlenerek sınırlarının belirlenmesini ve bu suretle kavranmasını daha da kolay bir hale getirmesini hedeflerken aynı zamanda Arapça gramerinin tespit edilmesini ve hatta dil, gramer ve dilbilim alanında önemli üslup araştırmalarını gerekli ve zorunlu kılmıştır. Bu sebeplere dayanılarak Arap edebiyatında dil ve dilbilim ile ilgili çalışmalar, Kur’ân-ı Kerîm’in indirilmesi ve bir kitap haline getirilmesiyle başlamış ve bu arada özellikle gramer alanındaki çalışmalar da Kur’ân-ı Kerîm’de yazının ıslahı çalışmalarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Gramerle çok yakından ilişkili olan ilk önemli çalışma, Ebu’l-Esved tarafından Kur’ân-ı Kerîm’in kelimelerinin harekelenmesi şeklinde olmuştur. [21]

Arapça grameri alanında nahiv kelimesi, ilk dönemlerde morfoloji ve sentaksı içine alan ve geniş anlamıyla gramer kelimesini ifade edecek bir anlamda kullanılıyordu. Ancak III./IX. yüzyılda dilbilgisinin morfoloji dalı, sarf adı altında tamamen ayrı bir ihtisas alanı haline geldi ve nahiv kelimesi, daha çok kelimelerin cümle içerisindeki görevlerinin tespit edilmesi, cümle bilgisi ve cümle türlerini konu alan bir dilbilgisi alanı halini aldı. İslâmiyet’in hızla yayılması sonucu yeni yeni bu dini kabul ederek büyüyen İslam dünyasında yaşayan çeşitli ırklara mensup olup ayrı ayrı dilleri konuşan topluluklar arasında bu yeni dini öğrenme ihtiyacı, Arap diline ve gramerine yakın ilgi gösterilmesine neden oldu.

Arapça nahiv, bazı bilgilere göre Hz. Ali’nin verdiği talimat üzerine Ebu’l-Esved’in bu konuda kısa bir taslak hazırladığı ileri sürülmektedir. [22]

Arap dili ve dilbilim ile ilgili çalışmalar, klasik dil, sözlük çalışmaları ve edebiyat malzemelerini derlenmesi gayretleriyle bir arada Hicri I. yüzyılın başlarında kurulan iki yeni şehirde, önce Basra’da daha sonra da Kufe’de gerçekleşti. Birbirinden farklılıkları bulunan bu iki çevredeki filoloji çalışmaları, kendilerine özgü görüşleri, farklı inceleme tarzları, dil konusundaki tartışmaları ve mücadeleleriyle iki farklı filoloji ekolünün doğmasını sonuç verdi.

Hazırlık dönemleri bir tarafa bırakılacak olursa, Nahiv konusunda eser yazmış olan ilk dilci, büyük bir ihtimalle Abdullah b. Ebî İshâk’tır. (ö. 127/745). Bu konularda kaleme alınmış olan klasik eserlerde ondan ve Îsâ b. Ömer es-Sekâfî’den (ö. II./VII. yüzyılın ortaları) alıntılar yapılmıştır. Bu alanda kaleme alınmış ve isimleri tespit edilebilen en eski iki eserin yazarı da, İsâ b. Ömer es-Sekâfî’dir. Bunlardan hemen sonraki dönemde yaşamış olan bir dil dahisi olan Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî, Arap dilbilgisine en az yüz yıllık bir merhale kazandırmıştır. Halîl, hem Arap dili ve hem de grameri çalışmalarına yön veren bir dilci olarak kabul edilmektedir. Talebesi Sîbeveyhî, (ö. 180/ 796) Arapça gramerini en ince ayrıntılarına kadar ele aldığı ünlü eseri el- Kitâb’ında Îsa b. Ömer’in ve hocası Halîl b. Ahmed’in eserlerinin muhtevalarını bir bakıma esas alarak kendi bilgileriyle harmanlamış ve bu ünlü eserini geniş bir şekilde kaleme almıştır.

Arapça grameri alanında önemli eserler vermiş olan Basra ekolüne bağlı dilciler arasında Sîbeveyhî’den sonra büyük bilginler birbirini takip etmiştir. el-Ahfeş (ö. 207/822), Ebû Ubeyde (ö. 210/825), el-Esmaî (ö. 216/831), Sarf ile nahiv dallarını kesin çizgilerle birbirinden ayırmış olan el-Mâzinî (ö. 249/863), İbn Dureyd ve yukarıda adı geçenler bunlardandır. Genellikle er-Rusâî (ö. 187/803) ile başlatılan Kufe ekolü temsilcileri ise, el-Kisâî (ö. 189/805), onun önemli talebeleri arasında yer alan el-Ferrâ (ö. 207/823), Ebû Âmir eş-Şeybânî (ö. 213/828), İbn Sikkît (ö. 244/858), Sa’leb (ö. 291/904) ve daha başka dilcilerdir.

Basra ve Kufe ekollerinin hararetli çalışmaları, Arapça’nın edebî ürünlerinin değerlendirilmesi ve derlenmesi ve kurallarının oluşturulmasında büyük rol oynamış, aynı zamanda Bağdat’ta oluşan Ebû Alî el-Fârisî (ö. 377/987), İbn Cinnî (ö. 392/1001) gibi bilginlerin temsil ettikleri yeni ve üçüncü bir ekolün çalışmalarına uzlaştırıcı bir yön kazandırmıştır. Bu üçüncü ekole bağlı bulunan dilciler ile daha sonraki dönemlerde Mısır, Endülüs ve daha başka bölgelerde oluşan ekollerde bulunan dilciler, daha çok hicri IV. yüzyılın sonlarına kadar yazılmış olan eserleri ve Arapça grameri konusundaki malzemeyi kaynak alıp bunlardaki bilgilere kendi görüşlerini ve izahlarını da ekleyerek birtakım şerhler ya da özetler kaleme almışlardır. Türkçe konusunda da eserler de kaleme almış olan Gırnatalı Ebû Hayyân (ö. 745/1345) ile çok ünlü gramer kitabı el-Elfiyye’nin yazarı İbn Mâlik de (ö. 672/1274) Endülüs ekolü bağlılarındandır.

Mısır ekolüne bağlı olan dilciler arasında yine ünlü nahiv kitabı el-Kâfiye’nin yazarı İbn Hâcib (ö. 646/1249), Muğni’l-lebîb adlı eserin yazarı İbn Hişâm (ö. 761/1360) gibi şöhretler bulunmaktadır. [23]

——————————————————————————–

[1] Başkan, Özcan, Linguistik Metodu, İstanbul 1967. s. 10. Dihhudâ, Ali Ekber, Luğatnâme, Tahran, 1346 hş., I, 110-111.

[2] Bâtınî, Muhammed Rızâ, Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, Tahran 1373 hş., s. 18; Aksan, Doğan, Her yönüyle Dil (Ana Çizgileriyle Dilbilim), Ankara 1990. s. 18

[3] Bayrav, Süheylâ, Filolojinin Oluşumu, İstanbul 1975, s. 83; Linguistik Metodu, s.13.

[4] Linguistik Metodu, s.13; Filolojinin Oluşumu, s. 83.

[5] Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 18

[6] Linguistik Metodu, s.13.

[7] Filolojinin Oluşumu, s. 83; Linguistik Metodu, s. 14.

[8] Linguistik Metodu, s. 13; Her yönüyle Dil, s. 14.

[9] Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 18; Waterman, J.T., Seyrî Der Zebânşinâsî (trc. Ferîdûn Bedreî),Tahran 1347 hş., s. 43; Linguistik Metodu, s.15.

[10] Her yönüyle Dil, s. 19; Linguistik Metodu, s. 16; Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 19; Seyrî Der Zebânşinâsî, s. 44.

[11] Linguistik Metodu, s. 16.

[12] Linguistik Metodu, s. 16-17; Her yönüyle Dil, s. 19; Seyrî Der Zebânşinâsî, s. 44; Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 19;

[13] Her yönüyle Dil, s. 20.

[14] Filolojinin Oluşumu, s. 84; Her yönüyle Dil, s. 20.

[15] Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 21; Her yönüyle Dil, s. 20.

[16] Seyrî Der Zebânşinâsî, s. 48; Nigâhî Tâze be Destûrzebân-i Fârsî, s. 20; Filolojinin Oluşumu, s. 84.

[17] Her yönüyle Dil, s. 22; Filolojinin Oluşumu, s. 88.

[18] Her yönüyle Dil, s. 19.

[19] TDV İslam Ansiklopedisi, III, 296.

[20] Her yönüyle Dil, s. 20;

[21] Ebu’l-Esved ed-Duelî”, Dâiretu’l-ma’ârif-i Bozorg-i İslâmî, Tahran 1372 hş., V, 183-184; Çetin, Nihad M. , “Arap”, TDV İslam Ansiklopedisi, III, 296;

[22] Luğatnâme, I, 111; TDV İslam Ansiklopedisi, III, 296;

[23] TDV İslam Ansiklopedisi, III, 297;

[24] Destûrhâ-yi Fârsî Der Zebân-i Avrupayî

Konular