Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri*

Özet
Yaşamı, düşüncesi, inançları, hoşgörüsü ve eserleri ile yüzyılları aşmış bir mutasavvıf-şair
olan Mevlânâ’nın menkıbelerini anlatan eserler, 13. yüzyıldan itibaren kaleme
alınmaya başlanmıştır. Bununla birlikte onu o yapan, eğitim ve olgunlaşma sürecinde yanında
bulunan kişiler unutulmamış, onların menkıbeleri de bu eserlerde yerini almıştır. Bu
durum, Mevlânâ ve Mevlevîliği anlamanın bu zatları da tanımakla mümkün olabileceği dü-
şüncesinin sonucudur. Böylece bir yandan Mevlânâ’nın zaman içerisinde gelişen düşünce
ve duygu ikliminin temel taşları ile tarikatın gelişimi gösterilirken diğer yandan bu kişilere
olan vefa borcu ödenmeye çalışılmıştır. Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî de Mevlânâ’nın
babasından sonraki hocası olması açısından bu zatlar içinde ayrı bir yer edinmiştir.
Bu makalede Tirmizî’nin, Menâkıbü’l-Ârifîn’in Kemâl Ahmed Dede tarafından yapılan tercümesi
Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’da ne şekilde yer aldığı üzerinde durulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Mevlânâ, Tercüme-i
Menâkıb-ı Mevlânâ, Kemâl Ahmed Dede, menkıbe.
Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi and His Legends in
Tercüme-i Menakıb-ı Mevlana of Kemal Ahmed Dede
Abstract
Rumi is a mystic poet who has become eternal over centuries with his life, ideas, beliefs,
tolerance and works. His legends have been subject of various works since 1300’s.
Meanwhile the legends of the personalities who were an inseperable part of his being and
accompanied him in the process of his training and perfection have also been recollected
and mentioned in these works. This is the result of the idea that knowing Mevlana and
Mevlavis is possible only with knowing these people. Thereby, not only the keystones
of Mevlana’s ever-developing world of thoughts and emotions and the growth of his sufi
order have been revelaed but also duty of loyalty has been paid to these figures. One of
them is Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi who was Mevlana’s spiritual teacher
after his father. This study examines how Tercüme-i Menakıb-ı Mevlana, that is Kemal
Ahmed Dede’s translation of Menakıbü’l-Arifin, deals with Tirmizi.
Keywords: Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi, Mevlana, Tercüme-i Menakıb-ı
Mevlana, Kemal Ahmed Dede, legend.
* Bu makale, 30 Eylül-1Ekim 2011 tarihleri arasında Kayseri’de gerçekleştirilen Seyyid Burhaneddin
Uluslararası Sempozyumu’nda aynı adla sunulan bildirinin düzenlenip genişletilmesiyle
oluşturulmuştur.
** Dr., betulnizam@gmail.com
DOI: http://dx.doi.org/10.16947/fsmiad.58929 - http://dergipark.ulakbim.gov.tr/fsmia - http://dergi.fsm.edu.tr
FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi
FSM Scholarly Studies Journal of Humanities and Social Sciences
Sayı/Number 6 Yıl/Year 2015 Güz/Autumn
© 2015 Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
176 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
1. Giriş
14. yüzyılda Eflâkî (ö. 761/1360) tarafından Farsça, mensur olarak yazılan
Menâkıbü’l-Ârifîn, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 672/1273) ve etrafındakilerin
menkıbelerini anlatan eserlerin ilklerindendir. Yazıldığı dönemden günümüze
popülerliğini koruyan bu menakıpname, pek çok kez tam ya da muhtasar olarak
Türkçe, İngilizce ve Fransızcaya çevrilmiştir. Bunun yanı sıra Hulâsatü’l-Menâ-
kıb ve Sevâkıbü’l-Menâkıb adlarıyla Farsça özetlenmiş, daha sonra Sevâ-
kıbü’l-Menâkıb’ın da Türkçeye çevirileri yapılmıştır. Dolayısıyla edebiyatımızda
bir Menâkıbü’l-Ârifîn tercümeleri silsilesi oluşmuştur.1
Yenikapı Mevlevîhanesi’nin
ilk şeyhi Kemâl Ahmed Dede’nin (ö. 1010/1601-02 veya 1024/1615 [?])2
4755 beyitten oluşan Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ adlı eseri, bu menakıpnamenin
16. yüzyıldaki manzum ve muhtasar çevirisidir. Tekkedeki dervişlerin dinlemesi
için kaleme alınan eserde mütercim, kaynak metin Menâkıbü’l-Ârifîn’den
seçtiği menkıbeleri tercüme edip yeniden sıralar. Eserin elimizde bulunan ve 158
varaktan oluşan tek nüshası Süleymaniye Ktp. Hâlet Efendi mülhakı no. 82’de kayıtlıdır.3
Mesnevi nazım şekliyle yazılmış olan bu manzum menakıpname, Menâ-
kıbü’l-Ârifîn gibi on bölümden oluşur ve Seyyid Burhâneddîn’in (ö. 639/1241)
menkıbeleri Menâkıbü’l-Ârifîn’de olduğu gibi 2. bölümde yer alır. Kemâl Ahmed
Dede kaynak metindeki Seyyid ile ilgili yirmi dört menkıbenin4
on ikisini
eserine dâhil eder. Şairin tercüme ettiği menkıbeleri hangi kıstaslara göre seçti-
ği, bazılarını neden tercüme etmediği konusunda kesin yargılara varmak zordur.
Ancak o günün okuyucusuna ve özellikle tekkedeki dervişlere gerekli olduğunu
düşündüğü, onların çeşitli konularda dersler alabileceği menkıbeleri tercih ettiği
söylenebilir.
Seyyid Burhâneddîn’in bu eserdeki yerine geçmeden önce, Kemâl Ahmed
Dede’nin, eserini kaleme alırken Menâkıbü’l-Ârifîn’e içerik olarak sıkı sıkıya
bağlı kaldığı, olay örgüsüne asla müdahale etmediği belirtilmelidir. Ancak şair
manzum bir eser yazmanın gereklerine uygun olarak özellikle şahısların anlatımında
kaynak metni genişletmiş, menkıbesini anlattığı kişileri Eflâkî’nin kullanmadığı
sıfatlarla tasvir ederek övmüştür. Böylece tercümesini teşbih, istiare,
1 Bu tercüme ve özetler hakkında bilgi için bk. Betül Sinan Nizam, Kemâl Ahmed Dede’s Verse
Narrative Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ (A Verse Version In The Menâkıbü’l-Ârifîn Tradition)=Kemâl
Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Mesnevisi (Menâkıbü’l-Â-
rifîn Silsilesinin Manzum Halkası), c. I, [Cambridge], Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri
ve Medeniyetleri Bölümü, 2010, s. 5-20. Ayrıca daha ayrıntılı bilgi için “Farsîden Türkîye
Döndürmek: Menâkıbü’l-Ârifîn’in Türkçe Tercümeleri ve ‘Sebeb-i Te’lif”leri’” adlı şu an yayımlanma
aşamasındaki bildiri-makalemize de bakılabilir.
2 Kemâl Ahmed Dede’nin hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi için bk. a.g.e., c. I, s. 21-47.
3 Bu nüshanın tavsifi ve değerlendirmesi için bk. a.g.e., c. II, s. 1-11.
4 Menâkıbü’l-Ârifîn’i iki cilt hâlinde Türkçeye çeviren Tahsin Yazıcı [Ahmet Eflaki, Âriflerin
Menkıbeleri, c. I-II, trc. Tahsin Yazıcı, İstanbul, MEB, 2001] menkıbelere numaralar vermiştir.
Bu sayı Yazıcı’nın çevirisine göredir.
177
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
mübalağa gibi sanatlarla kuru ve didaktik olmaktan kurtarıp Divan şiirinin motifleriyle
canlı, renkli bir şekilde sunmuştur. Bu durum şaire, kişi ve olayları okuyucusuna/dinleyicisine/dervişlere
aktarırken kendi bakış açısını yansıtma fırsatı da
vermiştir. Dolayısıyla Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, yalnızca Eflâkî’nin rivayetlerinin
nakledildiği bir eser olmayıp aynı zamanda müterciminin küçük anlamsal
ve edebî katkılarını, yorumlarını içeren bir eserdir.5
Seyyid Burhâneddîn’in eserdeki
yerinin tüm yönleriyle ortaya konabilmesi için Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’ya
her iki açıdan da yaklaşmak zorunludur. Bu nedenle bu makalede bir
taraftan Eflâkî’den tercüme edilen menkıbeler özetlenirken diğer yandan Kemâl
Ahmed Dede’nin bu menkıbeleri aktarış şekli, menkıbelere ve Seyyid Burhâ-
neddîn’e bakış tarzı ortaya konmaya çalışılacaktır. Ancak Seyyid Burhâneddîn’in
anlatıldığı 2. bölümün, özellikle Mevlânâ’nın anlatıldığı 3. bölüme kıyasla, böyle
tasvir ve anlatımlar açısından pek de zengin olmadığı, dolayısıyla her menkıbe
için bunun yapılamayacağı da belirtilmelidir.
2. “İki Cihanda Delilimiz Olan Seyyid-i Sırdân’ımızın Menkıbesidir”6
Öncelikle Kemâl Ahmed Dede, Menâkıbü’l-Ârifîn’den farklı olarak, bölüm
girişlerinde menkıbesini anlatacağı kişiyi takdim etmek amacıyla Farsça/Arapça
ve Türkçe beyitler söylemektedir. Şair Seyyid Burhâneddîn’in7
anlatıldığı 2. bö-
lüme giriş niteliğinde söylediği Farsça ve Türkçe iki beyitten sonra menkıbeleri
nakletmeye başlar. Kemâl Ahmed Dede’nin anlattığı sıraya göre bu menkıbeler
kısaca şöyledir:8
2.1. Bahâ Veled öldükten sonra Mevlânâ’nın yanına gitmesi:9 Menâ-
kıbü’l-Ârifîn’de de ilk sırada yer alan bu menkıbede Seyyid Burhâneddîn’in
Bahâ Veled’in ölümü üzerine Tirmiz’den Konya’ya gelme olayı anlatılır. Bur-
5 Bu eserin tercüme özellikleri hakkında detaylı bilgi için bk. Nizam, a.g.e., c. I, s. 67-92. Kaynak
metin ile tercümesi arasındaki farklar için ayrıca şu makaleye bakılabilir: Betül Sinan
Nizam, “Menâkıbü’l-Ârifîn ile Manzum Tercümesi Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’nın Dil,
Üslup ve Çeviri Özellikleri Açısından Mukayesesi”, 2. Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı
Sempozyumu (Dil ve Üslup İncelemeleri) 19-21 Ekim 2011 Bildirileri, c. 2, ed. Vedat Kartalcık
ve Kamile Çetin, Isparta, yy., 2012, s. 989-996.
6 Bu bölümün başlığı olarak seçilen bu ibare, Kemâl Ahmed Dede’nin eserinde Seyyid Burhâ-
neddîn’in anlatıldığı 2. bölümün ilk beytinin tercümesidir. Beyit şöyledir:
Menkıbet-i Seyyid-i Sırdân-ı mâ
Der-dü cihân hüccet ü burhân-ı mâ (b. 380)
Bu ve makale boyunca verilen tüm beyitler Nizam, a.g.e., c. II’den alınmıştır.
7 Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Semih Ceyhan, “Seyyid
Burhâneddin”, DİA, c. 37, İstanbul, TDV, 2009, s. 56-58.
8 Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ’nın Süleymaniye Ktp.’deki tek nüshasında 14b-19b arasında
bulunan bu menkıbelerin çeviri yazıya aktarılmış metni için bk. Nizam, a.g.e., c. II, s. 42-52.
9 Eserin söz konusu nüshasında başlıklar için yer bırakılmış, ancak pek azı kaydedilmiştir. Kolaylık
sağlaması açısından ilgili çalışmamızda (Nizam, a.g.e.) menkıbelere tarafımızdan başlık
verilmiş, burada sıralanan başlıklar da bu çalışmadan aktarılmıştır.
178 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
hâneddîn’e Seyyid-i Sırdân denmesinin nedenlerinin de açıklandığı (bk. b. 385-
386)10 menkıbede Kemâl Ahmed Dede Seyyid’i “şems/hurşîd/âfitâb/güneş”
sözcükleriyle anmaktadır. Şaire göre Seyyid Burhâneddîn bu şehre bir güneş gibi
nurunu salmıştır:
‘Azm-i Rûm itdi vü geldi Konya’ya
Nûrın ol hurşîd saldı Konya’ya11 (b. 398)
Mescid-i Sencârî’ye yerleşen Seyyid, birkaç ay Mevlânâ’yı bekler. Mevlânâ,
Seyyid’in kendisine gönderdiği mektup üzerine Larende’den (Karaman) döner ve
bu iki zat birbirlerine kavuşurlar. Kemâl Ahmed Dede, güneş gibi olan Seyyid’in
karşısına “mâh” yani ay olarak nitelendirdiği Mevlânâ’yı koyar. Bu şekilde henüz
genç olan Mevlânâ’nın, hocası Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî’den ışı-
ğını aldığını, nurunun kaynağının o olduğunu vurgulamak istemiştir:
Eyledi hurşîd istikbâl-i mâh
Öpdi kuçdı birbirini iki şâh12 (b. 409)
Seyyid-i Sırdân, sorduğu soruların tamamına cevap veren Mevlânâ’nın ayaklarına
kapanır. Kemâl Dede bu olayı kendi yorumunu katarak, dinleyicilerini/
okuyucularını da metne dâhil ederek şöyle aktarır:
Turup ayağında baş kor bûseler
Sen de baş korduñ öperdüñ kosalar13 (b. 415)
Mevlânâ, babasından Seyyid’e intikal eden ilm-i ledünü hasıl etmek için dokuz
yıl hocasına hizmet eder. Bundan sonra Mevlânâ’nın Seyyid-i Sırdân’a mürit
olma zamanı hakkındaki iki farklı rivayet nakledilmiştir. Kemâl Ahmed Dede son
olarak Mevlânâ’ya atabeklik14 ve lalalık yapan Seyyid’in onu omzunda taşıdığını
belirtir ve şöyle der:
Gâh göğsinde tutardı cân gibi
Gâh elinde deste-i reyhân gibi15 (b. 430)
Bu anlatımla Seyyid Burhâneddîn’in Mevlânâ’ya verdiği kıymet, onun için
gösterdiği ihtimam vurgulanmıştır. Zira o, Mevlânâ’ya canı gibi bakmış, ona bir
çiçek kadar özen göstermiştir.
10 Buna göre Burhâneddîn-i Tirmizî’ye olayların içyüzünü, görünenlerin altındaki görünmeyenleri
fark ettiği için bu isim verilmiştir.
11 Anadolu’ya [doğru] yola çıktı ve Konya’ya geldi. O güneş, nurunu Konya’ya saldı.
12 Güneş, ayı karşıladı. İki padişah birbirini öpüp kucakladı.
13 Kalkıp ayağına kapanır, [ayağını] öper. Bıraksalar sen de [onun ayağına] kapanıp [ayağını]
öperdin.
14 Atabeklik hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Coşkun Alptekin, “Atabeg”, DİA, c. 4, İstanbul,
TDV, 1991, s. 38-40.
15 Onu kâh göğsünde can gibi, kâh elinde bir deste reyhan gibi tutardı/taşırdı.
179
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
2.2. Mevlânâ’nın, kırılan ayağını iyileştirmesi ve onu Kayseri’ye göndermesi:
Bu menkıbe Burhâneddîn-i Tirmizî’nin Kayseri’ye gitmek için Mevlânâ’dan
müsaade istemesini ve Mevlânâ’nın izin vermeyişini anlatır. Kemâl
Ahmed Dede bunun nedenini
İstemezdi Konya’dan gitdüğini
İstemez cânuñ beden gitdüğini16 (b. 435)
şeklinde açıklamaktadır. İlk menkıbenin son beytinde Mevlânâ’nın Seyyid için
anlamına değinen şair, bu kez Seyyid’in Mevlânâ açısından önemini vurgulamaktadır.
Kemâl Ahmed Dede’nin anlatımıyla Mevlânâ bir beden, Seyyid de
onun içindeki candır ve beden, canının onu bırakıp gitmesini istemez. Çünkü can
bedenden ayrıldığında beden artık ölüdür. Bu anlatım, ışığını güneşten alan ay
imajına paralel şekilde diriliğini, yaşamını/anlamını canından alan beden hayalini
dile getirmektedir. Bundan sonra bir gün gezmeye çıktığında Kayseri’yi düşünürken
ayak parmakları kırılan Seyyid’i Mevlânâ’nın okuyup üfleyerek iyileştirmesi
ve ona Kayseri’ye gitmesi için müsaade etmesi anlatılmaktadır.
İlk iki menkıbede kullandığı benzetmelerle Mevlânâ ile Seyyid Burhâneddîn
arasındaki bağı müritlerine somut bir şekilde anlatan, belki de onlara olgunlaşma,
Allah’a ulaşma yolunda şeyhin önemini kavratmak isteyen Kemâl Ahmed Dede,
bundan sonra Seyyid’in tasavvufî düşüncelerini ve olgunluğunu yansıtan menkıbeleri
aktarır. Şairin bundaki amacı dervişlerinin onun yaşamından çeşitli dersler
çıkarmaları ve Mevlevîliğin öğretilerini anlamalarıdır. Ancak bu menkıbelerde
ilk ikisinin aksine şairin sesi pek fazla duyulmaz. Kemâl Ahmed Dede’nin
bundan sonra anlattıklarıyla vermek istediği mesaj birkaç cümleyle tarafımızdan
vurgulanmaya çalışılacaktır.
2.3. Kendini riyazete verip Allah’ı müşahede etmesi: Bahâ Veled’e mürit
olduktan sonra sahrada on iki sene “baş açık yalın ayak” (b. 452) ve çok az yemek
yiyerek dolaşan Seyyid Burhâneddîn’in açlıktan dişleri dökülür. Bir sabah vakti
gaipten: “Artık riyazet etme!” sözlerini duyan Seyyid Allah’ı müşahede etmeden,
mücahit olmadan bunu yapamayacağını söyler ve bunun üzerine iste-
ğine kavuşur. Bundan sonra da ömrünün sonuna kadar “hâl-i derûn” ile iştigal
eder. Bu menkıbe Seyyid Burhâneddîn’in tasavvufî seyrini/olgunlaşma sürecini
göstermesi açısından önemlidir. Şair bu menkıbeyi tercüme ederek dervişlere, bir
şeyhe teslim olduktan sonra nefsi terbiye etmenin, sabır ve sebatın, mücadelenin
önemi ile zorluklarını anlatmak istemiş olmalıdır.
2.4. Kendisini ziyaret eden şeyhin altın ve gümüş saçması: Menâkıbü’l-Â-
rifîn’de şahısların isimleri zikredilerek anlatılan bu menkıbede Kemâl Ahmed
Dede “ulu, şeyh, kâsıd, pâdişâh, şeh” gibi sözcükler kullanır. Buna göre
16 Beden canının gitmesini nasıl istemezse [Mevlânâ da Seyyid’in] Konya’dan gitmesini istemezdi.
180 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
Seyyid-i Sırdân’ı ziyarete giden bir ulunun/padişahın geldiğini haber vermek
için hücresine giren kâsıda -ki Eflâkî’nin verdiği bilgiye göre bu Sahib İsfehânî’dir-17
kızan Seyyid: “Eğer benden başka padişah varsa getir boynunu
vurayım.” der. Daha sonra söz konusu ulu gelir ve altınlar, gümüşler saçarak
Seyyid’in ayaklarına kapanır. Bu menkıbede Seyyid Burhâneddîn’in ululuğun
ölçütünün dünyevî makamlar olmadığını, sultanlığın bir başka deyişle hüküm
sahibi olmanın ancak tasavvufî olgunlukla mümkün olduğunu vurguladığı gö-
rülmektedir.
2.5. Allah’ın yüzünü görmesi, kendisiyle alay eden kişinin çarpılması: Mevlânâ’dan
nakledilen bu rivayette Kemâl Ahmed Dede, Seyyid-i Sırdân’ın Allah’ı
müşahede etmesini Divan şiirinin kalıpları içinde anlatır. Buna göre sevgilisi bir
gece seksen kez ona yüzünü açmıştır:
Bir gice yârı aña heştâd-bâr
Açdı yüz itdi tecellî ol nigâr18 (b. 430)
Bundan sonra sözlerine devam eden Mevlânâ, bir gün ferecisinin eteğini sü-
rükleyerek giden Seyyid Burhâneddîn’e birinin: “Ferecinin ucunu düzelt.” dedi-
ğini anlatır. Seyyid adama: “Bana onun gamı yok, sen ağzını düzelt.” şeklinde
cevap verir. Bunun üzerine ağzı yamulan adam, feryatla Seyyid’in ayağına kapanmış
ve ağzı düzelmiştir. Menkıbede Seyyid’in dış görünüşle/maddeyle ilgilenmediği,
halkın eleştirdiği durumların onun için önemsiz olduğu vurgulanmaktadır.
Çünkü aslolan bâtını kavrayabilmektir. Söz konusu şahıs Seyyid-i Sırdân’ı
zahiren değerlendirdiğinde cezalandırılırken, manevî üstünlüğünü gördüğünde
eski hâline dönmüştür.
2.6. Hamamdaki ihtiyara kızması: Seyyid Burhâneddîn, hamamda kendine
yardım eden yaşlı bir adama inayette bulunacakken adamın başka birine de kendisine
davrandığı gibi davrandığını görür. Ona içten içe kızar ve “Bu adam hamam
lifi ve tuvalet süpürgesiymiş.” der. Bu menkıbede Seyyid, insanlara dıştaki
kirlerinden kurtulmaları için yardımcı olan yaşlı adamı, bâtınen temiz ile kirliyi
ayırt edemediği, insanların iç dünyasını/derinliğini göremediği, bu nedenle herkesi
zahiren aynı şekilde değerlendirdiği gerekçesiyle eleştirmektedir.
2.7. Moğol askerinin, müridi olması: Bu rivayet Eflâkî’nin şeyhi Ârif Çelebi’den
nakledilmiştir. Moğollar Kayseri’yi yağmalarken Seyyid Burhâneddîn’in
yanına gelen bir asker, elinde kılıcıyla ona seslenir. Seyyid askere Moğol suretine
girse de onun kim olduğunu bildiğini söyler; zira bu kişi Allah’ın veli kullarındandır.
Bunun üzerine bu şahıs Seyyid’e mürit olur. Bu menkıbede, Seyyid’in
bâtını bilme özelliği, dolayısıyla Sırdân lakabının yansıması somut olarak dile
17 Ahmet Eflaki, a.g.e., c. 1, s. 228.
18 Bir gece sevgilisi ona seksen kez yüzünü aç(ıp) göründü.
181
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
getirilmiştir. Böylece bir önceki menkıbede eleştirilen ihtiyarın karşısında bu
özelliğiyle Seyyid yüceltilmiş olmaktadır.19
2.8. Hâlini Salâhaddîn’e, kâlini Mevlânâ’ya vermesi: Üç beyitten oluşan
bu menkıbede Seyyid-i Sırdân’ın “Ben hâlimi Salâhaddîn’e, kâlimi Mevlânâ’ya
verdim.” şeklindeki meşhur sözü Salâhaddîn Çelebi’nin kızı Fâtıma Hatun vası-
tasıyla nakledilmiştir.20
2.9. Üç ahvalin fazlasının istenmemesi gerektiğini söylemesi: Kemâl Ahmed
Dede, Seyyid Burhâneddîn’in isminden yola çıkarak
Didi bir gün Seyyid-i Sırdân’umuz
Hâcetümüz hüccet ü burhânumuz21 (b. 500)
şeklinde giriş yaptığı menkıbede, Seyyid’in üç şeyin fazlasını istememek gerekti-
ği yönündeki sözlerini aktarır. Bunlar yetecek kadar yemeğin, soğuk ve sıcağı ge-
çirmeyecek elbisenin ve alay edilmeyecek kadar ululuğun fazlasıdır. Dolayısıyla
bu menkıbede, nefsin terbiyesi açısından, yaşamak için gerekli ihtiyaçların dışına
çıkmamanın, açgözlü olmamanın yani kanaatin önemi anlatılmaktadır.
Kemâl Ahmed Dede çevirisinde Eflâkî’ye göre kronolojiye daha fazla dikkat
ettiğinden bölümleri genellikle anlattığı şahsın vefatıyla bitirir. Bu bölümde de
Eflâkî’nin, Seyyid’in ölümünden sonra anlattığı iki menkıbeyi öne almıştır. Bunlar
şöyledir:
2.10. Nefsini artık yemeklerle eğitmesi: Bu menkıbede Mevlânâ’nın rivayetiyle,
Seyyid Burhâneddîn’in on on beş gün boyunca yiyip içmediği, ancak
“nefs-i lokma-cû”nun yani lokma arayan nefsin kendini sıkıştırdığı zamanlar baş-
çılar (kelleci) dükkânına gittiği, çarşının köpekleri içtikten sonra kalan çorbayı
içmesi için nefsine teklif ettiği anlatılır:
Bana zahmet virme ayruk nûş kıl
Âb-ı serdür ser-hoş ol iç cûş kıl22 (b. 513)
Bu şekilde nefisle mücadelenin ve nefsi zillete uğratmanın gerekliliği, zorlu-
ğu vurgulanmıştır.
19 Kaynak metinde 11. ve 14. sırada yer alan bu ve bir önceki menkıbeyi Kemâl Ahmed Dede’nin
art arda, araya başka menkıbe almadan tercüme etmesinin sebebi konu bütünlüğü sağlamak
bir başka deyişle olayların/kişilerin içyüzünü göremeyen kişinin karşısında Seyyid-i Sırdân’ın
üstünlüğünü göstermek olmalıdır.
20 Bu söz Salâhaddîn Çelebi’nin anlatıldığı 5. bölümde daha ayrıntılı nakledilmiştir, detaylı bilgi
için makalenin ilgili kısmına ([Salâhaddîn Çelebi’nin] Seyyid-i Sırdân’a ve Mevlânâ’ya mürit
olması) bakılabilir.
21 İhtiyacımız ve delilimiz olan Seyyid-i Sırdân’ımız bir gün dedi ki.
22 Bana artık zahmet verme, bu kelle suyunu/çorbasını içip sarhoş ol ve cûşa gel.
182 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
2.11. Elbiselerini yıkatmaması: On iki yıl boyunca yıkanmamış elbiselerini
yıkamak için yârenleri Seyyid Burhâneddîn’e ısrar etseler de o yine kirleneceğini
ve âleme çamaşır yıkamak için gelmediklerini anlatır. Ona göre elbise yıkamaktansa
canları yumak/yıkamak daha evladır. Kemâl Ahmed Dede’nin bu menkıbede
Seyyid ile ilgili “ol pâk ü pâkîze-sıfât” (b. 519) sözlerini kullanarak onun
temizliğinin içte, tabiatında olduğu, dolayısıyla Seyyid’in canını/nefsini temizlediği
vurgusunu yaptığı görülmektedir. Ayrıca 10. ve 11. menkıbelerden Seyyid-i
Sırdân’ın Melami bir meşrebe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
2.12. Vefatı: Seyyid ömrünün sonuna yaklaştığını anlayınca hizmetçisinden
su ısıtmasını ve öldüğüne dair sala vermesini ister. Abdest aldıktan sonra bir kö-
şeye kıvrılıp hazır olduğunu söyler ve Mevlânâ’nın rubailerinden birini okuyarak
canını teslim eder. Bu menkıbede şairin Seyyid için “verd-i handân (gülen/
açılmış gül)” ve “gonca” sözcüklerini kullandığı görülür. Şöyle ki ölmeden önce
açılmış bir gül gibi elbiselerini giyen Seyyid, daha sonra gonca gibi büzülerek bir
köşeye kıvrılmıştır. Fakat şairin bu sözcükleri sadece bu şekilsel benzerlik için
kullanmadığı, Seyyid’in hâletine uygun düştüğü için tercih ettiği söylenebilir.
Zira tasavvufî sembolizmde ve dolayısıyla Divan şiirinde gülün açılması sırların
faş edilmesi, can sırrının açığa vurulması; gonca ise sırların gizlenmesi ve halvet
hali yani insanın kendisiyle ve Allah ile baş başa kalması olarak değerlendirilir.23
İşte “sırları beyân eden, her zamîri ‘ayân eyleyen” (b. 385) Seyyid de bu hâliyle
verd-i handân yani açılmış bir gül gibidir. Vefatıyla birlikte sevgilisine yani Allah’a
kavuşan Seyyid artık sırları açıklayamayacak, gonca gibi suskun kalacaktır.
Burada Seyyid Burhâneddîn’in menkıbelerinin anlatıldığı 2. bölüm son
bulmuş olur. Fakat eserin Mevlânâ, Salâhaddîn ve Ârif Çelebiler’in menkıbelerinin
anlatıldığı 3., 5. ve 8. bölümlerinde de Seyyid’in ismine rastlanmaktadır.
Sırasıyla bu menkıbeler şöyledir:
2.13. Bahâeddîn Veled’in anne ve baba tarafından neslinin beyanı24(3/3)25 :
Mevlânâ’nın soyunun bir taraftan Şems-i Serahsî dolayısıyla Hz. Ali’ye, bir taraftan
da padişahlara -Hârizmşah ile Belh şahına- dayandığının anlatıldığı bu
menkıbenin ilk beytinde, ravisinin Seyyid-i Sırdân olduğu belirtilmiştir:
Hazret-i Seyyid hikâyet eyledi
Oldu râvî vü rivâyet eyledi26 (b. 596)
23 bk. Harun Tolasa, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara, Akçağ, 2001, s. 472 ve 475; Beşir
Ayvazoğlu, Güller Kitabı, İstanbul, Ötüken, 1999, s. 87.
24 Nüshada bu menkıbenin başlığı yazılmıştır ve Farsçadır: Der-beyân-ı nesl-i Bahâeddîn Veled
ez-mâder ve peder. bk. Nizam, a.g.e., c. II, s. 56.
25 Parantez içinde verilen sayılardan ilki eserdeki bölüm, ikincisi menkıbe numarasına işaret etmektedir.
26 Seyyid hazretleri anlattı, ravi oldu ve nakletti.
183
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
Seyyid Burhâneddîn’in, şeyhi Bahâ Veled’den işittiklerini anlattığı menkıbenin
amacı Mevlânâ’nın soyunun yüceliğini ifade etmektir.
2.14. Seyyid ve Mevlânâ’nın birbirleri üzerindeki hakları (3/5): Salâhaddîn
Çelebi’nin naklettiği menkıbede Seyyid ve Mevlânâ arasındaki ilişki anlatılmaktadır.
Seyyid, çocukken Mevlânâ’nın kendisine padişahlık, kendisinin de
ona lalalık ve atabeklik yaptığını ve onu yirmi belki de daha fazla kere omuzunda
gökyüzüne taşıdığını belirtir. Ona göre Mevlânâ’nın yüceliği/önderliği de bundan
kaynaklanmaktadır. Seyyid Mevlânâ’nın kendi üzerindeki hakkının da çok
olduğunu ayrıca ifade eder. Menkıbede Seyyid Burhâneddîn’in bu sözlerini Mevlânâ’nın
da tasdik ettiği görülmektedir. Bu şekilde Mevlânâ’nın tasavvufî kimli-
ğinin oluşmasında önemli etkenlerden birinin Tirmizî olduğunun altı çizilmiştir.
2.15. [Mevlânâ’nın] Şam seferi (3/6): Bahâeddin Veled’in vefatından iki yıl
sonra Mevlânâ ilim tahsili için Şam’a gitmek üzere Seyyid Burhâneddîn ile birlikte
yola çıkar ancak Seyyid Kayseri’de kalır. Bu menkıbede de bu iki ulunun
güneş ve ay imajlarıyla anlatıldığı dikkat çekmektedir:
İki yıldan sonra çü şems ü kamer
Seyyid ile kıldılar Şâm’a sefer27 (b. 636)
Kemâl Ahmed Dede’nin Mevlânâ için ay benzetmesi bu menkıbede de işlevseldir.
Şair kimine göre dört kimine göre yedi yıllık ilim tahsilinden sonra, göğsü
yani gönlü nurla dolu olan Mevlânâ’nın kemale erdiğini, âlim ve bilge bir zat
hâline geldiğini, âdeta bir dolunaya döndüğünü ifade etmektedir:
Tâ ‘ulûm içre o sadrı tolu nûr
Bedr-iken kâmil olur sadr-ı sudûr28 (b. 641)
2.16. [Mevlânâ’nın] Seyyid’in katında halvete girmesi (3/8): Mevlânâ, ilim
tahsilinden sonra Şam’dan Kayseri’ye geldiğinde Seyyid Burhâneddîn ilm-i zahirde
onun babası Bahâ Veled’den çok daha üstün olduğunu görür. İlm-i ledünde
ilerlemesi içinse kendi katında halvete girmesini ister. Böylece Mevlânâ bir ibrik
ve birkaç ekmekle zaman zaman Seyyid tarafından kontrol de edilerek yüz yirmi
gün boyunca çile çıkarır. Seyyid bu süreç sonunda Mevlânâ’nın ilm-i bâtında
da evliyaların parmakla göstereceği bir makama ulaştığını vurgular. Daha sonra
Mevlânâ ile birlikte “bu cihân-ı köhneye tâze cân vermesi” (b. 680), bir başka
deyişle insanlara ders ve vaaz vermesi için Konya’ya giderler.
27 İki yıl (geçtikten) sonra güneş ve ay gibi Seyyid ile (Mevlânâ) Şam’a (doğru) yolculuğa çıktı-
lar. Bu beyitte şair “Şâm” kelimesinin akşam anlamından yola çıkarak söz oyunu da yapmaktadır.
Yine aynı sebepten eserin 638. ve 639. beyitlerinde Mevlânâ “sa‘âdet subhı, subh-ı devlet”
gibi sıfatlarla övülmektedir.
28 O göğsü nurla dolu yüceler yücesi (Mevlânâ) ilimler içerisinde genç iken olgunlaşır (âlim
olur)/dolunay hâline gelir. Beyte anlam verilirken Redhouse’da “bedr” kelimesine ayrıca
“genç, delikanlı” anlamı verilmesinden yola çıkılmıştır.
184 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
Menkıbede Kemâl Ahmed Dede Mevlânâ’nın gelişimini yine ‘ay’ motifi
bağlamında anlatmayı tercih etmiştir. Halvet öncesi “mâh-ı nev” (hilal) (b. 655)
olarak tasvir edilen Mevlânâ, Seyyid’in kontrolü altında geçen çilesi anlatılırken
“mâh-ı çârde-şeb” (ayın on dördü/dolunay) (b. 662) olarak tanımlanır. Mâh-ı nev
tasavvufî eğitime yeni başlayan mübtediler için kullanılan bir tabirdir ve bu durumda
olan kişiler yeni doğmuş bir aya benzetilirler.29 Ayın birinden on dördüne
kadar olan menzilleri seyr ü süluku, dervişin manevî kemal yolculuğunu temsil
eder.30 Mevlânâ da ilm-i ledünü hasıl ettikçe mertebesi yükselmiş ve dolunaya
dönüşmüştür. Böylece bir önceki mekıbede zahirî ilimlerdeki yetkinliği bakımından
dolunaya benzetilen Mevlânâ’nın bâtinî ilimlerde de bu mertebeye eriştiği
vurgulanmıştır. Bu şekilde şair Mevlânâ’nın ilmî ve tasavvufî olgunlaşma sürecini
müritlerine somut ve sanatlı bir şekilde anlatmaktadır.
Seyyid’in Mevlânâ’nın ilmî ve tasavvufî gelişimindeki rolünün anlatıldığı bu
menkıbede daha öncekilerde olduğu gibi bu etkileşimin karşılıklı olduğu görülmektedir.
Mevlânâ’nın halvete girerek ilm-i ledünde ilerlemesini sağlayan Seyyid
Burhâneddîn kendisi gibi “nizâr u zâr u miskîn ü nahîf” (b. 678) bir kulun
buna şahitlik etmesini, bu “devlet”e kendisinin erişebilmesini şükürle karşılar.
2.17. [Salâhaddîn Çelebi’nin] Seyyid-i Sırdân’a ve Mevlânâ’ya mürit olması
(5/3): Menkıbede Salâhaddîn Çelebi’nin Seyyid Burhâneddîn’e ezelde mürit
olduğu, Mevlânâ’nın Seyyid’e mürit olmasından sonra ise hem Seyyid’e hem
Mevlânâ’ya intisap ettiği anlatılmaktadır. Ayrıca Seyyid-i Sırdân’ın “Ben hâlimi
Salâhaddîn’e, kâlimi Mevlânâ’ya verdim.” şeklindeki meşhur sözü nakledilmiş-
tir. Tirmizî’nin anlatıldığı 2. bölümde de kısaca aktarılan bu sözle Seyyid, şeyhi
Bahâ Veled’den kendisine intikal eden mirası talebelerine ne şekilde dağıttığını
anlatmaktadır. Buna göre Mevlânâ pek çok fen ve hâle sahip olduğundan Seyyid
ona kâlini (sözünü) miras bırakmıştır. Menkıbede, bir taraftan şeyhin müritlerinin
eksiklerini görüp onların olgunlaşma sürecindeki etkileri yansıtılırken diğer
taraftan Salâhaddîn ve Mevlânâ’nın, Seyyid’in -ve dolayısıyla Bahâ Veled’inmirasçısı
olduğu vurgulanmaktadır.
2.18. [Salâhaddîn Çelebi’nin] bir müddet ayrı kaldıktan sonra Mevlânâ ile
buluşması (5/4): Seyyid Burhâneddîn’in Konya’dan Kayseriye gidip orada vefat
etmesinin ardından Salâhaddîn Çelebi’nin, köyüne gidip orada evlenmesinin
anlatıldığı menkıbedir. Salâhaddîn bundan sonra bir gün Konya’ya gittiğinde
Mevlânâ’nın vaazına katılır. Seyyid-i Sırdân’dan manalar aktaran Mevlânâ’da
onun hâllerini temaşa eder ve ağlayarak Mevlânâ’nın ayaklarına kapanır.
Mevlânâ bir müddet sohbetinden uzak kalan Salâhaddîn’i yine hemdemi yapar.
Bu menkıbeyle çocukluğunda lalalığını, daha sonraları hocalığını/mürşitliğini
29 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, Rehber, 1997, s. 482.
30 Âmil Çelebioğlu, “Ay (Kültür ve Edebiyat)”, DİA, c. 4, İstanbul, TDV, 1991, s. 189.
185
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
yapan Seyyid-i Sırdân’ın Mevlânâ üzerindeki etkisinin ölümünden sonra da devam
ettiği anlaşılmaktadır.
2.19. Mevlânâ’nın Ârif’te yedi velinin nurunu görmesi (8/5): Mevlânâ,
Sultan Veled’e çocukken torunu Ârif’te müşahede ettiği yedi velinin ismini sayar,
bunlardan biri de Seyyid-i Sırdân’dır. Bu menkıbeyle Ulu Ârif Çelebi’nin
mertebesinin üstünlüğü ve atalarından gelen misyonu devam ettirdiği/ettireceği
vurgulanmak istenmiştir.
186 FSM İlmî Araştırmalar İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 6 (2015) Güz
3. Sonuç
Mevlevîlik tarihi açısından çok önemli bir eseri manzum olarak tercüme
eden Kemâl Ahmed Dede, Mevlânâ ve çevresindekilerin yaşamını müritlerini
eğitmek amacıyla kendi yüzyılına taşımıştır. Bunu yaparken de kaynak metinde
anlatılanların bir kısmını yorumlayarak daha somut şekilde dervişlerine aktarır.
Şairin özellikle Seyyid ile Mevlânâ arasındaki ilişkiyi kendi gözünden/sesinden
yansıttığı görülmektedir. Bu şekilde Seyyid’in Mevlânâ -ve daha sonra Salâhaddîn
ile Ârif Çelebiler- üzerindeki etkisi, bu kişilerin yetişmesindeki rolü üzerinde
durulmuştur. Bunun yanı sıra Seyyid’in nefis terbiyesindeki çetin mücadelesi,
riyazeti dervişlere örnek olması için birkaç menkıbede özellikle gözler önüne serilir.
Seyyid’in sırlara vâkıf olması, bir başka deyişle zahirin altında yatan bâtını
görmesi üzerinde önemle durulan özelliklerindendir. Kemâl Ahmed Dede’nin bu
eseri ayrıca Mevlevî büyüklerinin ve birbirleriyle ilişkilerinin daha sonraki yüzyıllarda
algılanış biçimlerini göstermesi açısından da önemlidir. Gerek Seyyid’in
gerekse başta Mevlânâ olmak üzere tüm Mevlevî büyüklerinin Menâkıbü’l-Â-
rifîn’in diğer çevirileri ve özetlerindeki ele alınış biçiminin ortaya konması, Mevlevîlik
tarihi araştırmalarına büyük katkı sağlayacaktır.
187
Kemâl Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Eserinde
Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî ve Menkıbeleri / Betül Sinan Nizam
Kaynakça
Ahmet Eflaki, Âriflerin Menkıbeleri, tercüme Tahsin Yazıcı, cilt I-II, İstanbul,
MEB, 2001.
Alptekin, Coşkun, “Atabeg”, DİA, cilt 4, İstanbul, TDV, 1991.
Ayvazoğlu, Beşir, Güller Kitabı, İstanbul, Ötüken, 1999.
Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara, Rehber,
1997.
Ceyhan, Semih, “Seyyid Burhâneddin”, DİA, cilt 37, İstanbul, TDV, 2009.
Çelebioğlu, Âmil, “Ay (Kültür ve Edebiyat)”, DİA, cilt 4, İstanbul, TDV,
1991.
Kemâl Ahmed Dede, Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ, Süleymaniye Ktp. Hâlet
Efendi Mülhakı, no: 82.
Nizam, Betül Sinan, Kemâl Ahmed Dede’s Verse Narrative Tercüme-i Menâ-
kıb-ı Mevlânâ (A Verse Version In The Menâkıbü’l-Ârifîn Tradition) = Kemâl
Ahmed Dede’nin Tercüme-i Menâkıb-ı Mevlânâ Adlı Mesnevisi (Menâkıbü’l-Â-
rifîn Silsilesinin Manzum Halkası), cilt I-II, [Cambridge], Harvard Üniversitesi
Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü, 2010.
________, “Menâkıbü’l-Ârifîn ile Manzum Tercümesi Tercüme-i Menâkıb-ı
Mevlânâ’nın Dil, Üslup ve Çeviri Özellikleri Açısından Mukayesesi”, 2. Uluslararası
Türk Dili ve Edebiyatı Sempozyumu (Dil ve Üslup İncelemeleri) 19-21
Ekim 2011 Bildirileri, ed. Vedat Kartalcık, Kamile Çetin, cilt 2, , Isparta, 2012.
________, “Farsîden Türkîye Döndürmek: Menâkıbü’l-Ârifîn’in Türkçe Tercümeleri
ve ‘Sebeb-i Te’lif”leri’”, 2. Uluslararası İran-Türkiye Dil ve Edebiyat
İlişkileri Sempozyumu Bildiri Kitabı (yayımlanacak).
Tolasa, Harun, Ahmet Paşa’nın Şiir Dünyası, Ankara, Akçağ, 2001.

Konular