Allâme Hasan el-Mustafavî, et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm,

Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
4 (2013), ss. 303-311.
Allâme Hasan el-Mustafavî,
et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm,
Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye Yayınları, 2009/1430, 14
cilt.
Âyetullah Hasan b. Muhammed Rahîm et-Tebrîzî el-Mustafavî,
20. Yüzyılda yaşamış İran’lı Şiî müfessirlerden biridir. 6 Haziran
1916 (hicrî 1334) tarihinde Tebriz’de, İran’ın Azerbaycan bölgesin-
304 Necattin Hanay
de doğmuş ve 90 yıl gibi, yaklaşık bir asırlık ömrün ardından 26
Haziran 2005’te (hicrî 1426) Tahran’da vefat etmiştir.
el-Mustafavî’nin pek çok eseri mevcuttur. Farsça, Arapça,
İbrânice, Türkçe ve Fransızca dillerini çok iyi bilmesine rağmen
eserlerini Farsça ve Arapça yazmıştır. Eserlerinden bazıları şunlardır:
Risâle likâillâh, Misbâhu’ş-şerîah, Risâle-i seyr-i sülûk,
Tavdîh ve tekmîl avâmili der ilmi nahv, Risâle marifetullah.
Eserlerinden bir diğeri de Tefsîru Rûşen adlı 16 ciltlik Farisî dille
yazılmış tefsiridir. Başka bir inceleme yazısının konusu olabilecek
söz konusu tefsir, et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm’den
sonra yazılmıştır. Müfessir Rûşen tefsirine, yazma ve yorumlama
ilkeleri çerçevesinde, “Kur’an kelimeleri”, “kelimeler ve hakiki anlam”,
“Kur’an’ın tahrif edilmediğine dair”, “Kıraat farklılıkları”,
“İʿcâzü’l-Kur’an”, “Dirayet tefsiri ve özellikleri”, “Ayet çevirileri”,
“Görüşlerin nakli”, “Hadisler”, “Nâsih-Mensûh”, “MuhkemMüteşâbih”
ve “Nüzûl Sebepleri” şeklinde on iki başlık içeren bir
mukaddime yazmıştır.
Arapçanın zenginliği ve zaman içindeki değişimi dikkate alınarak
insanların, Kur’an kelimelerinin asr-ı saadetteki anlam dünyasını
yakalaması adına garîbü’l-Kur’an, meâni’l-Kur’an, iʿrâbu’lKur’an,
kelimâtü’l-Kur’an vb. türde eserler yazılmıştır. Kelimelerin
yapısını ve hafıza tarihini ortaya koyan bu tip eserlerin önemli bir
halkası ve belki de en kapsamlılarından biri el-Mustafavî’nin etTahkîk
fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm adlı 14 ciltlik çalışmasıdır. İnceleyeceğimiz
bu hacimli eser, müellifin de ifade ettiği üzere Rûşen
tefsirinin mukaddimesi mesabesindedir.
et-Tahkîk, müellifin Arapçadaki yetkinliğini de ortaya koyduğu
iddialı bir yapıttır. Dili Arapça olan çalışma üç baskı yapmıştır.
Yazımına 1973/1393 tarihinde başlayan müellif, eserini
1988/1408’de tamamlamıştır. Her cilt tamamlandığı gibi neşredilmiştir.
Tahran’da 14 cilt ve 4856 sayfa olarak neşredilen eserin,
üçüncü ve son baskısı 2009/1430 senesinde Beyrut’ta Dâru’lKütübi’l-İlmiyye
tarafından yapılmıştır.
et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm 305
Kitap birçok hususiyeti bünyesinde barındırır. Eserin adından
da anlaşıldığı üzere, Kur’an kelimelerinin incelendiği ve etimolojik
tahlillerinin yapıldığı bir kaynaktır. Şöyle ki müellif Kur’an’da ge-
çen hiçbir kelimeyi (isim, fiil, harf) göz ardı etmemiştir. Kelimeler
alfabetik sisteme göre düzenlenmiş ve sıralamada kelimelerin tekil
ve yalın halleri dikkate alınmıştır. Örneğin Kur’an’da bir defa geçen
ْبتَ ر
َاأل kelimesi بتر kök harfleri dikkate alınarak sıraya konulmuştur.
Yine Kur’an’da toplamda on altı defa geçen ؤاد ف ve فئدة
َ
فأد kelimeleri أ
maddesinde incelenmiştir. Fakat Arapçaya diğer dillerden geçmiş
(ʿucme) isimler, İbrâhîm, İshâk, İsrâîl, Eyyûb vb, olduğu gibi alınmıştır.
Peygamber isimlerinden Âdem, Sâlih, Şuayb ve Muhammed
ise Arapça asıllı oldukları için kök harfleri dikkate alınarak sıraya
konulmuş ve açıklanmıştır. Ayrıca Kur’an’da ‘ayn (ع) harfiyle baş-
layan kelimeler fazla olduğu için, müstakil bir cilt ayırmak adına,
ğayn (غ) harfinden sonraya bırakılmıştır. Her cildin sonunda, söz
konusu ciltte yer alan konuların bir fihristinin yer alması da ayrıca
zikre şayandır.
Kelimelerin izahında takip edilen metotta, müellifin mukaddimede
de belirttiği üzere, öncelikli olarak incelenen kelime maddesi
dil, iʿrab, iştikâk, edebiyat kitaplarından ve sözlüklerden, tekrarlardan
da istinkaf edilerek, konunun dışına çıkmadan yorumsuz
verilmektedir. Kelimenin yapısı ve anlamının kaynaklardan alıntı-
landığı bu kısımda kendisinden çokça nakilde bulunulan eserler
remizlerle gösterilmiştir. Örneğin صحا, Cevherî’nin Sıhâh’ının, قم ise
Kâmûsü’l-kitâbi’l-mukaddes’in kısaltması olarak kullanılmıştır. Söz
konusu remizler her cildin sonunda yer alan kaynakçada ayrıca
belirtilmiştir.
Kelimelerin anlamının tespitinde kullanılan başlıca kaynaklar
Ezherî’nin et-Tehzîb’i, Halîl’in el-ʿAyn’ı, İbn Fâris’in el-Mekâyîs’i,
İbn Düreyd’in el-İştikâk ve el-Cemhere’si, Cevherî’nin Sıhâh’ı, Zemahşerî’nin
Esâsu’l-belâğa’sı ve el-Fâik’i, İbn Manzûr’un Lisânu’lArab’ı,
Rağıb’ın el-Müfredât’ı, Feyyûmî’nin el-Misbâh’ı, ʿAskerî’nin
Furûk’u, İbn Kattâʿ’nın Kitâbü’l-efʿâl’ı, Ebü’l-Bekâ el-Kefevî’nin
Külliyyât’ı, Cevâlikî’nin el-Muʿarreb’i, Seʿâlebî’nin Fıkhu’l-luğa’sıdır.
Yine meşhur diğer bütün dilcilerin eserleri, Sibeveyh’in el-Kitâb’ı
306 Necattin Hanay
gibi, ilaveten tefsirler, Farsça ve İbranice sözlükler, Ahd-i Atik ve
Ahd-i Cedîd ve daha birçok kaynağı referans olarak kullanmaktadır.
Müellifin beş dili iyi derecede bilmesi de pek çok kaynağa doğ-
rudan ulaşması anlamına gelmekte ve kelimelerin semantiğini belirlemede
geniş bir perspektif yakalamasına vesile olmaktadır.
Kelimelerle ilgili nakillerin ardından müellif, “İnceleme” (Tahkîk)
başlığı altında kelimelerin hakiki anlamını tespit etmek için mukayese
ve tespitlere girişir. Bir arkeolog hassasiyetiyle kelime ve anlam
işçiliği yapar. İbranice başta olmak üzere zaman zaman kelimelerin
diğer dillerdeki anlamlarını da verir. Kelimelerin diğer bazı
kelimelerle farklılığına işaret eder. Eserde, bazı kaynaklarda oldu-
ğu gibi anlamın delillendirilmesinde hadis-i şerifler kullanılmamış-
tır. Ayrıca aşağıda değineceğimiz üzere iki açıdan sakıncalı görüldüğü
için şiirlerden şahit getirme yoluna da gidilmemiştir. Müellif
mukaddimede, dilin yapısına dair yaptığı açıklama ve verdiği hususiyetleri
her ciltte dikkate alarak kelimeleri inceler. Söz konusu
hususiyetler özetle şu beş maddede toplanmaktadır:
1. Arapçadaki, özellikle de Kur’an’daki hiçbir kelime, bütün
özellikleriyle diğer bir kelimeyle “gerçek manada ayniyet” (hakiki
terâdüf) göstermez. Birbirine denk (müradif) olan her kelime esasında
bir yönüyle de olsa diğerinden ayrılmaktadır. Her kelimenin
kendine özgü ayırıcı özellikleri olup, müradiflerinden ayrı olarak
bir takım nüanslar barındırmaktadır.
2. Ayrıca kelimelerin harfleri ve kalıpları anlamda bir ayrıcalık
ve hususiyet oluşturmaktadır. Biz bu detayı anlamasak da genelde
kelimelerin anlamlarının nevi şahsına münhasırlığı söz konusudur.

3. Sesteş bir kelime (lafzî müştereklik) iki veya daha fazla anlamı
bünyesinde barındırsa da hepsi aynı anda/eşit derecede hakiki
anlamı ifade etmiş olamaz. Biri hakiki diğerleri ise mecaz veya yan
anlamlardır. Kur’an’da böyle bir kelime olduğu iddia edilse bile bu
ya manevî bir ortaklıktır (iştirakî manevi), ya anlam zenginliği/yan
anlam türündendir ya da İbranice, Süryanice gibi veya diğer Arap
et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm 307
kabile dillerinde hakiki anlamda kullanılan ve fakat onlardan alı-
narak oluşan yan anlamın hakikiymiş gibi kabul edilmesidir.
4. Kur’an’daki her kelime bir hikmet ve kendine özgü incelikleri
sebebiyle kullanılmıştır. Dolayısıyla herhangi bir kelimenin yerine
başka bir kelime konulursa ilk mana aynı incelikle elde edilemez.
Bu sebeple anlamın izah edilmesinde kelimeleri serbestçe kullanmak
veya sadece Arap şiirinden şahit getirmekle yetinmek caiz
değildir. Kelimelerin anlamının tespiti için şiirden istişhatta bulunmanın
iki mahzuru vardır. Birincisi, mecazî anlam dillerde var
olan doğal bir olgudur. Şiirler başta olmak üzere, her ifade tarzında
kullanılabilmektedir. Şiirlerde verilen kelimenin hakiki/esas
anlamda değil de mecazî olması oldukça yüksek bir ihtimaldir.
Kur’an’da aslolan ise hakiki anlamdır. Hakiki anlam için mecaz
yüklü bir ifade delil olarak getirilemez. İkincisi ise şiirin kendine
özgü vezin ve kafiyesini tutturmak için kelime seçiminde oldukça
serbest davranılabilmektedir. Bu da şiirde kullanılması gereken
esas kelime yerine vezne veya kafiyeye uygun müradifinin kullanılması
anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Kur’an kelimeleri için
sadece şiirlerden istişhatta bulunmak ya da birebir aynı anlamı
verdiği düşüncesiyle müradiflerini gelişi güzel kullanmak hataya
düşmeye sebep olabilmektedir. Kelimenin anlam dünyasındaki
nüanslar adına buna dikkat edilmelidir.
5. Kur’an’da bir kelimenin mecaz yollu olarak kullanımı hakiki
anlamıyla irtibatlıdır. Herhangi bir sebepten dolayı kullanılan uzak
anlam, öz ve hakiki anlamla alakasını koparmaz. (I/9-10)
Allame el-Mustafavî’ye göre Kur’an’da esas alınması gereken kelimelerin
hakiki anlamlarıdır. Diğer bütün anlamlar asıl anlamla
irtibatlı mecaz ya da yan anlamlardır. Mesela “أتي” (etâ) fiilindeki
esas anlam “doğal bir şekilde ve kolaylıkla gelme”dir. Kelime geçişli
(müteʿaddi) ya da geçişsiz (lâzım), üçlü (mücerred) ya da daha fazla
(mezîd) olsun; mekân ya da zamanla bağlantılı olsun; faili ya da
mefulü somut veya soyut olsun esas anlamla her zaman irtibat
halindedir. Zira asıl olan sözün hakikat anlamıdır. Hakiki anlamın
dışına çıkılması ise arızi bir durum olup ancak geçerli bir delil ile
308 Necattin Hanay
söz konusu olabilmektedir. Bu ise kelimenin varid olduğu konuma,
kalıba, siyak ve sibaka göre değişebilmektedir. (I/32-33)
Müfred ve müştak kelimelerin mana hususiyetlerine her maddede
temas eden müellif, etimolojik ve semantik tahlillerden sonra
söz konusu kelimenin yer aldığı ayetleri Muhammed Fuâd Abdü’lBâkî’nin
el-Mu’cemü’l-müfehres’inden de istifade ederek vermektedir.
İncelenen kelimenin geçtiği ayetin hemen altında, kelimenin
bağlamı da dikkate alınarak kazandığı anlam ve hakiki anlamın
yansıma derecesi verilmektedir. Burada çoğunlukla morfolojik ve
sentakstik tahliller yer almakta ve eser bu yönüyle filolojik tefsir
hüviyeti göstermektedir. Özellikle hurûf-u mukattaʿaların izahında
söz konusu sûrelerin içeriğinden ve birbirleriyle olan münasebetinden;
harflerin muhtemel anlamları ve sesbilim açısından özelliklerinden
söz etmesi sebebiyle çalışmanın tefsîrî veçhesi daha da
belirgin hale gelmektedir.
Burada akla gelen sorulardan biri de müellifin mezhebî tutumunun
esere ne ölçüde yansıdığıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi
el-Mustafavî, âyetullah unvanıyla önde gelen Şia âlimlerinden biridir.
Eserinde bazen Şiî düşünce sistemini yansıtan izah tarzlarına
yönelmektedir. Özellikle mukattaʿa harflerinin izahında mezhebî
fikirlerinin etkilerini net olarak görmemiz mümkündür. Fakat eserin
geneli dikkate alındığında bu türden açıklamalar çok cüz’î
kalmaktadır. Mezhebî yansımaların boyutlarını görmek adına iki
örnekle yetinelim:
Örnek 1:
ْ
ِعل
ْ
ِالَّ هّللا َوال َّرا ِس خو َن فِي ال
يلَه إ
ِ
و
ْ
م تَأ
َو َما يَ ْعلَ
ِ ِه ك ٌّل ِّم ْن ِعنِد َربِّنَا
ا ب
َمنَّ
و َن آ
ِم يَق ول
Âl-i İmrân sûresinin 7. ayetinde geçen وَ نَ خو سِ راَّ ال kelimesinin kök
harfleri olan رسخ maddesindeki açıklamalarına göre el-Mustafavî,
;kelimesinin mübteda kabul edilmesinin caiz olmadığını ال َّرا ِس خو َن َو
kelimenin Allah lafzına atf ve نَ و
ول قَي cümlesinin ise hal cümlesi
olduğunu belirtir. Bu durumda Kur’an’daki müteşabih ayetlerin
tevilini sadece Allah’ın ve ilm-i yakîn mertebelerine ulaşmış ve orada
temekkün etmiş kimselerin bileceğini belirtir. Onlar marifet
et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm 309
denizine dalmış, mukarreblerin içtiği kaynaktan içmiş ve Allah’ın
nuruyla bakan kimselerdir. İnsanlara anlaşılmaz (müteşabih) gelen
konulardaki hakikatleri gördüklerinde, “bu haktır, ona iman
ederiz ve biz de buna şahit olanlarız” derler. Ona göre müteşabih
kelime ve ayetlerin, ilimde rüsuh ve yakîn gerçekleşmeksizin tevil
edilmesi hatadır, felakettir, fitneye düşmedir. Nefsânî ve bâtıl vehimlerle
ameldir. (IV/127-128)
Oysa müteşabih ayetlerin tevilinin yalnızca Allah tarafından bilinebileceğini
söyleyenlere göre, ayetteki vakf yeri Allah lafzındadır.
kelimesi sonraki cümlenin mübtedasıdır. Bu durumda ال َّرا ِس خو َن َو
anlam “onun tevilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde râsih
olanlar da, “ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır” derler.”
şeklinde anlaşılır ki sünnî anlayışa göre bu böyledir.
Müellif, dolayısıyla bazı yerlerde direkt, bazı yerlerde de üstü
kapalı bir şekilde kendisinin Rabbânî marifet ve şuhûd sahibi olduğunu
belirtir. Bu sebeple bâtınî ve işârî yorumlarda bulunduğu
kelimeler de mevcuttur. Mesela Kalem sûresindeki “kalem”in Hz.
Peygamberin varlığı (bedeni) anlamına geldiğini çünkü Allah’ın
rahmet ve ilminin nurunun tecelligâhı olduğunu belirtir. (XII/7)
Örnek 2:
Kur’an’da 29 sûrenin başında toplamda 13 değişik şekilde
hurûf-u mukataalar bulunmaktadır. Mukattaa harfler hakkında
serdedilen görüşler temelde iki grupta toplanmaktadır. Birincisi,
bu harfler Kur’an’ın esrarındandır. Allah bunların ilmini kendine
mahsus kılmıştır ki bu sebeple bu ilme ilm-i mestûr, sırrı mahcûb
denilmektedir. İkincisi de, kelamdan maksat anlamdır. Eğer kelamın
manası olmazsa muhatap için abes olur ki bu da Kur’an’ın
anlaşılma gayesine ters düşmektedir.
el-Mustafavî, söz konusu harflerin Kur’an’da kullanılan remizler
olduğunu, Allah’ın ve elçisinin ancak bunları bileceğini belirtir.
Fakat yine de mukattaa harflerinin kendince mümkün olabilecek
hurûfî ihtimallerine girişir. Dikkatimizi çeken husus, bu harflerin
ebced hesabı sonucunu kerbelâ, imamlar, gaybet-i suğrâ ve gaybeti
kübrâ ile ilişkilendirmesidir. Bununla birlikte farklı yorumlara da
310 Necattin Hanay
yer vermektedir. Ayrıca işaret etmemiz gereken bir diğer mesele de
bizzat kendisinin, ortaya koyduğu bu tür görüşlerin tefsir ya da
te’vil olmadığını, ihtimal ve zevk meselesi olduğunu vurgulaması-
dır. (bk. I/128, 130; II/325)
Mesela Meryem Sûresinin başında yer alan كهيعص ayeti, ona gö-
re beş vecih içermektedir ki söz konusu ihtimaller şöyledir:
1. Ebced hesabıyla harflerin ederi 195’tir. Hicrî yıl ile miladi yıl
arasındaki 13 yıllık sapma farkı 195’ten çıkarılırsa 182 kalır ki bu,
İmam Mûsa b. Câfer’in ömrünün sonuna denk gelir.
2. Her bir harf o sûrede bahsi geçen konulara işaret eder. Örne-
ğin, kef harfi, kiber, kitâb, kelâm, küfr, Zekeriyyâ; he harfi, hibe,
vehn, heyyin, Hârûn, hudâ; ye harfi, Yahyâ; ʿayn harfi, ʿÎsâ, ʿahd,
ʿasâ, ʿazl; sâd ise sabiy, savm, sırât, sıdk, salât, sabr kelime ve
konularına bir göndermedir.
3. Esmâü’l-hüsnâdan bazılarına işarettir. Yâ Kâfî, Yâ Hâdî, Yâ
Veliyy, Yâ ʿÂlim, Yâ Sâdık.
4. Gaybeti suğrânın nihayete erdiği tarihe ve gaybeti kübrâya
işaret vardır.
5. Ayetteki kâf harfi Kerbela’ya, he harfi helâk’e, yâ harfi
Yezîd’e, ʿayn harfi ʿataş (susuzluk)a ve sâd harfi de sabr’a işaret
eder. (X/144-145)
Ezcümle Kur’ânî kelimelerin anlam çerçevesinin belirlenmesinde,
kabule mazhar olmuş pek çok kaynakta yer alan malumatı,
müellifin doğrudan vermesi ve incelemesi eserinden müstefit olmanın
en güzel bahanesidir. Sistematik olması da eseri ayrıca cazip
hale getirmektedir.
Son olarak şu bilgiyi de aktaralım: 2002’de Tahran’da kurulan,
2003’te de Kahire ve Londra’da şubeleri açılan Merkez Neşr Âsâr
el-Allâme el-Mustafavî derneği müellifin eserlerini basma ve neş-
retme gayesiyle kurulmuştur.
et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l-Kerîm 311
Aynı kuruluşa ait http://www.allamehmostafavi.com adresinden
Allâme’nin bütün eserlerine pdf formatında ulaşabilme imkanı
mevcuttur.
Ayrıca bk.
http://www.archive.org/download/atta79i9/atta79i9.zip
Necattin HANAY
Öğr. Gör. RTEÜ İlahiyat Fakültesi, Tefsir

Konular