Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı

Özet: Sadi’nin, erken dönemlerde yaşamış olan bir Doğu düşünürü olarak ortaya
koyduğu ahlak anlayışı, birçok açıdan ele alınmaya değer niteliktedir. Daha çok teolojik
yaptırıma dayalı ve teleolojik olarak da eudaimonizmi öngören bir ahlak öğretisi ortaya
koyan Sadi, bireysel mutluluğun toplumsal hoşgörüye ve siyasal uygulamalara dayandı-
ğının farkındadır. Bu nedenle ahlak öğretisini, hem bireylerin birbirlerine karşı davranış-
larını hem de yönetici-vatandaş ilişkilerini düzenlemek amacıyla ortaya koymuştur.
Anahtar Kelimeler: Sadi, Ahlak, Yönetici, Teleoloji, Teoloji, Altruizm
Analysis of Sadi’s Moral Theory and Management Ethics
Abstract: Sadi is an Eastern thinker of early period. His understanding on ethics is
important in many ways. Sadi’s moral doctrine base on theology and eudaimonism. He
is aware of happiness which is on political practises and social tolarance. Therefore he
writes his moral understanding in order to determine management principles and to regulate
the relationship between people.
Key Words: Sadi, Ethics, Governer, Teleology, Theology, Altruism
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı
*) Doç. Dr., Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı
(e-posta: oelmali@atauni.edu.tr)
Osman ELMALI (*)
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
142 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
Giriş
Bilindiği gibi Sadi (Ebu Abdullah Müşerrifüddin b. Muslih Sadi el- Şirazi 1213?-
1292), doğu kültür ve medeniyetini yansıtan isimlerden birisidir. Yazıları, Doğu kültüründeki
hoşgörüyü, insanlara karşı munis yaklaşımı, adaletli ve ahlaklı olmayı öngörmekte
ve bu anlamda söz konusu kültürü temsil etmektedir. Düşüncelerini, toplum yaşamının
daha düzenli, insanların daha huzurlu hatta mutlu olmasını sağlamak için, gerek insanların
birbirlerine karşı davranışlarını gerekse yönetim- vatandaş ilişkilerini en iyi biçimde
sürdürebilmek amacıyla ileri sürmüş, bunu sağlayabilmek için de öğütlerde bulunmuştur.
Sadi’nin düşünceleri çok keskin bir zekanın ve bir gezgine (Sadi Bağdat, Anadolu, Suriye,
Mısır, Azerbaycan, Hicaz bölgesi, Belh ve Delhi’ye seyahatler yapmış, adı geçen
yerlerde duruma göre belli süreler kalmıştır) yakıştığı biçimde, aynı zamanda tecrübenin
ürünüdür. Düşünür, birçok yeri gezmiş, gezdiği ülkelerdeki toplumsal ilişkilerin nasıl
olduğunu, yönetim biçimlerini ve uygulamalarını görmüş ve bunların, kendi düşüncesi
doğrultusunda olmak üzere, ideal kalıplarını belirlemeye çalışmıştır. O yüzden eserlerinde
insanlar arası ilişkilerdeki yanlışları, yönetimlerdeki yanlış uygulamaları vurgulamış
ve nasıl olması gerektiğini de belirtmiştir.
Özellikle “Bostan” ve “Gülistan” bu konuları ele aldığı en önemli eserlerdir. Bostan
adlı eserini Salgurlu Türk Atabeyler Hanedanı’nın dördüncüsü olan Ebu Bekr bin Sa’d
bin Zengi’ye, Gülistan isimli kitabını ise, onun oğlu veliaht ikinci Sa’d’a ithaf olarak
yazmıştır (Yazıcı, 1993: 36, 37).
Erken dönemlerde, hatta Yeniçağ’da bile bir usul olarak monarka ithafen eserler kaleme
alındığı görülmektedir. Örneğin Yeniçağ’da Machiavelli de ünlü eseri “Prens”i Floransa
monarkı Lorenzo di Medici’ye ithaf etmiştir (Ebenstein, 2003: 166).
Sadi’nin kitapları, Doğu ve Batı dillerinin birçoğuna çevirileri de yapılmış oldukça
tanınmış eserlerdir. Gülistan’ın İngilizceye çevirisini yapan Edward B. Eastwick kitaba
yazdığı önsözde, Gülistan’ın Doğu’da tanınıp okunduğu kadar Batı’da hiçbir kitabın tanı-
nıp okunmadığını, okul çağındaki çocukların ilk okumalarını bile bu kitaptan yaptıklarını
belirtmektedir (Sadi, 1996: önsözden alıntı).
Sadi, yöntem olarak, kitaplarında öğüt vereceği konuyla ilgili önce bir hikaye anlatmakta,
hemen ardından da özlü bir anlatımla öğüdünü vermektedir. Eastwick bu konuyla
ilgili olarak da Sadi’nin gelmiş geçmiş en nükteci ve hazırcevap yazar olduğunu ifade
etmektedir (Sadi, 1996: önsözden alıntı).
Düşünür kitaplarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, her ne kadar, yönetimi altında bulunduğu
yöneticilere minnettarlığını belirtmek için adamışsa da, öğütlerini belli bir yönetici
için yazmamıştır. Onun yöneticisi genel anlamdadır ve bu durum Sadi’nin zaman zaman,
‘falan yerde (İran’da, Turan’da, Irak’ta, Roma’da vb.) bir kral varmış…’ şeklindeki hikaye
başlangıçlarından rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Sadi, eserlerinde yöneticilerle ilgili konuşurken, doğruyu söylemekten çekinmemiş-
tir. Her ne kadar ‘eğer yönetici geceye gündüz diyorsa, evet! İşte ay işte Ülker, diyerek
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 143
onunla zıtlaşmamak gerekir’ dese de fırsat buldukça düşüncelerini söylemekten de geri
durmamıştır. Ancak ona göre bunu yaparken kullanılacak sözcükler iyi seçilmeli ve söz,
yeri gelince söylenmelidir (Sadi, 1946: 36). Bu bakımdan Sadi’nin öğütleri hiç şüphesiz
ahlaki bir içerik taşımaktadır. Onun eserleri ve düşünceleri zaten bu anlamda önemli bir
kıymete sahiptir. Ahlak kurallarının en dikkate değer özelliğinin, insanlar arası ilişkiyi
tanzim ederek toplum yaşamını düzenleme, insanların huzurlu, mutlu bir yaşam sürdürmelerini
sağlama olduğu düşünülürse, Sadi’nin eserlerinin niteliği daha da netleşebilir.
Ayrıca eser “Bostan” (Çiçek Bahçesi) adıyla meşhur olmasına rağmen, bu isim eserin
içinde açıkça ifade edilmemekte, yalnızca bir beyitte başka bir vesile ile geçmektedir.
Ancak dikkat çeken husus, bir nüshada bu eserin adının “Edebname” olduğudur (Sadi,
1988: 431). Edebin, Doğu kültürlerinde üstün ahlakı ifade ettiği göz önüne alınırsa, bu
eserin doğrudan doğruya ahlak kuralları vazeden bir içeriğe sahip olduğu düşünülebilir.
Kaldı ki Sadi’nin “Bostan”da Tanrı’yı andıktan sonra Peygamberi anlatmaya başlarken
ilk vurguladığı özellik, ahlaktır. O, kitabına “ahlakı güzel, adetleri hoş, bütün insanların
peygamberi” diye başlamaktadır (Sadi, 1988: 7). Öte yandan Gülistan’ın bizim kültü-
rümüzdeki etkisi de azımsanmayacak düzeydedir. Eser asırlarca bir ahlak ve ders kitabı
olarak okunmuş, hem edebi özellikleri hem de ahlak, adab-ı muaşeret ve siyasetle ilgili
içerdiği bilgiler nedeniyle benimsenmiştir (Sadi, 1946: 65).
Sadi’nin ahlak öğretisini, ahlak felsefesi kategorizasyonu açısından birkaç noktadan
ele aldıktan sonra, yönetici ahlak anlayışını değerlendireceğiz.
I. Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi
Öncelikle, Sadi’nin ahlak anlayışının, dayandığı temeller açısından teolojik bir özellik
gösterdiğini ifade etmek gerekmektedir. Örneğin Sadi, yöneticinin Tanrı korkusu taşıyan
bir kişi olmakla birlikte, yaptığı ve yapacağı işlerin de dine uygun olması gerektiği kanı-
sındadır. Anlattığı hikayelerin çoğunda bu durum açıkça görülmektedir. Hatta bu konuda
din farkı gözetmediği de söylenebilir. Örneğin Hıristiyan olan Rum hükümdarlarıyla ilgili
hikayelerinin ardından yaptığı nasihatlerinde de yine din olgusunu dikkat çekici bir bi-
çimde öne çıkarmaktadır. Bu konuyla ilgili anlattığı bir hikayede, Rum sultanlardan biri
bir savaşta yenilmiş ve yanındaki bilgine bu durumu üzülerek anlatmıştır. Sadi, bilgin’in
ağzından sultana hitap ederek ‘makamı, tahtı elinden gitmeyen sultan yoktur. Baki olan
yalnızca Yüce Tanrı’nın saltanatıdır. Hiç kimse sonsuza kadar kalıcı değildir. Önemli
olan öbür dünyada Tanrı, bu dünyada yapılanları sorduğunda cevap verebilmektir. Kim,
yönetiminde olanlar için fazlasıyla çalışıp çabalamış, tandır sıcak iken ekmeğini pişirmişse
kurtulacak olan odur’, diyerek Hıristiyan bir yönetici için de aynı şekilde, teolojik
bir ahlak öngörmektedir (Sadi, 1988: 47, 48). Sadi bu konuyla ilgili anlattığı başka bir
hikayede de bir yönetici yanındakilere, artık köşeye çekilme zamanının geldiğini, makamın
saltanatın gelip geçtiğini ve öbür dünyaya yönelik yaşamak ve Tanrı’ya ibadet etmek
istediğini söyler. Ancak yanında bulunan bir ‘bilgin’in, tasavvuf mensubu olmanın ve
ibadetin, köşeye çekilmek olmadığını, yalnızca halka hizmet etmek olduğunu, söylediğini
aktarır. Ayrıca bilgin, yöneticiye, ‘sen yönetim makamında otur, ancak temiz ahlakınla
144 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
derviş ol’, demektedir. Sadi’ye göre, insan olarak arınmak üzere gönlü zengin olan bü-
yükler, eskiden yöneticinin, yönetimin sembolü olarak giydiği kaftanın altına dervişliğin
sembolü olan hırkayı giyenlerdir (Sadi, 1988: 46).
Başka bir hikayesinde ise Sadi, halkına kötü davranan bir yöneticiye, ‘Tanrı’nın sana
düşman olacağı işler yapma. Sen zulmettikçe Tanrı senin düşmanındır’ (Sadi, 1988: 49,
50), demekle yine ahlaki ölçü olarak teolojik olanı kabul etmektedir. O, ‘ne mutlu, mahşer
günü Arş’ın1
altında gölgelenecek olan adil yöneticiye!’ (Sadi, 1988: 54), diyerek yine
yönetici için Tanrısal yaptırıma dayalı teolojik bir ahlak öngörmektedir. Başka bir yerde
aynı şekilde ‘Ey yönetici! Gücünü, kuvvetini, büyüklüğünü Tanrı’dan bil ve O’na minnettar
ol!’ demekte ve gerek bu dünyada gerekse öbür dünyada Tanrısal yaptırımı hatırlatmaktadır.
Sadi, yöneticiye yaptığı diğer bir öğüdünde ise Hz. Muhammed’in bir hadisine
gönderme yaparak, ‘Halkı hardal tanesi kadar bile incitme! Çünkü yönetici çoban, halk
ise sürüdür’ benzetmesini yapmaktadır (Sadi, 1988: 54, 55).
Sadi, bu konuyla ilgili değerlendirmeye alınabilecek bir başka öğüdünde ise, “eğer
saltanatın alt üst olsun istemiyorsan, din kaygısıyla saltanat kaygısını birlikte çek” demektedir
(Sadi, 1988: 85).
Dayandığı temeller açısından teolojik olmakla birlikte, teleolojik açıdan ele alındığında
ise Sadi’nin ahlak anlayışının eudaimonist ve toplumcu olduğu, individüalist yaşam
tarzını asla onaylamadığı görülmektedir. Sadi, bireyleri tek başına değil, geniş bir ailenin
uzuvları olarak ele alır. Çünkü mutlu bir birey ancak düzenli bir toplumun içinde söz
konusu olabilir. Toplum, ancak her türlü organı ile bir bütündür. Yöneticiler, yönetilenler,
fakirler, zenginler, askerler, memurlar, sanatçılar, zanaatkarlar, herkes ama herkes yerli
yerince bir role sahiptir ve olmalıdır. Ona göre herkes ve bütün kurumlar, bireyin mutluluğunu
sağlamakla görevlidir. Sonuçta, herkesten sorumlu olan yönetici de halkının hizmetçisidir.
Hatta dini kurumlar bile halka hizmet etmekten başka bir amaca sahip değildir.
Diğer yandan yazarlar, şairler, edebiyatçılar.. kısaca bütün aydınlar, toplumun önüne
bilgisiyle çıkmış olan bütün insanlar, gerektiğinde, yine edebe, adaba uygun bir biçimde
ama ikiyüzlü olmaksızın ve etkili bir şekilde toplumsal düzene katkı sağlamaya, adaletin
temini için insanlara ve yöneticilere yol göstermeye mecburdur (Sadi, 1988: 5).
Yukarıda ifade edildiği gibi, bütün ahlak öğretisini eudaimonist temele oturtan ve etik
yaptırım olarak da daha çok teolojiyi esas alan Sadi, mutluluğun yalnızca bu dünyayla
sınırlı olmadığı kanısındadır. Sadi’nin üzerinde durduğu mutluluk, sadece insanın maddi
ve formel tarafını kapsamaz. Ona göre asıl mutluluk, bu dünyada sağlandıktan sonra
ölümle sona ermeyen, ölümün ötesinde de devam eden mutluluktur. Yani aynı zamanda
tinsel olanın, manevi olanın mutluluğudur. Mistik olsun olmasın, düşünce tarihinde
birçok filozofun (örneğin, İlkçağ’da Pytagoras, Sokrates, Platon, Ortaçağ filozoflarının
1) Arş, tasavvufa ve erken felsefi anlayışa göre, gökyüzünün sekizinci katıdır. Kuran’ın birçok ayetinde
geçen arş, Tanrı’nın kızıl yakuttan yapılmış tahtı olarak kabul edilmektedir. Yine Kuran’a göre,
kıyamet gününde güneş yakından herkesi bunaltıp kavuracağı zaman, iyi insanlar arşın gölgesinde
bulunacaklar ve ödüllendirileceklerdir. (Sadi, 1988:, 374, 375).
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 145
çoğu, Yeniçağ’da Spinoza, Çağdaş felsefede Foucault vb) kabul ettiği şekilde düşünerek
Sadi ruhun, kafesinden kurtulup yoluna devam ederken yine mutlu kalabilmesini ve insanın
mutluluğu, sonsuzu göz önüne alarak (ebediyete kadar) düşünmesi gerektiğini ifade
etmektedir.
Sadi’nin hem toplum hem de bireyin mutluluğunu sağlamak üzere ileri sürdüğü ahlak
teorisi ise yine felsefe tarihinde birçok filozofun öngördüğü eudaimonist-rasyonalist
çizgidedir. Çünkü ona göre, yönetici, akıllı insanların, akla uygun önerilerine uymak
durumundadır. Ayrıca yapılacak bir işi uzman ve akıllı olan bir bürokrata havale etmek
gerekmektedir (Sadi, 1946: 277).
Belirtildiği gibi, bütün kurgusunu toplumun mutluluğu üzerine yapan Sadi’nin altruist
bir ahlak öngördüğü de anlaşılmaktadır. Bunu sağlayabilmek için, önce bireysel mutluluktan
yola çıkan düşünür, aynı yöntemle bireylerin birbirlerine karşı tutum ve davranışlarını
da düzenlemek üzere, yukarıda belirtilen eudaimonist ahlak anlayışını öngörmektedir.
Buna göre, Sadi’nin üzerinde önemle durduğu konu, insanın tutkularını yenmesidir. Sadi
tutkulara, bütün İslam düşünürleri gibi ‘nefis’ adını verir ve nefisle mücadeleyi esaslı bir
konu olarak ele alır. Ona göre insan tutkularla doludur, eğer kendi hallerine bırakılırlarsa,
tıpkı başıboş atların, sahibini bilinmeyen tehlikelere sürüklediği gibi, insanı meçhule,
mutsuzluğa götürürler. Gerçek insanın, kanaatkar ve filozof ruhlu insanın bütün amacı,
tutkularına hakim olmaktır. İnsana akıl, duyular ve irade bunun için verilmiştir. Böylece,
ancak tutkuların yenilmesiyle, özlenen gerçek mutluluğa ulaşılabilir. Çünkü tutkularına
hakim olan insan, hem kendisi mutluluğa ulaşmış hem de başkalarına zarar vermeyecek
hale gelmiştir (Sadi, 1988: v,vi).
Tutkulara yenilmeyerek mutluluğa ulaşma anlayışı, İlkçağ felsefesinin birçok filozofunda
mevcuttur. Sokrates, Herakleitos, Demokritos, Kynik Okulu, Kyrene Okulu,
Epiküros hep aynı konuyu tartışmışlar ve aynı yöntemi öngörmüşlerdir (Akarsu, 1998:
29-93). İlkçağ filozofları gibi Sadi de tutkuları yenip mutluluğa ulaşmada aklı esas almış,
aklın insana Tanrı tarafından tutkuları yenmek üzere verildiğini ifade etmiştir. Sadi’nin
belki, İlkçağ filozoflarının bazısından ayrıldığı nokta, aklın insanda bulunan bir yeti oldu-
ğunu söylemesine rağmen, bunun Tanrı tarafından verildiğini kabul etmesidir. Daha önce
de belirtildiği gibi, zaten Sadi’nin ahlak sisteminde Tanrı, olmazsa olmaz bir yere sahiptir.
Yani Tanrı insana akıl yetisini vermiş ve onu, yaptırımı yine öbür dünyada olmak üzere,
sorumlu tutmuştur. Buna göre insan hem kendisi mutlu olmak hem de başkalarını mutlu
etmek zorundadır.
Ancak bütün bunlarla birlikte, eğer birey, teolojik yaptırımı dikkate almıyor ve ahlak
kurallarını ihlal ediyorsa, ona başka yaptırımların uygulanması da kaçınılmazdır. Toplum
denilen mahşeri dramın içinde her tür insan bulunabilir. Herkesten aklını kullanması,
Tanrısal veya vicdani yaptırıma uyması beklenemez. Bu durumda ise iyiliklerin mükafatlandırılması
gibi, durdurulamayan kötülüklerin de hiç acıma duymaksızın cezalandı-
rılması gerekmektedir. Çünkü ödülün, hoşgörünün ve affın yanında, ceza da kötülüklerin
önlenmesinde en az bunlar kadar değerlidir (Sadi, 1988: v). Sadi’ye göre bazı insanlar
146 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
yaratılıştan kötüdür ve kötüden de iyi meydana gelmez. Bu nedenle suçluların suçlarının
affı, toplumsal huzuru sağlamak açısından hatadır. Affedilen suçlu yeniden suç işleyecektir.
Ayrıca Sadi’ye göre, kötülere iyilik, aslında iyilere kötülüktür. Bu konuyla ilgili
Gülistan’da anlattığı bir hikayede, yol kesen bir çete çökertilmiş ve çete üyeleri ölüme
mahkum edilmiştir. Ancak içlerinde genç birisi de vardır. Sultan hepsinin öldürülmesini
emrederken vezir sultandan, çocuğun eğitimle iyi bir insan olacağını, kötülüklerden uzaklaşacağını,
dolayısıyla da onu bağışlamasını ister. Sultan vezire itiraz etmekle birlikte
çocuğu bağışlar. Ancak iki yıl sonra tam da vezirin, iyi bir insan, iyi bir toplum bireyi
olduğuna inandığı sırada çocuk, veziri ve iki oğlunu öldürerek, yüklü bir miktar parayı da
alıp dağdaki hırsızların yanına gider. Bunu duyan sultan, ‘Ey bilge, soysuz adam terbiye
ile insan olmaz, kötü demirden iyi bir kılıç yapılmaz’ diyerek bazen kötülüğün doğuştan
olabileceğini kabul etmektedir (Sadi, 1946: 32-34).
Sadi’nin ahlak anlayışıyla ilgili bir noktayı daha kısaca değerlendirmek gerekirse; Machiavelli,
Floransa Kralına ithaf ederek yazdığı, yukarıda adı geçen ünlü eseri “Prens”te,
Krala verdiği bazı öğütlerden dolayı yorumcular tarafından, ‘amacın aracı kutsadığı’nı
söylediği iddiasına maruz kalmıştır. Bu iddia, daha sonraları ‘makyavelizm’ şeklinde kalıplaşmış
ve herhangi bir amaca ulaşmak için ahlaki değerleri dikkate almayanlar için
kullanılmaya başlamıştır. Machiavelli, bireysel anlamda bir ahlaksızlığı öngörmemesine
rağmen, yönetim söz konusu olduğunda, “yöneticinin yerine göre ahlak kurallarına uymamasının,
hile yapmasının ve aldatmasının gerekli olduğunu öne sürmüştür” (Elmalı,
2003: 141).
Sadi’nin de zaman zaman Machivelli’i hatırlatan öğütleri bulunmaktadır. Örneğin bir
öğüdünde, ‘iki zayıf düşmanın ortasında kendini emniyette görmek akıl işi değildir. İkisi
bir araya gelirse, kısa olan elleri uzanır. Sen bunlardan birini hileyle meşgul ederek, diğerinin
hakkından gelmelisin’. ‘Bir düşman seninle sürtüşmeye girerse, önce onun düşmanıyla
dost ol ki onun giydiği gömlek, zindanı olsun. Daha sonra tedbirini al ve düşmanını
imha et’ (Sadi, 1988: 93) demektedir. Bir başka öğüdünde ise ‘canını düşmanın fitnesinden
kurtarabilen, dostlarını bile düşman sayan kimsedir. Bütün halkı yankesici varsayan zeki
adam, kesesindeki inciyi kaptırmaz’ diyerek yine yöneticinin, yönetimle ilgili durumlarda
aşırı şüpheci ve uyanık olmasını öngörmektedir. Yine Sadi, ‘düşmanın ülkesini savaşarak,
kuşatarak aldığın zaman, orayı memleketin zindanında bulunanlara teslim et. Mahpuslar
bir kere dişlerini kana buladılar mı zalimin kanını boğazından emerler. Bir kaleyi düşmanın
elinden koparınca halkını daha rahat yaşat ki düşman savaş kapısını bir daha çalacak
olursa, ahali onun başını ezsin’ şeklindeki öğüdünde, insanların incinmemesi gerektiği ile
ilgili ahlaki ilkesini göz ardı etmiş görünmektedir. Yine, bir yöneticinin fethettiği ülkedeki
insanlara herhangi bir nedenle zarar vermesi durumunda, oradaki insanları artık düşman
sayması gerektiğini belirten Sadi’nin (Sadi, 1988: 95), yönetim söz konusu olduğunda,
diğer insanlar hakkındaki önyargıyı normal karşıladığı anlaşılmaktadır.
Ancak Sadi’nin, yöneticinin özelliklerini saymaya başlarken ilk vurguladığı hususun,
yöneticinin de diğer insanlar gibi, Tanrı’nın yarattığı bir ölümlü ve Tanrı karşısında diğer
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 147
herkesle eşit olduğu, kullandığı siyasi erkin ise tamamen insanlara hizmet amaçlı olması
gerektiği (Sadi, 1988: 19) şeklindeki düşüncelerini tekrar vurgulamakta yarar bulunmaktadır.
Onun, yönetim söz konusu olduğunda, yöneticiyi zaman zaman ahlak kurallarından
muaf tutuyor görünmesi, tamamıyla diğer insanların mutluluğunu sağlamak için alınması
gereken tedbir gibi düşünülebilir.
II. Sadi’de Yönetici Ahlakı
Öncelikle Sadi’nin öngördüğü yönetim biçiminin monarşi olduğunu belirtmek gerekmektedir.
O, bütün öğütlerini, monarşik idarenin başında olan monarka yönelik olarak
vermektedir. Bazen daha alt yöneticileri de işaret etmesine rağmen, onun yöneticiden
kastettiği genellikle monarktır.
Düşünür, genel ahlak teorisinde olduğu gibi, yalnızca yönetici ahlakı söz konusu olduğunda
da yine teolojik ahlak anlayışını benimsemiştir. Çünkü ona göre yöneticide olması
gereken özelliklerden biri, doğrudan teolojik yaptırımı dikkate almasıdır. Sadi, ‘ey
hükümdar, Tanrı’ya kul ol ve O’nun önünde eğil. Doğruların gittiği yol budur. Tanrı’ya
kulluk yaparken hükümdarlık elbiseni giyme, tacını çıkar. Yüce Tanrı’nın karşısında, zenginin
karşısındaki fakir gibi dur. Tanrı karşısında kul olduğunu bilen, kullar karşısında
ne güzel bir efendidir’, demektedir. Ona göre, ülkeyi yöneten kimse eğer Tanrı’nın buyruğundan
ayrılmazsa, Tanrı da onun gözeticisi ve yardımcısı olur (Sadi, 1988: 19, 20).
Anlaşılacağı gibi Sadi’nin öngördüğü temel husus, kendisinin de açıkça ifade ettiği, Tanrı
korkusudur. O, “sen kibirli yiğitlerden değil, kendisinde Tanrı korkusu olmayanlardan
kork” (Sadi, 1988: 21) demekte ve yöneticinin en önemli özelliklerinden biri olarak bunu
görmektedir.
Sadi’ye göre yönetici bulunduğu makamın ebedi olmadığını bilmeli ve kimseye haksızlık
etmemelidir. Ulu Tanrı’nın saltanatından başka ne kadar makam ve saltanat varsa
hepsi yok olmuştur/olacaktır (Sadi, 1988: 68).
Sadi, bu tür konularda tasavvufi bir perspektifle, derviş gibi düşünmektedir. Yöneticiye
yaptığı tavsiye ve nasihatler, daha çok tasavvuf ahlakı doğrultusundadır. Yine sultanla
ilgili bir hikayesinde, yalnızca makamların değil onların somut göstergelerinin de bir
anlamı olmadığını ifade etmektedir. Sultanla gezgin bir bilgin’in konuşmasında, sultan
bilgin’e, ‘bu kadar yer gezdin, benim kalem gibi sağlam bir kale gördün mü? diye sorar.
Bilgin, ‘evet, çok güzel bir kale ancak sağlam olduğunu sanmam. Çünkü senden önce ne
kadar büyük sultanlar bu kaleye sahip oldular. Hepsi de bırakıp gitti. Sen de bir gün bu kaleden
ayrılacaksın. Senden sonrakiler gelecek ama onlar da ayrılacak. Akıllı insanın gö-
zünde böyle şeylerin hiçbir değeri yoktur. Kalıcı olan, Tanrı’nın huzurunda işe yarayacak
olan yapacağın iyiliklerdir. O yüzden sorumlu olduğun insanlara senden sonra başkasının
makamı olacak bu makam için haksızlık ve kötülük etme, mümkünse iyilikte bulun’ der.
Çünkü bu dünyanın saltanatı, mezarın başına kadardır. Ancak Sadi, yöneticinin Tanrı korkusu
olan biri olması kaydıyla makamının öldükten sonra da süreceğini ve asıl makamın
ölümden sonraki makam (cennet) olacağını ifade etmektedir (Sadi, 1988: 69-72).
148 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
Bir diğer yönetici özelliği ise, yöneticinin kendi rahatını ve huzurunu değil, halkın taleplerini
dikkate alan ve onların huzurunu düşünen bir anlayışa sahip olması gerektiğidir.
Ona göre akıllı bir yönetici bunu yapmak zorundadır. Çünkü yönetici, halk sayesinde o
makamda bulunmaktadır. Halk kök, yönetici ağaç gibidir. Halkını inciten yönetici, kendi
elleriyle kendi kökünü kazmış olur. Kendine ümit bağlayanları iyi niyetle, anlayışla kar-
şılamayan bir yöneticinin yönettiği ülkede, rahat yüzü görmek mümkün değildir. Sadi,
vatandaşların eğer mümkünse, kendilerini orada kalmaya iten zorunlu bir neden yoksa,
böyle bir yönetim altında bulunmamalarını ve oradan ayrılmalarını tavsiye etmektedir.
Çünkü halkının, yöneticisinden memnun olmadığı bir ülkede ona göre, huzur olamaz
(Sadi, 1988: 21).
Sadi, yöneticinin yapacağı atamalar konusunda da dikkatli olmasını öğütlemektedir.
Atanacak olanlar, yumuşak kalpli, söz dinleyen, yaratılışı temiz, isyankar ruhlu olmayan
insanlar olmalıdır. Ona göre şeytanın Tanrı’ya asla itaat etmeyeceği gibi, ‘mayası bozuk
olandan da iyilik gelmez’. Sadi yöneticiye hitapla, “kötü düşünceliye mevki ve fırsat
verme! Düşmanın kuyuda, dev’in şişede olması daha hayırlıdır” (Sadi, 1988: 140, 141)
demektedir. Sadi’ye göre bir yönetici, halka kötülük eden bir bürokratı hemen görevden
almalı ve şiddetle cezalandırmalıdır. Sadi bu konuyla ilgili olarak bir vergi memurunun
halka yaptığı kötülükleri anlatır. Hikayeye göre, hükümdarın hazinesini doldurmak için
bile olsa, sultan bu vergi memurunu affetmez ve cezalandırır (Sadi, 1946: 60, 61; Sadi,
1988: 22). Devlet için kanun çıkaranlar ise daha dikkatli izlenmelidir. Çünkü insanların
mağduriyetine neden olacak kötü kanunlar çıkaranların sorumlusu yöneticidir. Sadi burada
yine teolojik yaptırımları öne çıkararak, kötü kanunlar yüzünden yöneticinin öbür dünyada
ceza göreceğini ifade etmektedir. Bu konuyla ilgili başka bir öğüdünde ise, bürokrat
olarak Tanrı’dan korkan kimseleri tayin et. Bu tür yöneticiler hem memleketi imar eder,
hem de günahtan çekinir. Senin faydanı, halkın incinmesinde arayan kişi, senin kötülüğü-
nü düşünüyor ve halkın kanını içiyor demektir. İyiliği besleyen, kötülük görmez. Zulmü
seven mülki amire tahammül etme. Kurt, koyunları yemeden önce engellenmelidir (Sadi,
1988: 22, 23), diyerek atanacak insanların dikkatle seçilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Sadi’nin bu konudaki başka bir önerisi ise büyük işlerin yeni yetişen tecrübesiz bürokratlara
verilmemesi noktasındadır. Ona göre önemli işler, tecrübeli olanlara verilmelidir
(Sadi, 1988: 90).
Sadi’ye göre bir başka yönetim ilkesi ise, yöneticinin yönettiği insanlara değer vermesidir.
Yönetici, insanları kalabalıklar içinde, kişiliklerinden soyutlanmış herhangi bir
nesne gibi görmemelidir. Sadi’nin bu konuyla ilgili anlattığı öykü oldukça çarpıcıdır.
Sultan bir gün ava çıkar. Bu sırada kendine doğru gelen birini görür. Okunu, yayını hazırlar
ve bekler. Tam o esnada gelen kişi ‘Aman Hükümdarım! Ben sizin atlarınızı koruyan
çobanım, düşman değilim’ der. Sultan, ‘seni melekler korudu, az daha ölecektin’ diye
karşılık verince çoban, ‘büyük kalarak yaşamanın şartı, her küçüğün kim olduğunu bilmektir.
Beni kaç kere huzuruna çağırmış, sürüyü, otlağı sormuştun. Ben de buna güvenerek
hiçbir çekince duymadan sizin yanınıza gelmeme rağmen siz beni tanımadınız. Oysa
ben bir atı, yüz bin atın içinde bile tanırım. Benim çobanlığım, aklımla yaptığım bir iştir.
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 149
Siz de sürünüzü2
böyle yönetmeli ve korumalısınız. Bir sultanın tedbiri, çobanınkinden
az olmamalıdır’ (Sadi, 1988: 41,42), diyerek, yöneticiyi bu konuda duyarlı olmaya davet
etmektedir.
Sadi, belirtildiği gibi, genelin mutluluğunu her şeyden üstün tutmakta ve bir başka
yönetim ilkesi olarak, devletin varlığını sürdürebilmesi için ekonomik varlığını yönetilenlere
harcaması gerektiğini düşünmektedir. Akıllı yönetici insanları küçük görmez ve
onları kendi aleyhine çevirmez. Çünkü bir kıl, oldukça zayıf olmasına rağmen binlerce
kıl bir araya geldiğinde zincirden daha sağlam olur. Ulu dağlar, küçük taşlardan meydana
gelmişlerdir. Devlet, bütün ekonomik yapısını, insanların gönlünü hoş tutmak için oluş-
turmalıdır. Çünkü insan varlığı, para varlığından daha değerlidir. Ona göre hazinenin boş
olması halkın ıstırap çekmesine tercih edilmelidir (Sadi, 1988: 50).
Sadi, mevcut devlet imkanlarının halka harcanmayarak, yöneticilerin yalnızca kendilerini
düşünmelerini, yıkıma neden olacak büyük kötülük olarak gördüğü gibi, verginin
fazlasını da kötülük olarak kabul etmektedir. İyi yönetici insanları bunaltmamak için
vergiyi artırmaz. Sadi, bu konuyla ilgili anlattığı hikayede, bir sultanın ülkesini, oğulları
kendisinden sonra kan dökmesin diye ikiye böldüğünü, ölümünden sonra oğullarından
birinin halkına adaletle muamele ettiğini, hiç kimseyi incitmediğini ve karşısına almadı-
ğını bilgili, bilgisiz herkesin onun yanında yer aldığını ifade eder. Bunun sonucunda da
devletin büyüdükçe büyüdüğünü ve insanların gönenç içinde yaşadığını belirtir. Sultanın
diğer oğlu ise büyümeyi, sadece kendisinin büyük olması olarak algılamış, bu yüzden de
köylünün, tüccarın vergilerini artırmıştır. Ancak sonuç olarak köylü, ekonomik olarak
zayıflayarak ekip biçemez hale gelmiş, ticaretle uğraşanlar ise ülkeyi terk etmiştir. Sonunda
ülke zayıflayarak düşmana teslim olmuştur. Çünkü Sadi’ye göre zulümle yapılmak
istenen, aslında adaletle mümkündür (Sadi, 1988: 56, 57).
Sadi yine devletin varlığını sürdürebilmesi için, ülkeyi savunan kolluk kuvvetlerinin
ekonomik açıdan rahat olmaları gerektiğini düşünmektedir. Asker ekonomik bakımdan
sıkıntı içinde olmaz ve rahat olursa işini iyi yapabilir (Sadi, 1988: 90). Ona göre kolluk
kuvvetleri (o dönemde, askeri birlikler hem iç asayişi hem de dış güvenliği sağladığı için,
bunları genel olarak kolluk kuvveti diye betimleyebiliriz.) olmaksızın iktidar, muktedir
değildir (Sadi, 1946: 37).
Sadi’ye göre, kolluk kuvvetleriyle birlikte kollanarak geliştirilmelerine özen gösterilmesi
gereken bir grup da bilim insanlarıdır. Çünkü bir devletin varlığını sürdürmesinde
ona göre bilim, güvenlik ile eşittir. Ona göre, eğlence sektörünü bu iki sınıfın önüne ge-
çirmiş yöneticilerin devletleri yok olup gitmiştir (Sadi, 1988: 92).
Sadi vatandaşın, yöneticinin olumsuz işleri karşısında birebir hak aramak konumunda
olmadığını, yöneticinin kötülüğü karşısında ise mazlum olduğunu kabul eder. Mazluma
2) ‘Vatandaşlarınızı’ anlamındaki bu kelime ile Sadi, daha önce de ifade edildiği gibi, Hz. Muhammed’in
bir hadisine gönderme yapmaktadır. Bilindiği gibi, Hz. Muhammed özellikle yöneticilere hitaben,
‘hepiniz çobansınız, hepiniz sorumlusunuz’ şeklinde bir ikazda bulunmaktadır. (Bk. Canan, 6/420).
150 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
yapılan ise zalimin yanına kalmaz. Sadi, zaman zaman yine teolojik bir temellendirmeyle,
zalim yöneticinin yaptıklarının bir karşılığı olacağını ifade eder. Ancak bu karşılık bazen,
haksızlığa uğramış olan yönetilenin öbür dünyada mükafat görmesiyle olur. Aynı zamanda
haksızlık yapan yönetici de kıyamete kadar yaptığı haksızlığın yüküyle kalır. Diğer
yandan ona göre haksızlığa uğramak, haksızlık etmekten iyidir. Bununla birlikte, halkına
haksızlık ve zulmeden bir yönetici, yaptığının karşılığını bu dünyada da görür. Elbette her
türlü yetkiyi elinde bulunduran bir yöneticiye, emri altındakilerin yapacağı bir şey yoktur.
Ancak büyük olandan daha büyüğü, güçlü olandan daha güçlüsü mutlaka vardır ve bu güç
piramidinin tepesinde Tanrı bulunur (Sadi, 1988: 62-66). Her konuda teolojiyi referans
alan ve bu anlamdaki yaptırımı öne çıkaran Sadi bütün bunlarla birlikte, kötü yönetim
hakkında, İslam Dini’nin şiddetle yasakladığı ve ahlaki olarak da kötü kabul edilen bazı
eylemlere izin verilebileceğini savunmaktadır. Ona göre, üç grup insanın aleyhinde konu-
şulabilir. Bunlar arsız ve ahlaksız insan, sahtekar satıcı ya da tüccar ve kötü yöneticidir.
Buna göre kötülükle anılmayı hak eden yöneticinin aleyhinde konuşulabilir (Sadi, 1988:
266). Anlaşıldığı kadarıyla Sadi, kötü yönetim hakkında aleyhte propagandayı, yönetilenler
için bir hak saymaktadır. Bununla amaçlanan ise olsa olsa yönetimin yıpratılması
olabilir. Böylece halk ona göre, adaletten ayrılan yöneticinin kötülüklerini dillere destan
eder. Kılıç kullanan bir yiğit, elinden bir şey gelmeyen bir yaşlının dedikodusu kadar
yıkım yapamaz. Kimsesiz yaşlı bir kadının tutuşturduğu bir mumla, bütün bir şehrin yandığı
çok görülmüştür (Sadi, 1988: 22).
Sadi’ye göre, diğer bir yönetim ilkesi de yöneticinin kendisine hatalarını söyleyen
insanlara karşı hoşgörülü olmasıdır. Çünkü iyi yönetim hataların, yanlışların bilinmesiyle
mümkün olur. Ona göre, acı ilaç içmesi gereken insana bal vermenin kötülük olması
gibi, yolunu kaybeden birine, ‘doğru yoldasın’ demek de kötülüktür, zulümdür. Kendisine
kusuru söylenmeyen insan, farkında olmadığından kusurunu, hatasını hüner zanneder.
Ancak yöneticinin de yanlışlarının kendisine söylenmesine tepki göstermemesi gerekir.
Bu, yöneticinin sahip olması gereken bir ahlaki özelliktir (Sadi, 1988: 78-81). Öte yandan
Sadi’ye göre yöneticinin yanında, yöneticiye sözü geçen insanlar, görevli ve yetkililer de
her zaman iyiliğe yönelik şeyler söylemeli, küçük bireysel hatalardan dolayı, hak etmiş
olsa bile kimsenin zarar görmesine neden olacak biçimde yöneticiyi yönlendirmemelidirler.
Yönetici ise, çevresindeki insanların söylediklerinden iyiliğe yönelik olanlarını dikkate
almalı, kötülüğe yönelik konuşanları susturmalıdır. Çünkü ona göre iyilik için söylenen
yalan, kargaşa çıkaran doğrudan iyidir (Krş, Sadi, 2007: 40; Sadi, 1946: 24, 25).
Sadi’ye göre ancak kızgınlığına hakim ve hoşgörülü olabilen yönetici büyük olmayı
hak eder. İnsanların yaptığı küçük hataları affedemeyen, tahammülden yana boş, fakat
gururla dolu olan bir insana yöneticilik yakışmaz. Yönetici kızgınlık anında aklının, duygularına
yenilmesine izin vermeyecek bir konumdadır. Ona göre öfke, pusudan askerlerine
saldırı emri verdiği zaman, ortada ne insaf ne takva ne de din kalır. Sadi, ortaya koyduğu
genel ahlak sistemine uygun olarak, bu durumda da teolojik yaptırımı esas almakta
ve öfkesine yenilerek haksızlık yapan veya haklı olsa bile zulmeden yöneticiye, melekleri
bile ürküten şeytan nitelemesi yapmaktadır (Sadi, 1988: 37). Ancak burada belirtilmesi
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 151
gereken husus, Sadi’nin, yöneticinin kendine karşı yapılmış bireysel hataları affetmesini
öngördüğüdür. Örneğin yönetici, kendine yapılan bir hakaret karşısında bağışlayıcı olmalıdır.
Vatandaşın bir şekilde canı yanmış olabilir. Bu durumda vatandaş elbette sıkıntısını
dile getirecek özgürlüğe sahip olmalı, yöneten de kendine düşeni yaparak, olup biteni
kişiselleştirmeden, eğer gerçekten varsa sıkıntıyı gidermelidir (Sadi, 1988: 129).
Öte yandan ona göre, eğer hukukun öngördüğü doğrultuda mutlaka cezalandırılması
gereken bir durum söz konusuysa, yönetici suçun bireysel olduğunu göz önünde bulundurmalı,
bireyin yakınları asla zarar görmemelidir. Çünkü bir kimsenin, başkasının işlediği
suçun cezasını çekmemesi, genel insanlık ilkesidir. Hatta Sadi, masumiyet durumunun
söz konusu olabilme ihtimalini bile değerlendirmekte ve yöneticinin cezalandırmada
dikkatli davranması bir yana, suçlu bulunarak hapishanede cezasını çeken insanların durumlarının
zaman zaman yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Çünkü
hapishanede olanlar arasında, yanlışlıkla orada bulunan masum insanların olması muhtemeldir.
Buna göre en küçük bir masumiyet karinesi bile göz önüne alınmalı ve insanların
bu şekilde haksızlığa uğramaları engellenmelidir (Sadi, 1988: 38).
Sadi’ye göre yönetici kötü uygulamaları sürekli hale getirip, ilkeleştirmemelidir. Böyle
bir durum oluşturan yöneticiye Sadi’nin ahlaki yaptırımı hem sosyal hem de yine teolojiktir.
Bir yandan kötü uygulamaları teamül haline getiren yöneticiye insanların lanet
okuyacağını, diğer yandan da bu dünyanın ve makamların ebedi olmadığını ve yöneticinin
öbür dünyada mutlaka karşılık göreceğini ifade etmektedir (Sadi, 1988: 82, 83).
Yani yönetici kötülüğün değil iyiliğin yayılmasına uğraşmalı ve uygulamalarını bu yönde
yapmalıdır. Sadi bu konuyla ilgili anlattığı bir hikayede, sultanın tuz almak için bir kölesini
gönderirken ona şunu söylediğini nakleder: “Tuzu para ile al ki parasız almak, adet
haline gelmesin. Çünkü dünyada zulmün temeli aslında küçücük bir şeydir. Ancak her
sonra gelen onu çoğalttığı için bu hale gelmiştir.” (Sadi, 1946: 59). Çünkü Sadi’ye göre
eğer üst düzey yönetici vatandaşa haksızlık yapmakta bir mahzur görmezse, alt düzey
yöneticilerin, bürokratların haksızlığını durdurmak mümkün olmaz. Ona göre eğer sultan
halktan birinin bahçesinden karşılığını vermeden bir elma yerse, diğer yöneticiler ağacı
kökünden sökerler. Sultan beş yumurtayı almakta mahzur görmezse, bürokratlar halkın
bin tavuğunu pişirip yemekten çekinmezler (Sadi, 1946: 59, 60).
Öte yandan Sadi’ye göre yönetici, yalnızca kendi ülkesinin vatandaşlarının mal varlı-
ğını korumakla kalmamalı, ülke vatandaşı olmayan insanların mal varlığına da el uzatmamalıdır.
Yukarıda belirtildiği gibi, böyle bir uygulamanın diğer yöneticilerin kontrolsüz
davranmasına neden olacağını düşünen Sadi, ayrıca olayı mistik bir bakış açısıyla da
değerlendirerek, bunu yapan yöneticinin, küçük yavruların ‘ah’ından kurtulamayacağını
söylemektedir. Ona göre özgür ruhlu üstün insan, yokluktan, açlıktan ölme pahasına, bir
zavallının malıyla karnını doyurmaz (Sadi, 1988: 38).
Yöneticiyle ilgili belirlediği bir başka ahlak ilkesinde ise Sadi, alınan vergilerle yalnızca
halka hizmet edilebileceğini belirtmektedir. Yönetici, kendine de devlet adamlarına
da lüks sayılabilecek hiçbir harcama yapmamalıdır. Anlattığı bir hikayede, her iki yüzü de
152 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
basit kumaştan yapılma bir kaftan giyen sultana yanındakilerden birisi ‘efendim, kaliteli
ipeklerden bir kaftan diktirsen olmaz mı?’ diye sormuş. Padişah, ben yalnızca vücudumu
örtmek için giyinmekteyim. Benim de ihtiraslarım, arzularım var ama devlete toplanan
vergi, benim için değil halk içindir. Bu yüzden hazine benim özel malım değildir. Eğer bir
yönetici halktan aldıklarını halkın hizmetinde kullanmaz, kendine ve yandaşlarına harcarsa
insanların memnuniyetsizliği söz konusu olur. Halkı kendinden memnun olmayan bir
yönetici ise varlığını sürdüremez. Dolayısıyla yönetici vatandaşını hem kendi koruyacak
hem de başka ülkelerin onları sömürmesine izin vermeyecektir. Çünkü ‘eşeğini düşman,
vergisini de yöneticinin aldığı bir halkın yaşadığı ülke payidar olamaz’ (Sadi, 1988: 39).
Yönetici yalnızca halkına haksızlık etmemekle kalmamalı, halkın her türlü sıkıntısından
haberdar olmalı ve varsa problemleri çözmelidir. O, bir hikayesinde yöneticiyi Halife
Ömer’le kıyaslamaktadır. Ona göre yönetici, insanlar uyurken, Halife Ömer gibi, uyumadan
onların problemlerini tespit etmeli ve bu sıkıntıları gidermelidir (Sadi, 1988: 199).
Sadi, bunu yaparken yöneticinin fedakarca davranmasının ve bu fedakarlığın da sınırının
olmaması gerektiği kanaatindedir. Onun, yöneticiye nasihat için anlattığı bir hikayeye
göre, Ömer bin Abdulaziz’in yüzüğünün kaşında, paha biçilemeyen bir taş varmış. Her
nasılsa yılın birinde ciddi bir kıtlık olmuş ve halkın dolunayı andıran yüzü hilale dönmüş.
Halkın acı içinde olduğu bir zamanda rahat yaşamayı kendine yakıştıramayan Abdulaziz,
yüzüğü satarak elde ettiği parayı halktan ihtiyaç sahibi olanlara dağıtmış. Anlaşılacağı
gibi, büyük olasılıkla bu gerçekleşmiş bir olay değildir. Ancak Sadi, kendi rahatını
düşünerek sabahlara kadar uyuyan yöneticinin ülkesindeki halkın rahat uyuyamadığını,
sadece halkı için kendi rahatını önemsemeyen ve uykusuz geceler geçiren yöneticinin
ülkesindeki insanların rahat uyuyacağını düşünmekte ve bunu teyit için de bu hikayeyi
anlatmaktadır (Sadi, 1988: 44).
Sadi’nin yöneticiyle ilgili ahlak ilkelerinden biri de devlet sırrı konusundadır. Ona
göre devlet sırrı, devletin bekası ve halkın geleceği için oldukça önemlidir. Bu yüzden
yönetici, devlet sırrını hiçbir şekilde kimseye söylememelidir. Hatta devlet sırrını açığa
vuran görevli ölümle bile cezalandırılabilir (Sadi, 1946: 187).
Düşünüre göre yöneticinin zafiyet gösteremeyeceği bir başka konu da dikkate alınmayacak
kadar küçük olsa bile, isyan durumudur. Sadi’ye göre ülkede ortaya çıkan bir isyan
veya halkın huzurunu kaçıracak başka bir olumsuzluk, derhal bastırılmalı ve kökü kazınmalıdır.
Sadi, bir yöneticinin bu basirete sahip olması gerektiğini ve eğer gerekirse de bu
konuda diğer ülkelerle işbirliği yapılabileceğini düşünmektedir. Çünkü yeni kök salmış
bir ağacın, insan gücüyle sökülmesi mümkündür. Ama bir süre öylece bırakılırsa, atlı
arabayla bile sökmek imkansız hale gelir. Pınarın başını kürekle kapamak mümkündür.
Ancak su çoğalırsa oradan fil bile geçemez (Krş, Sadi, 2007: 45; Sadi, 1946: 29, 30).
Sadi, savaşacak insanların yetişme biçimine de oldukça önem vermektedir. Çok nazlı
büyütülen ve hiçbir zorluk görmemiş olan insanların savaş sırasında korkacağını, bineğe
bile iki kişinin yardımıyla binebilen şımartılmış kimseyi düşmanın çok rahat yeneceğini
düşünür. Bu tür insanların basit insanlar olduklarını düşünen Sadi, çocukları eğitirken bu
duruma dikkat edilmesini ima etmektedir. Çünkü savaş meydanından kaçanlar, Sadi’ye
Sadi’nin Ahlak Teorisinin Analizi ve Yönetim Ahlakı 153
göre ahlaksız insanlardan bile aşağı durumdadır. Yani bu tür insanlar en düşük seviyede
ahlaka bile sahip değillerdir (Sadi, 1988: 91).
Öte yandan Sadi’nin, vatandaşların savaşa hazır olmaları gerektiğini söylemesi, onun
savaştan yana olduğu gibi bir sonuca götürmemelidir. Çünkü ona göre savaş yalnızca
savunma için yapılabilir. Savaşa hazır olmak, herhangi bir saldırı karşısında hazırlıklı
olmak anlamına gelmektedir. Ona göre bir yönetici askeri, ekonomik, siyasi ve diğer
bakımlardan güçlü olsa bile herhangi bir tehdit söz konusu değilse, düşman ülkelere
saldırmamalıdır. Çünkü düşman yöneticiler, belki kendilerini koruyacak bir yere sığı-
nıp, kurtulabilirler. Bu durumda, olan masum halka, suçsuz insanlara olur (Sadi, 1988:
38). Oysa Sadi, sebep yokken insanın, düşmanını bile incitmesinden yana değildir. Hatta
haksız yere saldırmış ve savaşta yenilmiş olan düşmanın dahi öldürülmemesi gerektiği
kanaatindedir. Burada da Sadi, yine teolojik yaptırımı işletmekte ve aksini yapan yö-
neticinin, yaptığı işin hesabını Tanrı’ya vereceğini söylemektedir (Sadi, 1988: 40, 41).
Savaş sırasında hayatta kalan düşman askerleri ise ona göre, esir statüsündedir. Bunların,
yukarıda belirtildiği üzere, öldürülmeleri söz konusu olmadığı gibi, ayrıca kendilerine iyi
davranılmalıdır. Burada Sadi, fedakarlık ahlakının önemli yol göstericilerinden biri olan
‘kendini, ötekinin yerine koyma’ (empati) ilkesi gereğince, bir gün aynı şeyin, yani esaret
durumunun, insanın kendi başına gelebileceğini düşünmesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Diğer yandan her türlü tedbirin savaştan üstün olduğunu düşünen Sadi, üst düzey
görevde bulunan bir düşmanın iltica etmesi durumunda da yine yöneticinin bunu de-
ğerlendirmesi ve ona iyi davranması gerektiğini söylemektedir. Bunu yaparken yönetici
hem başkalarına iyi davranma ilkesine uymuş olacak hem de halkının çıkarını korumuş
olacaktır. Çünkü on tane düşmanın gönlünü almak, yüz kere gece baskını yapmaktan
daha iyidir (Sadi, 1988: 94). Sadi, sonraları düşünce derinliğine sahip insanların çok-
ça dillendirdiği, ‘barış içinde yaşamak’ isteğini açıkça da dile getirmekte, yöneticiye bu
anlamda bir sosyal ahlak yükümlülüğü hatırlatması yapmaktadır. O, devlet yöneticisine
yaptığı tavsiyede, ‘eğer bir iş barış yoluyla çözülecekse, barış her zaman savaştan iyidir.’
‘Fil kadar kuvvetli olsan, pençelerin aslan kadar güçlü olsa bile, barış her zaman savaştan
üstündür. Silaha sarılmak, daha önce de ifade edildiği gibi, ancak diplomasinin tamamen
bittiği yerde mümkün olabilir.’ Öte yandan Sadi’nin yöneticiye yüklediği bir sosyal ahlak
sorumluluğu da güç dengesizliği bulunan durumlarda, savaş çığırtkanlığı yaparak halkını
tehlikeye atmaması, kendi gururu yüzünden insanların zarar görmesine izin vermemesidir
(Sadi, 1988: 86, 87).
Yöneticinin, yani emir veren konumda bulunan kişinin sağlıklı ve fizik olarak güçlü
olması gerektiğini düşünen Sadi, satranç tahtasında bile zayıf düşen ‘şah’ın, piyondan
aşağı durumda olduğunu ifade etmektedir (Sadi, 1988: 65). Güçlü olması gereken yönetici,
enerjisini insanların hizmetinde kullanmalı, insanlar bir yana hayvanlara bile eziyet
etmemeli, merhametli olmalıdır (Krş, Sadi, 1946: 283; Sadi, 1988: 72).
Son olarak, yöneticiyle ilgili önemli iki ilkeden daha söz edilebilir. Sadi’ye göre, yö-
neticinin iyi bir ün bırakıp gitmesi, altın yaldızlı saraylar bırakıp gitmesinden iyidir. Diğer
yandan yöneticinin halefi de kendinden önceki yöneticiler hakkında kötü şeyler söyleme-
154 / Osman ELMALI Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi 2011 15 (1): 141-154
meli, onların adını ve hizmetlerini iyilikle yad etmelidir. Çünkü akıllı insanlar, büyüklerin
adını hakaretle, kötülükle anan kimseye büyük demezler (Sadi, 1946: 86).
Görüldüğü gibi, Doğu kültüründe, bugünün de doğruları olarak kabul edilebilecek
olan, sosyal ahlak anlayışıyla ilgili çalışma ve çabalar çok öncelere dayanmaktadır. Ahlak,
elbette her dönemde ve her toplumda vardır. Ancak bütün insanlığı kucaklayacak
genel ahlaki ilkeler, uzunca bir süreç içerisinde oluşmuş olan büyük medeniyetlerce ortaya
konabilir. Elbette Doğu’da, bu durumu yansıtan Sadi’den başka birçok düşünür bulunmaktadır.
Ancak yöneticiyle ilgili vurguları, Sadi’yi diğerlerinden ayıran en önemli
özelliğidir. Sadi ahlak ilkelerini teolojik yaptırıma dayandırmış, mutluluğu amaçlamış ve
ilkelerin akla uygunluğuna önem vermiştir. Öte yandan, onun için Tanrı korkusu, öbür
dünya kaygısı ve Batı medeniyetinin erdemler listesine Ortaçağ’da girmiş olan (MacIntyre,
2001: 259) ‘merhamet’ olgusu, oldukça önemlidir. Merhametin kapsamı, bilindiği
gibi, yalnızca masum birinin sıkıntısını gidermekle sınırlı olmayıp, hata yapan, hatta suç
işleyen birinin durumunu da içermektedir. Yani merhamet, bağışlamanın da ön koşuludur.
Bir toplum ise ancak birbirine karşı bağışlayıcı ve hoşgörülü insanları barındırdığı
zaman huzur ve mutluluk üretebilir. Burada daha önemli olan ise merhametin, suçlu olan
muhataba güç yetirebilirlik söz konusu olduğunda işlevsel olmasıdır. İşte Sadi, yönetici
ile yönetilen arasındaki ilişkiyi bu açıdan değerlendirmekte, bağışlayıcı konumda olmasından
dolayı yöneticiye daha çok sorumluluk yüklemekte ve çoğunlukla öğütlerini güçlü
durumda olan yönetici için vazetmektedir.
Kaynakça
Akarsu, B. (1998). Mutluluk Ahlakı. İstanbul: İnkılap Yayınevi.
Ebenstein, W. (2003). Siyasi Felsefenin Büyük Düşünürleri. Çev. İsmet Özel. İstanbul:
Şule Yayınları.
Canan İ. (tsz.).Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi. İstanbul: Akçağ Yayınları.
Elmalı, O. (2003) “İbn Haldun ve Machiavelli’in Realist Siyaset Kuramları”. Ekev Akademi
Dergisi, 7(15), ss. 133-142.
MacIntyre, A. (2001). Erdem Peşinde. Çev. Muttabip Özcan. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sadi (2007). Sufi Bilgeliği, Gülistan. Çev. Yavuz Keskin. İstanbul: Sınır Ötesi Yayınları.
Sadi. (1946). Gülistan. Çev. Hikmet İlaydın. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Sadi. (1988). Bostan. Çev. Hikmet İlaydın. Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Sadi. (1996). The Gulistan of Sadi- The Rose Garden. Translated by Edward B. Eastwick,
C.B., M.A., F.R.S., M.R.A.S.. London: The Octagon Press.
Yazıcı, T. (1993). “Sadi”, İslam Ansiklopedisi, X, 36- 41. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları.

Konular