ÇORLULU ZARİFÎ’NİN RÂHATÜ’L-ERVÂH’INDA AŞK VE ÂŞIK: “MİHR Ü MAHABBET VE IŞK U MEVEDDET BEYÂNINDADUR”

Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
ÖZET
Aşk, her dönemde edebiyatçıların, özellikle de
şairlerin yaratıcılıklarını besleyen en önemli
kaynaklardan biri olmuş ve birçok edebî geleneğin
merkezinde konumlandırılmıştır. İster beşerî, ister ilahî
olsun aşkı, her zaman edebiyatın merkezine koyan edebî
geleneklerin başında Klasik Osmanlı edebiyatı gelir.
Bu makalede de, on altıncı yüzyıl Klasik Osmanlı
şairlerinden biri olan Çorlulu Zarifî’nin, Râhatü’l-ervâh
adlı eserinin aşka ayrılmış son bölümü incelenecek ve bu
bölüm üzerinden şairin aşk anlayışı ve âşıkla ilgili
düşünceleri değerlendirilecektir.
Anahtar Kelimeler: Aşk, Âşık, Çorlulu Zarifî,
Klasik Osmanlı edebiyatı, Râhatü’l-ervâh
LOVE AND LOVER IN RÂHATU’L-ERVÂH BY ÇORLULU
ZARIFÎ: “MIHR U MAHABBET VE IŞK U
MEVEDDET BEYÂNINDADUR”
ABSTRACT
Love has been one of the main sources of the
creativity for poets and it has been located in a central
place in many literary traditions. Classical Ottoman
literature has been a primary literary tradition among the
others that have always perceived love -either secular or
divine- as a central subject.
In this article, the last part of Râhatü’l-ervâh by
Çorlulu Zarifî (Zarifi from Çorlu), who is a Classical
Ottoman poet of the sixteenth century, is examined. The

 Dr. Okutman, Koç Üniversitesi, Türkçe İletişim Programı, İnsani Bilimler ve
Edebiyat Fakültesi, gulsahtaskin@yahoo.com
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 523
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
last part of his work, the theme of which is love, is
analyzed and through this analysis the poet’s
understanding of “love” and his thoughts on “lover” are
interpreted.
Key Words: Love, Lover, Çorlulu Zarifî (Zarifi
from Çorlu), Râhatü’l-ervâh, Classical Ottoman literature
Âh mine‟l-ışkı ve hâlâtihî
Ahraka kalbî bi harârâtihî1

Giriş
Konu aşk olduğunda herkesin söyleyecek sözü, anlatacak bir
hikâyesi vardır. Ama hakkında ne söylenirse söylensin, ne kadar eser
kaleme alınırsa alınsın, herkes için farklı anlamlar ifade eden, tek bir
tanıma sığdırılamayan bu duygu üzerine söylenmemiş bir şeyler
mutlaka kalacak ve aşk, her zaman ve her devirde ilgi çekici olma
özelliğini koruyacaktır.
Aşk, hemen hemen her devirde edebiyatçıların, özellikle de
şairlerin yaratıcılıklarını besleyen en önemli kaynaklardan biri olmuş
ve birçok edebî geleneğin de merkezinde yer almıştır. İster beşerî,
ister ilahî olsun aşkın edebiyatın merkezinde yer aldığı edebî
geleneklerin başında Klasik Osmanlı edebiyatı gelir. Bu gelenekte aşk,
kimi şairler için beşerî bir varlığa karşı duyulan geçici bir heves,
kimileri içinse ezelî ve ebedî sevgili olan Tanrı‟ya duyulan güçlü bir
sevgi ve O‟na ulaşmanın yegâne yoludur. Fakat, İskender Pala‟nın
belirttiği gibi “Divan Edebiyatı‟ndaki aşk, âşık ile maşûk (seven ile
sevilen) arasında daha çok, âşığı ilgilendiren bir durumdur. (…) Ne
yazık ki âşıkta haddinden aşkın olan bu aşk, sevgilide hiç yok
gibidir.”2 O hâlde denebilir ki Klasik Osmanlı edebiyatında anlatılan,
sevgiliden çok, âşığın hikâyesidir.
Bu makalede de, Klasik Osmanlı şairlerinden birinin,
Çorlulu Zarifî‟nin, Râhatü’l-ervâh adlı eserinin “Aşk Bâbı” üzerinden
aşka ve âşığa bakışını yorumlamak amaçlanmıştır. Öncelikle, pek de
tanınmayan bu şair ve sözü edilen eseri hakkında bilgi vermek
gereklidir.

1Ah aşkın elinden ve onun hâllerinden! Gönlümü hararetiyle yaktı, yandırdı!
2
İskender Pala, “Âh Mine‟l-Aşk”, Cogito, S.: 4 (Bahar 1995), s. 83.
524 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Çorlulu Zarifî, on altıncı yüzyılın ikinci yarısı ile on yedinci
yüzyıl başlarında yaşamış, eksik olmasına rağmen mürettep bir Dîvân,
Mihr ü Mâh adında kısa bir mesnevi ve Râhatü’l-ervâh adında
oldukça hacimli mensur bir eser kaleme almış bir Osmanlı şairidir.3
Kaynakların çoğunda Zarifî‟den bahsedilmez. Adının geçtiği sınırlı
sayıdaki kaynakta verilen bilgiler ise kısa ve birbirinin tekrarı
niteliğindedir. Kaynakların eksik bıraktığı bilgilerin bir kısmına, şairin
eserlerinin ve şiirlerinin incelenmesi sonucunda ulaşılabiliyor olsa da
bu bilgilerin büyük bir çoğunluğu tahmine dayalıdır. Çeşitli devlet
adamlarına yazdığı şiirlerden ve tarih düşürdüğü kıt„alardan tespit
edilebildiği kadarıyla Zarifî; Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566), II.
Selim (1566-1574), III. Murat (1574-1595), III. Mehmet (1595-1603)
ve I. Ahmet (1603-1617) dönemlerinde yaşamıştır.4 Büyük ihtimalle
III. Murat döneminden itibaren şair olarak tanınmaya başlayan Zarifî;
Bakî (ö. 1600) ve Gelibolulu Âlî (ö. 1600) gibi önemli isimlerle
hemen hemen aynı dönemlerde şiir yazmıştır.5 Zarifî‟nin nasıl bir
eğitim aldığı konusunda ayrıntılı bilgi yoktur; ama şairden bahseden
kaynakların kaydettiği üzere, medrese eğitimi almadıysa bile Kanunî
Sultan Süleyman ve II. Selim dönemlerinin ünlü şair ve
mutasavvıflarından Mevlana Behiştî‟nin öğrencisi olduğu, onun
yanında yetiştiği bilinmektedir.6
Zarifî, Râhatü’l-ervâh adlı eserinin sonlarında, “Bade‟t-târîh
bu kıt‟ayı tahrîr ve kâilinüñ mevlidi Çorlî oldugı tastîr olundı”
dedikten sonra kaydettiği bir kıt‟a ile Çorlulu olduğunu açıklar.7
H. 1013/1604-1605 tarihinde tamamlanan ve Sultan I.
Ahmet‟e sunulmak üzere yazılan Râhatü’l-ervâh, Çorlulu Zarifî‟nin
son eseridir. Manzum-mensur karışık olarak kaleme alınan eserin

3Çorlulu Zarifî‟nin Mihr ü Mâh adlı eseri üzerine bir mezuniyet, bir de yüksek
lisans tezi hazırlanmış, Dîvân‟ı ise doktora tezi olarak çalışılmıştır. Tezler için bkz.
Güner Amasyalı, Zarifî’nin Mihr ü Mâh Mesnevisi, Mezuniyet Tezi, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi 1953; Vedat Nuri Turhan, Zarifî ve Mihr ü Mâh
Mesnevisinin Tenkitli Metni İle İncelemesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Erzurum Atatürk Üniversitesi 1995; Gülşah Taşkın, Çorlulu Zarifî Divanı: İncelemeEdisyon
Kritikli Metin, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi 2009.
4Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), Çev.: Ruşen
Sezer, YKY, İstanbul 2006, s. 211.
5E.J.Wilkinson Gibb, Osmanlı Şiir Tarihi, Çev.: Ali Çavuşoğlu, C.: 2, Akçağ
Yay., Ankara 1993, s. 104 ve Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü'l-ahbâr'ın Tezkire
Kısmı, Haz.: Mustafa İsen, AKM Yay., Ankara 1994, s.10.
6Bu kaynakların ayrıntılı bir dökümü ve Çorlulu Zarifî‟nin hayatı için bkz.
Gülşah Taşkın, agt, s. 5-14.
7Çorlulu Zarifî, Râhatü’l-ervâh, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi T 673/2, v.
115b. Makaledeki alıntılar bu nüshadan yapılmıştır. Bundan sonraki alıntılarda dipnot
verilmeyecek, varak numaraları alıntının yanında, parantez içinde gösterilecektir.
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 525
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
“Bâis-i te‟lîf” kısmında şairin belirttiğine göre Râhatü’l-ervâh
Sâdî‟nin Gülistân‟ına nazire olarak yazılmıştır.
Râhatü’l-ervâh kısa bir giriş bölümüyle başlar. Bu bölümde
önce Allah‟ın birliğinden, her şeyin sebebi ve yaratıcısı olduğundan
bahsedilir ve Hz. Muhammed övülür. Hemen ardından Sultan I.
Ahmet‟in övgüsüne geçilir. Onun büyüklüğünden, kudretinden
bahsedildikten sonra, “Lâ-cerem zümre-i ulemâ-yı i„zâm ve âmme-i
sulehâ-yı kirâma belki kâffe-i enâma ol cevân-baht ve Yûsuf-cemâlüñ
ve Sikender-taht ve Süleymân-kemâlüñ devâm-ı devleti ediyyesine
müdâvim ve sebât-ı rif‟ati esniyyesine mülâzım olmak mühim ve
lâzımdur” (2b) denerek, sultanın ömrünün uzun ve devletinin devamlı
olması için dua edilir. Eserin “Bâis-i te‟lîf” bölümünde Zarifî, hamse
yazmak istediğini; fakat bunu yapamadığı için üzgün olduğunu
belirtir. Tam bu sırada gaipten gelen bir ses, yazmaya kudreti varken,
nazım ve nesirle süslenmiş güzel bir eser meydana getirmesini söyler.
Bunun üzerine Zarifî, nesri Sâdî-i Şirazî‟nin Gülistân‟ına ve nazmı
Bostân”a benzeyen bir eser meydana getirmek ve kalıcı olabilmek
amacıyla kalemi eline alır. Okuyanların bu eserin yazarına dua
etmelerini diledikten sonra “Âgâz-ı kitâb” bölümüne geçer. “Pes bu
cinânuñ selsebîl-i kelimâtına vusûl ve hûr u gılmân-ı ma„ânîsine duhûl
içün bi-avni‟llâhi‟l-meliki‟l-Vehhâb cennet gibi sekiz bâb itdüm ki
zikr olunur” (3b-4a) diyerek eserinin sekiz bölümden oluştuğunu
bildirir ve bölüm başlıklarını sıralamaya başlar. Başlıklar şöyledir:
Bâb-ı Evvel Eserden Mü‟essire İstidlâl ve Bazı Ahvâl Beyânındadur,
Bâb-ı Sânî Kısas-ı Zevce-i Sâliha ve Hikâyât-ı Mer‟e-i Tâliha
Beyânındadur, Bâb-ı sâlis Nefse Cebr ve Belâya Sabr Beyânındadur,
Bâb-ı Râbi„ Cûd u Sehâ ve Bahşâyiş-i „Atâ Beyânındadur, Bâb-ı
Hâmis Tevekküli Husûle Bânî ve Hidâyetu‟llâha Vusûle Hâdî Kelimât
Beyânındadur, Bâb-ı Sâdis Latîfe-i Dil-güşâ ve Muhâvere-i Rûh-efzâ
Beyânındadur, Bâb-ı Sâbi„ Kısas-ı Şâhî ve Hikâyet-i Pâdişâhî
Beyânındadur, Bâb-ı Sâmin Mihr ü Mahabbet ve Işk u Meveddet
Beyânındadur.
Başlıklar sıralandıktan hemen sonra ilk bölüme geçilir. Her
bir bölümün altında, başlıkta bildirilen konuyla ilgili çeşitli hikâyeler
anlatılır, öğütler verilir ve yeri geldikçe konuya uygun nazım parçaları
kaydedilir. Bu nazım parçalarına “li-müellifihi”, “kıt„a”, “şi„r”,
“nazm” gibi ifadeler kullanılarak geçiş yapılır ve şiirin bittiği “nesr”
ifadesiyle haber verilir. Eserin sonlarında, Zarifî kendi hayatıyla ilgili
çeşitli bilgiler verir. “Hâtime-i kitâb” bölümünde Zarifî, eseri
tamamlama gücü verdiği için Allah‟a şükreder, yazdıklarının padişaha
ulaşması ve onun takdirini kazanması için dua ederek sözlerini
tamamlar.
526 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Râhatü’l-ervâh’ın dili, şairin diğer eserlerine oranla daha
ağırdır. Arapça, Farsça kelime ve tamlamalara sıkça yer verilir. Şair,
Dîvân‟ında yer alan bazı manzumeleri yeri geldikçe bu eserde de
kullanır. Bu manzumelerden bazıları bütünüyle, Dîvân‟da olduğu
şekliyle kullanılmış, bazılarının ise bir ya da iki beyiti alıntılanmıştır.
Eserde zaman zaman müstehcen fıkralar, Nasrettin Hoca fıkraları,
çeşitli latife ve hikâyeler anlatılır. Bu anlamda Râhatü’l-ervâh Klasik
Osmanlı edebiyatı açısından zengin bir kaynak niteliğindedir.
Çorlulu Zarifî ve eseri Râhatü’l-ervâh hakkındaki bilgiler
böyle özetlenebilir. Makalenin bundan sonraki kısımlarında ise
Râhatü’l-ervâh‟ın “Aşk Bâbı” üzerine odaklanılarak şairin aşka ve
âşığa dair düşünceleri yorumlanmaya çalışılacaktır.
Ruhların Rahatına Açılan Son Kapı: “Aşk Bâbı”
“Mihr ü Mahabbet ve Işk u Meveddet Beyânındadur”
başlıklı “Aşk Bâbı”, Râhatü’l-ervâh‟ın sekizinci ve son bölümüdür.
Aşkla ve âşıkla ilgili öğretici ve öğüt verici dokuz hikâyenin
anlatıldığı bu bölümde, aşkın ne olduğu ve ideal bir âşığın ne gibi
özelliklere sahip olması gerektiği üzerinde durulur. İlk beş hikâyede
âşık olarak sırasıyla gedâzâde, meclis ehli, dânişmend, kuluna âşık
olan hoca, âbid/zâhid tipleri kullanılır. Son dört hikâyenin ortak
kahramanı ise Çorlulu Zarifî‟dir. Bunlardan ilk üçünde şair, hikâyeleri
kendi başından geçmiş gibi anlatır ve âşıkların kendi durumunu örnek
almasını öğütler. Genel olarak beşerî aşkın işlendiği bu bölümün
sadece sekizinci hikâyesinde mecazî aşkın hakikî aşka ulaşma yolunda
bir köprü olduğu, aşk ateşiyle yanarak varlıklarını yok edenlerin
gerçek aşka ve gerçek sevgiliye; yani Tanrı‟ya ulaşacakları vurgulanır.
Aslında, söz konusu bu hikâyeyle bölüm tamamlanmış olur. Bölümün
sonuna eklenen dokuzuncu hikâye ise Çorlulu Zarifî‟nin gerçekten
başından geçmiş, yürekleri yakan ve diğerlerine pek de benzemeyen
bir aşk hikâyesidir. Bu hikâyedeki âşık, Çorlulu Zarifî‟nin ta kendisi,
sevgili/sevgililer ise iki oğlu ve iki torunudur. Bu, Zarifî‟nin Râhatü’lervâh‟ı
tamamlamak üzereyken vebadan kaybettiği çocuklarının ve
torunlarının ardından çektiği acının ve azabın anlatıldığı gerçek bir
hikâyedir. Şair, onların isimlerini ebediyen yaşatabilmek için “Aşk
Bâbı”nın sonuna böyle bir ekleme yapmıştır. Bölüm tamamlanmak
üzereyken son anda eklenen bu parçanın başlığının “Hikâyet-i Pür-sûz
Mine‟l-ışk” olarak kaydedilmesi ilginçtir. Böyle bir başlığın altında
olmasaydı yalnızca, şairin kendi ağzından, kendi hayatıyla ilgili
bilgiye ulaşılmasını sağlaması bakımından önemli olan bu “hikâye”,
bu başlıkla birlikte şairin aşkla ilgili düşüncelerini yorumlamayı
mümkün kılması bakımından da önem kazanır. Bu başlığa dayanarak
Zarifî için aşkın, sadece bir kadına/erkeğe ya da nihai sevgili olan
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 527
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Tanrı‟ya değil, Tanrı‟nın yarattığı herhangi bir varlığa hissedilebilecek
şiddetli bir duygu, sevgi ve bağlılık olduğu söylenebilir. Bu hikâyede
Zarifî, oğullarına ve torunlarına duyduğu sevgiyi, onlardan ayrılmanın
kendisine yaşattığı acıyı ve özlemini, tıpkı bir âşığın sevgilisine
duyduğu özlemi ve ayrılık acısını dile getirişi gibi haykırır ve başına
gelenleri “aşk elinden yakıcı bir hikâye” olarak adlandırır.
“Aşk Bâbı”nın dikkat çekici ve bazı yorumları mümkün
kılan ikinci bir özelliği ise mensur parçaların arasına serpiştirilen
gazel sayısının fazla oluşudur. Eser tanıtılırken belirtildiği üzere
Râhatü’l-ervâh manzum-mensur karışık olarak kaleme alınmıştır.
Manzum bölümlerde genelde kıt‟a, beyit ya da mesnevi nazım
biçimiyle yazılmış çeşitli manzumelere yer verilir. “Aşk Bâbı”na
gelindiğinde ise, daha önceki bölümlerde pek fazla yer verilmeyen
gazel türünün ağırlıklı olarak kullanıldığı, gazel sayısında diğer
bölümlere oranla önemli bir artış olduğu dikkat çeker. Hikâyelerin ana
fikrinin özetlendiği, öğütlerin verildiği kısımlarda daha çok, kıt‟a ve
beyitler kullanılırken; âşıkların duygu ve düşüncelerinin, acı ve
sevinçlerinin dile getirildiği kısımlarda gazeller kullanılır. Şiir,
sevgilisine yaklaşamayan âşık için hâlini anlatmanın, sevgilisinin
gönlünü almanın en iyi yoludur. Aşk, şarap ve kadın temalarıyla
özdeşleşmiş bir tür olarak bilinen gazelin bu bölümdeki ağırlığı
tesadüfi olmamalıdır.8 Walter G. Andrews‟in belirttiği üzere “Gazel,
zihinsel olmayan, duygusal, gerçek ihtiyaçlara karşılık veren bir şiir
türü olarak görülebilir”9
. Zarifî‟nin, aklın hükmünü kaybettiği noktada
başlayan aşkla ilgili düşüncelerini en güzel ve en etkili şekilde ifade
etme yolunun âşıklara gazel söyletmek olduğunu düşünmesi ihtimal
dâhilindedir. Klasik Osmanlı şiiri için insan ruhunu, duyguları, en çok
da aşkı, anlatmaya en uygun nazım türlerinden birinin gazel olduğu
düşünülürse, “Aşk Bâbı”ndaki gazel örneklerinin sayısındaki artışı bu
sebeplere bağlamak mümkündür.10
“Aşk Bâbı”nın dikkate değer bir başka özelliği ise bölümün
Râhatü’l-ervâh‟ın sonunda yer almasıdır. Bu eser adından da
anlaşılacağı üzere, sıkıntıda olan ruhları ferahlatmak, onları bir nebze
olsun rahatlatmak ve okuyanlara doğru yolu göstererek kederden
uzaklaştırmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu amaçla yazılan bir
eserde aşkla ilgili bir bölüme yer verilmesi de bilinçli bir seçimin

8Gazel türü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Ateş, “Gazel”, İslâm
Ansiklopedisi. C.: 4, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1977, s. 730-733 ve Cem Dilçin,
Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., Ankara 2005, s. 104-122.
9Walter G. Andrews, Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı: Osmanlı Gazelinde Anlam
ve Gelenek, Çev.: Tansel Güney, İletişim Yay., İstanbul 2009, s. 138.
10Ömer Faruk Akün, “Divan Edebiyatı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi, C.: 9, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., İstanbul 1994, s. 405.
528 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
sonucu olmalıdır. Çünkü aşk, ruhları arındıran, kendinden başka her
şeyi, her türlü keder ve sıkıntıyı ruhlardan uzaklaştıran bir duygudur.
Zarifî belki de aşkın, ruhların rahatına açılan son ve de en önemli kapı
olduğunu düşünmüş ve bu bölümü eserin sonuna koymayı uygun
görmüştür.
Bu bölümle ilgili genel olarak bu yorumlar yapılabilir. Bu
yorumların dışında “Aşk Bâbı” Zarifî‟nin aşk anlayışı hakkında başka
neleri dile getirir ya da ne gibi ipuçları barındırır? Bu soruya cevap
bulabilmek için öncelikle bölüm başlığı üzerinde durmak gereklidir.
“Mihr ü Mahabbet ve Işk u Mevedded Beyânındadur”
“Aşk Bâbı”nın “Bâb-ı Sâmin Mihr ü Mahabbet ve Işk u
Meveddet Beyânındadur” olan başlığı genel olarak aşk/sevgi anlamına
gelen; fakat anlamları tek tek düşünüldüğünde aşkın/sevginin farklı
çeşitlerini imleyen kelimelerden oluşur. Bu dört kelime ilk bakışta
Muhyiddîn İbni Arabî11 (ö. 683/1240)‟nin aşkın/sevginin türleriyle
ilgili tanımlamalarını akla getirir. Bu nedenle başlık bölüm boyunca
ilahî aşktan ve ilahî aşkın ya da sevginin aşamalarından bahsedileceği
izlenimini uyandırır. Acaba bu bölümde gerçekten böyle bir
derecelendirme var mıdır? Şair, bu bölümü ilahî aşkı anlatmak için mi
kaleme almıştır?
Bu soruları cevaplamadan önce İbni Arabî‟nin
tanımlamalarını hatırlamak yerinde olacaktır. İbn Arabî aşkın/sevginin
türlerini şöyle tanımlar:
Sevgi makâmının dört adı vardır. Bunlardan birincisi “elhubb”dur.
Bunun saflığı kalbe nüfuz eder, saydamlığı ise arazların
bozulmasıyla bozulmaz. (…) Sevgiliyle birlikteyken, âşığın başka bir
maksadı, gayesi yoktur. Sevgilinin iradesi önünde kendi iradesini
bırakır. İkincisi “el-vedd”dir. Allah‟ın “Vedûd” ismi bundan türer. ElVedd
Allah‟ın sıfatlarındandır ve bu sıfat O‟nda sabittir.
Yeryüzündeki sübutundan dolayı el-vedd diye adlandırılmıştır (…) Bu
sevgi “hubb”un veya “ışk”ın, ya da “heva”nın kararlı ve devamlı
olmasıdır. Âşığın durumu ne olursa olsun, bu üç durumdan birine
girecektir. Bu sevgiyle nitelenmiş bir insan sebatlıdır, kararlıdır; hiçbir
şey ondaki bu hali değiştiremez, etkisini bozamaz. Üçünsüsü “el-
ışk”dır. Aşk, sevgide ifrattır, aşırılıktır. (…) bu “ışk” terimi, âşığı
bütünüyle ve her yönüyle kuşatacak derecede sevginin sarması
demektir. (…) Dördüncüsü “el-heva”dır. Heva iradenin sevgilide

11Ahmet Atillâ Şentürk, “Osmanlı Şiirinde “Aşk”a Dair”, Doğu Batı, S.: 26
(Şubat, Mart, Nisan 2004), s. 62.
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 529
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
açığa çıkarılmasıdır, yani kalbe doğan ilk durumdan itibaren iradenin
tamamıyla sevgilinin iradesine bağlanmasıdır.12
Bölüm bu beklentiyle ya da yukarıdaki sorulara cevap arama
amacıyla okunduğunda, böyle bir ayrımın ya da derecelendirmenin
yapılmadığı ve hikâyelerin ilahî aşkı anlatma amacıyla yazılmadığı
görülür. Bu açıdan bakıldığında Zarifî‟nin, “Aşk Bâbı”nı kaleme
alırken ilahî aşkı, ilahî aşkın aşamalarını, âşığın bu aşamalar boyunca
geçirdiği değişimi ve olgunlaşmasını anlatmak gibi bir düşüncesi
olmadığı söylenebilir. Daha önce de belirtildiği gibi, hikâyelerde
genellikle beşerî aşk konu edinilmiş, ilahî aşk da sadece son hikâyede,
kısaca, bu bağlamda ele alınmıştır. Fakat, Râhatü’l-ervâh‟ın “Aşk
Bâbı” her ne kadar ilahî aşkın anlatılması bakımından İbni Arabî‟nin
düşünceleriyle örtüşmese de, başlıktaki kelimelerin metin içinde
kullanımları bakımından Arabî‟nin aşkın/sevginin türleriyle ilgili
tanımlamaları ile örtüşen noktalar olduğu dikkat çeker.
Başlıkta yer alan ve çoğu zaman farklı anlamlar ifade eden
bu kelimeler bölüm boyunca dönüşümlü olarak birbirinin yerine,
genelde aşk/sevgi anlamıyla kullanılır. Mihr ve mahabbet kelimeleri
sadece birkaç yerde görülür, meveddet kelimesine ise başlık dışında
bir daha yer verilmemiştir. En sık kullanılan ve üzerinde durulan
kelime aşktır. Ancak, başlıkta yer alan bu dört kelimenin hangi
benzetmeliklerle birlikte kullanıldığına dikkat edildiğinde şairin,
bilerek ya da bilmeksizin, aşk/sevgi türleri arasında bir ayrım yaptığı,
bu kelimelerin sanıldığı gibi her zaman da aynı anlama gelecek
şekilde kullanmadığı görülür. Bu kelimelerin metin içinde yer aldığı
benzetmeler şöyle listelenebilir: Memâlik-i mihr ü mahabbet, mey-i
mihr, envâr-ı mahabbet, meydân-ı mahabbet, mey-i mahabbet,
meyhâne-i mahabbet, âb-ı mahabbet, çerâğ-ı mahabbet, diyâr-ı ışk,
sâhir-i ışk, âteş-i ışk, , nâr-ı ışk, şem‟-i ışk, râh-ı ışk, şâh-ı ışk, sultân-ı
ışk, mey-i ışk, pâdişâh-ı ışk, gülzâr-ı ışk, medrese-i ışk, müderris-i ışk,
bâb-ı ışk, bezm-i ışk, âlem-i ışk, şehr-i ışk, deryâ-yı ışk.
Yukarıda listelenen benzetmelere dikkat edildiğinde mihr,
mahabbet ve aşk kelimeleri için ortak benzetmeliklerin kullanıldığı;
fakat aşk kelimesinin diğerlerinden biraz daha farklı benzetmelere
konu olduğu dikkat çeker. Kelimeler ve dolayısıyla duygular
arasındaki ayrım bir bakıma benzetmelikler yoluyla gözler önüne
serilir. Memleket, memâlik, diyâr ve mey gibi benzetmelikler her üç
kelime için ortaktır. Fakat mihr ve mahabbet âb, mey, envâr gibi
ferahlatıcı, keyif verici, hafif sarhoşluk veren ya da aydınlatıcılık gibi

12Muhyiddin İbn Arabî, İlâhî Aşk, Çev.: Mahmut Kanık, İnsan Yay., İstanbul
2005, s. 71-79.
530 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
anlamları çağrıştıran kelimelerle kullanılırken; aşkı tanımlamak için
âteş, şem, nâr, gülzâr, şâh, pâdişâh, sultân, medrese, müderris gibi
yakma, hükmetme, kuşatma, otorite, helak etme, yok etme ve benzeri
anlamları çağrıştıran kelimelere odaklanılır.
Bu bölümde, hemen hemen aynı sözlük anlamlarını
barındıran Farsça mihr ve Arapça mahabbet kelimeleri genelde
birbirinin yerine kullanılır.13 Bu kelimelere metinde, sözlük
anlamlarına da uygun olarak dostluk, sevgi, arkadaşlık gibi daha
yumuşak, sakin ve şefkat dolu, âşığın benliğini ve kimyasını
değiştirmeden kuşatan, rahatlatan, ruhunu aydınlatan, onu
karanlıklardan çıkarıp aydınlıklara sevk eden bir sevgi, derin ve güçlü
bir bağlılık anlamlarını içerecek biçimde yer verilir. Bu özellikler âb,
mey ve envâr gibi benzetmeliklerin çağrıştırdığı anlamlara da uygun
düşer. Suyun ve şarabın insan üzerindeki teskin edici etkisi, envâr
kelimesindeki yakıcılıktan ziyade aydınlatma, karanlığı yok etme
anlamları kelimelerin neden bu benzetmelere konu olduğunu açıklar.
Bu kullanımlara metinden şu örnekler verilebilir:
“Mey-hâne-i mahabbetden sunayum sana bir piyâle mül,
açılup gonca gibi verd-i ruhuñ andelîb-i dilüñ ola bülbül” (109b)
Olmasa ey meh mey-i mihrüñle ser-mest âfitâb
Pâyüñe hergün düşüp olmazdı galtânuñ senün (111b)
“Ol rûh-ı revânuñ ışkın koyup ve âb-ı mahabbetden el yuyup
gayre dil virmen” (106a)
“Şemsiyye-i mihr-izârın körine envâr-ı mahabbet i‟tâ ider bir
cevâna mübtelâ” (108a)
Aşk ise varlığı yok eden, aydınlatmaktan ziyade onu yakan,
bir bakıma acı veren bir sevgi çeşididir. Aşk, ışığın ve aydınlığın
aşırılaşıp ateşe döndüğü noktadadır. Tıpkı ateş gibi aşkın da en
hararetli olduğu an, cismin tüm varlığını sardığı, ele geçirdiği andır.
Ateşin yanı sıra aşkla birlikte kullanılan nâr ve şem
benzetmelikleri de aşkın yakıcılık ve yok edicilik özelliklerini
vurgular ve metinde mihr ve mahabbet kelimeleriyle yan yana
görülmez. Aşağıdaki alıntılar bu duruma örnektir:
“Bizi gör ki nâr-ı ışkuñ câme-i vücûdumuz küllî yandurdı ve
dûd-ı âhumuz çarhı göge boyandurdı” (107b)

13Kâmus-ı Türkî, Redhouse Lexicon, Steingass gibi çeşitli sözlüklerde mihr ve
mahabbet kelimeleri genelde dostluk, şefkat, dostane sevgi, vatan sevgisi, anne
sevgisi, arkadaşlık gibi anlamlarla karşılanırken; aşk kelimesinin daha çok, tutku,
sevgide aşırılık gibi anlamlara geldiği belirtilmektedir.
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 531
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Şem‟-i ışkuñ cümleten yakdı bizi pervâne-veş
Yok keder mâhum velî var şevk-i mihrüñden eser (107b)
“Hemân erbâb-ı meclisden bir âteş-i ışk ile pervâne-veş döne
döne murg-ı dilin yandurmış” (107a)
Nâr kelimesinin ateş dışındaki bir diğer anlamı olan
cehennem de aşkın, kuşatma, yakıcılık ve yok edicilik özelliklerini
pekiştirir. Tüm varlığı kuşatan cehennem ateşinde yanmadan saf,
temiz ve arınmış olmak mümkün değildir. Ancak ve ancak cehennem
ateşinde yandıktan sonra cennete, gerçek sevgiliye; yani Tanrı‟ya
ulaşılabilir. Tıpkı aşk ateşinde; yani aşk cehenneminde yanarak varlığı
yok etmeden gerçek bir âşık olunamayacağı ve sevgiliye
ulaşılamayacağı gibi. Daha önce de belirtildiği gibi mihr ve mahabbet
kelimeleri yakıcılık ve yok edicilik anlamlarını taşımaz. Bu nedenle
nâr benzetmeliği mihr ve mahabbetle değil, aşk ile birlikte kullanılır.
Aşk şeme, mahabbet çerağa benzetildiğinde aşk ve
mahabbet arasında bir ayrım yapılmamış gibi görünür. Ama bu
benzetmelerin metin içinde kullanımına bakıldığında yukarıdaki
tespitlerin doğrulandığı söylenebilir.
“Hemen erbâb-ı meclisden bir âteş-i ışk ile pervâne-veş döne
döne murg-ı dilin yandurmış ve hâne-i vücûdında çerâg-ı mahabbet
uyandurmış şem-veş yana yana kâle ve sûz-ı harâretle makâle gelüp
didi ki” (107a)
Aşk pervaneyi yakan, vücudunu yok eden, mahabbet ise
gönül hanesini yok etmek yerine aydınlatan, ışık saçan bir mum olarak
düşünülmüştür.
Aşkla birlikte kullanılan bir diğer benzetmelik olan gülzâr
için de benzer yorumları yapmak mümkündür. Kırmızı güllerle dolu
olan aşkın gül bahçesi aynı şekilde, ateşi, yanmayı ve bir bakıma
cehennemi çağrıştırır. Bu bahçe güzel kokusuyla âşığı büyüler,
kendine çeker, içine girince etrafını sarar; ama bu bahçenin içi, rengini
âşığın kanından alan dikenli güllerle, aşk cehenneminin alev alev
yanan gülleriyle doludur.
Aşk, padişaha/şaha/sultana benzetildiği zaman yakıcılığı
değil, âşığı hükmü altına alma, savaş ve kimi zaman da kan dökme
anlamlarını çağrıştırır ki bu anlamların hiçbirisi mihr ya da mahabbet
kelimeleri için uygun değildir. Bu kullanımlar metinden şöyle
örneklenebilir:
“Bu ne sîrdur ki pâdişâh-ı ışk bende eyler kulına mollâyı”
(108a)
532 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
“Şol göñül şehrine kim sultân-ı ışk eyler duhûl, tagılur
cemiyyet-i aklı anuñ” (110b)
Aşk sultanı, âşığın gönül şehrine girdiği zaman sadece onun
kuralları geçer; kula, yani âşığa düşen ise sadece ve sadece sultanın
hükmüne boyun eğmektir. Buradaki gönül şehrine girme ifadesi de bir
savaşı, kan dökmeyi; yani yine aşkın yok edici ve zorlayıcı yanını
vurgular. Bu kullanım da mihr ve mahabbet kelimeleri için uygun
değildir.
Aşk, medrese ve müderris benzetmelikleriyle birlikte
kullanıldığında aşkın, eğiticilik ve sınav gibi özellikleri öne çıkar. Bu
özellikler de mihr ve mahabbet kelimeleri için değil, aşk için daha
uygundur. Âşık mihr ya da mahabbet medresesinde, şefkat dolu mihr
ya da mahabbet müderrisleri tarafından imtihan edilmez. Mihr ve
mahabbet acıdan uzak bir sevgi çeşididir. Sınav ise zorlukları
beraberinde getirir ve belli bir olgunlaşmayı gerektirir. Âşık, acı ile
âşığı imtihan eden, onu acı ile olgunlaştıran, ona gerçek aşkı bulma
yolunun acılara tahammül etmek olduğunu öğreten aşk müderrisi
tarafından, aşk medresesinde, acıyla imtihan edilecektir.
Örneklerde görüldüğü gibi, aşk kelimesine yüklenen
anlamların birçoğu mihr ve mahabbet kelimelerinin işaret ettiği,
yumuşak ve dinlendirici bir sevgiyi karşılamamaktadır. Çorlulu Zarifî
için de aşkın/sevginin farklı türleri olduğu ve her türün farklı
özellikleri barındırdığı söylenebilir. Bu anlamda şairin aşk/sevgi
tanımlamasının en azından kelimelerin içerdiği anlamlar ve kullanılışı
bakımından Arabî‟nin fikirleriyle örtüştüğü düşünülebilir.
Arabî, aşk/sevgi türlerinin tanımını yaparken kalıcı olmayan,
geçici bir sevgi anlamına gelen hevânın da üstünde durur. Fakat “Aşk
Bâbı”nın başlığında bu kelimeye yer verilmemiştir. Bunun nedeni ne
olabilir? Metnin tümü incelendiğinde bu soruya şöyle yanıt vermek
mümkündür: Metin boyunca anlatılan hikâyelerin hiçbirisinde geçici
bir sevgiden, âşıkların bir anlık heveslerinden, bir anlık heveslerinin
ne gibi kötü sonuçlar doğuracağından bahsedilmemiş, bu konudaki
hikâyelere hiç yer verilmemiştir. Metinde hiç değinilmeyen bir
konunun başlıkta da yeri olmayacaktır.
Meveddet kelimesinin ise ilginç bir şekilde başlık dışında
hiçbir yerde kullanılmadığı görülür. Fakat dikkatli bir okumayla bu
kelimenin de metinde bir karşılığı olduğu fark edilecektir. Arabî‟nin
tanımına göre hevâ, mahabbet ya da aşk, ne olursa olsun sevginin her
çeşidinde kararlılığı ve sürekliliği ifade eden ve aslında sevginin her
çeşidini bir bakıma kapsayan bu kelime, metinde hikâyesi anlatılan
âşıkların genel tavrını yansıtır. Hikâyelerdeki âşık tiplerinin en sık
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 533
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
vurgulanan ortak özelliği, ne olursa olsun aşklarından
vazgeçmemeleri, olumlu ya da olumsuz tüm şartlarda
aşklarında/mahabbetlerinde/mihrlerinde sabit ve kararlı olmalarıdır.
Bu anlamda meveddet kelimesinin anlamının metnin tümüne yayıldığı
söylenebilir.
Kelimelerin başlıktaki sıralamaları da âdeta bu tespitleri
doğrulamaktadır: Şair en başta, yumuşak ve dinlendirici bir sevgi türü
olan mihr ve mahabbeti, ardından mihr ve mahabbetin aşırılaşmış,
fazlalaşmış bir çeşidi olan aşkı ve en sonda da tüm bu sevgi türlerinde
kararlılığı, sebatı ifade eden, hepsini bu anlamda kuşatan bir kelime
olan meveddeti kullanır.
Şu ana değin örneklenen kullanım ve çağrışımlar, bu dört
kelimenin çeşitli sözlüklerde verilen anlamlarıyla ve İbn Arabî‟nin
yukarıda alıntılanan tanımlarıyla örtüşür niteliktedir. Çorlulu
Zarifî‟nin aşka nasıl baktığı ve aşkı nasıl tanımladığı bu kelimelerin
kullanımıyla bir bakıma ortaya çıkar.
Aşk, yukarıda açıklanan ve örneklenen anlamlarının ve
özelliklerinin dışında Çorlulu Zarifî için ne ifade eder? Çorlulu Zarifî
aşk hakkında başka neleri dile getirir? Aşağıdaki bölümde bu sorular
cevaplanmaya çalışılacaktır.
“Ne söyler diñle bu gûyende-i ışk”
Râhatü’l-ervâh‟ın giriş kısmı ve bu kısımda yer alan
mesnevi nazım şekliyle yazılmış on iki beyitlik manzume Zarifî‟nin
aşka bakışını özetler niteliktedir. Şair, “Aşk Bâbı”nın hemen başında
şunları söyler: “Der minnet ol Hallâk-ı bî-zevâle ve Rezzâk-ı lâ-
yezâle ki âlemi yokdan var ve zümre-i insâna menzil ve dâr idüp bazı
râh diyâr-ı ışka sâlik ve memâlik-i mihr ü mahabbete mâlik kılmagla
misâl-i Mecnûn ve Leylî kıssaları ketb ü imlâ ve mânend-i Vâmık ve
Azrâ hikâyetleri nazm ü inşâ olındı. Şöyle ki bi‟z-zarûrî istimâına dil-i
âdem tâlib ve rûh-ı insân râgıb olur.” (104b) Bu ifadeden anlaşılacağı
üzere Zarifî‟ye göre aşk, herkese nasip olmayan, insan zümresinden
sadece bazılarının yaşayabileceği bir duygudur. Aşkla ilgili hikâyeler
dinlemeyi herkes ister, aşk sözleri herkesin hoşuna gider. Bu,
engellenemeyen, insanın doğasında bulunan, karşı konulamaz bir istek
olarak yorumlanır. Çünkü aşk, tüm acı verici, yakıcı niteliklerinin yanı
sıra insanın ruhunu rahatlatan, arındıran bir duygudur. Bu kısa girişin
hemen ardından, Zarifî‟nin aşkı tanımladığı şu manzume yer alır:
Gel ey bînende-i cûyende-i ışk
Ne söyler diñle bu gûyende-i ışk
Egerçi güft ü gû âlemde çokdur
İrer lîkin makâl-i ışka yokdur
534 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Ne dil kim bundan almaz cânı lezzet
Dimez insân aña ehl-i mahabbet
Kamu dil ehlinüñ cânânıdur ışk
Temâşâ kıl ne cânlar cânıdur ışk
Göñül kim ışkı yokdur şey‟ degüldür
Eger biñ cânı varsa hay degüldür
İdendür ışk dâ‟im çarhı devvâr
Kılandur ışk mihr ü mâhı seyyâr
İrerse ışkdan ger zerreye nûr
Olur ol gün gibi âlemde meşhûr
Demi ışk içre geçse kankı cânuñ
Olur dillerde vird akvâli anuñ
Kime kim sâhir-i ışk itse efsûn
Kılur Leylî olursa anı Mecnûn
Niçe Husrevleri ışk itdi Ferhâd
Kılup ortada bir Şîrîn-lebi ad
Ne cân kim yok dilinde ışkdan derd
Sözinden lezzet almaz hîç bir ferd
Dilerseñ ola akvâlüñ dil-âvîz
Zarîfî kavlüñ eyle ışk-âmîz (104b-105a)
Bu manzumeye göre Zarifî‟nin aşka yaklaşımı şöyledir:
Dünyada aşktan başka konuşulacak şeyler de vardır elbette; fakat aşk
dışında ne söylenirse söylensin, ne konuşulursa konuşulsun boştur.
Asıl anlamlı olan sözler aşk hakkında, aşkla söylenenlerdir. İnsanlığın
temel şartlarından biri de aşktır. Aşktan, aşk sözlerinden zevk almayan
kişiye insan denmesi mümkün değildir. Aşk, gönül ehli olanların
cananıdır. Bir sevgili olmasa bile aşkın kendisi, gönül ehilleri için
sevgilidir. İçi aşk ile doldurulmayan gönül hiçbir şey ifade etmez,
değersiz bir nesne bile değildir. Gönle hayat veren, onu yaşatan aşktır.
Aşkla dolu olmayan bir kalp bin tane canı olsa bile cansızdan
farksızdır. Dünyayı döndüren, güneşi ve ayı seyrettiren aşktır. Aşk,
her şeyin varoluş sebebidir. En değersiz şeyi bile değerli, en anlamsız
şeyi bile anlamlı kılan aşktır. Aşk bir olgunlaşma, saygı ve itibar
vesilesidir. Zamanını, hayatını aşk ile geçiren kişilerin sözleri boş
değildir, onların sözleri herkes tarafından dinlenir ve dilden dile
yayılır. Ama yüreğinde aşk olmayan bir kişinin söylediği sözler öyle
boş ve kurudur ki, kimse sözlerinden zevk almaz ve ona değer
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 535
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
vermez. Aşkla dolu sözler ya da aşkla söylenmiş sözler gönülleri hoş
tutar, rahatlatır. Aşk bir büyücüdür, kime büyü yapsa onu hemen etkisi
altına alır ve Mecnun eder. Tıpkı büyü gibi aşk da akıl ve mantıkla
açıklanabilecek bir şey değildir.
Bu manzumeden yola çıkılarak Zarifî‟nin aşka dair
düşünceleri bu şekilde özetlenebilir. Aşk hakkında yukarıdaki sözleri
söyleyen Zarifî, âşık için neler düşünmekte ve ideal bir âşığı nasıl
tanımlamaktadır?
“Işk zevkin zevk-i ışkı var olandan sor”
Üzerine ne söylenirse söylensin aşk en iyi, bu duyguyu
yaşayan, benliğini aşkla dolduran âşıkla birlikte düşünüldüğünde
anlaşılabilir. Bu nedenle bu kısımda Çorlulu Zarifî‟nin, “Aşk
Bâbı”nda hikâyesini anlattığı âşık tiplerinin açıkça ya da ima yoluyla
en sık vurgulanan özellikleri üzerinde durulacaktır.
Âşığın tek isteği sevgilisine kavuşmaktır; fakat bu,
olmayacak bir sevda; yani “sevdâ-yı hâm” olarak nitelendirilir. Âşık
öleceği güne kadar kendini bu hayalle oyalar; çünkü sevgiliye ancak
öldükten sonra kavuşabileceğinin farkındadır. Buradaki ölüm hem
fiziksel bir yok oluşa hem de âşığın sevgilisinin varlığında kendini
yok etmesine işaret eder. Bütün meyveler zamanı geldiğinde
olgunluğa erişir; fakat ümit bağında yetişen sevda meyvesi hiçbir
zaman olmaz, âşıkla sevgilinin kavuşması bu anlamda mümkün
değildir. Gerçek âşık aşkta kavuşmanın peşine düşmemelidir. Zarifî bu
durumu şöyle dile getirir:
Özler göñül visâlüñi irmek muhâl aña
Eglence ola gibi ölince bu hâl aña (105a)
Sevdâ-yı hâm mîvesi bâg-ı ümîdde
Bir mîvedür Zarîfî ki olur biter degül (105a)
Aşk, âşığın tüm bedenini kuşatan ve sonu ölüm olan bir
hastalıktır. Bu nedenle âşık, “marîz-i ışk” ya da “âşık-ı dil-haste”
olarak anılır. Sevgili, âşığın derdine derman bulacak tek kişidir; çünkü
bu hastalığın tedavisini en iyi o bilir. Aşk, âşıkların başına türlü işler
açan bir bela, vazgeçilmesi mümkün olmayan bir alışkanlık, bir
bağımlılıktır. Bu nedenle âşık “mübtela” olarak tanımlanır. Âşık,
aşkın zorlu yollarında sürekli rakiplerle karşılaşır ve onlarla savaşmak
zorundadır. Rakiplerin en iyi yaptığı şey sözleriyle ve tavırlarıyla âşığı
yaralamak ve sevgiliden uzaklaştırmaya çalışmaktır.
“Rakîbler ol marîz-i ışkuñ derdin ol tabîb-i dil ü câna inhâ ve
ol rûh-ı revâna ibnâ itmedin ol mübtelânuñ üstine tîg-i lisân ve şemşîr-
536 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
i zebân çeküp zahm-ı bî-had urup ol aradan dûr ve ol makâmdan
mehcûr kıldılar.” (105b)
Ama gerçek âşık için en önemli meziyetlerden biri
aşağılanmalara, caydırmalara, rakiplerden ya da sevgiliden gelen her
türlü cefaya katlanmaktır. Bu nedenle Zarifî, melamete katlanmayı
âşık için en önemli özelliklerden biri olarak görür. Gerçek âşık
melameti kendine sevgili edinmelidir. Âşık öleceğini bilse bile
sevgilinin aşkından vazgeçip başkasına bakmayı aklından bile
geçirmez. O tüm varlığını sevgiliye adamıştır, ölüm onun için bir
tehdit olamaz. Âşık, korkusuz; yani “bî-pervâ” olmalı ve sevgilisinden
asla vazgeçmemelidir. Çünkü gerçek âşık, aşkında kararlı olandır.
Melâmetlikdür evvel âşıka yâr
Hudâ bilür ki n‟olur âhir-i kâr (109a)
Eger bir demde biñ kere öldürüp cânum alurlarsa
Koyup ışkını ol rûh-ı revânın gayre dil virmen (106a)
Tenüm bî-cân olınca fârig olmaz dil bu sevdâdan
Bir olur âşık-ı sâdık olanda iki olmaz söz (106a-106b)
Gerçek âşık sevgilisinin yüzünü görmeden, ondan uzak
yaşayamaz. Onun dudaklarının şarabının fikriyle bile kendinden
geçer, mest olur. Onun yüzünü görme ümidini hiçbir zaman kesmez.
Aşk şarabıyla mest olmak, kendini unutmak gerçek âşığın en önemli
vasıflarından biridir. Bu nedenle âşık, “mey-i ışkla mest” olarak anılır.
“Ol mey-i ışkla mestüñ ve ser ü pâ cismi şikestüñ yanına
varup eyitdi” (110b)
Âşığın vücudu yara bere içindedir. Bu yaraların çoğu
sevgilinin eziyet oklarıyla açılmıştır. Buna rağmen âşık ne sevgiliden
ne de bu yaralayıcı cevr oklarından vazgeçer. Bedeni delik deşik ve iki
büklüm olmasına rağmen âşık, sevgilisinin ona ok göndermesini ve
kendisini daha çok yaralamasını ister. Çünkü o yaralar âşık için
sevgilisinin ilgisi anlamına gelir. Sevgiliden veya diğerlerinden gelen
cefa ve eziyet taşlarının bedeninde açtığı yaralar ona kırmızı bir
karanfil gibi güzel görünür. Çünkü aşk, her türlü zorluğa katlanmayı,
olumsuzluklara göğüs germeyi gerektirir. Güzel şeyler zorluk ve
eziyet çekilmeden elde edilemez. Gerçek âşık da sevgiliye ulaşmak
için zorluklara katlanmayı bilmelidir. Âşığın yatağı sevgilinin
mahallesinde toprak, yastığı ise taştır. Yani âşıklık rahatlık değildir.
Dünyanın kanunu budur, en basit güzellikler bile zorlanmadan, cefa
çekmeden elde edilemezken, tüm güzelliklerin kaynağı olan sevgiliye
kolaylıkla ulaşılması beklenemez.
Maşûk iderse kaddüni yâ zahm-ı tîr ile
Hazz it Zarîfî âşıka devlet nişânıdur (111a)
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 537
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Darb-ı seng ile açılmış elde zahm-ı hûn-feşân
Kırmızı destümde bir garrâ karanfüldür baña (106a)
Kime bir kâm virmek istese devr
Aña çekdürür evvel niçe yüz cevr
Husûsan k‟ola vasl-ı yâr ber-kâm
Ola mı çekmedin biñ dürli âlâm (114a)
Âşık sevgilinin esiri olduğu zaman benliğini unutur. Aşk
sultanı gönül şehrine girdiği zaman orada akıldan eser kalmaz. Çünkü
o bu şehri her yönüyle kuşatandır. Gönül şehri aşk sultanına yenik
düşmeye mahkûmdur. Âşık, sevgilinin her isteğine boyun eğen,
eğmek zorunda olan bir kuldur. O, aşkın ve sevgilinin hükmü altına
girmiştir. Onlardan ayrı hareket etmesi düşünülemez. Aşkın ve
sevgilinin hükmü, bedenin yaşam kaynağı olan kan gibi âşığın
damarlarında gezinmeye başlar.
Ol şeh-i hüsne olalı bende
Kalmadı gitdi benligüm bende (109a)
Aldı benden beni çün ol cânân
Kan gibi hükmin itdi tende revân (109a-109b)
Aşk; sultanı kul, kulu da sultan yapar ve böylece kul ile
sultan arasındaki ayrımı yok eder. Aşk, gönül ülkesini fethettiğinde
âşığın kimliğinin bir önemi kalmaz. Kişi âşık olduğunda padişah olsa
bile aşkın ve sevgilinin esiri olacaktır. Bu durumu Enis Batur şöyle
açıklar: “İktidar ilişkisinin en fazla sivrildiği, yıpratıcı yanlarının en
belirgin formları aldığı alanların başında gelir Aşk. Görünüşte, bir
efendi/kul kutuplaşmasına yol alınmaktadır, oysa efendinin her an
kula, kulun her an efendiye dönüşebileceği bir eksen üzerinde iniş-
çıkış eğrisini çizer kahramanlar.14” Zarifî ise şöyle demektedir:
“Bu ne sîrdur ki pâdişâh-ı ışk bende eyler kulına mollâyı” (108a)
Sultân-ı hüsn iseñ n‟ola şâhum Zarîfî de
Şimdi şarâb-ı ışkuñ ile pâdişâhdur (113b)
Âşık olmayanların, bir güzellik şahına gönül vermeyenlerin
âşığın hâlini ve sözlerini anlaması mümkün değildir. Âşığın halinden
sadece âşıklar anlayabilir. Diğerleri ise onu sadece kınar. Arifler,
akıllılar âşığa öğüt verir. Oysa aşk, aklın hükmünü geçersiz kılar. Bu
nedenle âşık, bilgisize ve hâlden anlamayana aşktan bahsetmemelidir.
Bezm-i ışkuñ safâ vü âlemini
Bilmez illâ bilür yine âşık (113b)
Bir şeh-i hüsne olmayan bende

14Enis Batur, “Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha”, Cogito, S.: 4 (Bahar
1995), s. 6.
538 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
Ma‟ni-i kâl-i âşıkı bilmez
Yüz degül ömri biñ olursa eger
Gider ol hâl-i âşıkı bilmez (107a)
Açma nâdâna bâb-ı ışkı sen
İster iseñ nasîhatı benden
Kılmayan bir güle dilin bülbül
Cânı almaz safâ bu gülşenden (112a)
Âşık gönül kadehini aşk ile doldurmalıdır. Böylece aşk
şehrinde şöhret ve itibar kazanır. Aşk şarabıyla gönlü dolu olan âşığın
sözleri boş değildir. Çünkü aşk âşığı olgunlaştırır ve her şeye, onun
her sözüne anlam katar.
Mey-i mihre yüri dil sâgarını câm eyle
Şehr-i ışk içre şeh ol Cem gibi bir nâm eyle
Mey-i ışk ile dilin pür ideni sanma tehî
Sâkiyâ kanda görürseñ aña ikrâm eyle (114a)
Mecazi aşk, hakikî aşka geçiş yolunda bir köprüdür. Ancak,
aşk yolunda her türlü zorluğa katlanan, varlıklarını bu yolda yok eden
ve bu köprüden geçmeyi başaran gerçek âşıklar gerçek sevgiliye; yani
Tanrı‟ya kavuşur ve muhib iken mahbub mertebesine yükselirler.
Bu yolda sabr idenler hûb itdi
Muhibb iken özin mahbûb itdi (114a)
Yani Zarifî genel olarak âşığı, sevgiliye kavuşmanın
imkânsızlığını bilerek ve korkusuzca aşk yoluna çıkan, tüm benliğini
sevgilisi uğruna bu yolda yok edebilen, zorluklar karşısında yılmadan
sevmeye devam eden ve sevgili sultanına boyun eğen bir kul olarak
tanımlamaktadır.
Sonuç
Makalenin giriş kısmında da vurgulandığı üzere, aşkın ve
ideal âşığın her insan için farklı bir tanımı vardır mutlaka. Herkes ve
her dönem için ilgi çekici olma özelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen
bir konu olan aşka elbette ki bir şair olarak Çorlulu Zarifî de kayıtsız
kalmamış, Râhatü’l-ervâh adlı eserinin aşka ayrılmış son bölümünde
bu konuyla ilgili düşüncelerini dile getirmiştir.
“Mihr ü Mahabbet ve Işk u Mevedded Beyânındadur”
başlıklı “Aşk Bâbı”nda kimi zaman aşk ve âşık hakkındaki görüşlerini
açıkça dile getiren şairin düşünceleri, kimi zaman da kelime seçimleri
ve kullanımlarıyla kendini ele verir. Zarifî‟nin bu seçimleri bilinçli bir
tercih olarak mı, yoksa geleneğin yönlendirmesiyle farkında
olmaksızın mı yaptığı bilinmez; ama tüm bu kullanımlar makale
Çorlulu Zarifî’nin Râhatü’l-Ervâh’inda… 539
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
boyunca şairin aşka ve âşığa bakışına dair yapılan yorumları mümkün
kılar.
Sonuç olarak Zarifî‟nin ilahî ve mecazi aşkı bir bütün olarak
işleyen, aşkı insanın ruhunu arındırması için en önemli araçlardan biri
olarak gören ve bir sevgiliye kavuşmaktan çok aşkı amaç edinen bir
şair olduğu söylenebilir. Zarifî için aşk, âşığın gönül şehrini fetheden,
onu kuşatan ve âşığın benliğini yok ederek onu baştan yaratan, ateşten
yaratılmış bir sultan, gerçek âşık ise bu sultana karşı koymak yerine
ona şevk ile teslim olan ve aşk ateşiyle kuşatılan ruhunu, ancak ve
ancak, bu ateş ile rahatlatabilen kişidir.
KAYNAKÇA
ATEŞ, Ahmet, “Gazel”, İslâm Ansiklopedisi (İA), C.: 4, Millî Eğitim
Basımevi, İstanbul 1977, s. 730-733.
AKÜN, Ömer Faruk, “Divan Edebiyatı”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi (TDİA), C.: 9, Türkiye Diyanet Vakfı Yay.,
İstanbul 1994, s. 389-427.
ANDREWS, Walter G, Şiirin Sesi, Toplumun Şarkısı: Osmanlı
Gazelinde Anlam ve Gelenek. Çev.: Tansel Güney, İletişim
Yay., İstanbul 2009.
BATUR, Enis, “Aşk Üzerine Marazi Bir Deneme Daha”, Cogito, S.: 4
(Bahar 1995), s. 5-8.
Çorlulu Zarifî, Râhatü’l-ervâh, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi,
Türkçe Yazmalar Bölümü, No: T 673/2.
DİLÇİN, Cem, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, TDK Yay., Ankara 2005.
Gelibolulu Mustafa Âli, Künhü'l-ahbâr'ın Tezkire Kısmı, (Haz.:
Mustafa İsen), AKM Yay., Ankara 1994.
GİBB, E.J.Wilkinson. Osmanlı Şiir Tarihi, (Çev.: Ali Çavuşoğlu),
Akçağ Yay., Ankara 1993.
İNALCIK, Halil. Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-
1600),(Çev.: Ruşen Sezer), YKY, İstanbul 2006.
Muhyiddin İbn Arabî. İlâhî Aşk, (Çev.: Mahmut Kanık), İnsan Yay.,
İstanbul 2005.
540 Gülşah TAŞKIN
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 5/3 Summer 2010
PALA, İskender. “Âh Mine‟l-Aşk”. Cogito, S.: 4 (Bahar 1995), s. 81-
102.
ŞENTÜRK, Ahmet Atillâ. “Osmanlı Şiirinde “Aşk”a Dair”. Doğu
Batı, S.: 26 (Şubat, Mart, Nisan 2004), s. 59-73.
TAŞKIN, Gülşah (2009), Çorlulu Zarifî Divanı: İnceleme-Edisyon
Kritikli Metin, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul.

Konular