Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları

Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
237
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki
Yansımaları
The Effects of Turkish Revolution on The Indian and
Iranian Revolutions
Hayriye Yüksel*
Özet
Türk devriminin I. Dünya Savaşı ertesinde anti-emperyalist bir karakterde gerçekleştirilmiş olması, devrimin ve devrim sonrasında gerçekleştirilen inkılâpların evrensel manada emsal teşkil etmesini de beraberinde getirmiştir.
Hint ve İran devrimleri, Türk devrimiyle çağdaş olmamalarına rağmen, Türk devriminin sö-
mürgeci güçlere karşı verdiği mücadeleden ve bu mücadeleler sonrası gerçekleştirilen inkılâplardan etkilenmişlerdir. Ancak her iki devrimin de Türk devrimi ile birebir örtüştüğünü söylemek güçtür. Nitekim her bir devrim, içinden çıktığı toplumunun sosyo-ekonomik ve siyasal yapısına uygun olarak, kendine özgü nitelikler taşımaktadır.
Bu makalenin amacı da Türk devriminin Hint ve İran devrimleri üzerindeki etkisini bu devrimlerin kendine özgü niteliklerini de hesaba katarak analiz etmektir.
Anahtar Kelimeler: Türk Devrimi, Hint Devrimi, İran Şah Pehlevi Devrimi, AntiEmperyalizm, Bağımsızlık Mücadelesi.
Abstract
Turkish revolution is an example worldwide because of revolution’s anti-imperialist character after the First World War. Although Turkish, Indian and Iranian Revolutions did not occur in the
same time, Indian and Iranian Revolutions were affected by the Struggle of Turkish Revolution against to imperialist power and Turkeyís reforms which formulize the Turkish Republic after the Turkish
independency war. However, these two revolutions, Iranian and Indian, are not completely the same
with the Turkish Revolution, as a matter of fact every revolution has sui generous character due to the
communityís socio-economic and political specialities which are the basic of revolution. The purpose of
this essay is to analyze Turkish revolution affect on the Indian and Iranian Revolutions with their sui
generous specialties.
Key Words: Turkish Revolution, Indian Revolution, Iranian Sah Pehlevi Revolution, AntiImperialism, Independency Struggle
Giriş
Yıkılan bir domino taşının diğer bir taşın yıkılmasını da beraberinde getirmesinden esinlenerek oluşan domino taşı teoremine göre; mesela Vietnam yöne-
* Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktora Öğrencisi,
e-mail : hayyuk@hotmail.com
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
238
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
timinin ABD ekseninden çıkması ve Sovyetler Birliği’ne yakın politika izler hale
gelmesi Güneydoğu Asya’daki diğer devletleri de etkileyecek ve onlar da Sovyet kontrolü altına gireceklerdir.1 Devrimlerin birbirini etkilemesi sürecinin de
bir domino etkisi ile sonuçlanması muhtemeldir. Türk, Hint ve İran devrimleri,
eş zamanlı gerçekleşmemiş olsalar da, birbirine yakın coğrafyalarda ve zamanlarda vuku bulmaları nedenleriyle domino taşı teoremine örnek olabilecek nitelikler taşıdığı ileri sürülebilmektedir. Bu çalışmada; Hint devrimi, oluşum ve
kapsamı evrelerinde Türk devrimi ile ilişkilileri, İran devrimi ise devrim sonrası modernleşme çabalarının Türk devrimi ile benzerliği açılarından ele alınmış-
tır. İlk inceleme konusu olan devrim Hint devrimidir. Akabinde İran ele alınmış
ve sonuçta her iki devrimin Türk devrimi ile karşılaştırması yapılmıştır. Devrimler arası benzerlikler ve farklılıkların tespit edilmesi neticesinde ulaşılan sonuç
her devrimin kendine özgü niteliklerinin ve oluşum sürecinin olduğu, devrimlerin birbirini etkilemekle birlikte gerçekleştirilen reformların birebir taklit edilmesinin ülkelerin sosyo-ekonomik konumları göz önünde bulundurulduğunda
mümkün olmadığıdır. Dolayısıyla Türk devrimi Hint ve İran devrimleri üzerinde
bir domino etkisi yaratmaktan çok bir “hızlandıran” etkisi yaratmıştır.
Hint Devrimi
Dünyanın en eski uygarlıklarından biri olan Hindistan’ın tarihi, özellikle Türkler ile münasebetleri düşünüldüğünde, M.Ö 1000’li yıllara kadar götürülebilir. Ancak Hintlilerin ve Hindistan’ın Batı açısından önemli hale gelmesi, sö-
mürge anlayışı ile birlikte, coğrafi keşifler sonrasındadır. İlk defa 1570’li yıllarda Hindistan’a ulaşan İngiliz tüccarlarını, önce misyonerler, sonra da askerler izlemiştir. 1698 yılında Kalküta civarındaki üç köyün toprağını kullanma hakkını alarak hukuki bir statü kazanmış bulunan Doğu Hindistan Şirketi
vasıtasıyla bu ülkenin ticari ve iktisadi ilişkilerini tamamen tekeline alan İngilizlerin hâkimiyeti artık hissedilebilir hale gelmiştir. Esasen bu şirketin görevi Hindistan’da İngiliz emperyalizminin yerleşmesini temin ile bu ülkenin İngilizler tarafından düzenli bir şekilde soyulmasını sağlamaktır. Bu fazlasıyla ger-
çekleştirilebildiği gibi şirket çalışanları da, yeni bir tür hayat biçiminin aktarılması görevini başarıyla yerine getirmiştir.2 Hukuk sistemi ve vakıf düzenini tamamen değiştiren İngilizler, Farsça ve Urduca’yı yasaklamak suretiyle bir
de kültür asimilasyonunu başlatmıştır. Medreselere para verilmezken Hıristiyan misyonerlere geniş imkânlar tanınmış, siyasi sistem yeni baştan düzenlenirken Avrupa mimarisi, giyim tarzı ve düşüncesi hızla yayılmaya çalışılmış ve
İngilizce toplum üzerindeki etkisini bütün ağırlığı ile göstermeye başlamıştır.3
1910 yılından itibaren Hindistan halkının zihninde yabancı hâkimiyetinden
1 Faruk Sönmezoğlu (der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul,1996, s.155.
2 Salim Çöhçe, “Türk İstiklal Mücadelesi ve Hindistan”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 31 Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, 2006,
s.133.
3 A.g.m., s.135.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
239
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
kurtulma isteği gelişmeye başlamıştır. Hindistan Ulusal Kongresi 1906 yılında çıkardığı kararname ile “diğer İngiliz müstemlekelerinde uygulandığı kadarıyla Hindistan’ın da kendi kendisini yönetmesi gerektiğini” ilan etmiştir. Bu
arada Hintli Müslümanlar 30 Aralık 1906’da Dakka’da Hindistan Müslümanlar
Birliği’ni kurmuştur. Bu teşkilat da yeni şartlara uyum göstererek Hindistan’da
özerk bir yönetim kurulmasından yana tavır almıştır.4
Hindistan’ın İngiliz işgalinden kurtulması için çabalayan Gandhi, Hindu cemaati içinde birlik kurulması lüzumu üzerinde de durmuştur. Bu amacı-
na ulaşmak için Brahman “kast”ından olanlarla olmayanlar, yüksek “kast” larla
“dokunulmayanlar” arasındaki eşitsizliklerin ortadan kalkması gerektiğini söylemiş ve Hindu, Müslüman, Parsi, Melez (İngiliz-Hintli), Yahudi vs. arasında
da kesin ve tam bir işbirliği, sevgi ve hoşgörülülük kurulmasını istemiştir. Aynı
zamanda Gandhi hem davranış hem de konuşma ve söz söyleme bakımından
şiddetten sakınma öğüdünü vermiştir. Bu öğüt sadece İngilizlere karşı olmayıp
türlü cemaatlerin de kendi içlerinde şiddetten sakınmasını kapsamaktadır.5 6
Nisan 1930’da Gandhi’nin İngiltere’ye karşı başlatılması talimatını verdiği mü-
cadelenin programında da pasif direnişten yana bir tavır takınılmıştır. Yusuf
Hikmet Bayur’a göre bu durumun felsefi olduğu kadar makul bir açıklaması da
vardır: “Genel surette Hintlilerin bir çoğu belki yaradılışlarından, belki bir iki
asırdır savaş görmediklerinden vuruşmaktan çekinirler. Dolayısıyla ileri sürü-
len mücadele tarzı mizaçlarına en muvafık olanı idi.”6
Ganhdi’inin çabaları ve İngiliz hükümeti ile gerçekleştirilen görüşmeler neticesinde yeni Hindistan anayasası 1935 yılında İngiltere kralı tarafından
kabul edilmiş ve 1937’de yürürlüğe girmiştir. Hindistan yeni konumu ile hedeflenenin aksine bir dominyon statüsüne kavuşamamıştır ve merkezde başı
kral naibi olan bir hükümet bulunmaktadır. Hindistan onun yönetimi altında bulunan İngilizlere tâbi illerle yine onlara bağlı yerli devletlerden mürekkep bir “federasyon” olmuştur. Bu anayasa 1939 yılına kadar yürürlükte kalmış
Gandhi’nin hapisten çıkması ile rafa kaldırılmış ve Gandhi hükümeti ele geçirip
tam bağımsız ya da dominyon anayasası için mücadele etmiştir. 7
26 Temmuz 1945’te İngiltere’de seçimlerin sonucu belli olmuş ve İşçi
Partisi iktidarı ele geçirmiştir, böylece Hindistan’da öteden beri sevilmeyen
başbakan Churchill ve Hindistan Bakanı Amery işbaşından uzaklaştırılmış-
tır. Hemen ertesinde de Kral Naibi Lord Vevel Hindistan’ın önde gelenleriyle
buluşarak İngiltere’nin Hindistan’da kendi kendini yöneten bir yönetim(selfgovernement) kurmak istediğini belirtmiştir.8 Müslüman Birliği ve Ulusal
4 A.g.m., s.143.
5 Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, Cilt:III, TTK y., Ankara,1950, s.541.
6 A.g.e., s.566.
7 A.g.e, s.591.
8 A.g.e., s.633.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
240
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
Kongre, 3 Haziran 1947’de İngiliz önerisini ve Hindistan kıtasının Pakistan ve
Hindistan diye ikiye ayrılmasını ve 18 Temmuz 1947 kanunu ile; Hint kıtası-
nın 15 Ağustos 1947’den itibaren Pakistan ve Hindistan olarak ikiye bölünmesini ve her iki kısmın da “Bağımsız (independent) Dominyon” adı altında fiilen bağımsız kılınmasını kabul etmiştir. Dominyon tanımı 1931 yılında tespit
edilmiştir. Buna göre dominyonlar iç ve dışişlerini kendi meclislerinin denetlenmesi altında diledikleri gibi görmekte tamamıyla serbest olan, fakat İngiltere kralını kendi hükümdarları bilen devletlerdir.9 27 Nisan 1949’da Londra’da
toplanan bütün İngiliz Dominyonlarının temsilcileri, Commenwealth üyelerinden herhangi birinin İngiliz birliğinden çıkmadan hükümet biçimini cumhuriyete çevirebileceğine karar vermiş ve Hindistan Cumhuriyeti ilan edilmiştir.10
Türk-Hint İlişkileri ve Türk Devriminin Hindistan’a Etkisi
Hint Müslümanlarının Türklere olan sempatileri ilk kez 1877-1878 Osmanlı-
Rus harbi sırasında kendini göstermiş, Hindistan’daki camilerde savaş esnasında dualar edilmiş, hasta ve yaralı Türkler için yardım paraları toplanmıştır.11
Başta Cemalettin Efgani olmak üzere bir kısım Hintli düşünürün savunduğu İslam Birliği fikri Hint Müslümanları arasında da büyük taraftar bulur hale gelmiş
ve II. Abdülhamit’in Panislamist siyaset izlemesiyle birlikte, bu fikir yeniden
canlanmıştır. II.Abdülhamit döneminde, Osmanlı devletinin Hindistan’a yönelik faaliyetleri; ulema ve nüfuslu kimselerle ilişki kurmak, gazeteler yoluyla propaganda yapmak, konsolosluklar vasıtasıyla kamuoyu oluşturmak, tarikatların
nüfuzunu değerlendirmek, hac ve diğer vesilelerle destek aramaktır.12 Ayrıca,
II. Abdülhamit’in Panislamist siyaseti kapsamında; Ermenilerin Londra’da Osmanlı aleyhine yürüttüğü kampanyaya karşıt olarak Hint Müslümanlarının Osmanlı lehine yaptığı gösterilere de destek verilmiştir.13
Hintli Müslümanlar için halifelik kurumunun anlamı saygın hayat ve
kültürlerini devam ettirmenin bir garantisidir ve halifelik kurumuna destek
vermek dini vecibelerini ve bağımsızlık mücadelelerinin bir parçasıdır. Ayrı-
ca Osmanlı devletinin parçalanması durumu beraberinde İslam’ın ve Müslüman gücünün zayıflamasını da getirecektir.14 Hint özgürlük mücadelesinde önemli rollerden birini üstlenen Mahatma Gandhi de daha 1908’de Güney
Afrika’dan Hindistan’a dönmeden önce Jön Türklerden etkilenmiştir. Özellikle II.Meşrutiyetin ilanı ile birlikte parlamentonun açılacak olmasını Gandhi,
9 A.g.e., ss.654-655.
10 A.g.e., s.659.
11 Celalettin Güngör, “Sömürgeden Ulusa Hint Milliyetçiliğinin Kökenleri”, Gazi Kitabevi, Ankara, 2001.
s.325.
12 Azmi Özcan, “Hindistan”, İslam Ansiklopedisi, TDV, İstanbul, C.VIII, s.84.
13 Vahdettin Ergin, II. Abdülhamit ve Dış Politika, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2005, ss. 182-183
14 Sahabı Ahmad, “Turkish Caliphate and the Response of Natıonalist Muslim Learship in the
Early Phase of Indian Freedoom Struggle”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 31
Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, s.221.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
241
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
Türklerin Avrupa’da güçlü bir devlet olarak var olması olarak yorumlamıştır.15
I.Dünya Savaşı’nın ufukta görülmesi ile birlikte Hint Müslümanları çıkacak bir
savaşta İngiltere ve Osmanlı devleti arısında kalmamak adına Osmanlı’nın tarafsız kalması için harekete geçmişlerdir. İleri gelen Hintli Müslümanlardan
Dr. Muhtar Ahmet Ensari, Muhammed Ali ve Nawab Salimullah Han tarafından Dahiliye Nazırı Talat Paşa’ya çekilen telgrafta “Hintli Müslümanların halife ve İngiltere’ye karşı sadakatsizliğe mecbur edecek bir harbin zuhuruna engel
olunması” istenmiştir. 16
Aynı dönemde Hint Müslümanlarının desteğinden yoksun kalmak istemeyen İngiliz yönetimi, bir yandan I.Dünya Savaşı ortamında Hintliler lehine olan anayasa değişikliklerini yürürlüğe sokarken bir yandan da savaş sonunda Türklere anlayış gösterileceğini ve Osmanlı devletinin paylaşılmasına
izin verilmeyeceğini taahhüt etmiştir. Bu vaatlere rağmen Hindistan’da İngiliz yönetimine karşı ayaklanmalar çıkmış ve 30 Aralık 1915’te Kongre ile Müslü-
manlar Birliği arasında işbirliği kararı alınmıştır.17 I. Dünya Savaşı’na Osmanlı Devleti’nin katılmasının ve aynı zamanda Halife olan padişahın “cihat” yani
“kutsal savaş” ilan etmesinin Hintli Müslümanlar açısından savaş üzerindeki tesiri çok az olmuştur. Dolayısıyla o zamanki Osmanlı devlet adamlarının,
Hilafet’in Hindistan’daki ve genel olarak İslam alemindeki maddi ve manevi
nüfuzu üzerine kurdukları ümitler tamamıyla denecek ölçüde boş çıkmıştır.18
Zira, I.Dünya Savaşı yıllarında Hindistan Ulusal Kongresi İngiliz tacına sadakatini tekrarlamış ve katlanılan savaş fedakarlıkları ile “daha fazla özgürlük”,
“daha fazla hak” beklentisi ifade edilmiştir.19
Müslüman Ligi ve Hint Ulusal Kongresi’nin 1916’da onayladığı Lucknow Paktı’na göre: “20.yüzyılın ilk yıllarında Müslüman aydınlar arasında iki
eğilim vardır: Bunlardan ilki esas olarak genç unsurlar arasında milliyetçili-
ğe yönelik olanıdır. Ötekisi ise Hindistan’ın geçmişinden, hatta bir boyutta
onun şimdiki durumundan bir sapma ve İslam ülkelerine, özellikle halifeliğin
tahtı Türkiye’ye karşı daha büyük bir ilgi duyulmasıdır. Avrupa’nın entrikaları-
na karşı duran Türk sultanına ilişkin olaraksa bir sempati vardır. Trablusgarp
ve 1912-1913 tarihli Balkan savaşları sırasındaysa bu sempati dalgası giderek
yükselmiştir.”20 Müslüman önderlerin barış çağrıları ve Osmanlı devleti meselelerinde gösterdikleri hassasiyetlerin Paris Barış Konferansı’nda dikkate alınmaması üzerine Büyük Britanya tacına bağlı kalmayacağını hükme bağlamış
olan Hint Müslümanları Birliği, hukuki açıdan sıkıntıya düşmemek ve daha ge-
15 Akhtarul Wasey, “Turkey and Evolution of Indian Culture”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu
Bildirileri 31 Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara,
2006, ss.248-249.
16 Salim Çöhçe, a.g.m., s.151.
17 A.g.m., s.155.
18 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e, s.500.
19 Celalettin Güngör, a.g.e., s.347.
20 A.g.e., ss.324-325.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
242
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
niş bir manevra alanı yaratabilmek için ciddi bir teşkilata ihtiyaç duymaya baş-
lamıştır. Dini mahiyette olması düşünülen bu teşkilat Halife komitesi olarak 20
Mart 1919’da Bombay’da kurulmuştur. Çok geçmeden Hindular da bu harekete katılmaya başlamıştır.21
Milli Mücadele’de kongreler döneminin kapanıp, İstanbul ile iplerin
kopma noktasına geldiği bir sırada yapılan Lucknow toplantısında, İslam ahali
için “Halife’nin izzet-i nefsi için dua günü” ilan edilmiştir. Gandhi bu kararı gayet yerinde bularak övmüş: “Bu durumda Hindular ne yapmalıdır? Bana kalırsa aynen Müslüman kardeşlerinin yaptıklarını yapmalıdır. Onların oruç ve dualarına katılarak, tam bir beraberliğin örneğini vermelidirler. Kadın erkek bü-
tün Hindular ayın 17’sinde Hindu-Müslüman Birliği’ne kutsal bir nitelik kazandırmalıdır” sözleriyle Hilafet hareketini topyekun bir harekete dönüştürmede
önemli bir adım atmıştır.22 23-24 Kasım 1919’da Delhi’de, İngilizlere karşı nihai
tavrın belirleneceği bir Hilafet Kongresi yapılmıştır. Bine yakın delegenin iştirak ettiği bu toplantıya Gandhi de Hintli arkadaşları ile birlikte katılmıştır. Zafer kutlamalarına katılmama kararının alındığı bu konferansta, Osmanlı devleti ile tatminkar bir barış imzalanmadığı takdirde İngiliz hükümeti ile işbirliğine
son verileceği, mallarının boykot edileceği ve Londra’ya bir heyet gönderilmesi gerektiği de kabul edilmiştir.23
Kongrenin arkasından 31 Aralık 1919’da Gandhi ve Muhammed
Cinnah’ın katılımıyla toplanan Hilafet Konferansı, halifeye bağlılığı bildirdikten sonra Türk meselesini anlatmak üzere İngiltere ve Amerika’ya heyet gönderilmesini kararlaştırmıştır. Bu arada bir heyet de İstanbul’a nezaket ziyaretinde bulunacaktır. Bu ziyaret kapsamında Osmanlı sultanından istenecek olansa Mustafa Kemal’in parti hareketi ve çözüm önerisinin tanınması ve kabul
edilmesidir.24 Hilafet Komitesi’nin sekizinci oturumunda kabul edilen önergede ise: “Kutsal Şeriat, tüm Müslümanlara İngiliz ordusuna hizmet etmeyi ya
da gönüllü yazılmayı ya da onun için acemi asker toplanmasını yasaklar; genelde tüm Müslümanlar ve özellikle tüm ulema onların dinsel emirlerini İngiliz Hint ordusundaki her Müslüman askere iletmekle yükümlüdür…..İngiliz hü-
kümeti dolaylı ya da dolaysız, gizli ya da açık olarak Ankara Hükümeti’ne karşı
düşmanlığı yeniden başlatırsa, Hint Müslümanları, Kongre’yle işbirliği içinde
başkaldırmaya ve kongrenin gelecek oturumunda da Hindistan’ın bağımsızlı-
ğını açıklamaya ve Hindistan Cumhuriyeti’ni kurma yoluna başvurmak zorunda
bırakılacaklardı.” ifadeleri yer almıştır.25 Milli Mücadele’nin idaresini üslenmiş
olan Mustafa Kemal ve arkadaşları da Türklerle iç içe geçmiş bulunan “İslam”a
21 Salim Çöhçe, a.g.m., s.159.
22 A.g.m., s.162.
23 A.g.m., s.163.
24 A.g.m., s.165.
25 Muhammad Sadıq, “Türk Devrimi ve Hint Özgürlük Hareketi”, Atatürk’ün Düşünce ve Uygulamalarının Evrensel Boyutları Sempozyumu (2-6 Kasım 1981), Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1981,
ss.220-221.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
243
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
yapılacak vurgunun içte ve dışta sağlayacağı imkanların bilincindedir ve bunun
için İslam ülkelerine temsilciler yollayarak Türkiye lehine faaliyette bulunacak
grupların oluşturulmasına gayret etmişlerdir. Bu durum İngilizlerin de gözünden kaçmamış ve Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya gelir gelmez, bir yandan bol
silah ve mühimmat toplayarak büyük bir savaşa hazırlanırken, öte yandan Bol-
şevikler ve Suriye’de Yasin Paşa ile temas sağlayıp Afganistan ve Hindistan’a
heyetler gönderdiğini de tespit etmişlerdir.26 Sevr Antlaşma tasarısının açıklanması ile birlikte Hindistan’da hilafet makamının korunmasına yönelik girişimler de artmıştır. Nitekim Hindistan’da kurulan Hilafet Heyeti 23 Temmuz
1919’da İtalya Başbakanı Gioletti, Dışişleri Bakanı ve Papa ile görüşme fırsatı yakalamıştır. Görüşmelerde Türk tezi Batı’ya tanıtılmaya çalışılmış, İngilizler
sözlerini tutmamakla itham edilmiş ve Yunanlıları desteklemeyi sürdürürlerse
Hindistan’ın İngiltere ile olan ilişkilerinin yavaşça kesileceği ve bunun bir cihada yol açacağı ihtarında bulunulmuştur. Ayrıca Hindistan Brahmanlar Heyeti
de Haziran 1920’de Londra’da benzeri görüşleri dile getirmiştir.27
Roma’dan İsviçre’ye geçen Hilafet Heyeti 6 Ağustos 1920’de Talat Paşa
ve arkadaşlarıyla buluşarak Mustafa Kemal Paşa’nın desteklenmesi gerektiğini ittihatçılara hatırlatmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal’e yazılan bir mektupta da
bundan böyle İngilizlerin emrine hiçbir şekilde asker verilmeyeceği bildirilmiş-
tir. Gandhi de hilafet kurumunun eski haline getirilmesi ile ilgili programını
1-2 Haziran 1920’de açıklamıştır. Buna göre 1 Haziran’dan itibaren hükümet ile
işbirliği yapılmayacak, İngiliz malları boykot edilecek, seçimlerde oy kullanılmayacak, davacılar ve avukatlar mahkemelere girmeyecek, öğrenciler okulları-
na gitmeyecektir.28
Hint milliyetçileri Anadolu’da kazanılacak bir başarının, İngilizlere kar-
şı verilecek bir mücadelede, en azından psikolojik bakımdan büyük imkânlar
sağlayacağına inanmaktadır. Aksi halde sömürgeciliğe karşı yürütülmekte olan
hareketler manen çökecek, belki de uzun yıllar kesintiye uğrayacaktır. Bu sebeple 2 Ocak 1921’de toplanan Hilafet Konferansı’nda, Halife’nin savaş öncesindeki durumuna kavuşturulmasına kadar mücadeleye devam etme kararı alı-
nırken, bir ay sonra Lucknow’da yapılan toplantıda Halife’ye müracaat edilerek Kuva-yı Milliye’yi tanıması ve destek olması istenecektir.29 Anadolu’da Milli Mücadele hareketinin kazandığı her başarı Hindistan’da da yankı bulmuş-
tur. İnönü’de kazanılan zaferlerle İslam yüceltildiği için Mustafa Kemal Paşa
ve Ankara hükümeti tebrik edilmiştir. 28 Temmuz’da Bombay ve Karaçi’de alı-
nan kararlarda ise Ankara’daki milli hükümete karşı girişilecek düşmanca bir
tavırda Hint askerlerinden İngilizler ile işbirliğinden kaçınmaları istenmiştir.30
Hintlilerin Türk Milli Mücadelesi’ne destekleri maddi katkıları da kapsamakta-
26 Salim Çöhçe, a.g.m., s.175.
27 A.g.m., s.179.
28 A.g.m, ss.179-180.
29 A.g.m, s.186.
30 A.g.m, s.192.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
244
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
dır. Hindistan’dan Türk Milli Mücadelesi için yapılan yardımlar konusunda rakamsal olarak tartışmalar mevcut olmasına rağmen Salim Çöhçe toplanılan
yardımlara ilişkin olarak şu bilgileri aktarmaktadır: “Yardımlar merkez Hilafet
Komitesi’nin gözetiminde teşkil edilmiş bulunan “İzmir” veya “Ankara” fonlarında toplanmaktadır. Bunlardan birincisi Yunan işgalinden zarar görmüş ailelere destek vermiş olmak amacıyla kurulmuştur. İkincisi ise Türk ordusuna silah ve mühimmat gibi askeri malzeme sağlamak üzere teşkil edilmiştir. Yardım doğrudan Mustafa Kemal adına hükümete ya da Kızılay’a gönderilmekte ve karşılığında makbuz alınmaktadır.” Yardımı bu iş için seçilmiş gönüllüler
üzerlerinde özel bir haki üniforma, yeşil cübbe ve başlarında da ay-yıldız olan
Kuvayı Milliye kalpağı ile toplamaktadırlar. Yardım karşılığı verilen makbuzlarda ise; Osmanlı arması, Muhammed Ali, Mustafa Kemal ve Enver Paşa’nın resimleri bulunmaktadır. 31 İngiliz hükümeti Hindular ve Müslümanlar arasındaki
işbirliğinden rahatsız olmuştur. Kral Naibi Lord Reading’in Hindistan’ın durumunu yatıştırmak ve Müslümanları Türk meselesinde tatmin etmek için 7 Mart
1922’de Hindistan’dan sorumlu bakan Lord Montagu’ye çektiği telgraf da bunun bir kanıtıdır. Kral naibinin telgrafında bulunan ve Hintli Müslümanların
üzerinde ısrarla durduğu mevzular: İstanbul’un boşaltılması, sultanının kutsal
yerler Mekke ve Medine üzerindeki egemenliğinin devamı, Osmanlı Trakyası ve
İzmir’in Türklere geri verilmesidir. Montagu de Kral Naibi ile aynı fikirdedir ancak bu firikler İngiliz hükümeti tarafından kabul edilmemiştir.32
Türklerin kesin zaferinin ardından Mustafa Kemal milli kahraman olarak sayılmış ve onun için “Mücahid-i İslam” ve “Seyfü’l-İslam” gibi unvanlar
kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye Batı emperyalizmine karşı başkaldırmış ve
ona karşı verdiği savaşı kazanmış ilk doğu ülkesi olması nedeniyle de Hindistan için önemli bir yer teşkil etmektedir.33 TBMM ve Hindistan arasındaki iliş-
kiler 1 Kasım 1922’de saltanatın hilafetten ayrılarak lağvedilmesi üzerine ciddi
bir bunalım dönemine girmiştir. Esasen Hintli Müslümanlar nezdinde İngilizlerin kontrolündeki sultan Vahdettin’in şahsına karşı herhangi bir bağlılık mevcut değildir, ancak Türkiye’deki gelişmeler Hintli Müslümanların zihinlerini karıştırmaktadır. O sırada yazdığı uzun makalesinde Emir Ali de hilafet ve saltanatın kaldırılmasının ancak bütün Müslümanların onayı ile gerçekleşebilece-
ğini ileri sürerek bu karışıklığa hizmet etmiştir.34 Bu karmaşık ortamın durulması 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile gerçekleşecektir. Zira ilk defa bir Müslüman ülke, Batı’nın büyük güçleri ile eşit şartlarda bir
antlaşma yapmayı başarmıştır. O ana kadar görüşmeleri büyük bir ilgi ile takip eden Hint Müslümanları, ülkelerinde en büyük gösterilerden birini yapmış
ve Ağa Han bir bildiri yayımlayarak hilafet hareketine gerek kalmadığına işaretle bundan böyle Türkiye’nin kalkınması için gayret gösterilmesini istemiştir.35
31 A.g.m, ss.207-208.
32 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s.553.
33 A.g.m, s.198.
34 A.g.m, ss.200-201.
35 A.g.m, ss.201-202.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
245
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
Hilafet ve İslam birleşmesi fikrinden yana olan kişilerin sadece Osmanlı sınırları içerisinde bulunan Panislamist odaklarla sınırlı olduğunu söylemek
mümkün değildir, zira bu görüşler aynı zamanda Hindistan Müslümanları arasında da desteklenmektedir. Bu kimselere göre eğer halifenin etrafında bü-
yük bir İslam birliği kurulursa bu birlik Hindistan siyasası üzerinde de etkili olacaktır ve Hindistan Müslümanlarını Hindulara karşı koruyacaktır. Neticede Hint Müslümanlarının artık İngiltere’nin kendilerini korumasına ihtiyaçları
kalmayacaktır.36 Bu gibi hayaller besleyen kişiler halifeliğin ilgası ile büyük bir
düş kırıklığı yaşayacaklardır. Cumhuriyetin ilan edilmesinin gündeme gelmesi
ile hilafet konusu Hindistan’da yeniden gündeme gelmiştir. Hilafet konferansının önde gelen isimleri ise hilafet kurumunun korunacağını düşünerek cumhuriyetin ilanına destek vermişlerdir.37
Halifelik makamının statüsü ve 4 Mart 1924 tarihinde mecliste ger-
çekleştirilecek oturumlar Hindistan’da büyük bir ilgi ile takip edilmiş, basında yer alan yazılarda; halifeliğin kaldırılması durumunda Türk Kızılayı’nın
Hindistan’dan topladığı yardımlarda bir azalma olacağı ve meclisçe halifeli-
ğin kaldırılmasının bu makamın sonunu getirmeyeceği belirtilmiştir.38 Halifeli-
ğin kaldırılması Hindistan kamuoyunda bomba etkisi yaratmış ve halifelik makamının aslına dönerek yeni bir halife seçilmesi fikri tüm Hint basınında yer
almıştır.39Atatürk’e duyulan hayranlık sonucunda ise Mustafa Kemal’in halife
ilan edilmesi bile gündeme gelmiştir. Panislamist düşüncenin Hindistan’da yeniden canlanması ile Merkez Hilafet komitesi Müslümanlara yeni bir baş çabası içerisine girmiş, ancak bu çabalar da sonuçsuz kalmıştır.40 Halifeliğin kaldı-
rılmasına karşı Hindistan’da gösterilen tepki iki temel eğilimi göstermektedir.
Hilafet hareketinin belli başlı şahsiyetleri, Türk hareketini eleştirmiştir. Özellikle Muhammed Ali, Türk hükümetinin Avrupalıların saldırılarına karşı kullanılabilecek çok etkin bir silahtan mahrum kaldığını belirtmiştir. Hindistan’daki
diğer eğilim ise hilafetin kaldırılmasının akıllıca bir hareket olduğu yönündedir. Muhammed İkbal’e göre ise; hilafet Türkler için belli bir prestiji olan, fakat aynı zamanda onlara bencil arkadaşlarının güvenilmezliği ve düşmanları-
nın kıskanç öfkesini gösteren hak iddialarıdır.41 Hilafet hareketini yönlendiren
liderlerin amacı İngiltere’ye karşı bir eylem düzenlemek ve böylece bağımsızlı-
ğa giden yolda bir basamak daha ilerleyebilmektir. Harekete adını verse de hi-
36 Yusuf Hikmet Bayur, a.g.e., s.557.
37 Salim Çöhçe, a.g.m s.202.
38 Bilal N. Şimşir, Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi- Bir Laik Cumhuriyet Doğuyor (1922-1924), Cilt:I,
TTK, Ankara,1981, ss.429-430.
39 A.g.e., s.401.
40 Seçil Akgün, “Halifeliğin Kaldırılması Olayının Çeşitli Tepkileri”, VIII. Türk Tarih Kongresi (11-15
Ekim 1976), Cilt:III, TTK, Ankara, 1983, s.2191.
41 Muhammad Sadıq, a.g.m, s.223.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
246
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
lafetin kurtarılması sadece görünürdeki amaçtır. Nitekim hilafet kaldırıldığında
bu liderlerin Ankara’ya bakışı da değişmemiştir. Hilafet hareketinin önemli sonuçları: Hilafet Komitesi’in Londra’daki temasları sonucunda İngiltere’de Türk
lobisinin oluşmasına katkıda bulunması, Fransa’nın da kendi sömürgelerinde
benzer akımların ortaya çıkabileceği uyarısını da beraberinde getirmesi ve Milli Mücadele’ye 110.000 İngiliz Sterlini’ni bulan karşılıksız para sağlanmasıdır.42
Halifeliğin ilgası Hintli Müslümanlar üzerinde büyük bir şok ve hayal kırıklı-
ğı yaratmasının yanı sıra Hilafet Komitesi’nin varlık sebebini de anlamsız hale
getirmiştir. Halifeliğin kaldırılması ile birlikte hareket liderleri arasında da anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Ali kardeşler kararın tartışılmasını, Mustafa Azad
halifeliğin Mustafa Kemal’e teklif edilmesini, Mustafa İkbal ise Türklerin tutumunda İslam’a aykırı bir tavır olmadığı için Hint Müslümanlarının onları örnek almasını istemiştir.43 Sistemli bir İngiliz propagandasının varlığı ile birlikteyse Kongre ve Hintli Müslümanlar arasında görüş ayrılıkları belirmiştir.
Hintli Müslümanların halifeliğin ilgasına tepki göstermesine rağmen, Mustafa Kemal’in devrimci reformlarından Müslüman olsun ya da olmasın tüm Hintliler etkilenmişlerdir. I. Dünya Savaşı’nda yenilmiş olmasına rağmen Türkiye
sonrasında verdiği bağımsızlık savaşı neticesinde kendi barış koşullarını seç-
miş ve geçmişiyle ilgisini büyük oranda koparmıştır. Onun seçtiği bu yol özgürlüklerine kavuşamamış olan uluslara da emsal teşkil etmiştir. Hindistanlı aydınlar özellikle laik alanda Mustafa Kemal’in sosyo-politik reformlarının bü-
yüsüne kapılmışlardır. Örneğin Hint Ulusal Kongresi’nin üçüncü oturumunda konuşan J.M.Sengupta, Hindistan’ın özgürlüğüne kavuşması için Mustafa
Kemal’in yaptığı gibi kesin bir çözüm önermiş ve toplumsal yapıda, sonuçta
tepkinin gücünü yok etmek için kısmi bir değişiklikten çok köklü bir değişimi
savunmuştur. 44
Bununla birlikte Mustafa Kemal rol modelinin, en önde gelen savunucusu Jawaharlal Nehru olmuş ve Mustafa Kemal’in en büyük başarısının dinsel reformlar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Kadınların özgürlü-
ğü, dinsel bağnazlığın son bulması, herkes için modern eğitimin sağlanması,
din ve devletin ayrılması ve hükümetin cumhuriyetçi bir reformu yerleştirmesi Nehru’nun Türk devriminde özellikle takdir ettiği hususlar olmuştur. Nehru
benzeri reformların engellere korkusuzca göğüs gererek Hindistan’da da yapılmasını ve yavaş bir reform sürecinin kıyamete kadar beklemekle eş anlamlı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Nehru laikliğin modern çağda, uygarlaşmış herhangi bir devlet için yaşamsal önemi bulunduğuna ve demokratik uygulamanın temeli bulunduğuna inanarak, Hindistan’da laikliğin özellikle önemli, zorunlu
olduğunu, bu ölçüde dinsel ve kültürel ayrılığın bulunduğu bir ülkede denge
42 Baskın Oran, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından
Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, ss.210-211.
43 M. Naem Qureshi, “Hindistan Hilafet Hareketi”, İslam Ansiklopedisi, Cilt:VIII, TDV, İstanbul, 1998,
s.109.
44 Muhammad Sadıq, a.g.m, ss.224-225.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
247
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
ve birliği sağlayabilecek olan başka hiçbir şey olamadığını savunmuştur.45 Türk
ve Hint devrimleri arasındaki farklardan ilki; Türk devriminin imparatorluktan
demokratik bir devleti hedeflemiş olması, Hindistan’ın ise sömürgeci anlayışa
karşı hürriyet için mücadele etmesidir. İkinci farklılık mücadele esnasında Türk
devrimini gerçekleştirenlerin silahlı güce sahip ve ordudan destek alan kişiler
olmasına rağmen Hint devriminin silahlı mücadeleye girişmemesi ve İngiliz silahlı kuvvetlerine karşı koyamayacak güçte olmasıdır. Ayrıca Hint devrimcileri
Türk devrimcilerinin aksine bağımsızlık ısrarında bulunmamış ve ilk olarak İngiliz İmparatorluğu içinde bir dominyon olmayı hedeflemişlerdir. İki ülke arasındaki laiklik anlayışı da farklıdır. Hindistan’da politika insanlığa hizmet gibi
dini bir görev olarak algılanmıştır.46
Türkiye’de gerçekleşen bağımsızlık hareketinin Hindistan ulusal hareketine ilk etkisi Hindistan’daki bağımsızlık çabalarını hızlandırmasıdır. Ayrıca
Asya bilincinin oluşması ve aynı durumda olan Asya ülkeleriyle de işbirliği ortamının oluşmasına katkı sağlamıştır. Panislamik hareket ise ilk zamanlarda
Türkiye-Hindistan arasında bir görüşme zemininin oluşmasına katkıda bulunmuştur, özellikle Panislamik hareketin içerisinde anti-emperyalizme karşı bir
duruşu da barındırması buna katkı sağlamış ve Türk Milli Mücadelesi de Hint
özgürlük mücadelesinin anti-emperyalist olarak diğer dini gruplar arasında da
bir yönlendirilişe neden olmasını sağlamıştır.47
İran Devrimi: Rıza Şah Pehlevi’nin İktidarı Ele Geçirişi
Kaçar hanedanlığının yönetimi altında olan İran’da meşruti rejim 1906’da kabul edilmiş ve liberal görüşlü bir anayasa hazırlanmıştır. İktidarı ele geçiren
Muhammed Ali Şah 1908 yılında anayasayı yürürlükten kaldırmış, 1921 yılındaki bir hükümet darbesiyle ise Kaçar hanedanlığına son verilmiştir.48 İran’ın
iç ve dış düşmanlara karşı mücadelesi 1921 Şubat’ında Rıza Han isminde milliyetçi ve anti-emperyalist bir subayın hükümet darbesi yapması ile başlamış-
tır. Önce ordu komutanı ve milli savunma bakanı, sonra da başbakan olan Rıza
Han, güçlü bir ordu oluşturarak, bir yandan İran içerisindeki ayaklanmaları birer birer bastırıp merkezi devleti güçlendirmiş, diğer yandan ülkenin İngiltere
ya da Bolşevik Rusya’nın kontrolüne girmemesi için mücadele etmiştir.49 Rıza
Pehlevi’nin bu hükümet ve monarşi darbeleri ile amacı, kendisine örnek aldı-
ğı Atatürk gibi İran’da geniş ve köklü reformlar yaparak memleketi Batılılaş-
tırmaktır. Bu kapsamda İran’da pek çok reform gerçekleştirilmiştir. Din adamlarının nüfuzunu kıramamakla beraber özellikle eğitim alanında reformlar yapılmıştır. Eğitim sisteminde milliyetçilik, vatanseverlik ve Batılı düşüncenin
45 A.g.m, ss.225-226.
46 Akhtarul Wasey, a.g.m, ss.250-251.
47 Muhammad Sadıq, a.g.m, s.217.
48 Ethem Ruhi Fığlalı, “Şiiliğin Ortaya Çıkışı ve İran’da Din-Siyaset İlişkisi”, Avrasya Dosyası, 2007,
Cilt:XIII/III, s.203.
49 Gökhan Çetinsaya, “Atatürk Dönemi Türkiye-İran İlişkileri (1926-1938)”, Avaysa Dosyası (İran
Özel), Sonbahar 1999, Cilt:V/III, s.148.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
248
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
yerleşmesine önem verilmiştir. Ordu yeniden düzenlenmiş ve disipline sokulmuştur. Ayrıca kapitülasyonlar kaldırılarak devlet müdahalesi ile pek çok işler
yapılmıştır.50 Tarihsel ve sosyo-ekonomik nedenlerle Rıza Han’ın aşması gereken engeller, Mustafa Kemal’in önündeki engellere göre daha büyüktür. Bu nedenle Mustafa Kemal’in Türkiye’de yaptığı devrimler, Rıza Han için psikolojik
destek olmuştur. Kısacası Rıza Han’ın İran’ı için Mustafa Kemal’in Türkiye’si bir
model olmuştur. Model olmanın ilk etkisi cumhuriyet rejimi konusunda kendini göstermiş, İran’da da Türkiye gibi cumhuriyetin ilan edilmesi gündeme gelmiştir. Türk basınında İran’da cumhuriyetin ilan edilmesinin olumlu olacağı-
nı ifade eden yazılar çıkmış ve Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Muhittin Paşa,
birkaç kez Rıza Han’ı ziyaret ederek kendisini bu konuda teşvik etmeye çalış-
mıştır. Rıza Han bu fikre sıcak bakmış ve “Kemalist” olarak nitelendirilebilecek
İranlı aydınlardan da destek görmüştür. Ancak İran’da cumhuriyetin ilanı yine
Türkiye kaynaklı nedenlerle gerçekleşememiştir. Çünkü İran’da rejim tartışmalarının yapıldığı sırada Türkiye’de 3 Mart 1924 tarihinde hilafet kaldırılmıştır.
Bu gelişme, İran uleması arasında cumhuriyetin kaçınılmaz bir sonucu olarak değerlendirilmiş ve Rıza Han Kum şehrine giderek yayınladığı bir bildiride
cumhuriyete karşı olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştır.51 Pierre Oberling’e
göre Rıza Şah’ın cumhuriyetin ilan edilmesinden çekinmesinin bir başka nedeni de Şah’ın Atatürk’ün aksine çocuk sahibi olması ve büyük ihtimal kurulacak
bir cumhuriyet yönetimi yerine Pehlevi hanedanlığını tercih etmiş olmasıdır.52
1921-1925 döneminde Rıza Han İran’ının ve Mustafa Kemal Türkiye’sinin
amaçları ve çıkarları uyuşmaktadır. Milliyetçi, tam bağımsızlıkçı, dini/mezhebi taassuptan arınmış iki rejimin de ortak düşmanı İngiltere, kısa vadeli dostu
ise Rusya’dır. Bu doğrultuda iki ülke birbirlerine manevi destek vermekten ka-
çınmamışlardır. 1924 yılında Türkiye’nin de aktif destek verdiği İran’da cumhuriyet ilan edilmesi teşebbüsü başarısız kalınca, Rıza Han, Pehlevi hanedanını
kurarak 1925’te Şah oluştur.53 Yönetim değişiminin İran’da iki önemli etkisi olmuştur. Birincisi; Şah İran’daki en kuvvetli politik figür haline gelmiştir, ikincisi
ise İran’ın dış ilişkilerinde en etkili unsur olan İngiltere’nin yerini ABD almıştır.
ABD ile bağlantılı ilişkiler Şah rejimine fayda getirdiği kadar zarar da vermiştir.
ABD yönetimi gelecek 20 yıllık dönemde İran’a askeri destek sağlamasının yanı
sıra Şah yönetiminin her türlü siyasi, ekonomik ve sosyal reformuna da destek
vermiştir. Ancak bu pek çok İran milliyetçisi ve aydınının gözünde Şah’ın “Amerikan Şahı” olarak görülmesini de beraberinde getirmiştir.54
Türk-İran İlişkileri ve Türk Devriminin İran Üzerindeki Etkisi
50 Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul, 1997, s.209.
51 Atay Akdevelioğlu-Ömer Kürkçüoğlu,, “Orta Doğu’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:I, İletişim Yayınları, İstanbul,
2001, s.357.
52 Pierre Oberling, “Atatürk and Reza Shah”, I.Uluslararası Atatürk Sempozyumu (21-23 Eylül 1987),
Ankara, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, 1994, s.657.
53 Gökhan Çetinsaya, a.g.m, s.149.
54 Michael D. Richards, Revolutions in World History, New York, Routledge, 2004, s.76.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
249
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
Türk-İran münasebetleri cumhuriyetin kuruluşundan itibaren sınır anlaşmazlıkları nedeniyle herhangi bir gelişme gösterememiştir. 22 Nisan 1926’da ise
iki ülke arasında sınır anlaşmazlıklarına ilişkin olarak Güvenlik ve Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmanın başlıca hükümleri; Türkiye ve İran arasında hiçbir zaman bozulmayacak bir barış ve dostluk ortamının oluşturulmasını,
iki ülkeden biri saldırıya uğrarsa diğerinin tarafsız kalmasını, iki taraftan herhangi birinin öteki taraf aleyhine siyasi, iktisadi ve mali antlaşmalara katılmamasını, iki taraf topraklarında diğeri aleyhine müteveccih hareketlere ve propagandaya meydan verilmemesini kapsamaktadır.55 Fakat bahse konu antlaşma
iki devlet arasındaki sınır meselelerini neticelendirememiş ve ilişkiler giderek
gerginleşmiştir. 23 Ocak 1932’de ise bir Uzlaşma, Adli Tavsiye ve Hakem Antlaşması imzalanarak sınır kesin olarak tespit edilmiştir. Haziran 1934 tarihinde İran Şahı’nın Türkiye’yi ziyareti ile iki ülke arasındaki gerginlik yerini dostluk ilişkilerine bırakmıştır.56
Pehlevi rejimi ideal krallıkların aksine hükümetin oldukça kişiselleştirildiği bir yönetim göstermiştir. Devletin başı sıfatı ile kral, ordu ve sivil yönetici elit içerisinde yarattığı böl ve yönet stratejisi ile kendisine mutlak bağlı-
lık yaratmış, bununla birlikte devlet kurumlarının kendi bürokratik kimliklerini, kurum olarak varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak dayanışma ve kuruma bağ-
lılık duygularını zayıf tutmuştur. Sonuçta Şah devlet içerisinde kendi aleyhinde gelişebilecek oluşumları önlerken, Şah’ın yokluğunda ait olduklar kurumları koruyacak, onlar için mücadele edecek bir devlet elitinin oluşmasını da
engellemiştir.57 Tahtı ele geçirişinin ardından Müslüman din adamlarının yani
ulemanın toplum içerisindeki etkili konumu Rıza Şah’ın iktidarı üzerinde ciddi bir tehlike olarak belirmiştir ve Rıza Şah ilk fırsatta bu topluluğun gücünü
kırmak için adımlar atmaya çalışmıştır. Ancak bu çabalar Atatürk’ün Türkiye’de
kurduğu laik sistemden farklıdır. Rıza Şah’ın dinsel kurumların siyasi yönlerini
bastırmaya çalışmasına rağmen Şiilik İran’ın resmi dini olmaya ve Şiiliğin kurumları varlıklarını korumaya devam etmişlerdir.58 Rıza Şah iktidarı ele alması-
nın ardından ulema sınıfının ülke içerisindeki gücünü ve tesirini kırmak için bir
takım ıslahat hareketlerine girişmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir:
1925-1928 yılları arasında Batılı ülkelerin kanunlarından yararlanılarak
55 Aptülahat Akşin, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK, Ankara,1991, s.195.
56 Fahir Armaoğlu, a.g.e., s.332.
57 Cengiz Sürücü “Otokrasi, Modernite, Devrim: İran’ın En Uzun Yüzyılı”, Avaysa Dosyası (İran Özel),
Sonbahar 1999, Cilt:V/III, s.43.
58 Michael Finefrock, “Atatürk ve Rıza Şah; Bir Karşılaştırma”, Atatürk’ün Düşünce Ve Uygulamaları-
nın Evrensel Boyutları Sempozyumu (2-6 Kasım 1981), Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara,1981,
s136.
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
250
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
ticaret, ceza ve medeni hukuk alanlarında yeni kanunlar hazırlanmıştır, mahkemeler kurularak şer’i mahkemelerin etkisi azaltılmaya çalışılmıştır. 1928 yı-
lında Batı usulü giyim tarzı yürürlüğe konmuş, ancak ulema bundan muaf tutulmuştur. Kimlerin ulema sınıfına girebileceği konusunda seçme imtihanı sistemi getirilmiştir. 1929 yılında ilk defa dini eğitim veren hoca ve talebeler için
hükümet imtihanı yapılmıştır. 1931 yılında şer’i mahkemeler ve mollaların yetkileri sınırlanmış, böylece ulemanın gücü zayıflatılmıştır. 1932 yılında mollaların elinden belge tescili yani bir bakıma noterlik yetkisi alınmış, bu suretle kendilerine mali açıdan ağır bir darbe vurulmuştur. 1934 yılında Tahran üniversitesi kurularak bünyelerinde hukuk ve ilahiyat fakülteleri açılmıştır. Bu kurumların programlarını eğitim bakanlığı belirlemiştir. Böylece ulemanın kontrolündeki medrese eğitiminin yanı sıra alternatif eğitim kurumları da oluşturulmuş-
tur. 1934 tarihli Dini Vakıflar Kanunu ile ulemanın kontrolündeki vakıfların hü-
kümet kontrolüne geçmesi sağlanmıştır.59
Atatürk’ü ve onun devrimlerini model alan Rıza Şah gerek kişisel özellikleri gerekse yetişme tarzı olarak Atatürk’ten çok farklıdır. Profesör Pierre
Oberling’e göre bu farkların ilki iki devlet adamının rejim değişiminde hedefledikleri sivilleşme hareketleri başlangıcının birbirinden farklı olmasıdır.60 İki
lider arasındaki diğer bir fark da 20.yüzyılda iki Müslüman ülkede modernleş-
me çabası içerisinde olan bu iki liderden Atatürk’ün ölümünün ardından da
saygıyla anılmasına karşılık Rıza Şah Pehlevi adının kendi doğduğu topraklarda dahi lanetlenir olmasıdır.61 Devletlerinin kuruluşunda önemli rol oynamış
bu kişiler devletin ortaya çıkmasında da farklı siyaset izlemişlerdir. Atatürk’ün
ulus devlet kurma çabaları karşısında Rıza Şah Pehlevi, İran’da karışıklık yaratan içsel güçlerin çıkar çatışmalarını engellemeye ve imparatorluğun birlikteli-
ğini sağlamaya çalışmıştır. Ancak her iki lider de ülkenin tümünde yeni bir birlik anlayışı ve amacı elde etmek için düzen ve güvenliği sağlamak ve merkezi
devleti güçlendirmek yolunu seçmişlerdir. Ayrıca her iki lider de saygınlıkları-
nı ve güçlerini kendi ülkelerine tam bağımsızlık ve birlik kazandırma ve yabancı etkisinden kurtarmadaki önderlik rollerinin ulusları çapında benimsenmesine borçlu olmuşlardır. Her ikisi de yasal olan hükümdarı, despotizmi yüzünden değil, yabancı etkisine açıklığı ve iktidarsızlığı yüzünden devirmişlerdir.62
Sayılan değişikliklere ek olarak modern okullar, gece okulları ve kadınların eğitimine önem vermesine rağmen Rıza Şah’ın İran’ı Atatürk’ün Türkiye’si
kadar Batılı anlamda modernleşememiştir. Rıza Şah Kaçar hanedanlığının üzerine çıkmış, anacak bir cumhuriyet olmayı başaramamıştır. Şah ruhban sınıfı-
59 Ethem Ruhi Fığlalı, a.g.m. ss.204-205.
60 Pierre Oberling, a.g.m, ss.651-652.
61 Michael Finefrock, a.g.m, s.130.
62 A.g.m, ss.133-134.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
251
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
nın yani ulemanın yetkilerini azaltmaya çalışmasına rağmen yeni bir devlet sistemi de yaratamamıştır. Dolayısıyla ülkenin geniş bir bölümünde şeriat kuralları hakimiyetini devam ettirmiştir.63
Sonuç
Devrim toplumların temel değer ve mitlerinde, siyasal kurumlar, sosyal yapı, liderlik ve hükümet faaliyet ve politikalarında köklü ve şiddete dayalı değişiklikler olarak tanımlandığında64 bahse konu her üç hareketi de devrim olarak nitelendirmek mümkündür ve aynı minvalde Şevket Süreyya’ya ait; “Milli Kurtuluş
mücadelesi yalnız bizim gelişmelerimize değil, bize benzer ülkelerin kurtuluş
davalarına da ışık tutan bazı görüş unsurlarını, bazı fikri prensipleri kendi içinde yoğurmuştur.”65 yorumu Türk devriminin dünya devrimleri içerisindeki yerinin belirlenmesi açısından önemlidir. Bu noktada; Türk devriminin başta yakın
coğrafyalardaki etkisi olmak üzere dünya kurtuluş hareketlerindeki yeri yadsı-
namaz bir gerçektir.
I.Dünya Savaşı sonrasında sömürgeci anlayışa karşı girişilen mücadelelerin evrensel anlamda etkinliğini artırmasının sonucu olarak ortaya çıkan Türk,
İran ve Hint devrimlerinin ortak özelliği anti-emperyalist ve anti-sömürgeci karakter taşımalarıdır. Türk devrimi Batılı güçlere karşı başlatılan silahlı mücadele sonucunda gerçekleştirilirken, Rıza Şah’ın gerçekleştirdiği devrim, İran ve
Sovyet etkisine açık Kaçar hanedanlığının devrilmesi suretiyle meydana gelmiştir. Hint devrimi ise; İngiliz sömürgesinden kurtulmanın ve idari yönetimin
Hindistan halkına verilmesi amacının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Anti
emperyalizme karşı gerçekleştirilen her üç devrimde de benimsenen yöntem
birbirinden farklıdır. Türk devrim mücadelesi silahlı olarak Batılı güçlere karşı
savaşılarak kazanılırken, Hindistan’da mücadele pasif direniş adı altında silahtan uzak durarak protesto gösterileri ve kitlesel eylemler düzenlemek şeklinde gerçekleştirilmiştir. İran’da ise mücadele gerek Pehlevi döneminde gerekse
İran İslam Devrimi’nde Batılı güçlerden çok onlarla işbirliği yaptığına inanılan
iktidar güçlerine karşı yürütülmüştür.
Devrimler siyasal sistem ve rejim değişimlerinin yanı sıra aynı zamanda siyasal, sosyal ve kültürel alanda da birer inkılap hareketine dönüşmüşlerdir. Bu konuda Türk devrimi kronolojik olarak ilk olması ve toplumun her alanında değişimi öngörmesi açısından Hint ve İran’da gündeme gelmiş ve diğer
devrim hareketleri üzerinde başta bağımsızlığın kazanımı olmak üzere etkide
bulunmuştur. Ancak ülkelerin sahip oldukları sui generis özellikler Türk devri-
63 Pierre Oberling, a.g.m, s.655.
64 Mehmet Atay, “İran İslam Devriminde Tarihsel Süreç, Özgün Şartlar, İç ve Dış Dinamikler”, Avrasya Dosyası (İran Özel), Cilt:V/III, 1999, s.126.
65 Şevket Süreyya Aydemir, İnkılap ve Kadro, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1968, s.14
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
252
Hayriye Yüksel Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
minin birebir taklit edilmesini engellemiştir. Hindistan’ın toplumsal yapısında
etkin olan kast sisteminin hem kendi içerisinde sınıfları barındırması, hem de
Hindu-Müslüman kitleler arasındaki ayrım bağımsızlık hareketinin bütüncül
olarak ortaya çıkmasına ve planlanan inkılâpların toplumun tümüne uygulanmasına engel olmuştur. Osmanlı yönetimine göre kapitalizm ile daha erken zamanlarda tanışan Hindistan’da yerli burjuvazinin ortaya çıkması ve bu grubun
İngiltere’nin dünya imparatorluğuna dahil olmaktan büyük yarar sağlaması da
Hint devriminin Türkiye’deki gibi tam bağımsızlıkçı bir karakterde gerçekleştirilmesine engel olmuştur. Dolayısıyla Hint bağımsızlık hareketinde toplumun
tümünde istiklal için istek duyma söz konusu değildir. Hintlilerin bütün isteği
İngilizler gibi eşit muamele görmek ve Kanada ile Avusturya gibi beyaz dominyonlara tanınan haklara sahip olabilmektir. Gandhi bile, Hindistan’ın savaş sı-
rasındaki yardımından müteşekkir kalacak bir İngiltere’nin iktidarı Hintlilerle
paylaşacağına inanacaktır.66 Hindistan’da hakim olan din (hem Hinduizm hem
de İslam) etkisi Türk devriminin karakteristik özelliği olan laikliğin uygulanabilirliğini mümkün kılmamıştır. Atatürk’ü örnek alan Hintli devlet adamı Nehru
da laikliğe ve devrimlerin hızla gerçekleştirilmesi gerektiğine vurgu yapması-
na rağmen muvaffak olamamıştır. İran toplumunda var olan Şii anlayış da devrim önünde bir engel olagelmiştir. Şah iktidarı ile birlikte kendisine Türk devrim modelini örnek almış, kılık kıyafetten okul ve kanun maddelerinde yapılan
değişikliklere kadar Türk modeli taklit edilmeye çalışılmış, ancak rejimin hangi
isim adı altında var olacağı gündeme geldiğinde Şii mezhebinin dini kadrosunu oluşturan ulema sınıfının Şah üzerinde baskısı gündeme gelmiştir. Rıza Şah
Pehlevi Kaçar hanedanlığının iktidarını ortadan kaldırırken yerine Türkiye’den
aldığı bazı benzerlikler dışında fazla bir şey koymamış ve boşluk ulema sınıfı-
nın etkisine açık olmuştur. Ulema sınıfının üzerinde baskı yaratılmak istenmesi ise beraberinde yeni bir devrimi yani İran İslam devrimini getirmiştir. İran İslam devriminin başlıca özellikleri ise:
1. Dünyayı etkileyen Fransız, Sovyet ve Çin devrimleri geçmişi reddederek yeni bir sistem ve eskiye dönüşü kurmayı amaçlaması, 2. İran devriminin gerçekleşen ilk İslam devrimi olması, İran İslam devriminin laik bazı ilkeleri benimsemiş monarşik bir yönetimi yıkarak, bunun yerine Kur’an-ı Kerim’deki
esasları içeren İslami bir yönetim şekli koyması, 3. İran devriminin geniş halk
kitlelerine dayanması ve örgütsel anlamda bir önderliğe sahip olmaması,
Sovyet ve Çin devrimlerindeki Komünist Parti ve Türk Kurtuluş Savaşı’ndaki
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve TBMM hükümetleri gibi örgütsel önderliklerin İran devriminde mevcut olmaması, 4. İran devriminin ne Doğu’daki ne de
Batı’daki süper güçlere dayanmaması ve devrimin kendi iç dinamiklerinden
aldığı güç ile gerçekleştirilmesidir. Neticede Türk devriminden özellikle anti-
66 Salim Çöhçe, a.g.m, s.212.
Hayriye Yüksel
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
253
Türk Devriminin Hindistan ve İran’daki Yansımaları
emperyalizme karşı verilen mücadele konusunda etkilenen Hint ve İran devrimleri, halklarının ve ülkelerinin barındırdıkları kendine özgü özellikler nedeniyle Türk devrimini, onun inkılapları açısından tam olarak uygulayamamışlardır. Türk devriminin Hint ve İran devrimleri üzerindeki en büyük etkisi, bağımsızlıklarına kavuşmada ve Batılı sömürgeci güçler ve onların yandaşlarıyla mü-
cadelede bir hızlandıran etkisi meydana getirmesidir.
Kaynaklar
AHMAD Sahabı, “Turkish Caliphate and the Response of Natıonalist Muslim Learship
in the Early Phase of Indian Freedoom Struggle”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 31 Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, ss.217-228.
AKDEVELİOĞLU Atay -Ömer Kürkçüoğlu, “Ortadoğu’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.),
Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, zelgeler, Yorumlar, Cilt:I, İleti-
şim Yayınları, İstanbul, 2001, ss.357-370.
AKGÜN Seçil, “Halifeliğin Kaldırılması Olayının Çeşitli Tepkileri”, VIII. Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim 1976), Cilt:III, TTK, Ankara, 1983, ss.2187-2195.
AKŞİN Aptülahat, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, TTK, Ankara, 1991.
ARMAOĞLU Fahir, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yayınevi, İstanbul,1997.
ATAY Mehmet, “İran İslam Devriminde: Tarihsel Süreç, Özgün Şartlar, İç ve Dış Dinamikler”, Avaysa Dosyası (İran Özel), Cilt:V/III, 1999, s.125-147.
AYDEMİR Şevket Süreyya, İnkılap ve Kadro, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1968.
BAYUR Yusuf Hikmet, Hindistan Tarihi, Cilt:III, TTK y., Ankara, 1950.
ÇETİNSAYA Gökhan, “Atatürk Dönemi Türkiye-İran İlişkileri (1926-1938)”, Avaysa Dosyası (İran Özel), Cilt:V/III, 1999, ss.148-175.
ÇÖHÇE Salim, “Türk İstiklal Mücadelesi ve Hindistan”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri Sempozyumu Bildirileri 31 Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
Yayınları, Ankara, 2006, ss.127-215.
ERGİN Vahdettin, II. Abdülhamit ve Dış Politika, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 2005
FİGALI Ethem Ruhi, “Şiiliğin Ortaya Çıkışı ve İran’da Din-Siyaset İlişkisi”, Avrasya Dosyası, Cilt:XIII/III, 2007, ss.191-229.
FİNEFROCK Michael, “Atatürk ve Rıza Şah; Bir Karşılaştırma”, Atatürk’ün Düşünce ve
Uygulamalarının Evrensel Boyutları Sempozyumu (2-6 Kasım 1981), Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1981, ss.130-140.
GÜNGÖR Celalettin, “Sömürgeden Ulusa Hint Milliyetçiliğinin Kökenleri”, Gazi Kitabevi, 2001, Ankara.
OBERLİNG Pierre, “Atatürk and Reza Shah”, I.Uluslararası Atatürk Sempozyumu (21-23
Akademik
Bakış
Cilt 3 Sayı 6
Yaz 2010
254
Hayriye Yüksel
Eylül 1987), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1994, ss.651-659.
ORAN Baskın, “Ortadoğu’yla İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası Kurtuluş
Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt:I, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001,
ss.194-213.
ÖZCAN Azmi “Hindistan”, İslam Ansiklopedisi, TDV, İstanbul, Cilt:VIII, 1998, ss. 81-85
QURESHI M. Naeem, “Hindistan Hilafet Hareketi”, TDV, İstanbul, Cilt:VIII, 1998, ss.109-
111.
RİCHARDS Michael D., Revolutions in World History, Routledge, New York. 2004,
SADIQ Muhammad, “Türk Devrimi ve Hint Özgürlük Hareketi”, Atatürk’ün Düşünce ve
Uygulamalarının Evrensel Boyutları Sempozyumu (2-6 Kasım 1981), Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1981, s.216-226.
SÖNMEZOĞLU Faruk (Der), Uluslararası İlişkiler Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 1996.
SÜRÜCÜ Cengiz, “Otokrasi, Modernite, Devrim: İran’ın En Uzun Yüzyılı”, Avaysa Dosyası (İran Özel), Cilt:V/III, 1999, ss.35-63.
ŞİMŞİR Bilal N., Dış Basında Atatürk ve Türk Devrimi- Bir Laik Cumhuriyet Doğuyor
(1922-1924), Cilt:I, TTK, Ankara, 1981.
WASEY Akhtarul, “Turkey And Evolution Of Indian Culture”, Tarihte Türk-Hint İlişkileri
Sempozyumu Bildirileri 31 Ekim-1 Kasım 2002, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, 2006, ss.245-255.

Konular