İlhanlılar Dönemi ve Sonrası Göçler
İlhanlılar döneminde İran içerisinde yaşanan ekonomik sıkıntılar, hükümetin uyguladığı ağır vergi politikası ve ülke içi emniyetin oldukça zayıf olması farklı halk tabakalarının Anadolu’ya göç etmesine neden olmuştur. Tüm bu olumsuzlukların yanı sıra Moğolların her şeyi yakıp, yıkması İran’ı yaşanılmaz bir yer haline getirmeye yetmişti.
İlerleyen dönemlerde Anadolu’nun İlhanlıların bünyesine girmesi ve o topraklar üzerinde yer alan birçok şehre daha önceden göç etmiş İranlıların varlığı, onların gurbet hissi yaşamalarına izin vermemiştir. Böylelikle İranlı muhacirlerin Anadolu’ya göçleri daha da hız kazanmıştır. Bu göç eden gruplar arasında, göçebeliği bir kültür haline getirmiş tasavvuf ehli dervişler de bulunmaktaydı.
Türklerinin kurduğu ilk devlet olan Büyük Selçuklu İmparatorluğunun 1157 yılında dağılması ile Anadolu merkez eyaletlerinde bulunan bölge sakinleri, büyük gruplar halinde Selçuklunun yavaş yavaş bozulmakta olan sınır boylarına kaymışlardır. Sınır bölgelerine göç eden gruplar yalnızca tasavvuf ve tarikat mensupları değil, Moğolların hiçbir surette itina etmedikleri bilim adamları, din âlimleri, edebiyatçılar da bu durumdan bir hayli mustarip olduklarından ve ayrıca uygulanan vergi ve harçların ağırlığı, ellerinde bulunan büyük ve küçükbaş hayvanların her an yağma edilmesinden usanan köylüler de bu gruplarla sınır bölgelerine kaymışlardır.[1] Rumlu’nun kaleme aldığı “Abbasi Nazarında Dünya Tarihi” adlı kitapta şöyle geçer;
“… İran’da birçok ilim ve irfan ehli, bilge, fakih ve din âlimi zorunlu olarak ya Osmanlı topraklarına ya da Hint diyarına göç etmişlerdir. Bu göçler hatta Safevi İmparatoru I. Şah Abbas dönemine değin devam etmiştir.
Bunun mukabilinde Osmanlı içerisinde yer alan ve bazı sebeplerden ötürü İran’a sığınmış olan birçok kabile reisi ve tanınmış isim bulunmaktadır. Osmanlı topraklarından İran’a göç etmeye mecbur kalanlar içerisinde hiç de azımsanmayacak sayıda Osmanlı uleması da bulunmaktaydı.
Sekiz ciltlik Osmanlı Tarihi’ni hazırlayan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İran’dan Osmanlı topraklarına göç eden hattat, güzel yazı ve kalem ustalarını şöyle anlatmaktadır;
“Şeyh Hamdullah mektebinden başka, İstanbul’a İran Azerbaycan’ından bazı talik yazı yazan hattatlar gelerek ayrı bir mektep tesis etmişlerdir. Bu meyanda Sultan Ali talebelerinden Meşhedli Abdulvahid vardı ki Kanuni Sultan Süleyman’ın himayesine nail olup İstanbul’da kalmıştır. Yine bunun gibi bilvasıta Sultan Ali mektebine mensup Hoylu Mir Seyyid Hüseyin ve Tebrizli Hacı Mehmet ve talikte hususi bir tarz sahibi olan Harezmli Abdurrahim Enisi talebelerinden Molla Ali Sultan dahi aynı himayeyi görerek talik yazısının taammümünde hizmet etmişlerdir. Divani yazıda İdris-i Bitlisi kıymetli üstadlardandı; yukarıda adı geçen Hoylu Mir Seyyid Hüseyin, Kanuni Sultan Süleyman’ın Şahnamesini yazmıştır.”[2]
[1] Dursun, Doç. Dr. Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İslam Geliştirme Vakfı, Tahran, 2002, s. 187
[2] Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c.1, 2Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998 c.2, s.564
İlerleyen dönemlerde Anadolu’nun İlhanlıların bünyesine girmesi ve o topraklar üzerinde yer alan birçok şehre daha önceden göç etmiş İranlıların varlığı, onların gurbet hissi yaşamalarına izin vermemiştir. Böylelikle İranlı muhacirlerin Anadolu’ya göçleri daha da hız kazanmıştır. Bu göç eden gruplar arasında, göçebeliği bir kültür haline getirmiş tasavvuf ehli dervişler de bulunmaktaydı.
Türklerinin kurduğu ilk devlet olan Büyük Selçuklu İmparatorluğunun 1157 yılında dağılması ile Anadolu merkez eyaletlerinde bulunan bölge sakinleri, büyük gruplar halinde Selçuklunun yavaş yavaş bozulmakta olan sınır boylarına kaymışlardır. Sınır bölgelerine göç eden gruplar yalnızca tasavvuf ve tarikat mensupları değil, Moğolların hiçbir surette itina etmedikleri bilim adamları, din âlimleri, edebiyatçılar da bu durumdan bir hayli mustarip olduklarından ve ayrıca uygulanan vergi ve harçların ağırlığı, ellerinde bulunan büyük ve küçükbaş hayvanların her an yağma edilmesinden usanan köylüler de bu gruplarla sınır bölgelerine kaymışlardır.[1] Rumlu’nun kaleme aldığı “Abbasi Nazarında Dünya Tarihi” adlı kitapta şöyle geçer;
“… İran’da birçok ilim ve irfan ehli, bilge, fakih ve din âlimi zorunlu olarak ya Osmanlı topraklarına ya da Hint diyarına göç etmişlerdir. Bu göçler hatta Safevi İmparatoru I. Şah Abbas dönemine değin devam etmiştir.
Bunun mukabilinde Osmanlı içerisinde yer alan ve bazı sebeplerden ötürü İran’a sığınmış olan birçok kabile reisi ve tanınmış isim bulunmaktadır. Osmanlı topraklarından İran’a göç etmeye mecbur kalanlar içerisinde hiç de azımsanmayacak sayıda Osmanlı uleması da bulunmaktaydı.
Sekiz ciltlik Osmanlı Tarihi’ni hazırlayan İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İran’dan Osmanlı topraklarına göç eden hattat, güzel yazı ve kalem ustalarını şöyle anlatmaktadır;
“Şeyh Hamdullah mektebinden başka, İstanbul’a İran Azerbaycan’ından bazı talik yazı yazan hattatlar gelerek ayrı bir mektep tesis etmişlerdir. Bu meyanda Sultan Ali talebelerinden Meşhedli Abdulvahid vardı ki Kanuni Sultan Süleyman’ın himayesine nail olup İstanbul’da kalmıştır. Yine bunun gibi bilvasıta Sultan Ali mektebine mensup Hoylu Mir Seyyid Hüseyin ve Tebrizli Hacı Mehmet ve talikte hususi bir tarz sahibi olan Harezmli Abdurrahim Enisi talebelerinden Molla Ali Sultan dahi aynı himayeyi görerek talik yazısının taammümünde hizmet etmişlerdir. Divani yazıda İdris-i Bitlisi kıymetli üstadlardandı; yukarıda adı geçen Hoylu Mir Seyyid Hüseyin, Kanuni Sultan Süleyman’ın Şahnamesini yazmıştır.”[2]
[1] Dursun, Doç. Dr. Davut, Yönetim-Din İlişkileri Açısından Osmanlı Devletinde Siyaset ve Din, İslam Geliştirme Vakfı, Tahran, 2002, s. 187
[2] Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Tarihi, c.1, 2Türk Tarih Kurumu, Ankara, 1998 c.2, s.564
Konular
- PARS DERGİSİ
- ŞU’ARÂ HOCASI MÂDER-ZÂD BİR ŞÂİR: ZÂTÎ
- KLÂSİK TÜRK EDEBİYATINDA ŞEM’Ü PERVÂNELER VE LÂMİ’Î ÇELEBÎ’NİN ŞEM’Ü PERVÂNE MESNEVİSİ
- FARS EDEBİYATINDA METAFİZİK YOLCULUKLAR
- شاعران فارسی سرای وفارسینويس ارزرومی
- تعلیم وتربیت ازمنظر سعدی
- توازن موسیقايی غزلهای سعدی
- YAŞAR KEMAL’İN İNCE MEMED ROMANI İLE SADIK ÇUBEK’İN TENGSİR ADLI ROMANININ KARŞILAŞTIRMASI
- YAVUZ SULTAN SELİM’İN DÎVÂNINDA OLMAYAN FARSÇA ŞİİRLERİ
- KÜÇÜKASYA’DA İSLAMİYET (DER İSLAM IN KLEIN ASIEN)
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IYRD.
- RÛDEKÎ-Yİ SEMERKANDÎ (Ö. 329/940)
- NAZÎRÎZÂDE EMÎN’İN ŞEYHÜLİSLÂM FEYZULLAH EFENDİ’YE FARSÇA METHİYELERİ
- HAYRETÎ DİVANINDA GEÇEN “GAM” KELİMELERİNİN TASARIMLARI
- BÂBÂ TÂHİR-İ HEMEDÂNÎ DİVANININ MEHDÎ-İ HAMÎDÎ NÜSHASINDA GEÇEN DOBEYTÎLERİ VE TÜRKÇE TERCÜMESİ
- EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN GAZELLERİNDE NASİHAT VE NEFİS MUHASEBESİ
- HÂB-I HAYÂL, AYINTABLI HÜSNÜ
- شاعران فارسیسرای و فارسینويس ارزرومی*
- مسئلة »مضمون« در شعر کودکان و نوجوانان
- مأخذ اصلی تمثیل خورندگان پیلبچهدرمثنوی
- وگرايی درهنر ايران
- NEF’Î’NİN TUHFETU’L-UŞŞÂK ADLI FARSÇA KASİDESİ
- ERKEN DÖNEM FARSÇA MESNEVİLERDE BEZM - IIYRD.
- DAKİKÎ-Yİ TUSÎ (Ö. 366/976)
- ÂRİF ÇELEBİ’NİN FARSÇA KASİDESİ VE TÜRKÇE ÇEVİRİSİ
- SÂİB-İ TEBRİZÎ’NİN ŞİİRLERİNDE GEÇEN “HÂB-I BAHÂR” TAMLAMASI ÜZERİNE
- ROMEN DİLİNDE KULLANILAN FARSÇA KELİMELER
- سینمای ایران
- آداب حرب مغول درتاریخ جهانگشای جوینی
- بررسی تطبیقی ضرب المثل های ترکی سنقر با ضرب المثل های زبان فارسی