HAYYAM VE RUBÂÎLERİNİN TÜRK EDEBİYATINA YANSIMALARI*

HAYYAM VE RUBÂÎLERİNİN TÜRK EDEBİYATINA YANSIMALARI*
Prof. Dr. Ahmet MERMER
Gazi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
ÖZET
Bu makalede kendi ve rubâileri değerlendirilmiş olan Ömer Hayyâm, gerek İran,
gerekse Dünya edebiyatlarında önemli bir şahsiyettir. Bilim adamlığının yanı
sıra şâirliğiyle de enteresan bir kişidir.Rubâî nazım şekli onun adıyla özdeşleşmiştir.
Ömer Hayyâm’ın rubâîleri, hayatın gerçeklerini yansıtan ruh ürperişleridir.
Ömer Hayyâm’a isnat ettirilen rubâîlerden dolayı da şiirleri yanlış anlaşılan,
yanlış yorumlanan bir şâirdir.
Türk Edebiyatında önemli bir yeri olan bu şiir tarzının gelişim çizgisi incelendiğinde t
asavvufî konulardaki rubâîlerde Mevlânâ, diğer serbest konularda yazılmış rubâîlerde H
ayyâm etkisi görülür.
Hayyâm’ın rubâîlerini devam ettiren en önemli Türk şâiri Yahya Kemâl’dir.
ABSTRACT
Ömer Hayyâm who
was evaleted himself and his rubâies in this essay, is a precious poet in the worldwide as wel
l as İran’s Literature.As well as his scientific profiency, he is interesting person.
Rubâi poem formact identified to with its name.
His rubâies which shows life’s realities are spirit’s shiveries.
He was a poet whose poets and himself were misunderstood because of the rubâies which we
re dedicated to himself. When this kind of poets which is an imp
place in Turkish Literature., was alsessed its developmental lane
, Mevlânâ’s impact it seen in mystic subjects and Hayyâm’s impact in other rubâies which wer
e written in freestyl is seen. Yayâ Kemâl is the most important Turkish poet makes Ömer Hay
yâm’s rubâies goes on.
Anahtar Kelimeler: Ömer Hayyam, Rubâî, Türk Edebiyatı
Key Words: Omer Hayyam, Quatrin, Turkish Literature
Giriş
Büyük milletlerin büyük kültür ve medeniyetlerini doğuran, geliştiren önemli şahsiyetler
vardır. Bu büyük şahsiyetlerden biri de Ömer Hayyam’dır. Hayyam, İran’ın kültür, medeniyet ve
ilmine hizmet eden, onları Doğu ve Batı’ya tanıtan bir büyük şahsiyettir.
XI. asrın sonu ile XII. asrın başlarında, Selçuklular döneminde yaşamış olan Hayyam; Hey’et,
Riyâziye, Tıp, Fıkıh, Lisan ve Tarih sahalarında ilim tahsil etmiştir. Hayyam, tabiat bilgileri de dahil
birçok ilim dalında eserler vücuda getirdi. Böylece o, âlimliğiyle tanınır oldu. Hayyam, bu başarılarıyla
devrin Selçuk Sultanı Melikşah ve veziri Nizamülmülk’ün sevgisini kazanmış, onların sağladığı
imkânlarla çeşitli ilim sahalarında hizmetlerde bulunmuştur. Hayyam, o kadar parlak bir devirde
zamanının adı geçen hükümdar ve vezirleriyle ülfet etmiş ve onları methettiği için değil, belki ilmî
kudretine, seciyesindeki metanete kendilerini hayran bırakmış olduğu için, itibar sahibi olmuştur.
Biz bu yazımızda Hayyam’ın âlimliği, filozofluğundan ziyâde, şairlik yönü ve bu yönünün Türk
edebiyatına akisleri üzerinde durmaya çalışacağız.
Hayam ve Rubâî
Hayyam âlimliği, filozofluğu ve şairliğiyle çok enteresan bir kişidir. Bu enteresanlıklarından biri
de şairlik yönüdür. Ömer Hayyam, şairliğini sadece Doğu edebiyatında küçük bir şiir olan rubâîde
göstermiştir. Bu bakımdan Hayyam, şairliği hiçbir zaman bir meslek olarak kabul etmiş değildir. Bu şiir
şekli, Ömer Hayyam’ın adıyla özdeşleşmiştir. Rubâî ile, hele yalnız onunla şair olmak, şöhret
kazanmak pek güçtür. İran edebiyatında rubâîleriyle tanınan ve şöhretini İran’dan bütün dünyaya
yayan tek şair Hayyam’dır. Şiir sanatının tek bir nazım şekliyle şair olan Hayyam’ın rubâîlerini
değerlendirmeden önce rubâî nedir, nasıl bir tarzdır? Bunlar üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.
Gerçekten gerek dış yapısı, gerekse iç örgüsü bakımından rubâînin kendine mahsus bir şekli
vardır. Bu, dört satırdan oluşan ve kendine has aruz kalıpları bulunan bir şiirdir. Ahreb ve ahrem adı
verilen on ikişerden toplam yirmi dört kalıptan bir veya bir kaçıyla yazılan rubâînin birinci, ikinci ve
dördüncü satırları birbiriyle kafiyeli, dördüncü mısraı serbesttir. Ayrıca dört mısraı birbiriyle kafiyeli
olanlar da vardır. Bu tip rubâîlere İranlılar terâne adını vermişlerdir.
Rubâînin bir de iç yapısı vardır. O da, başlı başına bir bütün ifâde eden, tek bir düşünce
etrafında birleşmiş bir şekildir. Çok defa ince bir düşünce, felsefe ve tasavvufa ait konular, bedbinliğin
acılığını hissettirişi rubâîye konu olur. Rubâî, kesin bir fikir bildirir, ama bu daha ziyade hisle ilgili bir
kesinliktir. Kısalığı nispetinde derin, derinliği nispetinde benliğimizde kökleşecek kadar yoğun bir
şiirdir. Rubâî, klasik şark edebiyatında dikkate değer bir tefekkür manzumesidir. Büyük bir tefekkür
konusunu böyle bir söz kalıbı içinde ustalıkla terennüm edebilmek de, rubâîde başarılı olmaktır. Hayli
geniş bir tefekkürü, etraflı bir felsefeyi, zengin bir düşünüş heyecanını, çok kere duygunun da,
coşkunluklarıyla birleştirerek, yalnız dört mısra içine sığdırıp söylemektir rubâî. Bu şiirlerde âdeta
şuuraltımızdaki birikintilerin, elle tutulur şekilde şuura geçtiğini görürüz. Belki bize heyecan verişi de
bundandır.
Gerek İran edebiyatında, gerekse Türk edebiyatındaki rubâîlerde başlıca iki büyük tarz dikkati
çekiyor: Birincisi, burada isimleri sayılamayacak kadar çok şairin yazdığı tasavvufî rubâiler, ikincisi ise
Hayyam’ınkiler ve ona benzeyenlerdir.
Hayyam’ın yaşadığı devir, dinin, tasavvufun ve müspet ilimlerin birbiriyle çarpıştığı bir
zamandı. Hayyam, bu hayatın hazzını tam manasıyla duyarak onu şuurlu bir şekilde seviyor, manasız
dertler ve mahrumiyetler içinde geçirmeğe gönlü razı olmuyordu.
Devrinin büyük bir filozofu, bir matematik ve bir astronomi âlimi olması, Hayyam’ın rubâîye
bir ölçü fikriyle girmesini sağlamıştır. Ölçülü söz söyleme sanatı demek olan edebiyatta, hele şiirde
tefekkür, buhran ve heyecanlarını dört mısra içinde, o kadar ustalıkla söyleyebilmesi bu büyük rubâî
şairinin edebiyata matematik düşüncesiyle girmesinin neticesidir.
Hayyam’ın rubâîleri gündelik hayatının tam bir ifâdesi değil, ruhundaki ürperişlerin
yankılarıdır. O, yaşamanın hazzını kuvvetle duyan bir hakikat arayıcısı, olgun bir filozof, aynı zamanda
zarif ve hassas bir insandır. O, serbest fikirli olduğu kadar da, felsefesinde şüpheci sayılmaktan ziyâde
latîfe ve nükte yoluyla şikayetçi sayılması doğrudur. İnsana, akla ve irfâna büyük önem verir,
düşüncelerini saklamaz.
Hayyam’ın asıl değeri, bu sahada orijinal fikirlere sahip olmaktan ziyâde, bu fikirleri kendine
mahsus, derin, zarif ve lirik bir şair duygusu hâline getirmiş bulunmasındandır. O, hayatı sever; tabiatı
bütün renkleri ve hazlarıyla görür ve duyar. Dünya tarihinde pek çok büyük sanatkarı harekete getiren
“Hayat sevgisi ve ölüm kaygısı” Ömer Hayyam’ın da en esaslı ilham kaynağıdır. Bu bakımdan
Hayyâm’ın fikirleri, devrin skolastik ve mistik düşünüşünden ayrılarak dünyanın realist anlayışıyla
birleşmektedir.
O, kâinâtın yaratıcısına naz ve sitem eden bir şairdir. Onun nazarında dünya, hayat hep geçici
şeylerdir. Fakat hepsi de hoştur. Eğer dünyada insan bütün güzelliklerden zevk alıyorsa bu kendi
suçudur. Değerli filozof Ömer Hayyam, Metafiziğe dair yazdığı “El-vücûd, El-Kevn ve’t-teklîf” adlı
eserlerinde genellikle şu fikri ileri sürer: “Bir insan için, kendine en yakın ve en mühim incelenecek
varlık insandır. Yani kendisidir” der. Bu görüş ve bunun etrafındaki düşünceler, Hayyam’ın
rubâîlerinde en çok sözü edilenlerdir.
Derler ki gider cahîme âşık,sarhoş;
Bir söz ki bu, gönlüme gelir pek nâ hoş.
Sarhoş ile âşıksa cehennemlik eğer,
Cennet avucumdur, içi ammâ bomboş.
Ey hilkat u halkın evvel ü âhırı yâr,
İster beni afvet, ister eyle âzâr;
Mihrâbda sensiz arzı tâatdansa
Meyhânede yeğ seninle olmak ber kâr
“O kadar şarap içeyim ki bu şarap kokusu toprak altına girdiğim zaman topraktan intişar
etsin. O kadar ki mahmur mezarımın başına gelince benden intişar eden şarap kokusundan harap
olacak kadar sarhoş ve berbat olsun.”
“Eğer ben ölürsem beni şarap ile yıkayınız. Telkin verdiğimiz vakitte şaraptan, kadehten
bahsediniz. Eğer mahşer günü arkamdan koşacak olursanız, meyhanenin toprağından beni arayıp
sorunuz.”
Bunlar ve bunlara benzer rubâîlere bakarak kimi Hayyam’ı zevk-perest ve ayyaş bir şair
zannetmiş, kimi hiçbir şeyi itikat etmez bir nihilist olarak tanımış; kimi mülhid ve münkir, kimi de
küstah rezil bir kalenderi olarak hükmetmiş; kimi de Avrupa filozoflarından bazılarına benzetmiş, kimi
de mükemmel bir sofi olarak telakki etmiştir. Hayyam, şöhretini rubailerine borçlu olsa da,
ne yazık ki İranlılar ve batılı araştırmacılar onun değerini anlayamamış,
ona isnat ettirilen rubailerle haksız imaj yaratılmıştır. Bu konuda uzun uzadıya münakaşa kapısı
açmak, bana göre gereksizdir. Zahmete değecek bir konu değildir. Çünkü bu hükümler Hayyam’ın
adına tetkik olunan bir çok rubâîler hakkında doğrudur, lakin Hayyam’ın şahsı ve düşünceleri
hakkında hiçbiri doğru kabul edilmemelidir. Çünkü böyle birbirine benzemez, acayip ve bazen de fena
halde birbiriyle zıt ve mütenâkız hükümler ilham eden o rubâîlerin, Hayyam tarafından söylenmiş
olduğu kabul ve teslim olunmuş bir hakikat değildir. Hayyam’ın hayatı, gayet derli toplu, ilim
sahasında otorite sahibi, hatta büyük bir ilim kuruluşunun başında, matematik ve astronomi alanında
zamanımıza kadar önemini korumuş eser sahibi, ağır başlı, değerli bir insan olduğunu gösteriyor. Şu
hâlde, şiirlerinde geçen şarap bir sembol, kötümserliğe karşı mutluluk, hür insanların düşüncelerini
saran bir huzur hissinin timsali sayılmalıdır. O şarap ekseriya-hatta tasavvuftaki mânâsında olmasa
dahi- yine ruhu sarhoş eden, hayâlî bir şaraptır. “Bizim bu sarhoşluğumuz kızıl şaraptan değildir; bu
şarap bizim sevdamızın kadehinden başka yerde bulunmaz, sen şarabı dökmek için geldin ama, ben
ortada şarabı olmayan bir sarhoşum” diyen Mevlânâ bu noktayı çok iyi anlatmıştır. Hayyam’ın
rubâîlerinin bir kısmında da rindçe söyleyişler az değildir. Bütün bu görüşlerimiz hayatı, ilmî
çalışmaları ve kendisinin kaleminden çıktığını tahmin ettiğimiz bazı rubâîlerine dayanmaktadır. Şair ve
yazarların eserlerine ait elde sağlam bir metin olmadığında, onları değerlendirmede birbirine zıt
hükümler ve yargıların ortaya çıktığı görülür. Bunun en tipik örneklerinden biri de, Hayyam’dır.
Hayyam’ın yaşadığı dönem ve ondan sonraki zaman diliminde Tasavvufîhayat ve görüşler
ağırlıkta olduğu için, Hayyam’ın rubâîleri uzun süre gölgede kalmıştır. Yine aynı taassup ile Hayyam’ı
farklı anlama daha XIII. asırda başlamış, Necmüddin Râzî’nin yazdığı Mirsâdü’l-İbâd adlı eserde
Hayyam’ı fazla hırpaladığı görülmüştür. Hayyam’ın ölümünden yedi yüz yıldan fazla bir zamandan
sonra İngiliz Edward Fitzgerald, Hayyam’ın ruâîlerini toplamıştır.
Adı geçen araştırmacı Hayyam’ın rubâîlerini tercüme etmekten ziyade,
adeta onları yeniden ibdâ etmiştir.
Yakın zamanlardaki araştırmacılar bu araştırmacının eserini esas aldıkları için,
anlama/yorumlamada zaman zaman büyük hatalara düşmüşlerdir. Hayyam’ın kendi kaleminden
çıkan rubâîler, yaklaşık 120-130 civarında iken kendinden sonra şairin adına isnat edilen pek çok rubâî
ile sayıları bine yaklaşmıştır. Bu konuda Tahranlı Profesör Ali Mazaherî de Ömer Hayyam’ın orijinal
şaheserinin yanında başka şairler tarafından yazıldığını bir eserinde dile getirmiştir.
Türk Edebiyatına Yansımalar
Türk edebiyatında en eski Türk şiirinin dörtlüklerden meydana gelmesi rubâînin Türk şairleri
tarafından kolaylıkla benimsemesine yol açmıştır. Bir araştırmacımızın görüşüne göre Türkçe rubâînin
başlangıcı XII. yüzyıla kadar iner. Yüzyıllar boyunca az veya çok bütün şairlerce kullanılmıştır.
Rubâî’nin de Anadolu’da öncüsü Mevlânâ’dır. Özellikle rubâîye önem veren şairler Lâmîi, Fuzûlî, Kara
Fazlı, Bağdatlı Ruhî ve Azmizâde Haletî, Cevrî, Nâbî, Sâbit, İbrahim Hakkı, Şeyh Gâlib. Osmanlı
dönemindeki bu şairler içinde Azmîzâde Hâletî rubâî alanında en büyük ustadır. Cumhuriyet
döneminde ise, Yahya Kemal ve Arif Nihat Asya gibi şairler rubâîyi devam ettirenlerdir. Bunlardan
tasavvufî ağırlıklı rubâîlerde Mevlânâ, diğer serbest konularda yazılmış rubâîlerde de Hayyam etkisi
görülür. Bu şairler içerisinde Hayyam hayranı, onu iyi anlayan ve onun gibi söyleyişlerle rubâî yazan
şairimiz Yahya Kemal’dir. Yahya Kemal, bir şiirinde,
“Hayyam imiş hakîkati az çok fısıldayan”
demiştir. Hayyam rubâîlerinin Yahya Kemal çevirisine ait şu üç örneği sunmak istiyoruz:
Esrâr-ı ezel ki saklı senden benden
Bir bilmecedir ne ben habîrim ne de sen
Biz perdenin arkasında söylenmedeyiz
Vaktâki iner ne sen kalırsın ne de ben
Yezdan bizi balçıktan ederken tahmîr
Bizden çıkacak fi’li de etmiş takdîr
Ben hükmüne ma’kûs günâh işlemedim
Dûzahde niçün yakmağı kılsun tedbîr
Rûh anlasa hakkıyle nedir sırr-ı hayât
Anlardı eğer varsa hafâyâ-yı memât
Aklınla bu gün bilmediğin mânâyı
Kabrinde mi idrâk edeceksin heyhât
Hayyam rubâîlerinin Türkçe çevirilerinde Batılı çevirmenlerin yaptığı tutarsızlıklar görülmez.
Fakat aynı rubâînin değişik çevirmenler tarafından yapılan çevirilerinde az da olsa farklılıklar göze
çarpar. Buna örnek olarak Hayyam’ın bir rubâîsine Feyzullah Sâcid, Hüseyin Dâniş, Rızâ Tevfik ve Âsâf
Hâlet Çelebi’nin çevirilerini ayrı ayrı gösterelim:
Dostlar hep birer birer aramızdan gittiler!
Ecelin tekmesiyle çiğnendiler, bittiler!
Hayat sofrasında hep aynı şaraptan içtik;
Lâkin onlar önceden serhoş (olu) gittiler!
“Uygun ve vefâkâr dostlar birer birer elden geçtiler ve ecelin ayağı altında birer birer çiğnenip
gittiler. Hayat meclisinde hepimiz aynı şaraptan içtik; lakin, onlar bizden iki üç devre daha evvel
kendilerinden geçtiler.”
“Uygun dostlar birer birer elden çıktılar ve ecelin ayağı altında birer birer çğnenip gittiler.
Hayat meclisinde hepimiz aynı şaraptan içtik; lakin, onlar bizden iki üç devre (yani kadeh dönümü)
evvel kendilerinden geçip sarhoş oldular (yani göçtüler).”
“Uygun ve vefalı dostlar birer birer elden gitti. Ölümün ayakları altında birer birer çiğnenip
bu dünyadan göçtüler.Hayat meclisinde hepimiz de aynı şaraptan içmiştik. Onlar bizden bir iki kadeh
daha fazla içerek mest oldular.”
Bu örneklerden sonra Hayyam’ın hayatını yazan ve rubâîlerini Türkçeye çeviren
edebiyatçılarımızın öncülüğünü yapan başta Muallim Feyzî Efendi olmak üzere onu takip eden yıllarda
yayımlanan kitapların yayın yılı sırasına göre yazar adları şöyledir:
Yazarların Adları Rubâî Adedi Baskı Yılı
1.Muallim Feyzî Efendi 100 1910
2.Dr. Abdullah Cevdet Bey 575 1916
3. Köprülü Zâde Fuat Bey …. İkdam Gz.
4. Muhammed Bin Ahmed ... 1925
5. Hüseyin Rıfat Bey 129 1926
6. Hüseyin Dâniş Bey 396 1927
7. Hammâmî Zâde İhsan 130 1928
8. Feyzullah Sâcit Bey 591 1929
9. Rıfat Moralı ... 1931
10. Ahmet Hayat ... 1931
11. İbrahim Alâeddin Gövsa 100 1932
12. Nemci Tarkan …. 1932
13. Rıza Tevfik- Hüseyin Dâniş 397 1933
14. Abdürrahim Zapsu …. 1942
15. Ziya Şâkir …. 1943
16. Rıza Tevfik Bölükbaşı ... 1945
17. Muhyiddin Raif Bey . 1945
18. Orhan Veli Kanık 4 1949
19. Cemil Miroğlu 150 1950
20. Cemal Yeşil 34 1950
21. Asaf Halet Çelebi 400 1954
22. Abdulbâki Gölpınarlı 476 1954
23. Vasfi Mahir Kocatürk 138 1954
24. Ahmet Aymutlu 50 1962
25. A. Kadir 100 1960
26. Rüştü Şardağ 252 1960
27. Hilmi Yücebaş 355 1960
28. Sabahaddin Eyüboğlu 388 1961
29. Yahya Kemal Beyatlı 52 1962
30. Yakup Kenan Necetzade 397 1967
31. H. Necdet Tandoğan … 1986
32. M. Sadık Cennetoğlu 576 1989
Ömer Rıza Doğrul’un Hayyam hakkında yazdığı kitabın baskı tarihi bulunmadığı için sona
eklenmiştir.
Hayyam üzerine yapılan yayınların istatistikî bilgilerini göz önüne alırsak, yapılan çalışmaların
azımsanmayacak seviyede olduğu dikkati çeker. Onu materyalist anlayışla yorumlayan birkaç eserin
dışındaki yaklaşımlar ise, bizim yukarıdaki arz ettiğimiz düşüncelerle örtüşmektedir.
Bu makalemizi rubâî ustası, insanı yargılayan feylozof Hayyam’ın bir rubâîsiyle bitirmek
istiyoruz:
“Onlar ki fazl u âdâbın denizleri gibi engindiler; marifet ve irfan yolunda herkesin ışığı gibi
idiler. Böyle olduğu halde yine de bu karanlık gecenin dışarısına çıkamadılar; birkaç efsane mırıldanıp
tekrar uykuya daldılar…”
KAYNAKLAR
ABDULLAH CEVDET, Rubâiyyât-ı Hayyâm Türkçe Tercümleleri, İstanbul 1926.
AHMET HAYYAT, Rubâiyyat-ı Ömer Hayyâm, İstanbul 1931.
CENNETOĞLU, M.Sâdık, Ömer Hayyâm Büyük Türk Şâiri ve Filozofu, İstanbul 1992.
ÇELEBİ, Asâf Halet, Ömer Hayyâm, Hayatı, Sanatı, Eserleri, İstanbul 1954.
FEYZULLAH SACİT, Hayyâm’ın Rubâîleri ve Manzum Tercümeleri, İstanbul 1929.
FİRÛGÎ, Muhammed Ali, Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm, Tahran 1333.
GÖLPINARLI, Abdülbaki, Rubâiyyât-ı Hakîm Hayyâm, İstanbul 1953.
----------------------, Hayyâm ve Rubâîleri, İstanbul.
GÖVSA, İbrahim Alaattin, Ömer Hayyâm, İstanbul 1932.
HİDÂYET, Sâdık, Hayyâm’ın Terâneleri, trc.Mehmet Kanar, İstanbul 1999.
HÜSEYİN DANİŞ-RIZA TEVFİK, Rubâiyyât-ı Ömer Hayyâm, İstanbul 1340.
KÂDİR A., Bugünün Diliyle Hayyâm, İstanbul 1964.
KOCATÜRK, Vasfi Mahir, Ömer Hayyâm’ın Rubâîleri-Hayat, Ölüm, Aşk ve Şarap Şiirleri,
Ankara 1954.
MİNORESKY, V. ‘Ömer Hayyâm’, İslam Ansiklopedisi (MEB), C.IX, İstanbul 1964.
ŞAKİR, Ziya, Selçuklu Saraylarında Ömer Hayyâm’ın Hayat ve Maceraları, İstanbul 1943.
YAHYA KEMAL, Rubâîler, İstanbul 1963.
YÜCEBAŞ, Hilmi, Ömer Hayyâm ve Rubâîleri, İstanbul 1960.
ZAPSU, Abdurrahim, Ömer Hayyâm’a Hücum, İstanbul 1942.
* Bu Metin 14-24 Mayıs tarihleri arasında İran’a yapılan ziyaret esnasında Nişâbur’da Ömer
Hayyâm toplantısında sunulmuştur.

Konular