ŞEYHOĞLU MUSTAFA: HURŞÎD-NÂME (HURŞÎD Ü FERAHŞÂD)*

A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 101 ~ 
ŞEYHOĞLU MUSTAFA: HURŞÎD-NÂME
(HURŞÎD Ü FERAHŞÂD)*
İsmail AVCI∗∗
Bu nazmı isteye ‘âkil olanlar
Nite kim mey hoşın bilür içenler
Çü cânum ol şerâbı nûş kıldı
Yüregüm kopdı göñlüm cûş kıldı
Açılsun güllere ‘arz it bahâruñ
Ki bülbüllere kala yâdigâruñ
Şeyhoğlu Mustafa, miladi
1387 yılında, yaşı elliye dayandığı
sıralarda tamamladığı Hurşîdnâme’nin
(Hurşîd ü Ferahşâd,
Şehristân-ı ‘Uşşâk) yazılış sebebini
açıklarken yukarıdaki beyitlere yer
vererek eserin okuyacaklara bir
yadigâr kalmasını arzu ettiğini dile
getirir. Şeyhoğlu’nun bu mısraları
söylemesinden 592 yıl sonra, ona
kulak veren, bıraktığı yadigârı hurşîd
misali ayân eden, okuyan, bu nazmı
isteyen, ‘âkil olan, mey hoşın
bilürlerden değerli ilim adamı
Hüseyin Ayan, eserin tenkitli metnini
hazırlayıp inceleyerek ilim âlemine
sunmuştur. Bu yazıda, Hüseyin
Ayan’ın hazırladığı eser
tanıtıla

caktır.
Eser; Önsöz, kısa bir Giriş (s. 1-4) ve dört Bölümden oluşmaktadır. İlk üç
Bölüm (s. 5-118) müellife ve eserin incelenmesine ayrılmış, bunun hemen
*
Hüseyin Ayan, Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd-nâme (Hurşîd ü Ferahşâd), İnceleme-Metin-SözlükKonu
Dizini, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yay., Erzurum 1979, IV+533 s.
∗∗ Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Arş. Gör.
TAED 39, 2009, 101-111
~ 102 ~      İ. AVCI: Şeyhoğlu Mustafa: Hurşîd­nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
TAED 39, 2009, 101-111
onu Dizini (s. 529-533) yer almaktadır.
ardından Sonuç (s. 119-122) ve Bibliyografya (s. 123-127) verildikten sonra
Şeyhoğlu’nun bir başka eseri olan ve edebî kişiliğinin ortaya konulması
noktasında faydalanılan Kenzü’l-Küberâ ve Mihekkü’l-Ulemâ’dan iki varağın
fotokopisi eklenmiştir. Bu iki varaklık fotokopiden sonra Transkripsiyon
İşâretleri gelmektedir. Tenkitli metnin yer aldığı Dördüncü Bölümden (s. 129-
427) sonra ise bir Sözlük (s. 429-528) ve K
H. Ayan, Önsözde eser üzerinde çalışmasının gayesini şöyle açıklar: “Bu
araştırma ve incelemenin gayesi, XIV. yüzyıl Türk Edebiyatının ünlü siması
Şeyhoğlu Mustafa’nın hayatını, edebî kişiliğini, özellikle bugüne kadar
yapılmamış bulunan Hurşîd-nâme (Hurşîd ü Ferahşâd-Şehristân-ı ‘Uşşâk)
mesnevîsinin tenkidli metnini hazırlayıp inceleyerek, müellifi ve eserleri hakkında
yeni bilgiler vermektir.” (s. I).
Eserin Giriş kısmında, kısaca Türk edebiyatında mesnevi geleneğinin
Hurşîd-nâme’ye gelinceye kadarki seyri üzerinde durulmuştur.
Birinci Bölüm “Şeyhoğlu’nun Hayatı ve Edebî Kişiliği” başlığını
taşımaktadır. Alt başlıklar ise “Şeyhoğlu’nun Hayatı”, “Şeyhoğlu’nun Edebî
Kişiliği”, “Şeyhoğlu’nun Eserleri”, “Hurşîd-nâme Metninin Kurulması” ve
“Metni Kurmada Tutulan Yol” şeklinde düzenlenmiştir.
Şeyhoğlu’nun hayatı hakkında verilen bilgilere göre doğum yılı yaklaşık
olarak miladi 1341’dir. Ancak nerede doğduğu bilinmemektedir. Saray çevresine
yakın soylu bir aileden gelmektedir. Germiyan (Kütahya) edebî muhitinde
yetişmiştir. H. Ayan bu kısımda, müellifin adı etrafında tereddüt ve şüphelerin
olduğunu, yapılan bazı çalışmalarda Sadrüddin adının/lakabının da geçtiğini
belirtir. Ancak, ihtiyatı elden bırakmamak kaydıyla, Sadrüddin adının lakap
olarak da düşünülebileceğini söyler. Ona göre, eğer Mustafa ve Sadrüddin
isimleri aynı şahıs üzerinde toplanabilirse XIV. yüzyılın ikinci yarısında,
Ahmedî’den önce şöhrete ulaşan ve bu şöhretini XVI. yüzyılda da sürdüren,
Marzubân-nâme, Kâbûs-nâme tercümelerinin; Kenzü’l-Küberâ ve Mihekkü’l-
‘Ulemâ’nın ve Hurşîd-nâme’nin sahibi olan edebî yönü kuvvetli bir kişilik
karşımıza çıkacaktır.
“Şeyhoğlu’nun Edebî Kişiliği” alt başlığında ise Ahmedî ve Şeyhoğlu
Mustafa arasındaki rekabet ve münakaşa söz konusu edildikten sonra, müellifin
Türkçe karşısındaki tutumu üzerinde durulmuştur. Burada örnek beyitlerle
verilen bilgilere göre müellif, Türkçeden şikâyet etmektedir ve edebî bir eserin
Türkçe olarak yazılmasındaki güçlüklerden bahsetmektedir. H. Ayan, şairin bu
tavrı için; “Türkçenin bütün inceliklerine vâkıf olan Şeyhoğlu’nun bu
şikâyetlerini anlamak güçtür.” dedikten sonra, “Bu şikâyetleri haklı bulmamakla
berâber, buna rağmen, muhalled bir eseri Türkçe yazması, onu affettirmeye yeter
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 103 ~ 
de artar da!” (s. 11-12) değerlendirmesini yapar. Müellifin edebî yönü üzerinde
durulurken onun kimlerden etkilendiği de konu edilir. H. Ayan burada, İran
edebiyatının önde gelen isimlerini sayar ve özellikle bunlardan Ferîdüddîn Attâr
ve Senâî’nin, Şeyhoğlu’nun edebî kişiliğinin oluşumunda önemli rol
oynadıklarını belirtir. Araştırmacı, Şeyhoğlu’nun bu iki ismi anmasını, kendisini
onlarla mukayese etme arzusunda olduğu şeklinde yorumlar. Bu kısımda,
müellifin eserini övdüğü ve kendisiyle ilgili değerlendirmeler yaptığı beyitlere de
yer verilmiştir. H. Ayan, Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-Küberâ adlı eserinden
verdiği örnek metinlerden hareketle de bazı değerlendirmelerde bulunur ve “…
Şeyhoğlu, secili nesrin üstâdları arasında yer alacak kadar güçlü bir nâsirdir.”
(s. 15) der. Yazar, şairin edebî kişiliğinin, şiire hâkimiyetinin Hurşîd-nâme’de
geçen gazellerinden örnekler verilerek de ortaya konulabileceğini, ancak bu
değerlendirmelerin, onun henüz ele geçmeyen gazellerinin bulunup
incelenmesiyle ve diğer eserlerinin tenkitli metinlerinin hazırlanmasıyla daha
isabetli olacağını söyler. Bu bahis; “Türkçenin edebiyat ve ilim dili olarak
gelişmesinde, Şeyhoğlu’nun eşsiz gayretleri görmezlikten gelinemez. Onun, Türk
Edebiyatının gelişmesinde gösterdiği gayreti nazımda Hurşîd-nâme ve nesirde de
Kenzü’l-Küberâ ve Mihekkü’l-‘Ulemâ adlı eşsiz eserleri ispat etmeye yeterli
birer delil olarak ortadadır.” (s. 16) cümleleriyle sonlandırılmıştır.
“Şeyhoğlu’nun Eserleri” başlığı altında, çalışmanın asıl konusu olması
sebebiyle Hurşîd-nâme’nin sadece 7903 beyitlik bir mesnevi olduğu belirtilip
müellifin diğer üç eseri tanıtılmıştır. Tanıtılan ilk eser Kenzü’l-Küberâ ve
Mihekkü’l-‘Ulemâ’dır. Kenzü’l-Küberâ, Şeyh Necmüddini Râzî veya
Necmüddin Dâye’nin Mirsâdü’l-‘İbâd Mine’l-Mebdei İle’l-Me’âd adlı beş baplık
Farsça eserinin son babının pek çok ilave ve değişikliklerle Türkçeye
tercümesidir. Eser, Şeyhoğlu’ndan önceki şairlerin şiirlerinden örnekler ihtiva
etmesi bakımından önemlidir. H. Ayan, Kenzü’l-Küberâ’nın XV. yüzyıl
müelliflerinden Sinan Paşa’nın Tazarru‘ât’ı için bir öncü olduğu kanaatindedir.
Burada, eserin başından ve sonundan alınmış örnek kısımlar da mevcuttur. Diğer
iki eser ise kısaca üzerinde durulan Marzubân-nâme Tercümesi ve Kâbûs-nâme
Tercümesi’dir. H. Ayan, yukarıda da belirtilen Sadrüddin Şeyhoğlu ve Mustafa
Şeyhoğlu ikiliğine burada da dikkati çekmiştir.
“Hurşîd-nâme Metninin Kurulması” kısmında, eserin tenkitli metni
hazırlanırken kullanılan Berlin, Süleymaniye (Hamidiye), Manisa (Muradiye) ve
Paris nüshaları tanıtılmıştır. Ayrıca, yurt dışındaki kütüphanelerin kataloglarında
adına rastlanan, ancak elde edilemeyen altı nüshasının olduğu belirtilmiştir.
“Metni Kurmada Tutulan Yol” başlığı altında ise genel olarak tenkitli metnin
TAED 39, 2009, 101-111
~ 104 ~      İ. AVCI: Şeyhoğlu Mustafa: Hurşîd­nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
TAED 39, 2009, 101-111
hazırlanması, karşılaşılan problemler ve nelere dikkat edildiğinden
bahsedilmiştir.
Eserin İkinci Bölümü “Hurşîd-nâme’nin İncelenmesi” ana başlığını
taşımaktadır. Alt başlıklar ise şöyledir: “Hurşîd-nâme’deki Nazım Şekilleri”,
“Hurşîd-nâme’de Kullanılan Vezinler”, “Hurşîd-nâme’nin Konusu”, “Hurşîdnâme
Konusunun İran Edebiyatı İle Olan İlgisi”, “Hurşîd-nâme Kahramanlarının
Tarihî-Efsânevî Kişilikleri”, “Hurşîd-nâme’de Savaş Araçları ve Strateji”,
“Hurşîd-nâme’de Eğitim ve Öğretim”, “Hurşîd-nâme’de Hurâfelerin İzleri”,
“Hurşîd-nâme’de Gelenekler”, “Hurşîd-nâme’de İslâm Kültürü” ve “Hurşîdnâme’de
Aşk”.
Hüseyin Ayan, inceleme kısmının ilk cümlelerine, Hurşîd-nâme’nin şekil
itibarıyla mükemmel bir mesnevi olduğunu belirterek başlar ve şu
değerlendirmeyi yapar: “Şair, Hurşîd ü Ferahşâd’da, o zamana kadar bir
mesnevide bulunması belirlenmiş hususların hiçbirisini ihmal etmemiştir.
Şeyhoğlu Mustafa, Şehnâme’den aldığı epizot ve motiflere başka kaynaklardan
ve özellikle Türk tarihi ve geleneklerinden ilâveler yaparak bunları yerli yerine
koymuş, olayın bütün inceliklerini nazımla söylemiş ve bu uğurda büyük emek
harcamıştır. Eserin hacmi (7903 beyit) yanında, her beytine gösterilen itina ve
ihtimam da bizim bu yargımıza hak verdirecek niteliktedir.” (s. 31). Bu
cümlelerden sonra “Hurşîd-nâme’deki Nazım Şekilleri” alt başlığıyla eserdeki
nazım şekilleri üzerinde durulmuştur. Buna göre, eserde asıl nazım şekli olan
mesnevinin yanında, tercî-i bend ve gazeller de yer almaktadır.
“Hurşîd-nâme’de Kullanılan Vezinler” alt başlığında, mesnevinin
mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün kalıbıyla yazıldığı, bunun yanında on muhtelif aruz
kalıbının kullanıldığı belirtilmiş ve eserde farklı nazım şekilleri ve vezinlerinin
kullanımıyla ilgili olarak Şeyhoğlu’nun başarısına şöyle vurgu yapılmıştır: “…
bir büyük mesnevîde, vak’anın akışına durgunluk vermeden, sadetten çıkmadan
arûzun kolay sayılmayan kalıplarını denemek, nazım tekniğine olduğu kadar, dile
de hâkimiyeti gösterir. Şeyhoğlu’nun şiirdeki üstün dehâsının belgeleri arasında
bu hususu da zikretmek yerinde olur.” (s. 33). Bu kısmın sonunda yirmi üç gazel
ve bir tercî-i bendde kullanılan aruz kalıpları toplu olarak verilmiştir.
H. Ayan, “Hurşîd-nâme’nin Konusu” başlığıyla, İran şahı Siyâvuş’un
kızı Hurşîd ile Mağrip sultanının oğlu Ferahşâd’ın aşk hikâyesini on sayfada özet
olarak vermiştir. Hikâye, çalışmanın merkezini teşkil ettiğinden, verilen özetin
özetini buraya alıyoruz. Hikâye şöyledir:
İran şahı Siyâvuş’un Hıtâyî Ay Hatun’dan bir kızı dünyaya gelir. Padişah erkek
beklerken çocuk kız olunca çok üzülür. Âdet olduğu üzere müneccimleri toplayıp kızının talihine
baktırır. Müneccimler “İlk altı günde bu kız için çok tehlike var, altı günü atlatırsa on altı yaşında
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 105 ~ 
bu kızın güzelliği yüzünden ülkede bir fitne kopacak, taht tehlikeler geçirecek, çok insan ölecek.”
derler. Bunları duyunca korkan padişah çocuğu öldürtmek ister. Ancak annesi buna razıymış gibi
görünüp yeni ölmüş bir çocuğu Hurşîd’in yerine defnettirir, Hurşîd’i de gizlice Dârü’l-Melek
kalesine gönderir. Çocuğun okuma çağı gelince Pîr Muallim görevlendirilir ve Hurşîd dokuz yıl
boyunca Pîr Muallim’in elinde bütün ilim ve fenleri tahsil eder. Bu arada padişah çocuğun gizlice
büyütülmekte olduğunu öğrenir, öfkesinden deliye döner. Yanına dört muhafızını alır ve kaleye
gider. Muhafızlarını Hurşîd’i getirmeleri için kale içine gönderir. Ancak hiçbirinden ses çıkmaz ve
kendisi içeriye girer. Her şeyden habersiz yatağında yatan Hurşîd uyanır, karşısında yalın kılıç
bekleyen babasını görür. Kızının güzelliği karşısında hareketsiz kalan padişah, gönderdiği
muhafızların da bu güzellik karşısında baygın hâlde yerde yattıklarını görür. Biraz kendisine gelir,
kızına iyi muamele etmeye çalışır. Hurşîd ve beraberindekileri Cemâbâd’a getirir. Hıtâyî Ay Hatun
kızını görünce bayılır, padişah eşine kızının yaşamasını sağladığı için teşekkür eder, müneccimlere
de inanmadığını söyler. Bundan sonra neşeli günler başlar… Hurşîd babasından ricacı olup sarayın
bahçesinde bir köşk yaptırır ve günlerini bu bahçede ve köşkte geçirir.
Padişahın dört sadık muhafızı neden sonra kendilerine gelirler ve feryatlar kopararak
yollara düşerler. Cemâbâd yakınlarında içlerinden biri dayanamayarak ölür, ona bir mezar yaparlar
ve mezar taşına da aşktan öldüğüne dair üç beyit yazarlar. Sonra muhafızlar birbirlerinden
ayrılırlar; biri doğuya, biri batıya, biri de Mısır tarafına doğru yönelir. Günlerden bir gün Hurşîd
dadısına biraz dışarıda dolaşmak istediğini söyler. Dadısı bir gece onu gizli bir geçidi kullanarak
şehirden dışarı çıkarır. Dolaşırlarken aşkından ölen muhafızın mezarına rastlarlar. Hurşîd bu sadık
âşığına bir türbe yaptırmak ister ve bir rüya uydurur. Buna göre rüyasında Hızır İlyas’ı görmüş,
Hızır İlyas kendisine burada bir türbe yaptırmasını istemiştir. Babası rüyayı gerçek sanır ve türbe
yapılır, türbenin adı da Hızır İlyas olur.
Mağrip tarafına giden muhafızlardan Âzâd, yaşadığı macerayı Mağrip sokaklarında
anlatır, herkes deli diye onu alaya alır. Bu hikâye saraya kadar ulaşır. Mağrip sultanının oğlu
Ferahşâd bir gün sarayında eğlenirken içeri Âzâd girer, ondan Hurşîd’in kimliğini öğrenir, hemen
âşık olur. Âzâd’a kendisine yoldaşlık etmesini ister ve yollara düşerler. Yolda dağla, taşla, kurtla,
kuşla konuşan ve vahşi hayvanlarla arkadaşlık eden Mecnun’a rastlarlar. Mecnun aşkı dile getiren
şiirler söyler, bunları dinleyen Ferahşâd ve Âzâd daha hızlı yol almaya başlarlar. Atları bu hıza
dayanamaz, erzakları biter, aç kalırlar. Zelil, sefil yollarda sürünürler. Günlerden bir gün Hızır İlyas
türbesine gelirler. Türbenin bekçisi buranın bir dilek yeri olduğunu, dilekleri varsa dilemelerini
söyler. Türbeyi hayranlıkla seyreden Ferahşâd mezarın başındaki beyitleri okuyunca türbeyi
yaptıranın Hurşîd olduğunu anlar. Kim olduklarını soran bekçiye de derviş olduklarını, yıllardır
Mescid-i Aksâ’da ibadet ettiklerini, gece rüyalarında boz atlı Hızır’ı gördüklerini ve Hızır’ın onlara
Cemâbâd yakınlarında bir makamım var, oraya gidin ve bundan sonra orada kalın dediğini
söylerler. Bu hikâye derhâl Hurşîd’e ulaştırılır. Hurşîd bunu duyunca görmeden Ferahşâd’a âşık
olur. Onlara yemek gönderir, yakından ilgilenir. Ferahşâd’ın Hurşîd’i görme arzusu da gittikçe
şiddetlenir. Dili çözülür, şiir söylemeye başlar, söylediklerini de Âzâd yazar. Bu sırada Hurşîd’in
lalası gelir, bunları Hurşîd’e götürür. Hurşîd şiirleri okuyunca Ferahşâd’a âşık olduğunu söyler,
şiire şiirle karşılık verir. Bundan sonra Hurşîd’in köşkünde gizli eğlenceler tertip edilmeye başlanır.
Aşkları gittikçe artar. Bu zamana kadar yüzünü bir peçeyle örten Hurşîd bir gece perdeyi kaldırır.
Ferahşâd bayılır, gülsuyuyla ayıltırlar.
Hurşîd ile Ferahşâd bu sevginin sefasını sürerken maşrık yönüne giden, adı Siyâh ve
kendisi de kara olan köle Hıtây ülkesine varır ve orada ıklık (saz) çalan bir köseyle karşılaşır. Sazın
nağmelerinden aşkı coşar, bayılır. Ayılınca kösenin ayaklarına kapanır ve kendisine ıklık çalmayı
TAED 39, 2009, 101-111
~ 106 ~      İ. AVCI: Şeyhoğlu Mustafa: Hurşîd­nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
TAED 39, 2009, 101-111
öğretmesini ister. Siyâh, kısa zamanda ıklık çalmasını öğrenir ve ünü bütün ülkeye yayılır. Hıtây
ülkesinin padişahı Boğa Han, Siyâh’ın sarayına getirilmesini emreder. Ancak Siyâh’ı getirmeye
gidenler geri gelmez. Çünkü ıklığın sesini duyanlar mest olup orada kalmaktadırlar. Boğa Han
veziri Turumtay’ı da yanına alarak yola düşer. Çağlayanların bulunduğu, kuşların cıvıldadığı bir
yerde Siyâh’ı ıklık çalarken bulurlar. Boğa Han sazın sesini duyunca çok duygulanır, ıklıkçıyı
saraya götürür. Siyâh başından geçenleri anlatır. Boğa Han anlatılanları dinleyince Hurşîd’e
görmeden âşık olur. Veziri Turumtay’ı Hurşîd’i istemek üzere Acem mülküne gönderir. Turumtay,
Cemâbâd’a gelir, Boğa Han’ın yazdığı mektubu Siyâvuş’a verir. Mektupta istekle tehdit bir
aradadır. Olumsuz cevap alınınca da Boğa Han kendisine bağlı ülkelere iki yıllık bir savaş için
bitikler yazar. 300.000 atlının da olduğu muazzam bir ordu hazırlanır ve İran’a doğru yola çıkar.
Siyâvuş vezirlerini toplar, onlarla ne yapılması gerektiğini konuşur, 60.000 kişilik bir ordu
hazırlanır. Vezirlerden bazıları böyle bir orduyla Boğa Han’a karşı durmanın akıl işi olmayacağını
söylerler, Hurşîd’i verelim kurtulalım derler. Bu arada Boğa Han, Sırtak’ı 5.000 atlı ve 3.000 erle
tekrar elçi olarak gönderir. Siyâvuş gelenleri hoş karşılar, ikramlarda bulunur. Aynı zamanda
askerlerini teftiş eder. Bunu yaparken de önünden ilk geçen askerleri arkadan dolaştırıp tekrar
geçirerek hileli bir yola başvurur. Bunu gören Sırtak askerlerin çokluğundan korkuya kapılır.
Siyâvuş’un askerlerinden bir grup Boğa Han’ın öncü kuvvetini bir gece gafil avlayıp kırar, ayrıca
elçiyi de azarlayıp saçını sakalını yoldurur, burnunu kırdırır ve Boğa Han’a gönderir. Sırtak gelince
Boğa Han’a olanları anlatır. Bunun üzerine Boğa Han kızgınlıkla Cemâbâd üzerine saldırır. Şiddetli
bir savaş cereyan eder. Savaşın üçüncü günü, Siyâvuş’un en ünlü savaşçısı Zaygam, Boğa Han’ın
askerlerince ele geçirilir. Siyâvuş danışma meclisini toplar. Meclis Hurşîd’in verilmesi ve savaşın
bitirilmesi kararına varır ve karar Hurşîd’e iletilir. Hurşîd, bir rüya gördüğünü ve ertesi günü
yapılacak savaşta Boğa Han’ın öldürüleceğini söyleyip babasını oyalar. Bir tuzak hazırlar, hemen
Boğa Han’a bir mektup yazar, aslında kendisini çok sevdiğini ama ailesinin razı olmadığını, bir
savaşçı gibi zırh giyip kendisine geleceğini söyler. Dediği gibi yapar ve ertesi günü askerlerin
arasında sıyrılıp Boğa Han’a gelir. Yüzünü açar, onun güzelliğini gören ve yarı baygın hâle gelen
Boğa Han’ı öldürür. Ferahşâd’a da Boğa Han’ı babasına ben öldürdüm demesini, işlerinin böylece
kolaylaşacağını söyler. Bu arada padişahın öldürüldüğünü duyan askerler dağılır. Âzâd’la Hurşîd’in
zırhını giyen Ferahşâd Turumtay’ı yakalarlar. Siyâvuş, Turumtay’ın asılmasını, ele geçirilen
hazinenin de onu yakalayana verilmesini emreder. Hazineye sahip olan Ferahşâd bunları Âzâd’a
bağışlar. Yedi gün yedi gece bayram yapılır, Boğa Han’ı öldüren Ferahşâd, Siyâvuş’un katında
büyük itibar görür, evlatlığa kabul edilir ve Hurşîd kendisine layık görülür. Hıtâyî Ay Hatun da
bunu uygun bulur. Ancak vezirler “Cemşid aslından gelen birine Hurşîd verilir mi?” deyip karşı
çıkarlar, padişah da onlara hak vermek zorunda kalır. Ferahşâd bunu öğrenince aslını ortaya koyar
ve Mağrip sultanının oğlu olduğunu açıklar. Ancak vezirler yine karşı çıkarlar, eğer Mağrip
sultanının oğluysa babasının hazinesindeki şebçerağlardan birini getirsin derler. Siyâvuş kabul eder
ve Ferahşâd’a “Şebçerağı getir, kızı götür.” der. Ferahşâd, Hurşîd’le vedalaşır, Âzâd’la yola
koyulur. Türlü güçlüklerden sonra memleketine varır. Sultan oğlunun dönmesine çok sevinir.
Vezirlerini toplar ve padişahlığı oğluna devretmeyi düşündüğünü söyler, vezirler de uygun bulurlar.
Ancak Ferahşâd özür beyan edip İran şahının kızına âşık olduğunu ve kızı alabilmek için hazinede
saklanan şebçerağlardan birinin kalın (çeyiz) olarak istendiğini söyler. Babasına çok yalvarır, ancak
razı edemez. Sultan kaçıp gitmesin diye de Ferahşâd’ı hapse atar. Ferahşâd hapiste Hurşîd’i
düşünür, Hurşîd Ferahşâd’ın yolunu gözler, günler geçer…
Siyâvuş’un muhafızlarından üçüncüsü Kâfûr, aylarca yürüdükten sonra Çin ülkesindeki
Nigâristan-ı Çîn adındaki şehre varır. Her tarafın resimlerle süslenmiş olduğunu görür ve resimlere
bakınca Hurşîd’i hatırlar. Hurşîd sözü ağzından çıkar çıkmaz bayılır. Bunu gören halktan kimisi
ona deli der, kimisi âşık der. Kâfûr ayılınca resimleri yapan ressamın yanına koşar ve ondan resim
yapmasını öğrenir. Kısa zamanda, Hindistan’da Mani’nin şöhreti neyse, Çin’de de Kâfûr’un adı o
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 107 ~ 
kadar meşhur olur. Bir bez parçasının üzerine Hurşîd’in resmini çizer ve gizli gizli ona bakıp
kendisini avutur. Bir gün yine resme bakarken şiddetli bir rüzgâr çıkar ve resmi uçurur. Sarayın
bahçesinde cennet gibi bir köşede eğlenen Mısır sultanı Tûs’un oğlu Behrâm, ağaçların dalları
arasında bir şey görür. Hemen o şeyi aldırır, bir de bakar ki dünyada eşi benzeri bulunmayan bir
güzelin resmi! Birden bayılır. Babası Tûs onu teselli etmeye çalışır. Behrâm, “Kimine mektubu
Hüdhüd, kimine yel getirir, bugün Süleyman benim, Belkıs’ı bulmam gerekir.” der. Tûs oğluna
“Niyetin Siyâvuş’un kızı Hurşîd ise babası onu sana vermez, verseydi Boğa Han’a verirdi.” der.
Başa çıkamayınca da oğlunun yanına akıllı kişiler, Kârûn hazinesi kadar mal, cihan dolusu asker ve
bir mektup verip gönderir. Kafile Cemâbâd’a gelir. Behrâm ve yanındakiler ağırlanır. Tûs’un
yazdığı mektup Siyâvuş’a takdim edilince iş anlaşılır. Hurşîd’i Ferahşâd’a vermek istemeyenler bu
defa da kızı Behrâm’a vermek için ellerinden geleni yaparlar ve “Verilmiş sözümüz var, olmaz.”
diyen Siyâvuş’u ikna ederler. Düğün hazırlıkları başlar. Hurşîd bu duruma çok üzülür, kanlı
gözyaşları döker. Şiirler yazar, bu şiirlerin cevabını rüyasında, Ferahşâd’ın aynı vezinde yazdığı
şiirlerde alır. Ferahşâd hapiste olduğundan bir şey yapamaz, kahrolur.
Günlerden bir gün Mağrip sultanı hastalanır. Oğlunu hapisten çıkarır, meclisi toplar.
Ölümünün yaklaştığını, Ferahşâd’a itaat etmelerini söyler ve ruhunu Allah’a teslim eder. Padişah
olan Ferahşâd, Âzâd’ı vezir tayin eder. Ülkede hacca gidiyormuş şayiasını yayıp doğuya doğru yola
çıkar. Yanında 7.000 yüklü at, deve, katırla 12.000 atlı da vardır. Bu kafiledeki en mühim cevher
ise şebçerağdır. Cemâbâd’a varılır ve Hızır İlyas civarında konaklanır. Ateşler yakılır. Hızır
İlyas’ın her tarafı aydınlanır. Siyâvuş durumdan haberdar edilir. Padişah ne olup bittiğini öğrenmesi
için hemen bir haberci gönderir. Haberci Ferahşâd’a niçin geldiklerini sorunca “Padişah bizi
düğüne davet etmiş geldik, gece olduğu için de padişahı rahatsız etmek istemedik.” der ve ağır
hediyelerle haberciyi uğurlar. Bu arada Ferahşâd, “Nerede kaldın… ve Behrâm’la nasıl ve niçin
evlenmeye razı oldun.” anlamına gelen bir şiiri altın kâğıt üstüne gümüş suyuyla yazıp Hurşîd’e
gönderir. Düğünün 38. günü Siyâvuş, Ferahşâd’ı yanına çağırtır ve büyük bir törenle karşılar.
Ferahşâd diğer hediyelerle birlikte şebçerağı da Siyâvuş’a takdim eder. Kutudan çıkarılan şebçerağ
her yeri gündüz gibi aydınlatır. Yemekler yenilir, şaraplar içilir, eğlenilir. Ancak Siyâvuş’u bir
düşüncedir alır. Behrâm için düğün yaparken Ferahşâd çıka gelmiştir. Kadıyı ve müftüyü katına
çağırtır. Bir taraftan da Ferahşâd’a neden geç kaldığını sorar. Ferahşâd olanları anlatır. Siyâvuş
danışma meclisini toplar. Kadı ve müftü “Kız kimi istiyorsa ona verilmeli, şeriatın hükmü budur.”
derler. Kadı ve müftü Hurşîd’e gönderilir. Hurşîd, Ferahşâd’la olan macerası ortaya çıkmasın diye
Ferahşâd adını anmadan ince zekasını kullanarak “Taliplerimden hiçbirini tanımıyorum, madem ki
babam beni evlendirmek istiyor, Boğa Han’ı öldüren ve tahtı yıkılmaktan kurtaranı seçtim.” der.
Hurşîd’in söyledikleri Siyâvuş’a iletilir ve oracıkta Hurşîd’le Ferahşâd’ın nikahı kıyılır. Siyâvuş,
Behrâm’ın gönlünü alır, türlü hediyeler verir ve memleketine gönderir. Hurşîd ile Ferahşâd’ın
hikâyeleri şu beyitlerle biter:
Ne eksük var ise bitdi arada
İrişdi ol iki ‘âşık murâda
Murâda irgür iy sultân-ı ‘âlem
Dükeli nâ-murâdı vü beni hem
Hüseyin Ayan, “Hurşîd-nâme Konusunun İran Edebiyatı İle Olan İlgisi”
başlığıyla, konunun İran ve Arap edebiyatındaki izlerini de sürmüştür. Burada
verilen bilgilere göre Şeyhoğlu, bir beyitte eserini Arap edebiyatındaki kıssalara
dayandırmaktadır. Ancak H. Ayan, yaptığı araştırmalar neticesinde Arap
TAED 39, 2009, 101-111
~ 108 ~      İ. AVCI: Şeyhoğlu Mustafa: Hurşîd­nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
TAED 39, 2009, 101-111
edebiyatında böyle bir hikâyenin varlığına dair kaynaklarda bilgiye
rastlayamadığını ve hikâyede İran menşeinin hissedildiğini söyler: “Hurşîdnâme’deki
esas vak’aların İran (Cem-âbâd)’da geçmesi, Hurşîd’in babasının adı
(Siyâvuş) annesinin Hıtay’lı (Hıtayî Ay Hatun) oluşu, Boğa hanın kişiliğinde
belirlenen tipin Turan hükümdarlarını andırması, Behrâm’ın ve babası Tûs’un
Şehnâme’deki kahramanlardan Behrâm ile Tûs çağrışımı yapması, Şeb-çerağ vs.
motif ve epizotlar, bu hikâyenin İran menşeini hissettirmektedir.” (s. 43).
Hikâyedeki kahramanlar, “Hurşîd-nâme Kahramanlarının Tarihî-
Efsanevi Kişilikleri” başlığı altında tek tek tanıtılmış ve bunların Firdevsî’nin
Şeh-nâme’sindeki kahramanlarla ortak yanları belirlenmeye çalışılmıştır.
Buradan, Hurşîd-nâme ile Şeh-nâme arasında önemli benzerliklerin olduğu
ortaya çıkmaktadır. “Hurşîd-nâme’de Savaş Araçları ve Strateji” kısmında ise,
hikâyedeki savaşlar, savaş stratejileri ve kullanılan savaş aletleri konu edilmiştir.
Buna göre Hurşîd-nâme’de, Hıtây, Mağrip ve Mısır’dan olmak üzere İran’a üç
büyük askerî hareket vardır. Bir de bunlara, memleketini korumaya çalışan
Siyâvuş’un mücadelesi eklenebilir. Askerî hareketlerde en mühim hayvan at,
nakil aracı deve ve katırdır. Fil ve gergedan ünlü savaşçıların kullandığı
bineklerdir. Kullanılan savaş aletleri süngü, kılıç, kalkan, gürz, kîş, kemend ve
zırhtır. Askerî stratejide ise orduların savaşa başlamadan önce ünlü savaşçılarının
tek tek vuruşmaları, savaşların gündüz yapılması, askere cesaret vermek için
nutukların irad olunması, vaatlerde bulunulması… gibi hususlar göze
çarpmaktadır.
Hikâyedeki eğitim-öğretim konusundan, “Hurşîd-nâme’de Eğitim ve
Öğretim” başlığı altında bahsedilmiştir. Burada verilen bilgilere göre, Hurşîdnâme’de
herkese açık ve bugünkü anlamına yakın öğretim kurumları yoktur.
Hurşîd’in yetişmesinde tutulan yoldan anlaşıldığına göre, saraylarda özel
öğretmenler görevlendirilmektedir. Hurşîd, dindar ve yaşlı bir öğretmen olan Pîr
Muallim’in elinde bütün ilimleri ve fenleri öğrenmiştir. Konuşması çok güzeldir,
nazım ve nesri de değerli inciler gibidir. Beş yaşında başlayan öğrenimi on altı
yaşında bitirilmiştir. Eserde, eğitim-öğretimin yanında insanın kaderine tesir eden
bâtıl inanışlara da yer verildiği belirtilmiştir.
H. Ayan, “Hurşîd-nâme’de Hurâfelerin İzleri” şeklinde bir başlık açarak
eserdeki bazı inanışları konu etmiş ve bunları altı maddede, beyitlerden hareketle
açıklamıştır. Bu inanışlar, yeni doğan çocuğun talihinin müneccimlere sorulması,
dünyanın su üzerinde olduğuna inanılması, büyü ve büyücülerin elinden
olağanüstü işlerin gelebileceği korkusu, Hızır İlyas, sayıların kutsallığı ve
şebçerağ gibi inanışlardır.
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
        ~ 109 ~ 
“Törenler”, “Giyimler”, “Avlanma ve Avlanmada Yapılan İdmanlar”,
“Mektup Yazma ve Mektupla İlgili Gelenekler”, “Hediye, İhsân ve Saçı
Gelenekleri” gibi alt başlıklarla düzenlenen “Hurşîd-nâme’de Gelenekler” kısmı,
incelemenin önemli yanlarından birini oluşturur. Bu gelenekler şu şekilde
sıralanabilir: Törenler: Tahta çıkma, şehenşahların katına çıkış ve oradan ayrılış,
elçilerin kabulü, şölenler, yeme içme sofraları ve saz heyeti, evlenme ve buna
bağlı gelenekler (kız isteme, evlenmeden önce buluşma, evleneceklerin denkliği,
erkek tarafının kalın “çeyiz” getirmesi, söz kesimi, düğün, taliplerin seçimi,
sağdıç), ölüm ve ölünün defni (başsağlığı ve örtünme, aş yedirme, helalleşme, at
kuyruğu kesme). Giyimler: Genç kız ve kadın giyimleri ve bunların yapılışında
kullanılan kumaş ve kürkler, kadınların yüzlerini peçeyle örtmeleri, genç erkek
elbiseleri, kadınlarla erkeklerin müşterek elbiseleri, fakir ve derviş giyimi.
Avlanma ve Avlanmada Yapılan İdmanlar: Hurşîd, Dârü’l-Melek kalesinde
gizlice büyütülürken avlanmaya çıkar. Bu avlanmalar bütün gün sürer.
Avlanmayla ilgili olarak idmanlar da (av ve savaş oyunları) göze çarpar. Mektup
Yazma ve Mektupla İlgili Gelenekler: Mektubun şekli, mektup zarfları, asker
toplama mektupları ve düğün davetiyeleri, mektupların takdimi. Hediye, İhsan ve
Saçı Gelenekleri: Mesnevide padişahların belirgin vasıfları, cömert ve zengin
oluşlarıdır. Hadsiz hesapsız hazinelere sahiptirler, sevdiklerine, kendilerinden
yarar beklediklerine ve maiyetindekilere bol bol ihsanlarda bulunurlar. Verilen
hediyeler arasında atlar, eyerler, hilatler, kul ve karavaşlar vs. vardır. Hediyelerin
verildikleri anlar da önemlidir. Hurşîd’in yetiştirilmesini üzerine alan Pîr
Muallim, vazifesini tamamlayınca Hıtâyî Ay Hatun tarafından nimetlere boğulur.
Boğa Han, savaşçılarından Sirhan’ın savaşmak istememesi üzerine onu
hediyelerle ikna etmeye çalışır vs.
H. Ayan, İslami kültürün eseri ne şekilde etkilediğini, “Hurşîd-nâme’de
İslâm Kültürü” başlığıyla incelemiştir. Buradaki ilk cümleleri şöyledir: “Hurşîdnâme,
İslâm kültürünün derin tesiri altında yazılmıştır. Eserin baş tarafındaki
tevhîd, münâcât, na’t, mirâciye ve dört Halîfe (Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve
Alî)’ye na’t-medhiyeler buna delâlet eder.” (s. 71). Bu kısımda, Kur’ân-ı
Kerîm’den iktibaslar, hadislerden iktibaslar, duâlar ve bedduâlar, danışmalar
(müşâvereler), sabır ve tevekkül, kadılık ve müftülük gibi maddeler yer alır.
“Hurşîd-nâme’de Aşk” başlığıyla, eserdeki beşerî ve ilahî aşkın tezahürü
üzerinde durulmuştur. H. Ayan burada, beşerî aşkla ilahî aşkın eserde yan yana
yürüdüğünü ve bunların birbirinden ayrılmasının güçlüğünü belirtir. Hurşîd’in
güzelliği, bu güzelliği görenin bayılması ve uzun süre kendisine gelememesi,
görmeden âşık olma, aşkın ve âşıkların hâlleri, aşk-akıl ilişkisi, aşkın söz, saz ve
TAED 39, 2009, 101-111
~ 110 ~      İ. AVCI: Şeyhoğlu Mustafa: Hurşîd­nâme (Hurşîd ü Ferahşâd)
TAED 39, 2009, 101-111
resim yoluyla ortaya çıkışı ve sözün etkisi… gibi konuların ele alındığı bu
kısımda, Şeyhoğlu’nun aşk hakkındaki fikirleri de verilmiştir. H. Ayan bunları
şöyle sıralar: “1. Aşkın gizli nice dünyaları vardır ki akıl bunlardan aslâ
haberdâr olmaz, 2. Aşka boyun eğmeyenler bu âlemlerden bîgânedir, 3. Âşık
olmayan insanların kişiliği yoktur, 4. Âşık olmayan insanlar gözden, kulaktan,
dilden ve dudaktan lezzet alamazlar, 5. Âşık olmayan insanlar, ne insanın ne de
kâinatın sırrını ve seyrini temâşâ edemezler.”. H. Ayan bunlardan sonra; “Şâir,
bu beş unsurla aşkı târif ederek çeşitli açıklamalar yapmayı da ihmâl etmez. Bu
açıklamalarda görülen husus, beşerî aşkın tarifine, ilâhî aşkı karıştırma
temayülünün ağır basmakta olduğudur.” (s. 87-88) değerlendirmesini yapar.
Eserin Üçüncü Bölümü “Hurşîd-nâme’nin Dil ve Üslubu” başlığını
taşımaktadır. Bu bölümde, önce Şeyhoğlu’nun Türkçe ile ilgili olumsuz
düşünceleri, buna rağmen eserini Türkçe yazması ve Türk diline ettiği hizmet
konu edilmiş; daha sonra eser, “Nazım Tekniği (Vezin, Kafiye, Âhenk)”,
“Kelime Hazinesi”, “Cümleler” ve “Edebi Sanatlar” açısından
değerlendirilmiştir. H. Ayan, aruz veznini Türkçeye uygulama noktasında
Şeyhoğlu Mustafa’yı başarılı bulur: “Görülüyor ki Şeyhoğlu Mustafa, arûzun
Türkçeye uygulanmasındaki güçlüklerden yılmamış, eserini büyük bir titizlikle
yazıp dile hâkimiyetini şâirliğiyle meczedebilmenin güzel örneklerini vermiştir.
Hurşîd-nâme, arûzun Türkçeye uygulanmasında, Süheyl ü Nevbahâr’dan sonra
bir nirengi noktası kadar mühim rol oynamıştır.” (s. 102). Hurşîd-nâme’de
kullanılan kafiye kelimelerinin çoğunluğunun Türkçe olması, özellikle
vurgulanan bir husustur. H. Ayan, şairin hiçbir beyitte kafiye sıkıntısına
düşmediğini belirttikten sonra, eseri kafiye çeşitleri bakımından örnek beyitlerle
incelemiştir. Ayrıca eser, benzer seslerin kullanımı, ses-anlam uyumu vb.
açılardan ahenk yönüyle de değerlendirilmiştir. Hurşîd-nâme’deki kelime
hazinesi için araştırmacı; “Farsça ve Arapça kelimelerin Türkçe’ye nisbetini tam
olarak verebilecek durumda değiliz. Ancak yabancı menşeli kelimelerin
Türkçe’ye nisbetinin pek az olduğunu söyleyebiliriz.” (s. 108) der. “Cümleler” alt
başlığıyla ise eserdeki cümleler yapılarına, yüklemlerine, ögelerinin dizilişine ve
manalarına göre incelenmiştir. H. Ayan bu kısımda son olarak eserdeki edebî
sanatlardan bahsetmiştir.
Eserin Sonuç bölümünde, incelemeler sonunda ortaya çıkan neticeler bir
araya getirilerek maddeler hâlinde verilmiştir. Kısaca özetlemek gerekirse
buradaki hususlar şöyledir: Hurşîd-nâme’nin konusu, Firdevsî’nin Şehnâme’sinden
alınmıştır. Eser, kuruluş ve vakaların tertibi bakımından da Şehnâme’nin
tesiri altındadır. Yine bazı epizotlar, rivayetler, hikâyeler ve
efsanelerde de Şeh-nâme’nin etkisi görülür. Hurşîd-nâme’de tasavvufi etki açıkça
hissedilir. Hikâye, bir aşkın etrafında döner. Eser, kelime hazinesi ve dil
A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi Sayı 39, Erzurum 2009        ~ 111 ~ 
Prof. Dr. Hüseyin AYAN Özel Sayısı
TAED 39, 2009, 101-111
özellikleri açısından eşsiz bir eserdir. İçtimai hayattan örnekler, âdetler ve
ananeler önemli yer tutar. Bazı kısımlarda didaktik kaygı ağır basar. Hurşîd-nâme
şekil bakımından kusursuz bir mesnevidir.
Sonuç bölümünden sonra sırasıyla beş sayfalık bir Bibliyografya,
Transkripsiyon İşâretleri ve Şeyhoğlu’nun eserlerinden biri olan Kenzü’l-Küberâ
ve Mihekkü’l-‘Ulemâ’dan iki varağın fotokopisi yer almaktadır. Bibliyografya
kısmına bakıldığında, araştırmacının eseri hazırlarken konuyla ilgili yerli ve
yabancı temel kaynakları kullanma konusunda titiz davrandığı görülür. Bu
kısımda, yararlanılan sözlükler ayrı bir başlıkla verilmiştir.
Eserin Dördüncü Bölümü, dört nüshanın karşılaştırılmasıyla ortaya
konan 7903 beyitlik Hurşîd-nâme’nin tenkitli metnine ayrılmıştır.
Araştırmacı eserinin sonuna, çoğunluğu Türkçe kelimelerden oluşan bir
Sözlük (Metinde Rastlanan Eski Kelimeler) eklemiştir. H. Ayan, bu sözlükle ilgili
olarak eserin kelime hazinesini değerlendirdiği kısımda, asıl niyetinin bir kelime
dizini hazırlamak olduğunu ve bu konuda bir hazırlık yaptığını, eserde 65.000
kelime tespit ettiğini, ancak çalışmanın bir dil çalışması olmaması nedeniyle bu
düşüncesinden vazgeçtiğini belirtir. Elli sayfa tutarındaki bu sözlük, hem eserin
anlaşılması hem de yazıldığı dönemin kelime hazinesinin ortaya çıkarılması
açısından oldukça önemlidir.
Çalışmanın son kısmı Konu Dizini (Metinde Geçen Konularla İlgili)’ne
ayrılmıştır. Burada, eserde geçen belli başlı konular maddeler hâlinde beyit
numaralarıyla birlikte verilmiştir.
Hüseyin Ayan, kısaca üzerinde durduğumuz bu çalışmasıyla, XIV.
yüzyıl Türk edebiyatının hem dil açısından hem de edebî açıdan oldukça önemli
bir eserini Türk dili ve edebiyatıyla ilgilenenlerin istifadesine sunmuştur. Tenkitli
metin çalışmalarında bir eserin nüshalarının tespiti, bu nüshaların elde edilmesi,
metnin kurulması… gibi konuların zorlukları alanın uzmanlarınca malumdur.
Hurşîd-nâme’nin hazırlandığı dönemin şartları düşünüldüğünde bu zorlukların
bir kat daha arttığı görülmektedir. H. Ayan, böyle hacimli bir eserin tenkitli
metnini hazırlayıp vukufla inceleyerek Türk dili ve edebiyatına büyük bir
hizmette bulunmuştur.

Konular