ESKİ ARAP ŞİİRİNİN GÜVENİLİRLİĞİ

Özet: Bu çalışmada, Câhiliye toplumu arasında yazının günlük yaşamda yaygın olup olmadığı, edebiyat ve kültürlerini sonraki nesillere aktarmada bir kayıt aracı olarak kullanıp kullanmadıkları incelenmiştir. Eski döneme ait şiirlerin tedvin dönemine kadar yazılı değil, sözlü olarak intikal ettiği varsayımının ne derece güvenilir olduğu üzerinde durulmuştur. İslâm’ın ortaya çıkışından sonra Arap yarımadasında yaşanan sosyal, siyasal, kültürel gelişmeler ve bu gelişmelerin şiir üzerindeki yansımaları ile şiir intihaline neden olan faktörler ele alınmıştır. Ayrıca konu ile ilgili farklı görüşlere yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Arap şiiri, Câhiliye, intihal, tedvin, yazı.

Reliability of Ancient Arabic Poetry

Summary: In this study, it was determined that whether in Pre-Islamic society writing is widespread or not in their daily life and whether they have used their letters and their culture as a registration tool in between them. It was also mentioned that whether the transition of old poems was come with writing or oral and how much it is reliable. After Islam the social, cultural and political developments on poems and their reflections and factors which cause the poem plagiarism in Arabian Peninsula were taken up. In addition, the different sights were determined too.

Keywords: Arabic Poetry, Pre-Islamic, plagiarism, registration, writing.

Câhiliye dönemine atfedilen şiirler, hicri ikinci yüzyılın sonları ile üçüncü yüzyılın başlarında şiir tedviniyle ilgilenen alim ve raviler tarafından kayıt altına alınmıştır. Kayıt altına alınmadan önce bu şiirler, tedvin dönemine kadar sözlü mü yazılı mı intikal etmiştir? Elimizde eski döneme ait olduğu iddia edilen sayısızca şiirlerin sözlü olarak intikal etmesi olası mıdır, yoksa bunlar, İslâmiyetin ortaya çıkışından sonra çeşitli nedenlerden dolayı uydurulmuş ve eski dönemin şairlerine atfedilmiş metinler midir?
Bu araştırmamızda konu ile ilgili farklı görüşlere yer verilerek şiir intihaline neden olan faktörler üzerinde duracağız. Bu konulara geçmeden önce Câhiliye Araplarının yazıyı bilip bilmediklerine, biliyorlarsa edebiyat mahsullerini sonraki nesillere aktarmada bir kayıt aracı olarak kullanıp kullanmadıklarına açıklık getirmemiz yararlı olacaktır.
Gerek Arap edebiyatı tarihi kaynaklarında yer alan bilgiler, gerekse günümüzde yapılan çeşitli kazılarda bulunan kitabelerden elde edilen veriler, Arapların, İslâm’ın doğuşundan en az üç yüzyıl önce yazıyı bildiklerini ve günlük yaşamlarında kullandıklarını göstermektedir.i
İslâmiyet’in doğuşundan önce Hira, Taif, Mekke ve Medine gibi bölgelerde okuma ve yazma bilenlerin sayısının çok, el-Küttâb (köy okulu) olarak bilinen eğitim müesseseleri yaygın olduğu kaydedilmektedir.ii Özellikle Hira Prensliği, coğrafi konumu nedeniyle ticaret ve kültür merkeziydi. Bu yüzden burada okuma ve yazma bilenlerin sayısının da çok olduğu belirtilir. Murakkaş el Ekber (ö. yaklaşık 550 m.) ve kardeşi Harmala gibi pek çok şair de burada okuma ve yazmayı öğrenmiştir. Lahmî prensleri tarafından kurulan saraylara, yöneticileri övmek amacıyla çeşitli bölgelerden şairlerin geldiği de öne sürülür.iii
Çeşitli Arap edebiyat kaynaklarında da Câhiliye şairleri arasında okuma ve yazma bilen pek çok kişi bulunduğu ifade edilir. Hatta ‘Udeyye b. Zeyd el-‘Abbedî (ö. yaklaşık 35/590) Lukayt b. Ya‘mur el- İyyâdîiv gibi şairlerin, hem Arapça hem de Farsça okuyup yazdıkları ve Kisrâ Divanında kâtip ve mütercim olarak çalıştıkları rivayet edilir.v Okuma ve yazma bilmeyen şairlerin şiirlerini yazmayı bilenlere yazdırdıkları kaydedilir. İbnu’l-‘Arabî’nin rivayetine göre, muallakâ şairlerinden sayılan ‘Amr b. Kelsûm (ö. yaklaşık 600 m.), tehdit içerikli kasidesini en-Nu‘mân b. el-Munzir (ö.602 m.)’e göndermek isteyince, kendisi yazma bilmediğinden, bilen birisine yazdırmıştır.vi
Câhiliye Araplarının şiirlerinin bir kısmını yazıya döktükleri konusunda çeşitli bilgi ve rivayetler bulunmaktadır. Örneğin İbn Cinnî (ö.392/1001), havliyât (yılda bir defa kaside yazan) şairlerini kast ederek, eski Arap şiirin tümünün sözlü olmadığını, şairlerin, kasidelerini yayımlamadan önce kâğıda döktüklerini, özenle inceleyip bazı ekleme ve çıkarmalar yaptıklarını ve süzgeçten geçirdiklerini belirtir.vii İbn Cinnî, Hammâd er-Râviye’den naklettiği bir başka rivayetinde ise, Hira hükümdarı en-Nu‘mân b. el-Munzir’in bazı şairlerin şiirlerini yazdırarak bir araya topladığını ve sarayının altına gömdürdüğünü, bunların da daha sonra el-Muhtâr b. Ebî ‘Ubeyd es-Sakafî (ö.749 m.) tarafından ortaya çıkarıldığını ifade eder.viii Bu rivayetin senedini incelediğimizde, senetteki kopukluk hemen göze çarpar. Eski alim ve eleştirmenler de bu rivayeti zayıf bulurlar.ix Aynı şekilde İbn Sellâm(ö.231/845), en-Nu‘mân b. el-Munzir’in, Câhiliye döneminin önde gelen şairlerine ait, kendisini ve ailesini metheden bir şiir koleksiyonu bulunduğu ve bunun da Emevîlerin eline geçtiği hususunda bir rivayet aktarır.x Ancak bu rivayetin içeriği, Hammâd er-Râviye’ye nispet edilen ve yukarıda dile getirilen rivayetle örtüşmektedir. Bu yüzden bu rivayetin doğruluğu da kuşku yaratmaktadır.
Emevî döneminin ünlü nekâ’iz (atışma) şairlerinden Ferezdak’ın (ö.114/732-3) ise bir şiirinde, Câhiliye şairlerine ait bazı divanların bulunduğunu ve bununla şöyle övündüğünü görüyoruz:xi
Ca‘ferî (Lebid b. Rabî‘a ) ve Ca‘ferî’den önce olan Bişr (b. Hazm’ınxii) kasidelerinden oluşan derli toplu bir kitaba sahibim.
Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ’ (ö.154/770-1), Câhiliye dönemine ait şiirlerin, hicri ikinci yüzyılın sonu ile üçüncü yüzyılın başında sadece sözlü olarak değil, bir kısmının divanlarda yazılı olarak intikal ettiğini ifade eder. Hatta el-Asma‘î (ö. 216/813-2), el-Mufaddal ed-Dabbî (ö.yaklaşık 170/786-7), Ebû ‘Amr eş-Şeybânî (ö.205/820 ile 213/829 arasında) gibi şiir rivayetiyle ilgilenen alimler, eski döneme ait şiirlerin tahsilini yaparken, divanlardan karşılıklı olarak okuduklarını da vurgular.xiii
Araştırmacı Nâsruddîn el-Esed, Câhiliye Arapları arasında yazının yaygın olduğunu ve günlük hayatta kullanıldığını ifade eder ve eserinde bu konu ile ilgili pek çok örnek verir.xiv Ancak bu görüşlerin aksine, yine çeşitli edebiyat tarihi kaynaklarında Câhiliye Araplarının okuma yazma bilmediklerini, bilenlerin de parmak sayısını geçmediği şeklinde farklı görüşler de ileri sürülür. Örneğin el-Câhiz (ö.255/868-9), Arapların okuma yazmayı bilmediklerini ve ümmî bir millet olduğunu ifade eder.xv İbn Sa‘d ise (ö.685/1286-7), Tabakât adlı eserinde Câhiliye döneminde okuma yazmayı bilen birçok kişinin adını anar, ancak ifadelerinin sonunda Araplar arasında yazının pek yaygın olmadığını belirtir.xvi Aynı şekilde İbn ‘Abdrabbihi (ö.328/930-40), İslâm’ın doğuşunda Araplar arasında yazı yazmayı bilenlerin sayısının çok az olduğunu dile getirir.xvii
Câhiliye Arapları ile ilgili her ne kadar okuma ve yazma bilenlerin sayısının azımsanmadığı ve günlük hayatta kullanıldığı konusunda çeşitli kaynaklarda bilgi ve rivayetler yer alıyorsa da, kanaatimizce yazının kullanımı bugünkü anlamıyla o dönemde edebî ürünleri tedvin edecek ve sonraki nesillere aktaracak kadar pek yaygın ve gelişmiş değildi. Yazı metinleri daha çok, kısa, öz ve birkaç satırdan oluşuyordu. Bu yazı türü, alış veriş hesaplarının, alacak-vereceklerin yazıldığı, köle mülkiyetlerinin tutulduğu belgelerde, kabileler arasında yapılan anlaşmaların kaydedildiği vesikalarda ve dönemin önemli devlet büyüklerine ve kabile reislerine yazılan mektuplarda, mühürlerde ve mezar kitabelerinde kullanılırdı.xviii
Dolayısıyla Câhiliye şiirinin Hz. Peygamber dönemine sözlü olarak intikal ettiği büyük olasıdır. Birçok araştırmacı da bu görüştedir.xix Ancak yukarıda yer verdiğimiz Câhiliye şiirinin büyük bir kısmının sözlü değil, yazılı olduğu hususundaki görüşleri kabul edecek olursak, bu şiirlerin hicretin ikinci yüzyılının sonlarına doğru alim ve ravilere ulaşmasını engelleyen siyasal, sosyal ve kültürel gelişmeler olarak Arap yarımadasında yaşanmıştır. Özellikle siyasî alanda yaşanan gelişmeler, gerek Câhiliye gerekse İslâmî döneme ait şiirlerin bir kısmının kaybolmasına, bir kısmının da intihale maruz kalmasına neden olmuştur.
Bilindiği üzere İslâm’ın ortaya çıkışıyla beraber Arap yarımadasında sosyal, siyasal, kültürel ve daha pek çok alanda devrimler yaşanmıştır. Araplar arasında daha önce var olan sosyal ilişkiler, düşünceler, alışkanlıklar, gelenek ve görenekler, bir başka ifadeyle, Arapların hayata bakışları tamamen değişmiştir. Bu değişimden şiir de nasibini almıştır. Özellikle şiir ve şairleri hedef alan ayetin inişinin ardındanxx Arapların şiire olan bakış ve tutumlarında bir değişiklik meydana gelmiştir. Ayet, her ne kadar bazı şairleri istisna kılmışsa da İslâma gönül vermiş sahabeler, şiirden uzak durmayı yeğlemişlerdir. İbn Haldûn (ö.808/106-7)’un da işaret ettiği gibi Müslümanlar, İslâm’ın ilk yıllarında daha çok din, peygamberlik ve vahiy gibi konularla meşgul olmuşlardır. Kur’ân’ın nazım ve üslûbu kendilerini büyülemiş, bir süre nesir ve nazım alanında susmayı tercih etmişlerdir.xxi Hatta Lebîd b. Rabî‘a (ö.41/661-2) gibi bazı sahabe şairlerin şiir söylemeyi dahi bıraktığı rivayet edilmektedir.xxii Bu arada Hz. Peygamber, İslâm düşüncesiyle bağdaşmayan tüm şiir türlerini de yasaklamıştır.xxiii
İslâm’ın ilk yıllarında Hz. peygamber ve sahabeler, Mekke müşrikleri tarafından eziyet ve baskıya maruz kalmış ve Medine’ye hicret etmek zorunda bırakılmışlardır. Müslümanlar Medine’ye hicret etmelerine rağmen, Mekke müşrikleri ile aralarındaki kavga ve husumet daha da şiddetlenmiştir. Müslümanlar, Şam’dan gelen kervanı ele geçirmek isteyince her iki grup arasında Bedir’de ilk kanlı savaş meydana gelmiş ve bu savaş, Müslümanların zaferiyle sonuçlanmıştır.xxiv Bedir savaşını Uhut savaşı takip etmiştir.xxv Böylece Mekke ile Medine, bir başka ifadeyle Kureyş ile Ensâr arasında kanlı bir husumet doğmuştur. Kılıçla sürdürülen bu savaşlara her iki grubun şairleri de şiirleriyle iştirak etmiş; kahramanlıklarıyla, şeref ve asaletleriyle övünmeye ve birbirlerine onur kırıcı, küçük düşürücü ifadeler kullanmışlardır. Hatta Hz. Peygamberin Medine şairlerini, bu yergi savaşı ile Mekke müşriklerini hicvetmeleri için zaman zaman teşvik ettiği rivayet edilmiştir.xxvi Mekke ile Medineliler arasındaki yergi savaşı yaklaşık sekiz yıl sürmüş ve aralarındaki kin ve husumet varabileceği en son noktaya ulaşmıştır.xxvii Ancak Müslümanlar, askerî ve siyasî bakımdan yeterli güce ulaşınca Mekke’yi kuşatmış, Mekke lideri konumunda olan Ebû Süfyân ve onunla beraber diğer Kureyşliler de Müslüman olmuşlardır. Böylece Kureyş ile Ensâr arasında uzun süren husumet ateşi de bir süreye kadar küllenmiştir.xxviii
Hz. Peygamber Mekke fethinden kısa bir süre sonra Hakk’a kavuşmuştur. Hz. Peygamberin vefatından sonra Kureyş muhacirleri ile Ensâr arasında hilafet konusunda görüş ayrılığı baş göstermiştir. Fakat S‘ad b. ‘İbâde el-Ensârî gibi birkaç muhalifin dışında Müslümanların büyük çoğunluğu Ebû Bekir’in üzerinde uzlaşma sağlamıştır.xxix
Hz. Ebû Bekir döneminde Ridde savaşları başlamış, Kureyş ve Ensâr bu savaşla oyalanmıştır. Müslümanlar, Ridde savaşlarında büyük direnişle karşılaşmışlar ve bilhassa Yamâme savaşında birçok sahabe şehit olmuştur.xxx Bunların büyük bir kısmı Kur’ân’ı ezbere bilen ve şiir rivayetiyle ilgilenen kimselerdi. Müslümanlar, Kur’ân hafızlarının çoğunun şehit olduğunu görünce, Kur’ân’ın kaybolmasından endişe duymuş ve yazılmasına karar vermişlerdir.xxxi
Müslümanlar, Hz Ebû Bekir döneminde Ridde savaşları, Hz. Ömer döneminde de fetihlerle oyalanmışlardır. Mekke ve Medine’de kalanlar ise eski günleri anımsamaya ve aralarındaki husumeti körüklemeye başlamışlardır. Ancak Hz. Ömer, Müslümanlar arasındaki bu tehlikeli gelişmenin farkına varmış, Hz. Peygamber döneminde iki grup arasında meydana gelen karşılıklı yergilerin rivayetini yasaklamış ve hatta bu şiirlerin kaybolması hususunda özen göstermiştir.xxxii Nitekim Hz. Ömer, şair el-Hutay’a (ö.yaklaşık 30/650-1)’yi, ez-Zibrikân’ı hicvettiğinden ötürü zindana atarak cezalandırmıştır.xxxiii
Hz. Osman döneminde ise İslâm anlayışıyla bağdaşmayan tüm şiirler yasaklanmıştır. Hz. Osman, bu kurallara uymayan şairlere karşı sert bir tavır takınmış ve hatta şair Dâbî’b. el-Hâris el-Bercemî’yi, Ensâr’dan bir grup insanı yerdiği için ölene dek cezaevinde tutmuştur.xxxiv
Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra Müslümanlar, hilafet konusunda oldukça çetin ve sancılı bir dönem geçirmişlerdir. Bilhassa Hz. Ömer’in öldürülmesinden sonra Müslümanlar çeşitli hizip ve fırkalara bölünmüş, aralarındaki anlaşmazlık ve savaşın ardından, iktidar Emevîlerin eline geçmiştir.
Emevî döneminde fetihler durmuş; Arap kabileleri, göçebelikten yerleşik bir hayata geçmişlerdir. Birçok kabile Basra, Kûfe, Bağdat ve Şam gibi şehirlere yerleşmiştir. Şehir hayatına alışmaya çalışan Araplar, boş zamanlarını değerlendirmek için eğitim ve kültür faaliyetlerine önem vermeye başlamışlardır. Mekke ve Medine’de şarkı,xxxv Basra ve Kûfe’de atışma sanatı gelişmiştir.xxxvi Arapların bir kısmı da geçmişe ait kültürlerini araştırmaya başlamış, ancak geçmişe ait şiirlerini içeren herhangi bir yazılı metin bulamamışlardır. Çünkü İslâm’ın ortaya çıkışından sonra Araplar şiir rivayetini bırakmış, uzun bir dönem fetihlerle meşgul olmuşlardır. Nitekim İbn Sellâm bu konuda şöyle der; “Araplar, uzun bir dönem Fars ve Rum fetihleriyle oyalandılar. Daha sonra İslâm yayılıp, fetihler durunca Araplar şehirlere yerleştiler ve şiir rivayetine geri döndüler. Ancak ne yazılı bir divanları ne de kitapları vardı. Şiir rivayet edenlerin birçoğu savaşlarda öldürüldü ya da vefat etti. Bu nedenle Araplar şiirlerinin çoğunu kaybettiler, ancak çok azını koruyabildiler.”xxxvii Yine bu bağlamda Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ “Arapların söylemiş oldukları şiirin sadece çok azı size ulaşmıştı. Şayet çoğu gelmiş olsaydı, size pek çok ilim ve şiir ulaşırdı.xxxviii” der.
Hilafet Emevîler’in eline geçtiğinde durum tamamen değişmiştir. Hz. Ömer ve Osman zamanında yasaklanan ve Müslümanlar arasında kin ve husumeti körükleyen şiirler yeniden dirilmiş, Araplar şeref ve soylarıyla övünmeye başlamışlardır.
Müslümanlar, aralarındaki siyasî anlaşmazlık ve iktidar kavgası sebebiyle birbirleriyle uğraşmaya başlamışlardır. Ensâr, Emevîlere karşı muhalif grupları destekleyerek, Hz. Ali’nin yanında saf almıştır.xxxix Kureyş ve Ensâr arasında baş gösteren siyasî husumetin, şiire de yansıması kaçınılmaz olmuştur. Örneğin Hz. Peygamber’in şairlerinden Hassân b. Sâbit’in oğlu ve Emevîlere muhalif olan ‘Abdurrahmân (ö.104 h.) Muaviye’nin kızı Bermele’yi yermiştir.xl Bunun üzerine Yezîd, Ensâr’ı yermesi için Ka‘b b.Cu‘ayl’den bir şiir yazmasını istemiştir. Ancak Ka‘b, Hz. Peygamber’e yardım eden insanları yeremeyeceğini ifade ederek bu teklifi reddetmiş ve Yezîd’i Hiristiyan bir şair olan Ahtal(ö.92/710-1)’a yönlendirmiştir. Ahtal, Yezid’in isteğini kabul ederek, Ensâr’ı bir kasideyle yermiştir.xli
Kureyş ile Ensâr arasındaki iktidar savaşı sebebiyle Araplar arasında eskiden beri önemli bir özellik olarak kabul edilen asabiyet duygusu yeniden bir ivme kazanmıştır. Asabiyet duygusu sadece Mekke ve Medine halkı ile sınırlı kalmamış, tüm Arap kabilelerini kapsayacak şekilde yayılarak, farklı bir boyut almıştır. Kabilleler, kendi aralarında Tağlib, Bekir, Kays, Temîm gibi aşiretlere ayrılarak herkes kendi aşiretiyle övünmeye başlamıştır. Kabileler, asalet ve faziletleriyle övünmek, bir birinden daha üstün olduğunu göstermek amacıyla çeşitli şiirler uydurmuş,xlii bunları da farklı isimlere nispet etmişlerdir. Bu arada asabiyet duygusu için birçok şairin şiiri de istismar edilmiştir. Bu şairlerin başında da Nu‘mân b. Beşîr ve Hassân b.Sâbit (ö.54/673) gelmektedir. Özellikle Hassan’a öyle çok şiirler nispet edilmişti ki hangisinin doğru hangisinin uydurma olduğunu birbirinden ayırt etmek güçleşmiştir.xliii İbn Sellâm’a göre, Kureyş kabilesi, Câhiliye döneminde şiir açısından en zayıf kabile olduğundan dolayı, İslâmî dönemde Hz. Peygamberin ailesini ve Kureyş nesebini yüceltmek için Arap kabileleri arasında en çok intihale başvuran kabile olmuştur.xliv
Diğer Arap kabileleri de Kureyş gibi eski döneme ait şiirlerinin az olduğunu veya kaybolduğunu görünce şairlerinin şiirlerini istismar edip adlarına pek çok şiirler uydurarak bunu telafi etmeye çalışmışlardır. Daha sonra uydurulan bu şiirlere raviler de bazı eklemelerde bulunmuşlardır. İntihal edilen bu şiirlerin alimler tarafından doğrusundan ayırt edilmesi zor değildi. Ancak bu şiirlerin çöldeki bedevî Araplardan birisine atfedilmesi nedeniyle durum içinden çıkılmaz bir hal almıştır. xlv
Şiir rivayetiyle uğraşan bir kısım raviler de asabiyet duygusunu istismar ederek bundan yararlanmaya çalışmışlardır. Kendi kabilelerini yüceltmek veya kendi soyunu siyasî iktidarı elinde bulunduran kişilere yakın göstermek amacıyla çeşitli şiirler uydurmuş ve bunları da farklı kişilere atfetmişlerdir.xlvi Yine raviler, rakiplerinin asaletlerini küçük düşürmek gayesiyle farklı kabilelere mensup şairler hakkında gerçekle bağdaşmayan ve tamamen uydurma şiirler rivayet etmişlerdir.xlvii
Hıristiyan ve Yahudî Arap kabileleri de eski döneme ait kültürleriyle övünme düşüncesiyle intihale başvurmuşlardır. Bilindiği gibi Câhiliye döneminin şairlerinin tümü putperest kabilelere mensup değildir. Tağlib, Temîm gibi birçok Arap kabilesi, Hira Prensliğinde güçlenen Hıristiyanlık dinini benimsemişlerdir. Yahudiler ise Medine ve civarında Arap medeniyetine dayalı bir yaşam sürdürmüşlerdir. İslâm’ın ortaya çıkışından sonra bazı Arap kabileleri Müslümanlığı tercih etmeyerek, eski dinlerine bağlı kalmışlardır.xlviii Bu kabileler, geçmişleriyle, asalet ve faziletleriyle övünme ihtiyacını hissetmişlerdir. Fakat kültür bağlamında geçmişten kendilerine bir miras kalmadığını görünce diğer kabileler gibi çeşitli şiirler uydurup, bunları da ‘Adî b. Zeyd (ö. 640 m.) ve es-Semev’el b. ‘Âdiyâ’xlix gibi Câhiliye döneminin Hıristiyan ve Yahudî şairlerine atfetmişlerdir.l
Asabiyet duygusunun dışında şiir intihaline başvuran bir başka grup da çölde yaşayan bedevî Araplardı. Şiir rivayetiyle uğraşan raviler, şiirleri kayıt altına almak amacıyla çöllere giderek, dili bozulmamış olan bedevîlerden, ihtiyaçlarını karşılamak mukabilinde şiir rivayeti ve ilginç olay ve haberleri sorarlardı. Bedevîler, ellerindeki malzemenin işe yaradığını görünce bu defa işi ticarete dökerek şiirle ilgili bir sürü rivayet uydurmuşlardı. Şiir rivayetinin çoğaldığını gören raviler, bedevîlerin yalan söylediklerinin farkına varmışlardı. Örneğin el Esma‘î bir gün çöle giderek, Ebû Damdam adında bir bedevîden şiirle ilgili rivayetler sormuş. Ebû Damdam, el-Esma‘î’ye Ömer adında yüze yakın şairin şiirini rivayet etmiştir. el Esma‘î evine döndüğünde, Halef el-Ahmer ile birlikte Ömer adında sadece otuz şairin adını anımsayabilmişlerdir. Diğerleri ise tamamen bedevînin uydurmalarıydı.li
Şiir intihaline sebep olan diğer faktörler arasında ayrıca şunları zikredebiliriz:


Raviler
Şiir intihali nedenlerinden bir diğeri de şiiri derleyip toplayan ravilerdir. Bilindiği gibi şiiri rivayet eden ravilerin bir kısmı Arap, bir kısmı da mevâlîydi. Mevâlî ravilerin başında Halef el-Ahmer ve Hammâd er-Râviye geliyordu. Aynı zamanda Hammâd er-Râviye, rivayet ve ezber konusunda Kûfelilerin, Halef el-Ahmer ise Basralıların önde geleniydi. Ancak her ikisi de ilmî çevrelerde ahlâkî ve ilmî açıdan pek güvenilir bulunulmuyorlardı. Hatta Hammâd er-Râviye ve Halef el-Ahmar ile Hammâd ‘Acrad, Vâlibe el-Hubâb, Ebû Nuvâs (ö. yaklaşık 195/810-1) gibi arkadaş çevreleriyle birlikte Irak’ın üç büyük kentinde ahlak dışı davranışlar sergilediklerinden dolayı dinsizlik ve zındıklıkla suçlanmışlardı.lii
Bu nedenle Halef el-Ahmer ile Hammâdu’r-Râviye’nin şiirle ilgili rivayetleri pek güvenilir bulunmuyordu. Rivayet ettikleri bir şairin şiirini bir diğerine katıyor veya kendi uydurdukları şiirleri bir başkasının şiirine ekliyorlardı. Bu şiirleri de doğrusundan ayırt etmek çok zordu. Çünkü her ikisi de yetenekli birer şairdi. Hatta Hammâd, bir gün el-Velîd b. Yezid’e her sözlük harfinden yüz kaside söyleyebileceğini dahi iddia etmiştir.liii
İbn Sellâm’a göre Hammâdu’r-Râviye, birinin şiirini bir başkasına izafe eder ve bazı eklemeler yapardı.liv Kûfe’nin önde gelen ravilerinden el-Mufaddal ed-Dabbî, Hammâdu’r-Râviye’nin şairlerin şiir söyleyiş tarzlarını çok iyi bildiğini, herhangi bir şairin şiirlerine benzer şekilde şiirler söylediğini, bir şairin şiirini bir diğerine katığını ve şiiri sonsuza dek düzeltilmeyecek kadar bozduğunu ifade eder.lv Yûnus b. Habîb (ö.182-5/798-801) ise Hammâd’ın kuralları çiğnediğini, lahn (konuşması sırasında dil bilgisi hatası) yaptığını, yalan söylediğini belirtmiş ve ondan şiir rivayet edenlere şaşırdığını vurgulamıştır.lvi
İbn Sellâm, Halef el-Ahmer’ın de güvenilir olmadığını ve Kûfelilerin içinde en çok şiir uyduranlardan biri olduğunu belirtir.lvii Halef el Ahmer ömrünün sonlarına doğru yaptıklarından pişmanlık duyduğunu, bir kaside dışında söylediklerinin tümünün uydurma olduğunu el-Asma‘i’ye söylediği de ifade edilir.lviii Hammâd ve Halef’in dışında şiir intihaline başvuran bir başka ravi de Kûfeli Ebû ‘Amr eş-Şeybânî’dir. Yetmiş kabilenin şiirini derleyen eş-Şeybânî, ilmî çevrelerce pek güvenilir bulunmamıştır. Para karşılığında kabileler adına çalışmış ve her kabilenin şairlerine şiir nispet etmiş ve para kazanmak, halifelere yakın olmak veyahut hasımlarına karşı bir konuda üstün olduğunu göstermek gayesiyle çeşitli şiirler uydurmuştur. lix
Ayrıca ilmî çevrelerce dürüst ve güvenilir olarak bilinen raviler de şiir intihaline başvurmuşlardır. Örneğin Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ’, şiir rivayeti konusunda güvenilir birisi olmakla birlikte şair el-‘Aşâ’ya kendisine ait olmayan şiirler nispet ettiği itirafında bulunmuştur.lx
Sîyer
Câhiliye ile İslâm döneminin ilk yıllarına ait haber ve şiirleri günümüze taşıyan ilk kaynaklar arasında İbn İshâk (ö.151/768) ve İbn Hişâm (ö.218/833-4)’ın sîretleri gelmektedir. Bilindiği gibi sîret kitapları genelde tarihî eserden çok, hikâye kitaplarına daha yakındır. Hikâyeler de yapısı itibariyle eklemeye müsait ve açıktır.
İbn İshâk’ın eserinde rivayet ettiği şiirlerin bayağılığına dikkat çeken alim ve eleştirmenler, bu şiirlerin uzaktan ve yakından gerçekle bir ilgisi bulunmadığı, tamamen aşırma metinler olduğu kanısına vararak, İbn İshâk’a eleştiriler yöneltmişlerdir. İbn Sellâm, şiiri bozanlar arasında İbn İshâk’ın olduğunu ifade etmiştir.lxi Yine el-Fihrist adlı eserin sahibi İbnu’n-Nedîm (ö.385/955), eserinde şiire gelişi güzel yer verdiği için alimler arasında gülünç bir duruma düştüğünü belirtmiş ve onu eleştirmiştir.lxii İbn İshâk ise eserinde yer verdiği şiirlerin intihal ürünü olduğu konusunda bizzat itirafta bulunmuştur. Şiirden de pek anlamadığını, kendisine ne getiriliyorsa onu rivayet ettiğini belirtmiş ve kendisine yöneltilen suçlamalardan kendince kurtulmaya çalışmıştır.lxiii
İbn İshâk, eserinde, Bedir ve Uhud gibi savaşlarla ilgili şiirler uydurmuş ve bu şiirleri de çeşitli şairlere, hatta hayatında bir tek mısra söylememiş kadınlara, şair olmayan Hz. Ali ve Hamza gibi ünlü kişilere nispet etmiştir. Bununla sınırlı kalmayan İbn İshâk, Hz. Adem ve oğulları Hâbil ve Kâbil’e, Âd ve Semûd gibi yok olmuş kavimlere dahi şiirler atfetmiştir.lxiv
İbn Hişâm ise eserinde, İbn İshâk’ın sîretinde derlemiş olduğu şiirleri tasnife tabi tutmuş, bunların bir kısmını özetlemiş, bir kısmını eleştirmiş, bir kısmını da intihal olduğu gerekçesiyle atmak durumunda kalmıştır.lxv Fakat İbn Hişâm’ın eserinde yer alan bu şiirlerin tümünün doğru olduğu anlamına gelmez. Çükü onun eleştiri ve inceleme metoduna bakıldığında şu hususlar göze çarpar:
İbn Hişâm, İbn İshâk’ın eserinde yer verdiği mısraların aynısını zikreder ve bunları da İbn İshâk’ın nispet ettiği kişilere nispet eder. Ancak şiirin birkaç mısrasının farklı bir kişiye ait olduğunu açıklar.lxvi İbn İshâk’ın dile getirdiği gibi tarihi olayı nakleder, fakat iş bu olay münasebetiyle söylenmiş şiire gelince, bu şiirin doğruluğu hakkındaki kuşkuları nedeniyle eserinde pek yer vermez.lxvii Eserin pek çok yerinde de İbn İshâk’ın dile getirdiği mısralarla yetinir. Kasidenin eksik mısralarını ise ortaya koymaz.lxviii İbn İshâk’ın Ebû Tâlib’e ait olduğunu iddia ettiği şiirin sadece doksan dört mısrasını zikreder ve sonra şiir bilginlerinin bir kısmının, bu kasidenin birçok mısrasını reddettiğini ifade eder.lxix Bazen İbn İshâk’ın eserinde yer verdiği şiirin hiçbir mısrasını atmadan olduğu gibi alır.lxx Bazen de eserinde, Müslümanları hedef alan şiirlerin bir kısmına yer vermez, bir kısmının da kelimelerini değiştirir.lxxi
Kıssalar (Hikayecilik )
Uydurmacı ravilerin intihale açık buldukları bir başka alan da kıssalar olmuştur. Emevî döneminde yerleşik bir hayata geçen ve buna alışmaya çalışan halk arasında kıssacılık halifelerin teşvikleriyle gelişmiştir. Boş zamanını değerlendirmek amacıyla halk, kıssalara özel ilgi göstermiştir. Bu dönemde kıssacılık, evlerdeki gece eğlenceleriyle sınırlı kalmayarak saraylara, hatta mescitlere kadar yayılmıştır. Kıssacılar, kıssalarını süslemek, dinleyicilerin dikkatini çekmek ve üzerlerinde etki bırakmak amacıyla zaman zaman kıssalarına çeşitli uydurma atasözü veya şiirler katarlardı.lxxii Şiirin Arap dinleyiciler üzerindeki etkisini idrak eden kıssacılar, kıssalarında şiire ayrı bir önem verirlerdi. Emevî ve Abbâsî döneminde kıssacılar, şiir alanında yetenekli insanlardan yardım alırlardı. Bu insanlar, kıssacıların ihtiyacını karşılamak için her konuda şiirler uydurarak, bunları da farklı isimlere nispet ederlerdi. Uydurdukları şiirlerin sahibinin kim olduğunu göstermek için “filan kabileden bir adam” veya “bedevîlerden biri” şeklinde anonim ifadeler kullanırlardı.lxxiii
Halk arasında büyük rağbet gören ve üzerlerinde etki bırakan kıssalar, dönemin yöneticilerince gerek siyasî, gerekse dinî amaçları doğrultusunda istismar edilmiştir. Mekke, Medine, Kûfe ve Basra gibi büyük kentlerde kassaslar, dönemin siyasî otoritesiyle çıkar ilişkisi içinde olmuşlardır. Onların siyasî emellerine hizmet edecek biçimde şiirler uydurarak kıssalarını derlemişlerdir.lxxiv
Ayrıca kıssacıların bazıları imam ve hatiplerden oluşuyordu. Bunlar mescitlerde verdikleri hadis ve tefsir derslerinde veya vaazları sırasında Eyyâmu’l-‘Arab (Eski Arap Günleri) ile ilgili haber ve olaylar anlatırlardı. Anlatılan olayları desteklemek ve rivayetlerini pekiştirmek amacıyla eski döneme ait çeşitli şiirlere yer verirlerdi. Özellikle Kurân’da geçen Âd ve Semûd gibi çeşitli kavimlere ait kıssaların tefsiri esnasında geçmiş toplumlar hakkında rivayet edilen haberlerle birlikte, pek çok uydurma şiir dile getirirlerdi.lxxv Bunları da bazen Hz. Adem’e, bazen de farklı peygamberlere atfederlerdi.lxxvi
Emevî ve Abbasî döneminde kıssacılar tarafından uydurulan şiirler öyle çoğalmıştır ki el-Câhız gibi alimler, Arap toplumunun mizacı itibariyle doğal bir şekilde şiir söylediğini ve fıtratları itibariyle de şair olduklarını belirtmiş, bu şiirlerin doğruluğunu destekleyen görüşler dahi öne sürmüşlerdir.lxxvii
Şu‘ûbiyye (Milliyetçilik)
İslâmî fetihler sırasında Arapların egemenliğine giren Fars, Rum gibi mevâlîler, Arapları aşağılamaya ve küçük düşürmeye yönelik bir tutum içine girmişlerdir. Özellikle Emevîlerin Arap milliyetçiliğini ön planda tutan bir siyaset gütmeleri sonucu mevâlilere soysal, politik ve ekonomik açıdan baskı uygulamışlardır. Bu da mevâlîleri Araplara karşı bir cephe almaya sevk etmiştir.lxxviii
Hicrî dönemin ilk yıllarından itibaren fetihler sırasında İran’ın çeşitli kentlerinden esir olarak getirilen, köle ve hizmetçi olarak istihdam edilen Fars asıllı gruplar Araplaştılar. Onların çocukları Araplar gibi Arapçayı düzgün, akıcı bir şekilde okuyup konuşmaya ve hatta şiirler yazmaya başladılar. Mevâlîler, sadece şiir yazmakla kalmayarak, Arapların siyasî husumetlerine de taraf oldular. Bunlardan bir kısmı iktidardakilerini, bir kısmı da muhalif grupları desteklediler. Her grup kendini destekleyen mevâlîlere karşı ilgi gösterip, maddî destek sağlarlardı. Emevîler, mevâlîlerden birisini kendilerini öven bir kaside yazdığında samimiyetini sorgulamadan ödüllendirerek teşvik ederlerdi. Emevîlerin muhalifleri Zubeyrîler ve Hâşimîler de benzer uygulama yapıyorlardı. Ne var ki mevâlîlerin Araplara karşı bu tutumları pek samimi değildi. Zira mevâlîler bunu, maddî çıkar sağlamak, hürriyetlerine kavuşmak ve ikinci sınıf muamelesinden kurtulmak amacıyla yapıyorlardı.lxxix Örneğin Araplara karşı kin güttüğü söylenen mevâlî asıllı şair İsmâ‘îl b. Yâser en-Nisâ’i (ö.yaklaşık 130/748), ilk etapta Emevîlerin muhalifi Zubeyrîleri desteklemiş, daha sonra Emevîler, Zubeyrîlere galip gelince bu defa Emevîlerin yanında yer almıştır.lxxx
Mevâlîler, aşağılık duygusundan kurtulmak ve kendilerinin Araplardan üstün olduklarını göstermek için geçmişleriyle övünme ihtiyacı duymuşlardır. Bilindiği gibi Câhiliye döneminde Farslar, medeniyet sahibiydiler, bilim ve askerî alanda Araplardan üstündüler. Irak bölgesinin hâkimiyetinin yanı sıra Yemen’e kadar büyük bir nüfuza sahiptiler. Böylece Fars asıllı mevâlîler, yazdıkları şiirlerinde Araplara karşı geçmişleriyle övünmeye başladılar. Fars hükümdarlığını yücelten şiirler yazıp, bu şiirleri de halk arasında önem kazanması için de el-A‘şâ, ‘Udey b. Zeyd, Lukayt b.Y‘amer, Ebû’s-Salt b. Rabî‘a’ gibi eski dönemin şairlerine atfettiler.lxxxi Ayrıca mevâlîler, eski dönem şairlerinin bir kısmının, Kisrâ ve onun hükümdarlığını öven şiirler yazdıkları ve onun ödüllerine mazhar oldukları şeklinde bir takım uydurma haberler de ortaya atmışlardır. lxxxii
Birinci Abbâsî döneminde halifelerin başlattıkları tercüme faaliyetinin yanı sıra mevâlî alimlerince Farsçadan Arapçaya pek çok eser tercüme edilmiştir. Bu eserlerde kendilerini öven ve yücelten bir sürü uydurma hikâye ve şiirlere yer vermişlerdir. Bu eserlerin bir kısmı gerçek yazarların ismiyle yazılmış, bir kısmı da ünlü kişilere nispet edilmiştir. lxxxiii Mevâlîler, Fars unsurunu yüceltmek için sadece şiir ve rivâyet üretmekle kalmayıp azımsanmayacak derecede hadis dahi uydurmuşlardır.lxxxiv
Emevî devleti yıkılıp Abbâsî devleti kurulduktan sonra, mevâlî etkinliği gerek siyasî gerekse eğitim alanında daha da artmıştır. Kelâm, felsefe, tefsir, dil ve edebiyat gibi pek çok konuda söz sahibi olmuşlardır. Ebû ‘Ubeyde Ma‘mer b. el-Musennâ (ö. 207-213/822-828 yılları arasında), Sehl b. Hârûn (ö. 215/830), Ebû Nüvâs gibi mevâlî kökenli şair ve alimler, devletin üst kademelerinde görev yapan Fars kökenli idarecilerden destek ve teşvik görmeye başlamışladır. Bu alimler, Arapları küçük düşürme gibi bir eğilim içinde olmuşlardır. Şiir, hitabet ve edebiyat alanında kendilerinin Araplardan daha üstün olduklarını kanıtlamaya çalışmışlardır.lxxxv Bu arada el-Câhız, İbn Kuteybe (ö.276/889), Ebû ‘Abdillâh el-Cehmî (ö.247/861) gibi alimler de, mevâlî alimlerinin bu aşağılayıcı tutumlarına karşı cevap vermeye ve Arapları yüceltme çabası içine girmişlerdir. Özellikle el-Câhız, mevâlîlerin Araplara yöneltilmiş olduğu pek çok konudaki eleştirilerine, el-Beyân ve’t-Tebyîn adlı eserini kaleme alarak cevap vermiştir. Mevâlîler, Arap hatiplerini hutbe sırasında sarık sarmaları ve asa kullanmaları nedeniyle eleştirmişlerdir. Mevâlîlerin bu eleştirisine el-Câhız, eserinde asa ile ilgili bir bölüm tahsis etmiş ve asanın faziletlerini sıralamıştır. Arapların da Fars, Hint ulusları gibi hatip bir millet olduklarını kanıtlamaya çalışmıştır.lxxxvi el-Câhız asanın faziletlerini ortaya koyarken, konuyla ilgili görüşlerini eski döneme ait şiirlerle desteklemiştir. Fakat bu şiirlerin rivayetinin doğruluğuna kuşkuyla yaklaşılmaktadır. Zira el-Câhız’ın diğer alimler gibi rakiplerini susturmak düşüncesiyle intihale başvurmak zorunda kaldığı düşünülmektedir.lxxxvii
Dil Ekolleri
Emevîler döneminin sonlarına ve birinci Abbasî döneminin başlarına, yani hicrettin ikinci yüzyılının sonlarına doğru şiir tedvinine geçildiğinde Basra’da Ebû ‘Amru b. el-‘Alâ’, Kûfe’de Hammâd er-Raviye (ö.155/771-2)’nin öncülüğünde şiir rivayeti ve tedviniyle uğraşan iki farklı ekol ortaya çıkmıştır. Halaf el-Ahmer (ö.180/796-7), el-Mufaddal ed-Dabbî (ö.yaklaşık170/786-7), el-‘Asma‘î, Ebû ‘Ubeyde (ö.223/837-8), Ebû ‘Amr eş-Şeybânî (205/820 ile 213/829 arasında) gibi alimler de şiir rivayetini bu iki alimden almışlardır.lxxxviii
Her iki ekolun öğrencileri, kendi hocalarının görüşlerini desteklemiş, rivayetlerini doğrulamış ve karşı ekolün görüşlerini de çürütmeye çalışmışlardır. Birbirlerini de intihal ve yalancılıkla suçlamış, her grup, kendi ekolüne bağlılıkta katı bir taassup içerisine girmiştir. lxxxix
Basralılar, rivayet edilen şiirlerin güvenirliği hususunda Kûfelilere göre daha ihtiyatlı ve kuşkuyla yaklaşmışlardır. Basralılar dili, çöldeki lisanı bozulmamış bedevîlerden, Kûfeliler ise dili bozulmuş Araplardan aldıklarını iddia etmişlerdir. Bu nedenle onların görüşlerini hep zayıf bulmuş ve rivayet ettikleri şiirlerin çoğunu atmak zorunda kalmışlardır.xc
Kûfeliler, eski şiirle ilgili rivayetleri -basit düzeltmeler dışında- olduğu gibi, hatta istisna ve şaz konuları almış ve bunu da asıl olarak kabul etmişlerdir. Basralıların zayıf buldukları kaynaklardan rivayet etme konusunda da bir sakınca görmemişlerdir. Ayrıca kıyas yapabilmek ve görüşlerini destekleyebilmek için de çeşitli şiirler uydurmuşlardır.xci
Dolayısıyla Kûfeliler, Basralılara göre şiir rivayeti konusunda özgürce hareket etmişlerdir.xcii Bu bakımdan Kûfe’de rivayet edilen şiir miktarı, Basra’da rivayet edilenden fazla olmuştur. Ancak Ebû’t-Tayyib el-Luğaviy (ö.351/962)’in de ifade ettiği gibi bu şiirlerin çoğu uydurmadır.xciii
Ayrıca Emevî ve Abbâsî döneminde ilmî ve kültürel hayat geliştikten sonra, gerek Araplar gerekse mevâlîler, Kur’ân’ın doğru okunup anlaşılması amacıyla onu dil açısında incelemeye başladılar. Özellikle Kur’ân’ın bazı ayetlerinin tevil ve tefsiri sırasında alimler arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Herkes, Kûr’ân’ın manalarını farklı bir şekilde anlamış ve yorumlamıştır. Kendi görüşünü desteklemek ve öne sürdüğü anlamın Arap diline uygun olduğunu kanıtlamak amacıyla, Kur’ân’ın her kelimesine eski şiirden bir kanıt göstermeye çalışmışlardır. Kur’ân ile ilgili kanıt sunulurken bu arada çeşitli şiirler icat edilmiş ve bunları da eski dönemin farklı şairlerine atfedilmiştir.xciv Bilhassa Abbâsî döneminde bazı ilmî çevreler arasında eski şiirden her şeye delil getirme alışkanlığı öyle çoğalmıştır ki, Fars ve Rumlara ait eşyaların isimlerine dahi kanıt getirmişlerdir.xcv
Câhiliye dönemine atfedilen şiirlerin güvenirliği pek çok çağdaş araştırmacı tarafından da sorgulanmıştır. Bunların başında da Doğubilimcisi D.S Margoliouth gelmektedir. Margoliouth, 1952 yılında yayımladığı ‘The Origins of Arabic Poetry’ başlıklı makalesinde, Câhiliye şiirinin doğruluğu hakkındaki kuşkularını dile getirmiştir. Bu kuşkularını ortaya koyarken de şu görüşlerden hareket etmiştir:
Margoliouth, Câhiliye dönemine ait olarak bilinen şiirlerin, İslâmî dönemde yazıldığını ve o dönemin farklı şairlerine atfedildiğini vurgulamıştır. Zira ona göre, Arap şiiri yazılı değil, sözlü olarak intikal etmiştir. Bu şiirlerin sözlü rivayetle intikali mümkün değildir. Çünkü kasideler birçok mısradan oluşmaktaydı, bunları da kuşaktan kuşağa aktaracak ihtisas sahibi raviler o dönemde bulunmamaktaydı. Bu döneme ait gerek şiir gerekse nesir üslûbu Kuran’ın üslûbuna benzediği gibi Kur’ân’da geçen dinî kıssalara da işaret etmektedir. Üstelik bu şiirler kıyamet, ahiret, Allah’ın sıfatları gibi birçok dinî kavramlar içermektedir. Oysa çeşitli kazılarda bulunan kitabelerde, çok Tanrılığa işaret eden ibareler yer almaktadır. Ancak ne var ki bunların şiire yansımadığı, hatta Hıristiyan ve Yahudî şairlerinin dil ve düşüncelerinde dahi dinî öğretilerin etkisi görülmemektedir.xcvi
Câhiliye şiiri ile ilgili kuşkularını dile getiren bir başka çağdaş araştırmacı da Tâhâ Huseyn(ö.1973)’dir. Descartes’ın şüphecilik kuramından hareket ederek Câhiliye döneminin şiirini, iktisadî, sosyal, kültürel ve dil gibi birçok açıdan inceleyen Tâhâ Huseyn, bu dönemin şairlerine nispet edilen şiirlerin büyük bir çoğunluğunun İslâmî dönemde uydurulduğu görüşündedir. Ona göre, Câhiliye şiirinin büyük bir kısmı bu dönemle bir ilgisi yoktur. Bunların çoğu çeşitli nedenlerle daha sonra uydurulan aşırma metinlerdir. Bu şiirler, Câhiliye Araplarının dinî ve fikrî hayatını tasvir etmekten çok, Müslümanların zevklerini, eğilimlerini ve duygularını yansıtmaktadır.xcvii
Tâhâ Huseyn, Câhiliye şiirlerini incelerken bu dönemle ilgili en güvenilir bilgi kaynağı olan Kurân’ı esas alır. Buradan hareket ederek dönemin iktisadî hayatını inceler. Kur’ân, Câhiliye Araplarının bir kısmının zengin olup, faiz vermede israfa kaçtıklarını, bir kısmının da fakir ve bu faizlerin altında ezilen insanlar oldukları hakkında bilgi verir.xcviii Ancak bu dönemin şiirleri, Câhiliye Araplarının zengin değil, yoksul insanlar olduklarını ortaya koyar.xcix
Aynı şekilde Kur’ân, Araplara seslenirken mal edinme hırsı ve cimriliğin iyi bir haslet olmadığını vurgular. Dolayısıyla mal edinme hırsı ve cimrilik, her toplumun karakterinin bir parçası olduğu gibi Arap toplumunun da sosyo–ekonomik bir gerçeğiydi. Oysa bu döneme atfedilen şiirler, Arapların cömert, misafirperver ve davetlerinde savurgan insanlar olduğunu yansıtır. Onların mal edinme hırsı ve cimrilik gibi özelliklerini yansıtmaz.c
Yine Tâhâ Huseyn Kur‘ân’da denizin diğer insanlar gibi Arapların da hizmetine sunulduğu ve ondan çeşitli şekilde yararlanabileceğini ifade eden ayetine binaen,ci Arapların tümünün çölde göçebe bir hayat yaşamadıklarını, bir kısmının kıyı bölgelerinde yaşam sürdürdüklerini göstermektedir. Ancak bu döneme atfedilen şiirlerin sadece çöl hayatını yüzeysel olarak yansıttığını, kıyı bölgelerinde yaşayan ve geçimlerini denizden temin eden Arapların hayatı hakkında bilgi vermediğini vurgulamaktadır.cii
Tâhâ Huseyn, eski döneme ait şiirler konusundaki görüş ve kuşkularını, bu şiirlerin dil ve üslûplarını inceleyerek destekler. Ona göre, ravilerin görüş birliğinde oldukları konu Arapların ilk yerleşim bölgesi Yemen olan Kahtâniler/Himyer ve ilk yurtları Hicâz bölgesi olan Adnâniler olmak üzere iki kısma ayrıldıklarıdır. Yine ravilere göre, daha önce İbranice ve Keldanice konuşan Adnâniler, Arapçayı sonradan, fıtrattan Arap olan Kahtânilerden almışlardır.ciii
Aynı şekilde Tâhâ Huseyn, ravilerin, güney Araplarının (Himyer/Kahtâni) dili ile kuzey Arapların(Adnâniler) dili arasında önemli farklıklar bulunduğu konusunda hemfikir olduğunu belirtmektedir. Buna da Ebû ‘Amr b. el-‘Alâ’nin “ne Himyer dili bizim dilimiz ne de onların dili bizim dilimiz” şeklindeki görüşünü kanıt sunarak, her iki bölgenin dilleri arasındaki farklılığına dikkat çekmiştir. Arabistan yarımadasında yapılan kazılarda bulunan kitabelerin ise gerek kelime gerekse gramer yapısının aynı olmamasının, her iki dilin temelde farklı olduğunu kanıtladığını ifade etmektedir. Ancak Kahtanoğulları şairleri ile Adnânoğulları şairleri arasında dil ve üslûp açısından hiçbir fark görülmediğini, üstelik her iki bölgenin şairlerinin dil ve üslûbu ile Kur’ân’ın üslûbu arasında büyük bir benzerlik bulunduğunu dile getirmektedir.civ
Tâhâ Huseyn, elimizde bulunan örnek ve doğru şiirler olarak kabul edilen muallakâ şiirlerini içerik ve biçim yönünden incelemiş ve bu şiirlerin gerek içerik gerekse biçim yönünden birbirinden pek farkı bulunmadığı, bunların sonraki dönemlerde uydurulduğu görüşündedir.cv
Sonuç
Sonuç itibariyle eski döneme ait şiirlerin, hicri ikinci yüzyılın sonlarına doğru alimlere sözlü olarak intikal ettiği bir gerçektir. Kayıt altına alınmayan bu şiirlerin yukarıda dile getirdiğimiz sebeplerden dolayı büyük bir kısmının kaybolduğu, bir kısmının da aşırmaya maruz kaldığı aşikârdır. Bu şiirlerin tedvin dönemine intikal etmesinden önce, hadis senetlerinde gösterilen titizlik ve uygulanan ilmî rivayet tekniği şiir rivayetinde uygulanmamıştır. Edebiyat kaynaklarında, eski şiirle ilgili yer alan rivayet senetlerinin çoğu anonim ve kopuktur. Hatta kopuk olmayan senetlerin de hicri üçüncü yüzyılın başlarındaki bazen de ikinci yüzyılın yarısındaki âlimlere kadar dayandırılmaktadır.
İntihal olgusu sadece şiire özgü bir durum değildir. İslâm’ın ilk yıllarında gerçekle bağdaşmayan hadisler dahi uydurulmuştur.cvi Bu durum göz önüne alındığında İslâm’ın doğuşundan sonra Araplar arasında şiirin eski önemini yitirmesiyle çok sayıda intihal ve uydurma şiir ortaya çıktığını tahmin etmek güç değildir.
İslâmiyet’ten önce, hatta İslâmiyet’in ilk dönemlerinde Araplar arasında yazının yaygın olmamasından dolayı, şiirler gibi Kur’ân da yazıya aktarılmamıştı. Yapılan fetihler sırasında çok sayıda Kur’ân hafızının yaşamını yitirmesi sonucu Kurân’ın kaybolacağı endişesinin yaşandığı bir ortamda eski döneme ait pek çok şiirin kaybolması da doğaldır. İslâmî döneminin şairlerinin şiirlerinin bir bölümü dahi kaybolmuştur. Emevî döneminde her şairin şiirini rivayet eden özel ravilerin bulunmasına karşın, bu döneme ait bazı şairlerin bir kısım şiirleri günümüze ulaşmamıştır. Buna da Emevî döneminin ünlü atışma şairleri Ferazdak ve Cerîr (ö. 114/732-3)’in şiirlerini örnek verebiliriz. Bugün her iki şairin divanlarına göz atacak olursak karşılıklı olarak birbirleriyle atıştıkları kasidelerin cevabını bazen bir diğerinde bulamayabiliriz.

Konular