İKİ ŞAİR BİR ŞİİR -I

A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 56, ERZURUM 2016, 1031-1062
İKİ ŞAİR BİR ŞİİR -IHasan
KAPLAN
Öz
Klasik Türk edebiyatında farklı şairlerin divanlarında mükerrer şiirlere
rastlamak mümkündür. Bu çalışmada böyle bir özellik gösteren, aynı
yüzyılda yaşamış iki şairin divanında aynen yer alan bir şiirin kime ait olduğu
sorgulanmıştır. Bâkî ve Âşık Çelebi divanlarında aynen yer alan ve
maktasında her iki şairin de mahlasının bulunduğu bu gazel, müşterek şiirnazire
- intihal çerçevesinde incelenmiş, gazelin her iki şairin divanına nasıl
girdiği sorgulanmıştır. Çeşitli başlıklar altında (maddi deliller, muhteva,
üslup, nazire, sentaks, söz dizimi…) değerlendirilen gazelin gerçek sahibi
belirlenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Bâkî, Âşık Çelebi, nazire, müşterek şiir, intihal.
TWO POETS ONE POEM -IAbstract
In Classical Turkish Literature it’s likely to find duplicate poems within
the collected poems of different poets. This study examined the collected
poems of two contemporary poets and questioned which poet originally
wrote a poem involved in the collected poems of the both poets alike. This
ode that exists in the collected poems of Bâki and Âşık Çelebi alike and that
includes the psydonyms of both poets in its last verse, was examined in terms
of collaborative poetry-parallelism-plagiarism. The study also questioned
how the poem may have been involved in the collected poems of the two
poets. It was an attempt to unearth the original poet of the poem which was
analyzed under different titles such as material evidences, content, style,
parallelism and syntax.
Keywords: Bâkî, Âşık Çelebi, parallelism, collaborative poetry,
plagiarism.
Giriş
Klasik Türk edebiyatında şairlerin divanlarında aynen veya küçük farklılıklarla yer alan
şiirlerin varlığı öteden beri bilinmektedir. Hatta bu konuda tezkirelerde şairlerin birbirlerine
yönelik bazı suçlamaları da yer almaktadır. Divanlarda küçük farklılıklarla yer alan şiirlerin bir
kısmını nazire geleneği çerçevesinde değerlendirmek mümkündür. Şöyle ki model şiir ile nazire
şiir arasında şekil ve muhtevada bazı benzerlikler vardır. Nazirelerde model şiirdeki hayalin,
kurgu ve söyleyişin yer alması bir ölçüde normaldir. Zira şair, model aldığı şiirdeki kelime ve
ifadelerden hareketle bir şiir yazmaya çalışmaktadır. Ancak bu benzerliğin doğal sınırları
dışında kalıp nazireyi aşan, intihale yaklaşan şairler olmuştur. Zemin veya model şiiri taklit
eden bazı şairler nazirelerine kendilerinden çok fazla bir şey katmayıp âdeta örnek aldığı şiiri

 Dr.; Gazi Üniversitesi TÖMER, h1982kaplan@hotmail.com.
1032* TAED 56 Hasan KAPLAN
kopyalamışlardır. Sonra da bu başarısız, kopya şiirlerini divanlarına koymuşlardır. Farklı
şairlerin divanlarında aynen yer alan veya küçük farklılıklar taşıyan şiirlere rastlanmasında
intihal de etkilidir. Kötü niyetli bir şair başkasının şiirini intihal yapar. Burada intihali yapan,
şiiri ya aynen kopyalar ya da söz dizimi veya kelimeleri kısmen değiştirerek şiirini (!) oluşturur.
Bunlar, intihalin derecesine ve yapılma şekline göre nesh, igare, mesh, selh, ilmam ve tevarüd
gibi terimlerle ifade edilir. İntihal yapan şair çoğunlukla yaptığı işi gizlemek istediği için de asıl
şiir üzerinde birtakım tasarruflarda bulunur. Aslında bu, bir dönüştürme ve başkalaştırma
çalışmasıdır. İntihal yapan şair kelime, söz dizimi ve anlam üzerinde küçük oynamalar yaparak
şiirin ilk sahibini unutturmaya, şiiri kendi şiiri hâline dönüştürmeye çalışmaktadır. Divanlarda
aynen veya küçük farklılıklarla yer alan şiirler kimi zaman da müstensih ve musannif
hatalarından kaynaklanmaktadır. Müstensihler, bazen de art niyetli kişiler başkasına ait şiirleri
divan nüshalarına girdirmişlerdir. Divanlarda tekerrür eden şiirlerin bir kısmı ise müşterek
şiirlerdir. Birden fazla şairin birlikte yazdıkları müşterek şiir, şiire dâhil olan her şairin
divanında aynen yer alabilir. Böyle şiirlerin müşterek olduğuna dair çoğunlukla bir başlık veya
işaret vardır. 16. yüzyılın büyük şairleri arasında yer alan Bâkî’nin ve onun çağdaşı şairlerden
olup özellikle yazdığı şairler tezkiresi ile tanınan Âşık Çelebi’nin divanında aynen yer alan bir
gazel vardır. Tamamen aynı olan ve mahlas beytinde her iki şairin de isminin yer aldığı böyle
bir gazel örneği -müşterek gazel değilse şayet- herhâlde pek azdır. Bu çalışmada söz konusu
gazelin gerçek sahibi belirlenmeye çalışılmış, aynı şiirin her iki şairin divanına nasıl girdiği
sorgulanmıştır.
Âşık Çelebi ve Bâkî divanları Latin alfabesiyle yayımlanmıştır. Sabahattin Küçük
(1994) tarafından yayımlanan Bâkî divanının gazeller bölümünde yer alan üç numaralı şiir1
;
Filiz Kılıç tarafından hazırlanan ve Kültür Bakanlığı sitesinde e - kitap olarak yayımlanan Âşık
Çelebi divanının gazeller bölümündeki ilk şiirdir. Her iki şairin yayımlanan divanlarında yer
alan söz konusu gazel şudur:
Bâkî
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-esmâ’ü min savbi’s-semâ
2

1 Gazel, aynı zamanda Sadeddin Nüzhet Ergun (1935) tarafından hazırlanan “Bakî Divanı” adlı eserde de 56 numaralı
şiir olarak kayıtlıdır.
2 Bu mısra Bâkî Divanı’nın farklı nüshalarında “Hak dimişler tenzilü’l-elkâbu min savbi’s-semâ” şeklindedir. Ergun
(1935, s. 117) tarafından da hazırlanan divan metninde de “esmâu” yerine “elkâbu” farkı vardır.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1033
Hâkümi ide sifâl-i sünbül ü reyhân felek
Gitmeye başdan hevâ-yı bûy-ı zülf-i dil-rübâ
Mülk-i ‘ayş u ‘işretün olsak n’ola İskenderi
Oldı elde câmumuz âyîne-i ‘âlem-nümâ
‘Aynuma almam zer-i hurşîd ü dürr-i encümi
Feth olaldan bana bâb-ı genc-i iksîr-i fenâ
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâre Bâkî ve’d-du’â
Âşık Çelebi
Yâr işüginden dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzinü’l-elkâbu min savm bi’s-semâ3
Hâkümi ide sifâl-i sünbül ü reyhân felek
Gitmeye başdan hevâ-yı bûy-ı zülf-i dil-rübâ
Mülk-i ‘ıyş u ‘işretün olsak n’ola İskenderi
Oldı elde câmımuz âyîne-i ‘âlem-nümâ
‘Aynuma almam zer-i hurşîdi dürr-i encümi
Feth olaldan bana bâb-ı genc-i iksîr-i fenâ
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘Âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâre bâkî ve’d-du’â
Şiirin kime ait olduğunun tespit edilebilmesi için şekle, muhtevaya ve üsluba dair bir
inceleme yapmak gerekmektedir. Muhteva ve üsluba dayalı bir inceleme ile maddi delillerden
hareketle şiirin gerçekte kime ait olduğu tespit edilebilecektir4
.

3 Burada -tenzinü’l-elkâbu min savm bi’s-semâ- bir okuma hatası vardır. Söz orijinalinde olduğu gibi ancak şu şekilde
okunduğu zaman anlamlı olmakta ve mısra, vezne uymaktadır: tenzilü’l-elkâbu min savbi’s-semâ. Aynı mısra
Pervâne Beg nazire mecmuasını hazırlayan Gıynaş (2014, s. 106) tarafından şöyle okunmuştur: Hak dimişler
tenzinü’l-esmâ’i min-savbi’s-semâ
4Aynı dönemde yaşayan farklı şairlerin eserlerindeki ortak şiirleri ve aynı mahlası kullanan ancak farklı dönemde
yaşayan şairlerin şiirlerini ayırt etmeye yönelik bazı çalışmalar yapılmıştır. Nef’î ve Cevrî’nin divanlarında aynen yer
alan bir kaside üzerine Fatih Köksal (1997, s. 191-202) bir inceleme yapmıştır. Köksal, bazı maddi delillerden; dil,
1034* TAED 56 Hasan KAPLAN
1. Maddi Deliller
1.1. Şairlerin Divanları
Bâkî divanının ilk defa İstanbul’da (1276 / 1859-1860) taş baskısı yapılmış, ardından
Rudolf Dvorak (1908, 1911) tarafından bir incelemeyle Leiden’da yayımı gerçekleştirilmiştir.
Daha sonra Sadeddin Nüzhet Ergun (1935), İstanbul kütüphanelerindeki 25 yazmayı gözden
geçirerek hazırladığını söylediği eserini neşretmiştir. Son olarak Sabahattin Küçük (1994), Bâkî
divanının on iki nüshasını karşılaştırarak metnini neşre hazırlamıştır. Bu baskıda 27 kaside, 9
musammat, 548 gazel, 21 kıt’a ve 31 matla yer almaktadır. Küçük tarafından hazırlanan divan
metninde Ergun tarafından yayımlanan Bâkî divanında yer alan 30 gazel bulunmamaktadır.
Ergun’un hazırladığı bu divan metninde yer alan 395 numaralı gazel, Edirneli Nazmî’nin
hazırladığı Mecmau’n-Nezâir’de (Köksal, 2012, s. 684-685), 1133 numaralı şiir olup Hasbî adlı
başka bir şaire ait görünmektedir. Hasbî, bu şiiri başka bir şaire nazire yazmıştır. Edirneli
Nazmî’nin nazire mecmuasını 1529’da düzenlediği bilinmektedir. Dolayısıyla bu tarihte henüz
3 yaşında olan Bâkî’ye şiirin ait olmayacağı kesindir. Bu şiirin herhangi bir Bâkî divanı
nüshasına nasıl girdiği üzerine ayrıca düşünülmelidir. Benzer bir problem Küçük tarafından
yayımlanan Bâkî divanında yer alan 16 numaralı gazel için de geçerlidir. 1636 / 37 istinsah
tarihli bir divan nüshasında yer alan gazelin aslında Gelibolulu ‘Âlî’ye ait olduğunu İ. Hakkı
Aksoyak (2005, s. 69-82) tespit etmiştir. Görüldüğü gibi divan nüshalarında yer alan her şiir o
şaire ait olmayabilmektedir.
Şairlerin divan nüshalarında yer almayan, mecmualarda kayıtlı bazı şiirler de vardır5
.
Şairler hayatta iken tertip ettikleri divanlarına çeşitli sebeplerden bu şiirleri almamıştır. Bugün

üslup ve şairlerin çeşitli tercihlerinden hareketle şiirin kime ait olduğunu ortaya koymuştur. Makalede söz konusu
çalışmanın dikkatlerinden yer yer istifade edilmiştir.
Fatih Köksal, hususi kütüphanesinde yer alan Yunus Emre divanının yeni bir nüshası üzerine yaptığı bir çalışmada
(2014, s. 161-192), mecmuada yer alan 174 şiirden 17’sinin neşredilen Yunus Emre divanlarının hiçbirinde yer
almadığını tespit etmiştir. Köksal, bu şiirlerin Yunus Emre’ye ait olup olmadığını aitse hangi Yunus’a ait
olabileceğini şiirlerin şekil özelliklerinden, Yunus’un sıklıkla kullandığı bazı kavramlar ve kelimelerden, kelime
gruplarını başka şiirlerinde işleyişinden, edebî sanatları yapış özelliklerinden, şiirlerin anlam ve edasından hareketle
sorgulamıştır.
Orhan Kemal Tavukçu (2004, s. 59-84), Yunus Emre’nin şiirlerini ayırt etmeye yönelik bazı tespitlerde bulunmuştur.
Söz konusu çalışmada şiirlerin mısra sayıları ve kafiye sistemleri, tekrarlanan tam mısralar ve musammat tarzında
söyleyiş gibi Yunus Emre’nin şiirlerinde diğer Yunuslardan farklı olarak görülen şekil özellikleri sıralanmıştır.
Ayrıca muhteva, iktibas, edebî sanatlar, şairin şiirlerinde sıkça kullandığı kelimeler, deyimler, kavramlar, tarihi
göndermeler, döneme özgü söyleyişler gibi hususlar ayırt edici unsurlar olarak kullanılmıştır. Bu unsurlar farklı
şairlere ait ortak şiirlerin hangi şaire ait olabileceğinin tespitinde de kullanılabilecek dikkatlerdir.
5 Burada bir hususu belirtmekte fayda görüyoruz. Bugün divan edebiyatı sahasında mecmualardan hareketle şairlerin
divanlarına girmeyen şiirlerin var olduğu farklı araştırmacılar tarafından birçok çalışma ile gösterilmiştir. Bu
çalışmaların bir kısmında ortak bir bakıştan bahsetmek mümkündür. Şiirin mahlas beytinde şairin mahlası geçiyorsa o
şiir, o mahlas ile tanınan şaire ait gösterilmektedir. Bu mahlasta başka şairlere ait olabileceği göz önünde
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1035
mecmualar üzerine yapılan farklı araştırmalar neticesinde Bâkî’ye ait olduğu düşünülen birçok
şiire ulaşılmıştır. Ömer Zülfe (2006, s. 413-418), Küçük tarafından yayımlanan Bâkî divanında
yer almayan iki tahmisten bahsetmektedir. Bâkî’nin söz konusu iki tahmisi çağdaşı Yahya
Bey’in bir gazelinedir. Beyhan Kesik de (2012, s. 117), bir mecmuada Bâkî’nin aşağıda matlaı
verilen kendi gazeline tahmis yazdığını belirtmektedir:
Dil giriftâr-ı belâ dil-ber hevâyî n’eylesün
Dâme düşmez yirlere konmaz hümâyı n’eylesün G. 370
Beyhan Kesik’in (2012, s. 1489-1500) bulduğu Bâkî divanının yeni bir nüshasında 18
kaside, 329 gazel, 5 musammat, 10 kıt’a, 21 matla ve 16 Farsça şiir yer almaktadır. Bu
şiirlerden 9 gazel ve 39 beyit mevcut basılı divanlarda yer almamaktadır. Ayrıca Kesik (2012, s.
115-122) mecmualar üzerinde yaptığı taramalar neticesinde Bâkî’nin mevcut basılı divanlarda
yer almayan 3 gazelini ve 7 matlaını daha tespit etmiştir. Savaşkan Cem Bahadır (2013, s. 187-
213), Pervâne Beg nazire mecmuasında Bâkî adına kayıtlı gazellerden 28’inin yayımlanmış olan
Bâkî divanında yer almadığını tespit etmiştir. Ayrıca Hakan Taş (2010, s. 181-192) basılı Bâkî
divanında bulunmayan bir gazel ve bu gazele Feyzî’nin bir naziresini bulmuştur. Gülşah Gaye
Öztürk (2010, s. 95-108), Konya Mevlana Müzesi 2095 numarada kayıtlı Mevlevilikle ilgili bir
mecmuada Bâkî’nin yayımlanmamış bir şiirini tespit etmiştir. Aynı şiir Ozan Yılmaz (2008, s.
255-280) tarafından incelenen Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu
5214 numaralı mecmuada da yer almaktadır. Fatih Köksal (2013, s. 319-330) şahsi
kütüphanesindeki bazı mecmualarda Bâkî’nin divanına girmeyen 5 gazelinden bahsetmektedir.
Söz konusu mecmualarda yer alan bu şiirlerden biri, derkenarında, Bâkî’nin Nev’î’ye
gönderdiği en son gazeli ve şiiri olduğu ve divanında bulunmadığına dair bir not bulunması
hasebiyle ayrıca önem arz etmektedir. Yapılan bu incelemeler aslında Bâkî divanının
zannedildiğinden daha fazla şiir ihtiva ettiğini göstermektedir.
Bâkî’nin şiirlerinden seçmeler yapılarak meydana getirilmiş bazı çalışmalarda da Küçük
tarafından yayımlanan divan metninde yer almayan bazı gazeller vardır. Bunlardan Şemseddin
Sâmî’nin “Bâkî’nin Eş’âr-ı Müntahabesi” adlı eseri ilk seçkilerden olup bu seçkide yer alan 51.
gazel Küçük tarafından yayımlanan divanda yer almamaktadır. Ayrıca Fuad Köprülü’nün Divan
Edebiyatı Antolojisi (2006) adlı eserinde de geniş bir Bâkî maddesi ve şairin örnek şiirleri yer

bulundurulmadan yahut şiirin hatalı bir kayıt olabileceği dikkate alınmadan; bir inceleme yapılmadan, nüshaya,
muhtevaya ve üsluba dair şairin diğer şiirleri ile olan münasebeti ortaya konulmadan o mahlasla meşhur şaire ait
gösterilmesi bilimsel açıdan doğru olmasa gerektir.
1036* TAED 56 Hasan KAPLAN
almaktadır. Bu eserde yer alan 66 numaralı gazel Küçük tarafından yayımlanan divanda
bulunmamaktadır. Faruk Kadri Timurtaş’ın (1987) hazırladığı seçkide yer alan su redifli 40.
gazel de Küçük tarafından yayımlanan divanda yoktur. Sonuç olarak Bâkî’nin şiir sayısı
zannedildiğinden fazla olup tüm mecmuaların ve divan nüshalarının incelenmesiyle bu sayının
daha da artacağı öngörülmektedir. Ancak bu artış beraberinde bu nüshalarda yer alan her şiirin
Bâkî’ye ait olup olmadığı konusunda da bazı soru(n)lar ihtiva etmektedir. Zira yukarıda da
bahsedildiği üzere Bâkî divanında yer alan iki gazel başka şairlere aittir. Bu çalışmada ele
alınacak gazelin de Bâkî’ye aidiyeti şüphelidir.
1.2. Divan Nüshaları
Bâkî divanının yurt içi kütüphanelerinde oldukça fazla sayıda nüshası vardır. Yapılan
taramada İstanbul Üniversitesi Yazma Eserler Kütüphanesinde yer alan 385, 674, 799, 815,
1302, 1969, 1971, 2853, 2889, 2928, 2942, 3021, 3183, 3374, 3599, 3793, 3846, 3864, 5475,
5523 numaralı Bâkî divanı nüshalarının hiçbirinde söz konusu gazelin yer almadığı
görülmüştür. Bu nüshalardan 3864 numaralı nüsha, içerisinde 14 kaside, 1 mersiye, 433 gazel, 1
terci-bent, 10 kıt’a, 11 müfred, Farsça 3 gazel, 1 mesnevi ve 3 beyit bulunan eski bir nüsha olup
istinsah tarihi 1572 / 73’tür. Aynı kütüphanede yer alan 2853 numaralı nüsha da 20 kaside, 370
gazel, 4 kıt’a, 17 beyit ihtiva etmektedir. 1582 tarihli olan bu nüshada da söz konusu gazel
yoktur.
Süleymaniye Yazma Eserler Kütüphanesinde yer alan Ali Nihat Tarlan 15, Galata
Mevlevihanesi 64, Galata Mevlevihanesi 69, Özel 121, Muğlalı Hoca Mustafa Efendi 141,
Galata Mevlevihanesi 159, Uşşaki Dergâhı 182, Sami Benli 266, Hafid Efendi 335, Hafid
Efendi 348 - 001, Mihrişah Sultan 362, Darü’l-Mesnevi 380, Lala İsmail 427, İzmir 536, Hacı
Selim Ağa 911 - 001, Hamidiye 1083, Atıf Efendi 2057, Yazma Bağışlar 2335, Esad Efendi
2610, Esad Efendi 2611, Serez 2616, Serez 2617, Hacı Mahmud Efendi 3298, Nuruosmaniye
3799, Ayasofya 3887, Yazma Bağışlar 4436 - 001, Nuruosmaniye 5128, Hacı Mahmud Efendi
5152, Yazma Bağışlar 5186, Yazma Bağışlar 5513, Yazma Bağışlar 5930, Yazma Bağışlar
6401, Yazma Bağışlar 7484 numaralı nüshalarda da Bâkî’nin söz konusu gazeli yoktur. Bu
nüshalardan Esad Efendi 2610 numaralı nüshada 17 kaside, 2 mersiye, bazıları sayfa
kenarlarında 392 gazel, 6 Farsça gazel, 3 kıt’a-i kebire, 1 tarih, 9 kıt’a, 5’i Farsça 35 beyit
vardır. Bu nüshanın istinsah tarihi 1587 / 88’dir. Söz konusu gazel bu nüshada da yoktur. Aynı
kütüphanede yer alan Lala İsmail 427 numaralı nüshada 18 kaside, 441 gazel, 2 mersiye, 5
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1037
muhammes, 12 kıt’a, 17 beyit, Farsça 3 tahmis, 8 gazel, 4 mesnevi, 3 beyit bulunmaktadır. Bu
nüshanın istinsah tarihi ise 1593’tür.
Ankara Milli Kütüphanede yer alan 06 Mil Yz A 6302, 06 Mil Yz A 3009, 06 Mil Yz A
553, 06 Hk 975, 06 Hk 2556, 06 Mil Yz A 1934, 06 Mil Yz A 4005, 06 Mil Yz A 20, 06 Mil Yz
A 137, 06 Mil Yz A 722 / 2, 06 Mil Yz A 848, 06 Mil Yz A 1383, 06 Mil Yz A 3572, 06 Mil
Yz A 3593, 06 Mil Yz A 3627, 06 Mil Yz A 4062, 06 Mil Yz A 5358, 06 Mil Yz A 5366, 06
Mil Yz A 6019, 06 Mil Yz A 7097, 06 Mil Yz A 7597, 06 Mil Yz A, 8122, 06 Mil Yz A 897 /
2, 06 Mil Yz A 8701, 06 Mil Yz FB 350, 06 Hk 275 / 1, 06 Hk 4103, 06 Hk 3216, 06 Hk 936
numaralı nüshaların hiçbirinde söz konusu şiir yoktur. Bu nüshalardan ilk yedisinin istinsah
tarihleri sırasıyla 1581, 1586, 1598, 1606, 1621, 1625, 1632’dir. Nüshaların üçü Bâkî hayatta
iken yazılmıştır. Hatta bunlardan 06 Hk 975 numaralı nüsha Bâkî’nin vefatından iki yıl önce
istinsah edilmiştir. Nüshaların dördüyse Bâkî’nin vefatından kısa süre sonra tertip edilmiştir.
Bâkî divanının yurt içi ve yurt dışında oldukça fazla sayıda nüshasının olduğu
belirtilmişti. Yukarıda zikredilen 82 nüshanın yanı sıra Edirne Selimiye Yazma Eser
Kütüphanesinde yer alan 22 Sel 515, 22 Sel 2313, 22 Sel 4762, 22 Sel 4767 numaralı Bâkî
divanı nüshalarında; Konya Karatay Yusufağa Kütüphanesinde 42 Yu 117; Türkiye Büyük
Millet Meclisi Kütüphanesinde 06 TBMM LD 194 / 126; Kütahya Vahidpaşa İl Halk
Kütüphanesinde 43 Va 1362; Manisa İl Halk Kütüphanesinde 45 Hk 7707 / 1 numaralı
nüshalarda da söz konusu gazel yoktur. Çorum Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesinde yer alan ve
istinsah tarihi 1587 olan 19 Hk 2158 numaralı Bâkî divanı nüshasında da bu gazele
rastlanmamıştır. Bâkî’nin yurt dışında bulunan divan nüshalarından –inceleyebildiğimiz- Fransa
Millî Kütüphanesinde yer alan Turc 285 ve 356 numaralı iki nüshada ve Michigan
Üniversitesinde yer alan 678 numaralı Bâkî divanında da söz konusu şiir bulunmamaktadır.
Bâkî hayatta iken yazılan ve istinsah tarihi bilinen sekiz nüshada söz konusu gazel
yoktur. Bu nüshalarda söz konusu gazelin olmaması önemlidir. Zira Âşık Çelebi, divanını
1556’da tertip etmiştir (Aynur, 2011, s. 169) ve ilgili şiir bu divanda yer almaktadır. 1560’ta
yazılan Pervâne Beg nazire mecmuasında da şiir Âşık Çelebi adına kayıtlıdır. Bu kayıtları hatalı
kabul etmemiz durumunda şiirin Bâkî hayatta iken yazılan en az bir divan nüshasında yer
alması beklenirdi. Aynı şiirin Bâkî hayatta iken tertip edilen hiçbir nüshada -yukarıda zikredilen
8 nüsha- yer almaması Âşık Çelebi lehine bir anlam taşımaktadır.
1038* TAED 56 Hasan KAPLAN
Küçük tarafından yayımlanan Bâkî divanında 5. gazel olan şiir, Küçük’ün tenkitli metni
kurarken esas aldığı nüshalardan biri olan İstanbul Üniversitesi Yazma Eserler Kütüphanesinde
5571 numaralı nüshada v.37a’da yer almaktadır. Bu nüsha oldukça fazla sayıda şiir ihtiva
etmektedir. Nüshanın istinsah tarihi ise belli değildir. Küçük’ün tenkitli metinde esas aldığı iki
nüshada daha bu gazel yer almaktadır. Fırat Üniversitesi Kütüphanesinde kayıtlı olan 9585 ve
9586 numaralı nüshalarda bu gazel mevcuttur. Bu nüshalardan ilkinin istinsah tarihi 1640’tan
öncedir. Söz konusu nüshalarda yer alan gazelin matla beyti şudur:
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-esmâ’u min savbi’s-semâ
Süleymaniye Kütüphanesinde yer alan Nafiz Paşa 868 numaralı nüshada v.28b’de ve
Hacı Mahmud Efendi 3712 numaralı nüshada v.31b’de aynı gazel yer almaktadır. Aynı
kütüphanede yer alan Sami Benli 222 numaralı, 1325 tarihli basılı nüshanın ise 12. sayfasında
bu gazel bulunmaktadır. Bu nüshalarda gazelin matla beyti şöyledir:
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-elkâbu min savbi’s-semâ
Küçük tarafından tenkitli metinde esas alınan üç nüsha ile Süleymaniye Kütüphanesinde
yer alan nüshalar arasında en belirgin fark “elkâbu / esmâ’u” farkıdır. Bu da nüshaların
birbirinden bağımsız olduğunu en azından şiirin farklı nüshalardan yahut mecmualardan elde
edildiğini düşündürmektedir. Burada bir hususu belirtmekte daha fayda vardır. Söz konusu
nüsha farkında “elkâbu” tercihi Âşık Çelebi’nin divan nüshasındaki kullanım ile aynıdır. Ancak
bu kelime Pervâne Beg nazire mecmuasında “esmâ’u” şeklindedir. Bu farklılık şiire bir
müstensihin müdahalesi olabileceğini de düşündürmektedir.
Bâkî divanının bazı nüshalarında yer alan gazel, Âşık Çelebi’nin şimdilik
kütüphanelerde tek nüshası bulunan divanının ilk şiiridir. Âşık Çelebi 1556’da Serfice’de
divanını tamamlamıştır. Bu yıllarda Bâkî 30 yaşındadır. Yazma eserlere bakıldığında şiirin Âşık
Çelebi’ye ait olma ihtimalini güçlendiren bir unsur daha vardır: Âşık Çelebi divanında yer alan
şiir, 1560 yılında nazire mecmuasını düzenleyen Pervâne Beg’in eserinde de vardır. Pervâne
Beg, şiirin Âşık Çelebi’nin yazdığı bir nazire olduğunu söyler. Şiirin üstüne de şairini
belirtirken Âşık Çelebi’nin kim olduğuna işaret eden bir not düşer. Bu notta Âşık Çelebi’nin
seyyid ve kadılar taifesinden olduğu yazılıdır. Çelebi 1550’li yıllardan itibaren kadılık yapmaya
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1039
başlamıştır. Mecmua sahibi şiiri kaydettiğinde Çelebi kadılık ile meşgul ise şiirin yazılma tarihi
1550’ye kadar inmektedir. Pervâne Beg’in kaydettiği şiir Çelebi divanının tek nüshasında yer
alan şiirden bazı farklılıklar taşımaktadır. Çelebi divanında yer alan ilk iki gazel bazı
beyitlerinin birleştirilmesiyle Pervane Beg mecmuasında tek gazel olarak görülmektedir. Bu
durumda söz konusu şiiri Pervane Beg’in başka bir kaynaktan aldığı söylenebilir. Bu da şiirin
Âşık Çelebi adına başka bir mecmuada yahut bilinmeyen bir divan nüshasında yer aldığını
düşündürmektedir.
Nazîre-i ‘Âşık Çelebi Seyyid Nettâg oğlıdur kuzât tâ’ifesindendür (Gıynaş, 2014, s.
106):
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-esmâ’i min-savbi’s-semâ
Hâr ü hâşâk-i der-i yârı getürdükçe nesîm
Kabrüm üstinde bulur serv ü semen neşv ü nemâ
Hâkümi itse sifâl-i sünbül ü reyhân felek
Gitmeye başdan hevâ-yı bûy-ı zülf-i dil-rübâ
Başa varılmaz imiş ol zülf-i ‘anber-sâ ile
Şâne gibi rîze rîze olmayınca dâ’imâ
Oklarun tâ kim irişüp kol kanad olmışdurur
Murg-ı cânum talbınur uçmaga kûyundan yana
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘Âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâra bâkî ve’d-du’â
1.3. Vezin, Kafiye, Nazım Birimi Sayısı
Gazel, aruz ölçüsünün remel bahrinin fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla
yazılmıştır. Her iki şairin de divanında en fazla kullandıkları bahir, remel bahridir. Bâkî, bu
bahrin fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün kalıbıyla 126 gazel, 5 kaside, 3 musammat, 6 kıt’a, 10
matla yazmıştır. Bâkî, toplam 637 şiirin % 24’ünde (150 şiirde) bu kalıbı kullanmıştır. Bu kalıp
548 gazelin ise % 23’ünde (126 gazelde) tercih edilmiştir. Âşık Çelebi’de ise bu kullanım şu
şekildedir: Şair, bu kalıpla 45 gazel, 5 kaside, 8 musammat yazmıştır. Âşık Çelebi toplam 142
1040* TAED 56 Hasan KAPLAN
şiirin % 41’inde (58 şiirde), 117 gazelin % 38’inde (45 gazelde) bu kalıbı kullanmıştır. Mevcut
verilerden hareketle Âşık Çelebi’nin bu kalıbı Bâkî’ye göre %15-17 daha fazla kullandığı
görülmektedir.
Gazelde redif yoktur. Kafiye olarak ise “â” sesi kullanılmıştır. Bâkî, 2 kaside ve 70
gazelde; Âşık Çelebi, 3 kaside ve 9 gazelde bu sesi kafiye olarak tercih etmiştir. Bâkî
gazellerinin %13’ünde; Âşık Çelebi % 8’inde “â” sesiyle kafiye yapmıştır. Burada Bâkî’nin söz
konusu sesi % 5 daha fazla kafiye olarak kullandığı görülmektedir.
İncelemeye esas alınan gazel 5 beyittir. Her iki şairin de divanında 5 beyitlik gazeller
fazladır. Bâkî’nin gazellerinin % 59’u (325 gazel); Âşık Çelebi’nin gazellerinin % 78’i (91
gazel) 5 beyittir. Âşık Çelebi, 5 beyitlik gazellere Bâkî’ye göre % 18 daha fazla yer vermiştir.
2. Muhtevaya Dair Deliller
Bu bölümde gazel, barındırdığı bazı kelime ve kelime grupları ile bunların her iki şairin
diğer şiirlerindeki durumu / kullanımı bakımından beyit beyit incelenecek, böylece muhteva
olarak dikkati çeken ve karakteristik bir kullanım arz eden tercihlerin hangi şair için belirleyici
olduğu ortaya konacaktır.
1. Beyit
Yâr işüginden dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-elkâbu min savbi’s-semâ Âşık Çelebi G. 1 / 1
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-esmâ’ü min savbi’s-semâ Bâkî G. 3 / 1
a) âşık-ı şeydâ: Gazelin ilk beytinde şairler sevgilinin eşiğinde kendilerine çılgın /
tutkun âşık denildiğini söylemektedir. Bu sözün doğru olduğunu “İsimler / Lakaplar gökten
iner.” anlamında yaptıkları bir iktibasla ortaya koymuşlardır. Çelebi, 3 yerde “âşık-ı şeydâ”
tamlamasına yer vermiştir. Şeyda kelimesi divanda toplam 4 defa âşığın sıfatı olarak
kullanılmıştır. Bunların 4’ü de Çelebi’nin mahlasıyla yani doğrudan kendisiyle ilgilidir.
Hat u ruhsârun anup ağladukca ‘Âşık-ı şeydâ
Biter tarf-ı gülistânunda mîr-i ‘âşıkân yir yir G. 108 / 9
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1041
Yalınuz şi’r ü inşâdan dem urmaz ‘Âşık-ı şeydâ
İder hem da’vâ-i fazl u kemâl u ‘ilm ü ‘irfânı K. 3 / 47
Zihî sa’âdet ü devlet ki ‘Âşık-ı şeydâ
Kapunda kim kulun olup ola emîr-i cihân K. 9 / 33
Çelebi’nin “âşık-ı şeydâ” tamlaması ile mahlasını daha ilk beyitte vurguladığına
hükmolunabilir. Nitekim şair mahlasını bu tamlama içinde 3 defa kullanmıştır. Şair, divanındaki
altı gazelin matla beytinde “âşık” kelimesine yer vermiştir. Bunlardan 78. gazelin hem ilk hem
de ikinci beytinde şair mahlasını kullanmıştır. Hatta bu gazelin ilk beytinde şairin kendisi için
kullandığı sıfatlardan biri de şeydâdır:
‘Âşıka şeydâyıluk rüsvâyıluk bed-nâmlık
Pâdişâh-ı ‘ışkdan teşrîfdür bayramlık
Sizlere ‘ıyş u neşât u şâdî ey ehl-i visâl
‘Âşıka bî-çâralık dermândalık nâ-kâmlık G. 78 / 1-2
Bâkî ise “âşık-ı şeydâ” tamlamasına 5 defa yer vermiştir. Bunların ikisinde şair
doğrudan kendisini şeydâ sıfatıyla nitelemiştir. Şairlerin söz konusu kullanımlarında anlam
olarak en belirgin fark, Çelebi’nin şeydâyı hem kendisinin hem de tüm âşıkların sıfatı olarak
kullanmasıdır:
Nâm u neng ehli ne bilsün reviş-i rindânı
Meygede bencileyin ‘âşık-ı şeydâ yiridür G. 66 / 5
Benüm bilmezdi kimse ‘âşık-ı şeydâlığum hergiz
Tenümde tâze tâze yakmasam dâğ-ı mahabbetler G. 166 / 2
b) tenzilü’l-esmâ’ü min savbi’s-semâ / tenzinü’l-elkâbu min savbi’s-semâ: Eskiden
isimlerin sahipleri üzerinde etkisi olduğuna inanılır ve bu inanış doğrultusunda da şu söz
söylenirdi: İsimler gökten iner ve verildiği kimseye uygun düşer. Her iki şair ilk beyitte bu sözü
kullanarak iktibas yapmıştır. Âşık Çelebi, sevgilinin eşiğinde kendisine şeydâ âşık denilmesinin
ne kadar doğru olduğunu belirtmek için durumu bu sözle örneklendirir. Bu durumda şairin bu
ismi şiirlerinde niçin mahlas olarak kullandığı sorusunun cevabı vardır diyebiliriz. Burada sözü
Arapça kullanan şair başka bir beytinde de aynı söze göndermede bulunur. İlgili beyitte şair
1042* TAED 56 Hasan KAPLAN
lakabının Âşık olduğunu söyler:
Gökden inmiş yaraşur kâmetüne hil’at-ı câh
Lakab olmış nitekim bendene Hakdan ‘Âşık G. 81 / 5
Âşık Çelebi, divanında Bâkî’ye göre daha fazla iktibas yapmıştır. Şair kasidelerinde 23
ayet, 6 hadis ve 2 veciz söze yer vermiştir. Bunların tamamı Arapçadır. Gazellerinde ise 2 hadis
ve 1 ayet iktibası yapmıştır. Bâkî’de ise aynen yapılan iktibaslar Çelebi’ye göre oldukça azdır.
İlk beyitte yapılan iktibas ve “âşık-ı şeydâ” tamlaması Çelebi’de daha karakteristik bir
kullanım arz etmektedir. İlk beyit mevcut örneklerden hareketle Âşık Çelebi’ye daha yakındır.
Şiirin müşterek gazel olma ihtimali değerlendirildiğinde ise ilk mısrada kendisini ifade eden
Çelebi’ye ikinci mısrada Bâkî cevap vermiştir de denilebilir.
2. Beyit
Hâkümi ide sifâl-i sünbül ü reyhân felek
Gitmeye başdan hevâ-yı bûy-ı zülf-i dil-rübâ
a) sünbül ü reyhân: Şairler sevgilinin zülfüne karşılık hem şekil hem de güzel koku
münasebetiyle sümbül ve reyhanı kullanmışlardır. Âşık Çelebi’nin şu beytinde de sümbül ve
reyhan, saç ve ayva tüyleri karşılığında kullanılmıştır:
Öykünürler hat u zülfüne dimezler mi ‘aceb
Yolalar sünbüli reyhânı çemende ekeler G. 97 / 2
Çelebi, sümbül ve reyhana saksı olmak ister. Böylece sevgilinin zülfünün kokusu
kendisiyle kalacaktır. Şair, başka bir beytinde de testi olmak ister. Böylece sakinin elinde
kalabilecektir. Bâkî’de bu doğrultuda bir kullanım yoktur.
Elüm alup yabana atma billâhi benüm sâkî
Şu vaktin kim felek destünde hâkümden sebû eyler G. 107 / 2
Bâkî, sümbül kelimesini 37 yerde saçla ilgili kullanmıştır. Reyhan kelimesi de 2 yerde
saçla münasebet içinde yer almıştır. Şair iki beyitte her iki kelimeye birlikte yer vermiştir:
Bâğbân-ı gülşen-i ‘aşkun olan ‘âşıklara
Dâğı gül dûd-ı kebûdı sünbül ü reyhân gelür K. 6 / 3
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1043
Ebr-i bârân ki yağar bâğ u gülistân üzre
Katreler kim dökilür sünbül ü reyhân üzre Mus. 2 / II-1
İlgili beyitte sevgilinin zülfünün kokusunun kendisinden bir an olsun uzak olmamasını
isteyen şair başka beytinde sümbülün baş üzerinde yer etmesinin sebebi olarak sevgilinin gönül
çeken zülfünün kokusuna benzemesini öne sürer:
Benzer ol bûy-ı dil-âvîz ile mûy-ı yâre
Başlar üzre n’ola ger eyler ise yir sünbül Bâkî K. 24 / 7
b) “baştan git-” deyimi her iki şairin başka şiirlerinde de görülmektedir. Âşık Çelebi bu
deyime iki kez yer vermiştir.
Gitdi başdan ‘akl u dilden sabr u elden ihtiyâr
Kaldı cismüm haste cânum nâ-tüvân dil bî-mecâl G. 28 / 4
Gitdi başdan ‘akl u dilden sabr u elden ihtiyâr Mus. 3 / 4 / 1
Başla ilgili deyimler (baştan aş-, başından geç-) Bâkî’de de vardır. İncelenen beyitte
deyim olumsuz hâliyle çekimlenmiştir. Bâkî başka bir örnekte de “baştan git-” deyimine
olumsuz çekimiyle yer vermiştir.
‘Aşk yolında baş gide Bâkî
Başdan gitmeye hevâ vü heves G. 210 / 5
c) sifâl kelimesi Çelebi’de 4, Bâkî’de 5 defa yer almıştır. İncelenen beyitle paralel bir
kullanım her iki şairin diğer şiirlerinde yoktur.
İkinci beyitte yer alan deliller müşterek gazel olma ihtimaline göre değerlendirildiğinde
birinci mısra Âşık Çelebi’yi, ikinci mısra Bâkî’yi işaret etmektedir. Beyit her iki şairin muhteva
olarak başka şiirleri ile örtüşse de Âşık Çelebi’nin diğer şiirleri ile olan ilişkisi daha belirgindir.
3. Beyit
Mülk-i ‘ayş u ‘işretün olsak n’ola İskenderi
Oldı elde câmımuz âyîne-i ‘âlem-nümâ
a) İskender: Çelebi’de İskender ismi 12 yerde geçmiştir. Bu isim bir yerde Osmanlı
devlet adamlarından birinin adı olarak yer alırken 11 yerde tarihî bağlamdaki İskender ile
1044* TAED 56 Hasan KAPLAN
ilgilidir. Şair divan şiirinin bilindik telmih dünyası içinde İskender’i Hızır’la olan münasebeti ve
zulmet diyarında hayat suyunu araması yönüyle 5 defa konu etmiştir. Şair 2 defa da İskender’i
yaptığı “sedd” münasebetiyle anar. Bir yerde memduhun övgüsü için yer verilen bu isim yalnız
bir yerde kadeh münasebeti ile anılmıştır. Çelebi, 2 beyitte “âyîne-i Sikender”e yer vermiştir.
Bunların birinde (K. 14 / 209) gönlünü hem İskender’in aynası hem de Cem’in kadehi olarak
nitelendiren şair, diğerinde ise (K. 14 / 47) ayna ve kadehin hammaddesinin taş ve çamur
olduğunu söyler. Şairin kendisini İskender gibi gördüğü bir beyit ise yoktur.
Bâkî’de İskender ismi 24 yerde tekrarlanmıştır. Bu kelime 19 yerde tarihî bağlamdaki
İskender ile ilgilidir. Şair divan şiirinin telmih dünyası içinde İskender’i hayat suyu
münasebetiyle 1 defa konu etmiştir. Şair 2 defa da İskender’i yaptığı “sedd” münasebetiyle
zikretmiştir. 16 yerde memduhun övgüsü için yer verilen bu isim, 2 yerde kadeh münasebeti ile
anılmıştır. Bâkî, 4 beyitte İskender ve ayna münasebetine yer vermiştir. Bâkî’nin de kendisini
İskender gibi gördüğü bir beyit yoktur:
Câm la’lündür senün âyîne rûy-ı enverün
Adı var câm-ı Cem ü âyîne-i İskenderüñ G. 258 / 1
Nice câm-ı Cem nice mir’ât-ı İskender dilâ
Dest-i mihnetden cefâ taşıyla bulmışdur şikest G. 24 / 2
Seng-i cefâ-yı dehr ile mir’ât-ı dil degül
Câm-ı cihân-nümâ-yı Sikender şikest olur G. 98 / 4
Câm-ı sarâyun olmadan el-hak safâ budur
Âyîne-i Sikender ü câm-ı cihân-nümâ G. 4 / 2
b) câm-âyîne: Çelebi’de kadehin ayna gibi tasavvur edildiği bir benzetme yer
almamaktadır. Bâkî’de ise bu şekildeki bir kullanıma 2 yerde rastlanmaktadır.
Bak câm-ı ‘ayşa âyine-i pür-safâ budur
Gel gör habâb-ı sâgarı necm-i hüdâ budur G. 57 / 1
Kâ’inâtun seyr iden nakşın safâ-yı câmdan
Safha-i âyîne-i ‘âlem-nümâyı n’eylesün G. 370 / 2
c) âyîne-i ‘âlem-nümâ: Terkibin Çelebi’de başka örneği yoktur. Bâkî’de ise bu terkip 7
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1045
defa yer almıştır. Bâkî, 2 yerde memduhun vasfı (sinesi ve yaratılışı), 1 yerde sevgilinin yanağı,
2 yerde sinesi, 1 yerde kendi vasfı için âyîne-i ‘âlem-nümâyı kullanmıştır. Bunların dışında şair
1 defa da ayna ile kadeh arasında bağlantı kurmuştur. Bu bağlantıda tamlamayı aynen kullanan
şair anlam olarak aynı paralellikte bir söyleyişte bulunmuştur. Bütün varlıkların nakşını kadehin
/ şarabın verdiği gönül şenliği ile temaşa edenin dünyayı gösteren aynanın levhalarına ihtiyaç
duymayacağını söyleyen şair, kadeh ile ayna arasında bir bağlantı kurmuştur. Söz konusu
bağlantının Âşık Çelebi’de ise örneği yoktur:
Kâ’inâtun seyr iden nakşın safâ-yı câmdan
Safha-i âyîne-i ‘âlem-nümâyı n’eylesün G. 370 / 2
Biz ki tab’-ı pâk ü kalb-i pür-safâya mâliküz
Gûyiyâ âyîne-i ‘âlem-nümâya mâliküz G. 191 / 1
d) ‘ıyş u ‘işret: Bu ifade Çelebi’de 3, Bâkî’de 6 defa yer almıştır. Bunların hiçbiri her
iki şairde de “mülk” kelimesi ile birlikte değildir.
Üçüncü beyitte yer alan deliller bazı karakteristik özellikler taşımaktadır. Bunlardan
özellikle “âyîne-i ‘âlem-nümâ” terkibi ve câm-âyîne münasebeti Bâkî’de görüldüğü için söz
konusu beyit özellikle de beytin ikinci mısraı Bâkî’ye daha yakındır. Şiirin müşterek gazel olma
ihtimali göz önünde bulundurulduğunda ilk mısraın Çelebi’ye, ikinci mısraın ise Bâkî’ye ait
olma ihtimalinden bahsedilebilir.
4. Beyit
‘Aynuma almam zer-i hurşîdi dürr-i encümi
Feth olaldan bana bâb-ı genc-i iksîr-i fenâ
a) encüm: Çelebi’de 5, Bâkî’de ise 22 defa yer alan kelime her iki şairde de inci ile
renge ve şekle dayalı bir münasebet içinde kullanılmamıştır.
b) hurşîd: Çelebi’de bu kelime 22 defa yer almıştır. Bunların hiçbirinde zer ile renge
dayalı kurulan bir münasebet yoktur. Bâkî’de ise bu kelime 67 defa yer almıştır. Bunların 5’inde
hurşid ile zer arasında renge dayalı kurulan bir münasebet vardır:
Hurşîd gibi pertev-i cûd u sehâ ile
Rûy-ı zemîne saçdı zer-i kâmilü’l-’ayâr K. 9 / 3
1046* TAED 56 Hasan KAPLAN
Ol ki hurşîd-i cihân-tâba zekât-ı zer virür
Kâse-gerdân olsa şehrinde meh-i tâbân eger
Feyz-i envâr-ı kef-i zer-bahşı besdür ‘âleme
Akmaz olsa çeşme-i hurşîd-i nûr-efşân eger K. 13 / 10-11
Hurşîd esîr-i ‘aşkun olupdur eşi’adan
Boynında tavk-ı şevk ile zencîr-i zer çeker G. 163 / 2
Olur atun önünce âsmân peyk-i cihân-peymâ
Ana hurşîd tâc-ı zer hilâl-i çarh ser-mûze G. 417 / 7
c) ‘ayn: Çelebi’de göz anlamına gelen “ayn” 9 defa yer almıştır. Bunların hiçbiri “al-”
fiiliyle birlikte değildir. Bâkî’de göz anlamına gelen “ayn” 19 defa yer almıştır. Bunların 4’ü
“al-” fiiliyle birlikte yer almıştır. Bâkî, bu deyimi başka şiirlerinde de tercih etmiştir. Bu
örneklerde Bâkî’nin sıkça başvurduğu ve onun üslubunun da bir yönünü oluşturan iham-tevriye
ekseninde bir kullanım mevcuttur.
Aynına sanma gubârı ala erbâb-ı nazar
Bizi hayrân iden esrâr-ı leb-i dil-berdür G. 107 / 3
Almazın kühl-i cilâyı ‘aynuma
Hâk-pâyun tûtiyâsı hoş gelür G. 148 / 2
Gözümün kanlu yaşı devlet-i ‘aşkunda şehâ
‘Aynına almaz olupdur akışın Ceyhûnun G. 283 / 2
Almaz oldum Bâkıyâ kühl-i cilâyı ‘aynuma
Tûtiyâ-yı çeşm idelden hâk-pây-ı dil-beri G. 515 / 5
d) feth: Bu kelime Çelebi’de 14 defa yer almıştır. Benzer yapılar içinde şu iki beyitte
aynı kelimelerle birlikte görülür. Şair her iki örnekte feth kelimesini genc-i fenâ yerine genc-i
bekâ (somut-soyut) tamlamasıyla paralel kullanmıştır.
Feth-i tılısm-ı genc-i bekâ ‘Âşık andadur
Yab yab raht u bahtunı künc-i harâba çek G. 26 / 5
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1047
Tılısm-ı ejdehâ timsâlidür hüsni bozar anı
Şu kim feth-i der-i gencîne-i mülk-i bekâ ister G. 86 / 2
Bâkî’de feth kelimesi 15 defa yer almıştır. Yalnız bir beyitte söz konusu örneği
andırmaktadır:
Feth-i bâb-ı keremi her ki kapundan bilmez
İhtiyâcı eline halka-i her der hâtem K. 19 / 36
e) iksîr: Çelebi’de “iksir” kelimesi divanda başka şiirlerde tekrarlanmamıştır. Bâkî’de
“iksir” kelimesi 5 yerde geçmiştir. Bunların 4’ünde aşk ile tamlama içinde yer almıştır.
f) bâb: Çelebi’de “bâb” kelimesi gazellerde hiç kullanılmamıştır. Bâkî’de ise 3 defa yer
almıştır.
g) genc: Çelebi’de “genc” kelimesi 14 defa yer almıştır. Bunların yarısında tılısm ile
birlikte kullanılmıştır. Bâkî’de ise “genc” 15 defa yer almıştır. Bunların hiçbirinde tılısm ile
birlikte kullanım görülmez.
h) fenâ: Çelebi’de somut bir nesnenin / objenin soyut “fenâ” ile tamlama içinde
kullanıldığı yapılar vardır (bûy-ı fenâ, bahr-ı fenâ, seyl-i fenâ, delk-i fenâ, reh-i fenâ). Ayrıca
Çelebi’de bu kelime 16 defa tekrarlanmıştır. 3 yerde “fakr u fenâ”, 3 yerde “ehli” ile yer
almıştır. Bâkî’de de somut bir nesnenin / objenin soyut “fenâ” kelimesi ile tamlama içinde
kullanıldığı yapılar vardır (cûy-ı fenâ, bâd-ı fenâ, seyl-i fenâ, deşt-i fenâ, câm-ı fenâ). Ayrıca
Bâkî’de bu kelime 30 defa tekrarlanmıştır.
Beyitte yokluk iksirinin hazine kapısının açıldığından beri maddi olana önem vermeyen
ve maddeyi / varlığı simgeleyen unsurlardan uzaklaşan bir kişi anlatılmaktadır. Âşık Çelebi’nin
gazellerinde Rumelili şairlerinin mizacının özelliklerini bulmak mümkündür. Şairin gazellerinin
asıl konusunu aşk ve güzeller teşkil etmektedir. Onun aşkı genellikle cismanîdir. Fuat Köprülü
Âşık Çelebi’nin tamamıyla sûfiyâne bir ilham ile yazan vahdet-i vücûdcu şairlerin aleyhinde
bulunduğunu söylemektedir (Kılıç, ty., s. 8-9). Bâkî’nin ise sıkıntılı ve uzun bürokratik
yaşamında, şeyhülislamlığa giden yolda yaşadığı aziller, sürgün ve gözden düşmeler, uğradığı
iftiralar, kendisi etrafında oluşan dedikodu ve çekememezlikler neticesinde bir sığınma, bir
avunma vesilesi olarak değerlendirdiği veya hazır tasavvufi malzemeyi kullandığı beyitler daha
çoktur. Beyit bu yönüyle de Bâkî’ye daha yakındır.
1048* TAED 56 Hasan KAPLAN
Dördüncü beyit karakteristik kullanımlar bakımından en belirgin beyittir. Özellikle
“gözüne al-” deyimi, altın-güneş münasebeti beytin Bâkî’ye ait olabileceğini düşündürmektedir.
Bu beyitte söz konusu delillerin özellikle ilk mısrada Bâkî lehine bir karakter taşıması şiirin
müşterek gazel olma ihtimalini zayıflatmaktadır. Gazelde dört beyitte muhtevaya dair deliller,
ilk mısraların Âşık Çelebi’ye ikincilerin ise Bâkî’ye ait olduğunu düşündürürken bu beyitte tam
tersi bir kullanım vardır. Hatta beyit bütünüyle Bâkî’ye daha yakındır. Bu beyit, gazelin Âşık
Çelebi adına kayıtlı olduğu Pervâne Beg nazire mecmuasında da yer almamaktadır.
5. Beyit
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘Âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâre Bâkî ve’d-du’â
Bâkî başka bir gazelinin makta beytinde de aynı anlam doğrultusunda bir söyleyişte
bulunmuştur. Söz konusu beyitte şair bazen gazel bazen de şiir söyleyerek sevgiliye nezaket
içinde hâlini arz ettiğini söyler:
Geh şi’r ü geh gazel diyü dildâra Bâkıyâ
‘Arz iderüz nezâket ile hasb-i hâlümüz G. 207 / 5
Çelebi, “şi’r ü inşâdan” terkib-i atfîsini bir yerde daha kullanmıştır. Bilindiği gibi Âşık
Çelebi hem şair hem münşidir. Dolayısıyla bu beyitte Çelebi’nin nazım ve nesir yazmadaki
maksadının ne olduğunu öğreniriz.
Yalınuz şi’r ü inşâdan dem urmaz ‘Âşık-ı şeydâ
İder hem da’va-i fazl u kemâl u ‘ilm ü ‘irfânı K. 3 / 47
a) ‘âşık-ı bî-çâre: Çelebi’de bu tamlamanın örneği yoktur. Bâkî’nin ise başka bir
gazelinde aynı tamlama vardır.
‘Âşık-ı bî-çâreler bâr-ı belân altındadur
Derdmend üftâdeler görsen ne hâl üstindedür G. 124 / 5
b) murâd: Bâkî 19 yerde murâd kelimesini kullanmıştır. 4 yerde kelime maksat, meram,
niyet anlamındadır. Çelebi’de murâd kelimesi 11 defa kullanılmıştır. Yalnız bir yerde maksat,
meram, niyet anlamındadır.
Gazelin son beyti incelenen kelime ve terkipler doğrultusunda her iki şair için de bazı
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1049
belirleyici kullanımlar taşımaktadır. Birinci mısra Çelebi’ye yakın iken, ikinci mısra Bâkî’ye
daha yakındır. Makta beytini matla beyti ile birlikte değerlendirdiğimizde son beytin ilk
mısraının tıpkı ilk beytin ilk mısraı gibi Âşık Çelebi’ye ait olma ihtimali yüksektir. İkinci
mısralarda ilk beyti anlam olarak bütünleyen ve Bâkî tarafından söylenen bir mısra olabilir. Son
beytin ilk mısraında mahlasını kullanan Âşık Çelebi nazım ve nesir yazmadaki muradını dile
getirirken (K. 3 / 47’de de benzer söyleyiş vardır.) Bâkî de başka bir beytinde de olduğu gibi (G.
207 / 5) hâlini sevgiliye arz etmiştir.
Gazelde muhtevaya dayalı kullanımlardan elde edilen sonuç şu şekildedir: Gazelin
beşinci beyti her iki şaire de ait olabilir. Birinci ve ikinci beyit Âşık Çelebi’ye; üçüncü ve
dördüncü beyit ise Bâkî’ye yakındır. Görüldüğü gibi muhtevaya dair kullanımlar ve bazı kelime
/ kelime grubu tercihleri gazelin bütünü için tam belirleyici olamamaktadır. Hatta bu
kullanımlardan dördüncü beyti dikkate almaz ise gazele müşterek gazel dahi diyebiliriz. Zira
gazeldeki dört beytin ilk mısraları Çelebi’ye ikinci mısraları Bâkî’ye daha yakın durmaktadır.
Bu sebeple her iki şairin üslubundan hareketle gazelin kime ait olabileceği konusunda bir
inceleme yapmak gerekmektedir.
3. Üsluba Dair Deliller
Bâkî’nin sanatı ve edebî kişiliği konusunda kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:
Bâkî’nin sanatının özelliklerini üslup, dil ve hayal sisteminde toplamak mümkündür (Tolasa,
1977, s. 302). Bâkî her şeyden önce nazım tekniğine vâkıf bir şairdir. Şiirlerinde şekil
mükemmelliği, teknik kusursuzluk öncelikle belirtilmesi gereken husustur. Bâkî’nin nazım
tekniğinde kusursuz olduğunu ifade ederken bu teknik içinde vezin kullanımı özellikle
değerlendirilmelidir.
Bâkî’nin nazım tekniği yönünden başarılı olduğunu gösteren diğer bir husus da edebî
sanatları kullanmada gösterdiği başarıdır. Bâkî edebî sanatlara düşkün bir şairdir. Bâkî coşkun
ilhamlar değil, şekil üzerinde durarak şiirini ince hayaller, nükte ve tevriye başta gelmek üzere
türlü edebî sanatlarla zenginleştirmiştir (Çavuşoğlu, 1991, s. 539). Şiirlerinde farklı sanatları iç
içe kullanan şair bazı sanatlara diğerlerine göre daha fazla yer vermiştir. Bu kullanım onun
üslubu yönünden bazı önemli bilgiler vermektedir. Şair tevriye, iham, kinaye gibi sanatlara
fazlaca yer vermiştir. Bu sanatlar şiirin çağrışım gücünü artıran sanatlardır. Kelimeleri dikkatle
seçen ve mısralara yerleştiren şair, kelimelerin birkaç mana ifade etmesine önem vermiştir
(Timurtaş, 1987, s. X).
1050* TAED 56 Hasan KAPLAN
Bâkî’de üzerinde durulması gereken unsurlardan biri de ses tekrarlarıdır. Bâkî bir ses
şairidir. Manayı güzelleştirip üsluptaki ahenksizliği örtmek yerine, nazmın ahengine dikkat eden
ve sözün ilk tesirinin kulak yoluyla olacağına inanan Bâkî, mana güzelliğinden önce edayı
güzelleştirmeye çalışmıştır (Olgun, 1938, s. 52). Bu yolla divan şiirine yeni bir ses ve ahenk
getirmiştir (Doğan, 2008, s. 286; Timurtaş, 1987, s. X).
Bâkî’nin edebî kişiliği ve sanatında nazım tekniği, aruz başarısı, edebî sanatlar, ses
uyumu ve ahenk yanında etkili olan diğer bir unsur da dildir. Bâkî, şiirlerinde doğduğu şehrin
dilini, İstanbul Türkçesini kullanarak divan edebiyatına yenilik ve güzellik vermiştir (Olgun,
1938, s. 7). Onun şiirlerinde arkaik kelime ve ekler oldukça azalmıştır. Gibb, Bâkî’nin edebî
kişiliğini değerlendirirken onun şiir dilinde yaptığı değişikliğe vurgu yapar. Gibb’e göre (1999,
s. 109) Bâkî eski kelime ve şekilleri dilden uzaklaştırarak şiir dilinde yaşayan kelimelere yer
vermiştir. Muallim Naci de (2000, s. 33) aynı görüştedir. Bâkî’nin şiir dilinde şimdi eski sayılan
bazı kelime ve tabirlere yer verdiği için eleştirilemeyeceğini söyler. Faik Reşat (ty., s. 160, 165),
Bâkî’nin yaşadığı devirde mümkün olduğu kadar eskimiş kelime ve deyimleri azaltmaya ve
nazmın eski tarzını yenileştirmeye çalıştığını belirtir. Köprülü (1944, s. 248) onun dilinde bazı
eksiklikler olduğunu belirtmekle beraber eski ve çağdaşı şairlere göre dilini daha temiz ve
kusursuz bulur, dile yeni bir ahenk ve selaset getirdiğini söyler ve böylece dilini ahenk
bakımından İran örneklerine daha yakın görür. İbrahim Necmi de (1339, s. 96), Köprülü gibi
Bâkî’nin nazım diline bir güzellik ve ahenk getirdiğini vurgular. Bu yönüyle Bâkî, şiirlerinde
yaşadığı çağın dilini, hayatının büyük bir kısmını geçirdiği şehrin Türkçesini, İstanbul
Türkçesini, ahenkli bir şekilde kullanmıştır.
Bâkî’nin üslubuna dair araştırmacılar tarafından dört husus özellikle vurgulanmıştır:
Teknik kusursuzluk (aruz başarısı ve şekil mükemmelliği), edebî sanatlara düşkünlük (tevriye,
cinas, iham), ses ve söz tekrarı (ahenk), İstanbul Türkçesi. Bu yönlerden şiiri incelendiğimizde
şu sonuçlara ulaşmaktayız:
Bâkî beş beyitlik bu gazelde zihaf yapmazken 24 defa imale yapmıştır. 24 imale aruzu
başarılı kullandığı söylenen bir şair için oldukça fazladır. Ne var ki şairin başka beş beyitlik
gazellerinde de toplam imale sayısının yüksek olduğu görülmektedir. Bâkî’nin 5 beyitlik 6.
gazelinde imale sayısı 26; 89. gazelinde 25; 29. gazelinde 23; 30 ve 82. gazelinde 21’dir.
İmalelerin beyitlere göre dağılımı şu şekildedir.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1051
1. beyit: 4 imale
2. beyit: 8 imale
3. beyit: 4 imale
4. beyit: 6 imale
5. beyit: 2 imale
Burada en belirgin olan 2. beyitte yapılan 8 imaledir. Bu imalelerin bir ahenksizliğe
sebep olduğu muhakkaktır. Ancak şair 23 beytinde daha 8 kere imale yapmıştır. Bu veriler
sadece aruzdaki durumuna bakarak şiir Bâkî’ye ait değildir demeyi güçleştirmektedir.
Bâkî şiirinin ikinci yönü ses-söz tekrarları ve bu yolla sağlanan ahenktir. Bu gazelde
sistemli bir söz tekrarı yoktur. Yalnız 1 ve 3. beyitte tonlu ünsüzlerle sağlanan ses uyumu
vardır. Ayrıca gazeldeki ünsüz ses tercihleri ile Bâkî’nin tüm gazellerindeki ses kullanımı bir
paralellik arz etmemektedir. Şairin ünsüz sesleri azdan çoğa doğru kullanımı şöyledir:
6Tüm gazellerde J, P, Ç, F, C, V, Z, Ş, T, Y, G, H, S, B, K, M, D, L, R, N
Bu gazelde J, P, Ç, C, G, V, F, T, Z, H, S, K, Ş, Y, B, R, M, D, L, N
Tüm gazellerine göre bu gazelde şair, belirgin bir şekilde f, k, ş, y seslerini daha fazla, r
ve g seslerini ise daha az kullanmıştır. Şiire bu yönlerden dolayı Bâkî’nin şiiri demek güçtür.
Bâkî üslubunun üçüncü yönünü edebî sanatları başarılı bir şekilde kullanmak oluşturur.
Şair edebî sanatlardan özellikle tevriye, iham, kinaye, cinas gibi sanatlara fazlaca yer vermiştir.
Bu şiirde zikredilen sanatlardan yalnız kinaye yer almaktadır. Şair 2 ve 4. beyitlerde bu sanata
yer vermiştir.
Şiire dil yönünden bakıldığında yüzyıl içinde arkaik sayılabilecek bir kelimenin yer
almadığı görülmektedir.

6 Bâkî’nin şiirlerindeki seslerin kullanım sıklığına dair veriler şu çalışmadan alınmıştır: Hasan Kaplan (2013).
Bâkî’nin ses dünyası. Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
1052* TAED 56 Hasan KAPLAN
4. Diğer Deliller7
4.1. Mahlas Kullanımı
Bazı durumlarda şairlerin mahlas kullanımı karakteristik bir özellik taşıyabilir. Bunun
için şairin mahlasını hangi mısrada, nerede ve ne şekilde kullandığı önem arz etmektedir. Bu
yönden şiirin son beytine bakıldığında Âşık Çelebi’nin mahlasını ilk mısrada, bir tamlama
içinde, sondan bir önceki kelimede kullandığı görülmektedir. Bâkî ise mahlasını ikinci mısrada,
eksiz bir şekilde, sondan bir önceki kelimede kullanmıştır.
Âşık Çelebi, 116 gazelinin 78’inde (% 67) mahlasını ilk mısrada, 38’inde (% 33) ikinci
mısrada kullanmıştır. Başta ve sonda kullanımlar % 35 iken, mahlasın ortada kullanımı %
65’tir. Çelebi -söz konusu şiirde olduğu gibi- mahlasını 47 şiirde (% 41) oranında ilk mısrada
ortada kullanmıştır. Söz konusu şiirde mahlas tamlama içinde kullanılmıştır. Çelebi 8 defa ilk
mısrada mahlasını tamlamalı kullanmıştır. Söz konusu şiirde mahlas sondan bir önceki kelimede
kullanılmıştır. Çelebi’nin ilk mısrada mahlasını kullandığı örneklerin 13’ünde (% 17) mahlas
sondan bir önceki kelimede yer almıştır.
Bâkî, gazellerinde mahlasını 545 defa kullanmıştır. Bunların 447’si (% 82) ilk mısrada,
98’i (% 18) ikinci mısradadır. Bâkî özellikle ilk mısrada, % 67 oranında, mahlasını daha çok
başta (145 gazelde) veya sonda (156 gazelde) kullanma temayülündedir. Bâkî’nin mahlas
kullanımında görülen bir husus da mahlasını seslenme belirten “ey, yâ” gibi nida edatlarıyla
birlikte kullanmayı tercih etmesidir. Şair % 53 oranında mahlasını seslenme edatlarıyla birlikte
ve bazen de tamlama içinde kullanmıştır. Bu oranlar söz konusu şiir ile karşılaştırıldığında bir
anlam ifade etmektedir. Söz konusu şiirde Bâkî mahlasını ikinci mısrada sondan bir önceki
kelimede eksiz bir şekilde kullanmıştır. Bâkî, ikinci mısrada mahlasını yalnız 51 şiirde (% 9),
ortada kullanmıştır. Bunlardan da 5’i sondan bir önceki kelimede yer almaktadır. Bu şekildeki
kullanımların hiçbiri eksiz değildir, biri tamlama içinde dördü nida edatıyladır. Şairin mahlasını
sondan bir önceki kelimede kullandığı beş örneğin de hiçbiri söz konusu şiirin yazıldığı kalıpla
aynı değildir. Söz konusu şiirle aynı kalıpta -fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün- yazılan
gazellerdeki mahlas kullanımına bakıldığında da benzer oranlar çıkmaktadır8
. Bâkî, bu kalıpla
yazdığı 125 şiirin % 80’inde mahlasını ilk mısrada kullanmıştır. Mahlasın ikinci mısrada ortada

7 Bu bölümün 1 ve 2. başlıkları Prof. Dr. M. Fatih Köksal Bey’in dikkatleri ile açılmıştır. Bu vesileyle kendisine
teşekkür ediyorum.
8 Kalıbın söz dizimi üzerinde etkisi olabileceği düşüncesiyle kalıptaki mahlas kullanımı da dikkate alınmıştır.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1053
kullanımı ancak % 14’tür. Bâkî, 125 gazelinin % 67’sinde mahlasını nida edatlarıyla (Bâkıyâ,
Ey Bâkî) veya tamlama içinde kullanmıştır.
Yukarıda her iki şaire dair verilen oranlar çerçevesinde şiire bakıldığında, şiirin mahlas
kullanımı bakımından Bâkî’den ziyade Âşık Çelebi adına bir karakter ifade ettiği söylenebilir.
Söz konusu şiirde mahlas kullanımının Âşık Çelebi’nin diğer şiirlerine dair verilen oranlarla
anlamlı bir paralellik taşıdığı görülmektedir. Şiirde, Bâkî’nin mahlas kullanımının diğer
şiirlerine dair oranlarla ilişkisi ise zayıftır. Bu yönden bakıldığında şiirin Âşık Çelebi’ye ait
olma ihtimali daha yüksektir.
4.2. Sentaktik Yapı ve Cümle Ögeleri
Şairlerin tercih ettikleri bir kısım cümle yapıları ve bu cümleleri oluşturan ögeler bazen
karakteristik bir yapı arz edebilir. Bu gibi durumlarda şairin diğer şiirlerinde de benzer yapıların
olup olmadığı önem kazanmaktadır. Şiire bu yönden bakıldığında birinci beyitteki cümle yapısı
ve söz dizimi Âşık Çelebi lehine bir karakter arz etmektedir. Şiirin ilk mısraında görülen edilgen
yapı ile ikinci mısrada alıntıya yer verme Çelebi’nin başka bir gazelinin de ilk beytinde vardır:
Yâr işüginden dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzinü’l-elkâbu min savbi’s-semâ G. 1 / 1
Bilünür ‘âşık u ağyâr işigünde ne şekk
Ki dimişler sanemâ Ka’beyi merdâna mihek G. 20 / 1
Şiirin ikinci beytinde “Felek hâkümi sifâl-i sünbül ü reyhân ide. Hevâ-yı bûy-ı zülf-i
dil-rübâ başdan gitmeye.” şeklinde nesre çevrilebilecek bir cümle vardır. Bu cümlede fail / özne
konumunda olan kelime “felek”tir. Şair, felekten toprağını sümbül ve reyhan çiçeklerine saksı
yapmasını ister. Böylece sevgilinin zülfünün kokusunun sevdası / arzusu başından
gitmeyecektir. Beyitte görülen anlam ilişkisi ve feleğe yüklenen fail görevi Çelebi’nin iki
beytinde daha vardır. Çelebi, bunların birinde sakiye seslenerek elinden tutup onu dışarı
atmamasını ister. Bir zaman felek, sakinin elinde Çelebi’nin toprağından kadeh eyleyecektir.
Burada feleğin şairin “hâkünden sebû eylemesi” söz konusu şiirde feleğin şairin “hâkünden sifâl
etmesi” şeklinde yer almıştır. Diğer örnekte ise felek, kadeh ile şairi eş ederek güzel bir sakiye
sunup bir an onun donuk cismini baştan sona toprak eyleyecektir. Burada da feleğin şairle
ilişkisi şairi hâk eyleyip sebû ile eş kılmasıdır. Bu üç beyit arasında benzer bir anlam dünyası
vardır ve bu dünya felek-kadeh ve toprak arasında kurulmuştur.
1054* TAED 56 Hasan KAPLAN
Hâkümi ide sifâl-i sünbül ü reyhân felek
Gitmeye başdan hevâ-yı bûy-ı zülf-i dil-rübâ G. 1 / 2
Sebû ile refîkâ lutf idüp bir hûb sâkîye
Şu dem ki cism-i efsürdem felek ser-cümle hâk eyler G. 106 / 3
Elüm alup yabana atma billâhi benüm sâkî
Şu vaktin kim felek destünde hâkümden sebû eyler G. 107 / 2
Şiirin üçüncü beytinde şair “olsak” fiili ile özneyi “biz” olarak kullanırken yalnızca
kendisini kastetmiştir. Çelebi’nin diğer şiirlerinde şairin “olsak” şeklinde ve kendisini kastettiği
bir kullanımı yoktur. Bâkî’de bu şekilde bir kullanım üç yerde görülmektedir. Bunlardan
özellikle biri sentaks olarak da söz konusu beyti çağrıştırmaktadır. Söz konusu şiirde “Yemeiçme
mülkünün İskender’i olsak buna şaşılır mı? [Zira] kadehimiz âlemi gösteren bir ayna
oldu.” denmektedir. Benzer kullanımın görüldüğü başka bir şiirde Bâkî, kendisine seslenerek
şöyle demiştir: “Ey Bâkî! Bu zamanda en önde olsak buna şaşılır mı? [Zira] biz sürahi gibi
şimdi renkli edaya sahibiz (yahut cana can katmaktayız).” Burada ilk mısralardaki olsak ve buna
şaşılır mı ifadeleri ile ikinci mısralardaki I. çoğul kullanımı ortaklık göstermektedir. Bu beyitte
muhtevaya dair delillerin de daha önce Bâkî lehine bir anlam ifade ettiği söylenmişti. Aynı
gazelin ilk beytindeki anlam da söz konusu şiirdeki anlamı desteklemekte ve Bâkî lehine bir
kullanım göstermektedir. Söz konusu şiirde kadehinin âlemi gösteren ayna olduğunu söyleyen
şair, başka bir gazelinin de ilk beytinde âyîne-i ‘âlem-nümâ’ya sahip olduğunu I. çoğul ağızdan
söyler.
Mülk-i ‘ıyş u ‘işretün olsak n’ola İskenderi
Oldı elde câmımuz âyîne-i ‘âlem-nümâ G. 3 / 5
Ser-firâz olsak bu devr içre ‘aceb mi Bâkıyâ
Biz sürâhîveş bu gün rengîn edâya mâliküz G. 191 / 7
Biz ki tab’-ı pâk ü kalb-i pür-safâya mâliküz
Gûyiyâ Âyîne-i ‘âlem-nümâya mâliküz G. 191 / 1
Gazelin dördüncü beytinde her iki şair için de sentaks açısından belirleyici bir kullanım
görülmemektedir. Gazelin son beytinde ise failin doğru belirlenmesi şiirin sahibinin kim
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1055
olabileceği noktasında son derece önemlidir. İlk mısradaki “âşık-ı bî-çâre” terkibinde yer alan
“âşık” kelimesini, Âşık Çelebi’nin mahlası kabul etmemiz durumunda ilk beyitte kendisine
“âşık-ı şeydâ” diyen Çelebi’nin son beyitte ise kendisini bî-çâre olarak nitelendirdiğini
söyleyebiliriz. Bu durumda Âşık Çelebi, şiir ve nesir yazarak sevgilisine içten bağlılığını daima
bildirmekte, duasının onunla olduğunu söylemektedir. Bu şekilde bir anlamlandırmada “bâkî”
kelimesi cümlenin zarfı olup âşığın her şeyden muradının sevgili ve ona bağlılığını söylemek
olduğu genel bilgisini karşımıza çıkarmaktadır. Şayet “bâkî” kelimesini Bâkî’nin mahlası olarak
kabul edersek ilk mısrada yer alan “âşık-ı bî-çâre” ifadesi ikinci mısradaki “Bâkî” kelimesinin
yani şairin bir sıfatı olarak düşünülebilir. Ancak burada ikinci mısrada mahlasını söyleyen
Bâkî’nin kendisini bunlara dâhil ettiğinden ziyade ayrı tuttuğu gibi bir gönderim ortaya
çıkmaktadır ki bu da divan şiir geleneğinin âşık tipindeki anlatıcısına aykırı bir durum arz
etmektedir. Beyti nesre çevirdiğimiz zaman “bâkî” kelimesinin özneden ziyade zarf yönü daha
belirgin olmaktadır. İlk mısradaki isim tamlaması grubu da bu yapıyı desteklemektedir: Âşık-ı
bî-çârenün şi’r ü inşadan murâdı yâre bâkî ve’d-du’â ‘arz-ı ihlâs eylemekdür.”
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘Âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâre bâkî ve’d-du’â
4.3. Nazire Bağlamında
Nazire mecmualarında bu kafiye ve vezinde ilk şiirin -zemin şiir- Karamanlı Nizâmî
tarafından yazıldığı kayıtlıdır. Nizâmî tarafından söylenen bu şiiri birçok şair tanzir etmiştir.
Edirneli Nazmî’ye göre Karamanlı Nizâmî’nin şiirine Necâtî, Adnî, Hafî, Zâtî, Kemal Paşazâde,
Şâmî, Zülâlî, Revânî, Şem’î, Sürûrî-i Acem, Basîrî, Hızrî, Safâyî, Atâ, Visâlî, Baba Çelebi,
Nutkî, Sabâyî, Me’âlî, Remzî, Usûlî, Nûrî, Celîlî, Sehî, Hasbî, Şehdî, Kıvâmî, Zihnî, Sürûrî-i
Müderris, Kurbî, Yahyâ, Derûnî, Münîr, Fasîhî, Ferîdî, Fehmî, Harîmî, Andelîbî, Lâmi’î, Adlî,
Harfî, Enverî ve Nazmî nazire yazmıştır. Edirneli Nazmî’nin tespit ettiği nazire halkasına
bakıldığında şiirin yazıldığı andan itibaren çok fazla tanzir edildiği görülmektedir. Pervâne
Beg’in nazire mecmuasında da bu vezin ve kafiyede ilk şiirin Karamanlı Nizâmî tarafından
yazıldığı kayıtlıdır. Pervâne Beg’in mecmuasında şiiri tanzir edenlerin bir kısmı Nazmî ile
ortaktır. Pervâne Beg’in tespitine göre şiiri tanzir edenler şunlardır: Kemal Paşazâde, Derûnî,
Sürûrî-i Acem, Celîlî, Necâtî, Zâtî, Sehî, Kıvâmî, Fehmî, Harîmî, Basîrî, Sinânî, Me’âlî, Revânî,
Şem’î, Şehdî, Abdî, Hafî, Usûlî, Visâlî, Harkî, Sabâyî, Safâyî, Pertevî, Ânî, Adnî, Şâmî, Zülâlî,
Sec’î, Hüsâmî, Sürûrî, Hızrî, Enverî, Lâmi’î, Emrî, Râyî, Sâbirî, Atâ’î, Hasan Çelebi, Gurbî,
1056* TAED 56 Hasan KAPLAN
Adlî, Andelîbî, Hasan-ı Kâdî, Yahyâ, Ferîdî, Âşık Çelebi, Süvârî, Vahîdî, Azmî, Zihnî, Kıyâsî,
Cebrî, Nazmî, Firdevsî.
Bu isimler arasında inceleme konumuz olan gazel, Pervâne Beg’in kaydına göre Âşık
Çelebi tarafından yazılmıştır. Pervâne Beg’in nazire mecmuasında Bâkî’nin zemin şiir sayısı
ikidir. Bâkî’ye nazire yazılan yedi şiir vardır. Mecmuada Bâkî’nin yazdığı toplam şiir sayısı ise
185’tir (183’ü gazel). Bâkî’nin tanzir ettiği şiirlere de yer veren Pervâne Beg, söz konusu şiiri
Bâkî adına değil Âşık Çelebi adına kaydetmiştir.
Bu vezin ve kafiyede ilk şiiri yazan Nizâmî söz konusu gazelinin makta beytinde
gözyaşının adını yağmur koyduklarını söyler ve bunun da ne kadar doğru olduğunu “İsimler
gökten iner.” iktibasıyla örneklendirir. Zemin şiirde görülen bu kullanım bu şiire nazire olarak
değerlendirilen incelediğimiz gazelde de vardır. Gazelin ilk beytinde şair kendisine sevgilinin
eşiğinde çılgın âşık denildiğini söyler. Bunun doğruluğunu ispat için de “İsimler gökten iner.”
iktibasını yapar. Burada “âşık-ı şeydâ” tamlamasındaki âşık kelimesinin Nizâmî’nin örneğinde
olduğu gibi bir isme işaret ettiği düşünülürse bu durumda Âşık Çelebi’nin ilk beyitte mahlasını
kullandığına hükmolunabilir.
Yaşunun bârân komışlardur Nizâmî adını
Hak dimişler tenzîlü’l-esmâ’ü min savbi’s-semâ Nizâmî G. 1 / 9
Yâr işiginde dinildi ‘âşık-ı şeydâ bana
Hak dimişler tenzilü’l-esmâ’ü9 min-savbi’s-semâ Âşık Çelebi 1 / 1
Sentaktik yapı ve cümle ögeleri incelemesinde makta beytindeki “bâkî” kelimesi için
özneden ziyade zarf yönünün belirgin olduğu ve bu kullanım ile beyitte ilk mısrada geçen
“Âşık-ı bî-çâre” ifadesinden hareketle âşık kelimesinin Âşık Çelebi’nin mahlasını ifade ettiği
söylenmişti. Bu şekilde bir kullanım Nizâmî’nin bahsedilen şiirini tanzir eden Necâtî Bey’de de
vardır. Necâtî Bey de incelediğimiz gazeldeki gibi “bâkî” kelimesini maktada, sondan bir önceki
kelime olarak kullanmıştır. Burada da kelimenin özel isim yönünden ziyade zarf olarak
kullanımı belirgindir.
Nâmeye sıgmaz Necâtînün oransız kıssası
Gözyaşı ile kapuna arz ola bâkî mâcerâ Necâtî Bey G. 1 / 5

9
Pervâne Beg nazire mecmuasındaki nüsha farkı tercih edildi.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1057
Şi’r ü inşâdan murâdı ‘Âşık-ı bî-çârenün
‘Arz-ı ihlâs eylemekdür yâre bâkî ve’d-du’â Âşık Çelebi G. 1 / 5
Necâtî Bey’in gazelinin bir mısraını tazmin eden Cebrî mahlaslı bir şair de “bâkî”
kelimesini tazmin ettiği mısrada olduğu gibi zarf görevinde kullanmıştır:
Mâ-hazar derd-i derûnum şimdi takrir eyledüm
Gözyaşıyla kapuna arz oldı bâkî mâcerâ 161 / 4 (Gıynaş, 2014, s. 108)
4.4. Şairlerin Münasebetleri
Her iki şairin görüşüp görüşmediği konusunda yeterli malumata sahip değiliz. Ancak
Âşık Çelebi’nin 1550’de Silivri kadısı olduğunu ve birkaç yıl burada kadılık hayatını devam
ettirdiğini, ardından Piriştine’ye kadı olarak tayin edildiğini ve 1556’da Serfice’de divanını
tamamladığını biliyoruz (Aynur, 2011, s. 169). Bâkî de bir dönem Silivri’de bulunmuş ve
burada Silivri Medresesinde müderrislik vazifesini icra etmiştir. Kaynakların aktardığına göre
Bâkî 1563’te Silivri’ye tayin edilmiştir (Özcan, 1989, s. 426; Solmaz, 2009, s. 68; Açıkgöz,
1982, s. 50). Her iki şair aynı mekânda bulunmamış olsa da Âşık Çelebi tezkiresinde yer alan
bir bilgiden şairlerin birbirleri ile haberleştiklerini öğreniyoruz: “Sene tis’a ve sittîn ve tis’ami’e
(969) zi’l-hiccesinün evâhirinde cenâb-ı ma’delet-penâh Sultân Süleymân-ı merhûmun hamr
getüren gemileri İstanbul ile Galata ortasında yakmak emr itdüklerinde Bâkî Çelebi bu gazeli
diyüp üç gazel dahı fakîre irsâl itmişlerdür” (Kılıç, 2010, s. 414). Bu bilgiden hareketle Bâkî’nin
şiirlerini Âşık Çelebi’ye gönderdiği anlaşılmaktadır.
Her iki şair arasındaki diyalogun derecesini kestirmek zordur. Ancak Âşık Çelebi,
tezkiresinde Bâkî’yi uzun uzun övmüştür. 1568 yılında tamamladığı Meşâ’irü’ş-Şu’arâ adlı
tezkiresinde Âşık Çelebi, Bâkî’nin devrinin en büyük şairi olduğunu, benzeri bulunmadığını
vurgular. Bâkî’nin hem kendi devrinin hem de geçen yüzyılların en büyük şairi olduğunu, o
yetiştikten sonra diğer şairlerin adlarının silindiğini ve benzeri olmayan bir şair olarak yalnız
onun kaldığını söyler (Kılıç, 2010, s. 409). Âşık Çelebi’ye göre Bâkî’nin şiiri “muhkem ü
üstüvâr, hemvâr u pür-kâr rengîn ü çâşnîdâr; elfâzı selîs ma’nâsı nefîs, nazmı pâk ve fühûmı
sûznâk”dır (Kılıç, 2010, s. 410). Âşık Çelebi tezkiresini tamamladığında Bâkî 41-42 yaşlarında
olgun ve usta bir şair olarak kendini kabul ettirmişti.
Âşık Çelebi 1572’de vefat etmiştir. Bu sırada Bâkî İstanbul’da Eyüp Sultan
Medresesinde müderristir. Âşık Çelebi ise Üsküp’te vefat etmiştir.
1058* TAED 56 Hasan KAPLAN
Sonuç
Bu çalışmada sorulması gereken ilk soru, her iki şairin divanında yer alan söz konusu
gazelin kime ait olduğudur. İntihal olma ihtimali oldukça zayıf olan şiir her iki şairin
divanlarına nasıl girmiştir? Yalnız makta beytinde her iki şairin de mahlasının geçmesi dikkatsiz
müstensih(ler)in bir yanlışı diyerek geçiştirilebilir mi? Yoksa şiir her iki şairin bir dostluk
nişanesi olarak yazdıkları müşterek gazel midir? Bu sorular yapılan geniş incelemenin
neticesinde şöyle cevaplandırılabilir:
1. Maddi delillerden vezin ve birim sayısı, şiiri Çelebi’ye yaklaştırmaktadır. Özellikle
divan nüshalarından hareketle şiirin Çelebi’ye ait olma ihtimali oldukça yüksektir. Zira söz
konusu gazel, Bâkî hayatta iken yazılan -inceleyebildiğimiz- hiçbir nüshada yoktur. Aynı şiir
Bâkî’ye göre daha erken bir tarihte divanını tertip eden Çelebi’nin eldeki tek divan nüshasında
ve 1560 yılında yazılan Pervane Beg nazire mecmuasında Âşık Çelebi adına yer almaktadır.
2. Şiiri intihal olarak değerlendirmek oldukça güçtür. Zira diğer intihal örneklerinde
olduğu gibi mahlas değiştirip şiiri mesh ve igare ile (ç)alma yoktur. Kaldı ki ilmam ve selh gibi
lafzı yahut anlamı değiştirerek şiiri kendine ait gösterme yollarından biri de bulunmamaktadır.
Bâkî gibi büyük bir şairin ve Çelebi gibi yaşadığı dönemde birçok şair ile kişisel yakınlıklar
kurmuş bir şair ve münşinin böyle bir işe tenezzül etmeyecekleri aşikârdır.
3. Şiirde muhtevaya dair delillerin bir kısmı şiirin müşterek gazel olabileceğini
düşündürmektedir. Özellikle matlaın ilk mısraında Âşık Çelebi’nin sevgilinin eşiğinde
kendisine çılgın Âşık denildiğini söylemesi ve ikinci mısrada adeta Bâkî’nin bunu doğrulamak
amacıyla, “Doğru söylemişler, isimler gökten iner.” şeklindeki beyanı, maktaın ilk mısraında
Âşık Çelebi’nin mahlasına yer vererek nazım ve nesirden muradını söylemesi, adeta Bâkî’nin
bunu tamamlamak için ikinci mısrada bunu sevgiliye hâlini arz etmek olarak belirtmesi gazelin
müşterek bir şiir olabileceğini düşündürmektedir. Şiir müşterek gazel olarak
değerlendirildiğinde o zaman her iki şairin divanına nasıl girdiği daha kolay izah edilebilir.
Ancak şiirde dördüncü beyit güçlü bir şekilde muhteva olarak bu sıralamayı bozmakta ve şiirin
müşterek gazel olma ihtimalini azaltmaktadır. Ayrıca incelenen divan nüshalarının hiçbirinde
şiirin müşterek olabileceğine dair bir işaret yahut başlık da bulunmamaktadır10
.

10 Farklı şairlerin müşterek şiirleri üzerine birçok çalışma yapan İ. Hakkı Aksoyak (2003, s. 44; 2005, s. 92),
müşterek şiirlerin başında çoğu zaman bir ibare, bir satır veya bir paragraf hatta bir sayfa tutan başlıklar görüldüğünü
söyler. Müşterek şiir yazan şairlerin her biri yazdıkları her mısra veya beytin başına isimlerini veya isimlerinin baş
harflerini kaydederler. Böylece her mısraın hangi şaire ait olduğu bir bakıma tescil edilmiş olur. İncelenen şiirde bu
özellikler bulunmamaktadır.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1059
4. Bâkî birkaç şiirini tezkire yazarı Âşık Çelebi’ye göndermiştir. Şairin hangi şiirlerini
gönderdiğini bilmiyoruz. Çelebi, tezkiresinde yalnızca bunlardan içki yasağı ile ilgili olan bir
gazelini belirtmektedir (Kılıç, 2010, s. 414). Bu durumda şiiri Bâkî’nin yazdığı, Bâkî’nin
Çelebi’ye gönderdiği şiirlerden biri olup yanlışlıkla müstensih tarafından Çelebi’nin eldeki tek
divan nüshasına kaydedildiği iddia edilebilir. Ancak bu iddiayı zayıflatan bir unsur Çelebi’nin
tezkiresine aldığı ve Bâkî’nin gönderdiğini belirttiği şarap yasağı hakkındaki şiirin en erken
1562 yılında yazılma ihtimalidir. Zira Sultan Süleyman bu yılda şarap gemilerini Galata’da
yaktırmıştır. Şairin divanındaki 279. gazel baştan sona bu hadiseyi anlatmaktadır. Çelebi’nin
divanını 1556 yılında tertip ettiği düşünüldüğünde Bâkî’nin tezkiresini 1568 yılında
tamamlayan Çelebi’ye şiirlerini 1562’den sonra gönderdiği ortaya çıkmakta ve şiirin dikkatsiz
bir müstensih tarafından divana alınma ihtimalini oldukça azalmaktadır.
5. Şiirde üsluba dair deliller Bâkî lehine bir karakter arz etmemektedir. Bu da şiirin
Bâkî’nin kaleminden çıktığı tezini güçleştirmektedir.
6. Her iki şairin mahlas kullanımı söz konusu şiir ekseninde değerlendirildiğinde
rakamlar Âşık Çelebi adına daha belirgin sonuçlar ortaya koymaktadır.
7. Şiirdeki beyitlerin sentaks yapısı ve öge kullanımı bir beyitte Bâkî, üç beyitte Âşık
Çelebi’nin diğer şiirleri ile paralellik arz etmektedir. Yapılan incelemeleri bir tabloda gösterecek
olursak sayısal veriler eşliğinde şiirin hangi şaire yakın durduğunu belirlemek daha kolay
olacaktır.
Tablo 1: İnceleme Sonuçlarının Şairlere Göre Yüzdelik Dağılımı
İncelemeler Bâkî Âşık Çelebi
Maddi Deliller
Divan Nüshaları X
Vezin (Kalıp) X
Kafiye X
Nazım Birimi Sayısı X
Muhtevaya Dair Deliller
1. Beyit X
2. Beyit X
3. Beyit X
4. Beyit X
5. Beyit X X
Üslup X
Mahlas Kullanımı X
Sentaks ve Ögeler
1. Beyit X
2. Beyit X
3. Beyit X
4. Beyit X X
5. Beyit X
Nazire Bağlamında X
Sonuç % 27 % 73
1060* TAED 56 Hasan KAPLAN
Tabloya bakıldığı zaman şiir % 73 oranında Âşık Çelebi’ye daha yakın durmaktadır.
Daha ilk mısrada Âşık Çelebi’nin mahlasını söylemesi, son beyitte de mahlasını söyleyip nazım
ve nesir yazmadaki muradını beyan etmesi şiirin Âşık Çelebi’ye ait olma ihtimalini
artırmaktadır. Şiirin ilk ve son beyti Âşık Çelebi’nin başka şiirleri ile muhteva olarak anlamlı bir
bütünlük taşımaktadır. Şiir, mahlas kullanımı ve cümle ögeleri bakımından Âşık Çelebi’nin
diğer şiirleri ile daha belirgin ilişkiler göstermektedir. Şiirde Bâkî’nin üslubunun temel yönlerini
yansıtan özellikler tam olarak bulunmamaktadır. Bu sebeplerden dolayı şiir Bâkî’ye değil, Âşık
Çelebi’ye ait görülmektedir.
Bâkî divanının çeşitli nüshalarına farklı şairlerin şiirlerinin girdiği görülmektedir.
Nitekim Hasbî’ye ait bir gazelin Bâkî’ye ait gösterilmesi; Bâkî’ye ait gösterilen bir gazelin
Gelibolulu ‘Âlî’ye ait olduğunun ortaya konulması (Aksoyak, 2005, s. 69-82) bu şekilde
yanlışlıklar yapıldığını göstermektedir. Bizce de benzer bir yanlışlık yapılarak söz konusu gazel,
şiirin son mısraında geçen “bâkî” kelimesinden hareketle Bâki divanının çeşitli nüshalarına
gir(diril)miştir. Burada bir hususu daha belirtmekte fayda görmekteyiz: Yaptığımız çok yönlü
inceleme ve eldeki mevcut deliller bizi bu hükme götürmüştür. Başka araştırmacıların yeni
deliller ışığında şiirin kime ait olabileceği konusunda yapacağı katkılar bizi memnun edecektir.
Kaynaklar
Açıkgöz, N. (1982). Riyazu’ş-şuara Riyazî Mehmed Efendi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi,
Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Aksoyak, İ. H. (2003). Trabzonlu Emin Hilmî’nin müşterek şiirleri. TÜBAR, 14, 43-64.
Aksoyak, İ. H. (2005). Gelibolulu Mustafa ‘Âlî ve Bâkî’nin münasebetleri (Künhü’l-ahbâr ve
divanlarına göre). Osmanlı Araştırmaları Prof. Dr. Mehmed Çavuşoğlu’na Armağan -1,
25, 69-82.
Aksoyak, İ. H. (2005). Müstacabizade İsmet’in müşterek şiirleri. TÜBAR, 17, 91-99.
Aynur, H. ve Niyazioğlu, A. (2011). Âşık Çelebi ve şairler tezkiresi üzerine yazılar. İstanbul:
Koç Üniversitesi Yay.
Bahadır, S. C. (2013). Bâkî’nin Pervane Bey Mecmuası’nda yer alan yayımlanmamış gazelleri.
Turkish Studies, 8(1), 187-213.
Çavuşoğlu, M. (1991). Bâkî. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (4. cilt). İstanbul:
Diyanet Vakfı Yay., 537-540.
Dilmen, İ. N. (1339). Tarih-i Edebiyat dersleri eski edebiyatımıza seri bir nazar. İstanbul:
Matbaa-i ‘Âmire.
Doğan, M. N. (2008). Bâkî. Osmanlılar Ansiklopedisi (1. cilt). İstanbul: YKY, 284-286.
İki Şair Bir Şiir -ITAED
56* 1061
Ergun, S. N. (1935). Bakî hayatı ve şiirleri cilt I divan. İstanbul: Sühulet Kitap Yurdu.
Gıynaş, K. A. (2014). Pervâne Bey mecmuası. (I. cilt). Eskişehir Valiliği: Akademik Kitaplar.
Gibb, E. J. W. (1999). Osmanlı şiir tarihi III-V. (Çev. Ali ÇAVUŞOĞLU). Ankara: Akçağ Yay.
Faik Reşat (t.y.). Eslâf. (Haz. Şemsettin KUTLU). Tercüman 1001 Temel Eser.
İpekten, H. (1974). Karamanlı Nizâmî hayatı edebi kişiliği ve divanı. Atatürk Üniversitesi Yay.,
Ankara: Sevinç Matbaası.
Kaplan, H. (2013). Bâkî’nin ses dünyası. Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara: Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Kesik, B. (2012). Bazı şiir mecmualarından hareketle basılı divanlarda bulunmayan Bâkî
mahlaslı şiirler. Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9, 115-122.
Kesik, B. (2012). Bir yazmadan hareketle Bâkî’nin yayımlanmamış şiirleri. Turkish Studies,
7(1), 1489-1500.
Kesik, B. (2013). Bazı şiir mecmualarından hareketle basılı divanlarda bulunmayan Bâkî
mahlaslı şiirler. Turkish Studies, 8(13), 337-350.
Kılıç, F. (t.y.) Âşık Çelebi divanı. Kültür Bakanlığı E-Kitap http: / / ekitap.kulturturizm.gov.tr /
Eklenti / 10593,asikcelebidivanifilizkilicpdf.pdf?0 (erişim tarihi: 29.08.2015)
Kılıç, F. (2010). Meşâirü’ş-şu’arâ inceleme-metin. (1. cilt). İstanbul: İstanbul Araştırmaları
Enstitüsü.
Köksal, M. F. (1997). Bir kaside iki şair: Nef’î-Cevrî. Türklük Bilimi Araştırmaları, 4, 191-202.
Köksal, M. F. (2012). Edirneli Nazmî Mecma’u’n-nezâ’ir(inceleme-tenkitli metin). http: / /
ekitap.kulturturizm.gov.tr / Eklenti / 10721,edirneli-nazmi-mecmaunnezairpdf.pdf?0
(erişim tarihi: 29.08.2015)
Köksal, M. F. (2013). Bâkî’nin bilinmeyen veda gazeli ve dîvânında bulunmayan bazı şiirleri.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 10, 319-330.
Köksal, M. F. (2014). Yunus Emre Dîvânı’nın yeni bir nüshası ve Yunus’un yayımlanmamış
şiirleri. Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, 30, 161-192.
Köprülü, F. (1944). Bâkî. İslam Ansiklopedisi, (2. cilt). İstanbul: Maarif Matbaası, 243-253.
Köprülü, F. (2006). Divan edebiyatı antolojisi. (Haz. Ahmet MERMER). (2. Baskı). Ankara:
Akçağ Yay.
Küçük, S. (1994). Bâkî dîvânı. Ankara: TDK Yay.
Muallim Naci (2000). Osmanlı Şairleri. (Haz. Cemal KURNAZ). (3. Baskı). Ankara: Akçağ
Yay.
Olgun, T.(1938). Bâkî’ye dâir. İstanbul: Aydınlık Basımevi.
Özcan, A. (1989). Nev’îzâde Atâî Hadâiku’l-Hakaik fî Tekmileti’ş-Şakaik. İstanbul: Çağrı Yay.
1062* TAED 56 Hasan KAPLAN
Öztürk - Fidan, G. G. (2010). Konya Mevlana Müzesi 2095 numarada kayıtlı Mevlevilikle ilgili
bir mecmuadan hareketle Bâkî’nin yayımlanmamış bir şiiri. Dil ve Edebiyat
Araştırmaları Dergisi, 2, 95-108.
Solmaz, S. (2009). Gülşen-i Şu’arâ. Kültür Bakanlığı E-Kitap http: / / ekitap.kulturturizm.gov.tr
/ belge / 1-83501 / ahdi---gulsen-i-suara.html (erişim tarihi: 19 / 10 / 2013).
Şemsettin Sâmi (1317[1901]). Bâkî’nin eş’âr-ı müntehabesi. İstanbul: Mahmud Beg Matbaası.
Tarlan, A. N. (1997). Necati Beg divanı. İstanbul: MEB Yay.
Taş, H. (2010). Bâkî’nin Dîvân’da bulunmayan bir gazeli ve Feyzî’nin naziresi. Dil ve Edebiyat
Araştırmaları Dergisi, 1, 181-192.
Tavukçu, O. K. (2004). Yunus şiirlerini ayırt etmeye yönelik bazı tespitler. Journal of Turkish
Studıes Kaf Dağının Ötesine Varmak Günay Kut Armağanı IV, 28 / II, 59-84.
Timurtaş, F. K. (1987). Bâkî Dîvânı’ndan seçmeler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.
Tolasa, H. (1977). Bâkî. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi. (1. cilt). İstanbul: Dergâh Yay.,
300-303.
Yılmaz, O. (2008). Metin te’sisinde şiir mecmualarının katkısına bir örnek: Süleymaniye
Kütüphanesi Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu 5214 numaralı mecmua ve muhtevası.
Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 1, 255-280.
Zülfe, Ö. (2006). Yahya Bey’in bir gazeline Bâkî’nin iki tahmisi. Ayla Demiroğlu Kitabı. (Ed.
Adem CEYHAN). İstanbul: Kutup Yıldızı Yay., 413-418.

Konular