MEVLÂNÂ’NIN İLMÎ-MANEVÎ ŞAHSİYETİNİN OLUŞUMUNDA ŞEMS’TEN ÖNCEKİ DÖNEMİN ROLÜ

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
2016/2, c. 15, sayı: 30, ss. 507-525
Geliş Tarihi 15.10.2016 Kabul Tarihi 30.12.2016
MEVLÂNÂ’NIN İLMÎ-MANEVÎ ŞAHSİYETİNİN OLUŞUMUNDA
ŞEMS’TEN ÖNCEKİ DÖNEMİN ROLÜ
İdris TÜRK*
Özet:
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin hayatı, çocukluğundan itibaren bir arayış ve çaba içerisinde geç-
miştir. Öyle ki bu gayreti sonucunda o, henüz genç yaşında devrinin önemli bir alimi olmuştur.
Şems-i Tebrizî ile tanışmasından sonra ise iç dünyasında büyük bir değişim yaşamıştır. Mevlânâ,
Şems’in kişiliğinde kendisini; kendinde de Rabbi’ni bulmuştur. Bununla birlikte Mevlânâ’nın
ilmî-manevî şahsiyetinin oluşumunda, Şems’in manevî dokunuşu kadar Şems öncesi dönemin de
rolü büyüktür. Zira Mevlânâ, içinde yaşadığı dönemin ve çevrenin kendi üzerindeki etkisini henüz
Belh’te hissetmeye başlamıştır. Babası Sultânu’l-Ulemâ Bahâeddin Veled’in önemli bir alim olması
ve göç süresince gittikleri her yerde hürmetle karşılanması, Mevlânâ’nın, o dönemin önemli
isimlerinden etkilenmesini sağlamıştır. Babasının sağlığında iken ulaştığı ilmi mertebeye, Seyyid
Burhâneddin’in öğrettiği ledün ilmi de eklenince o, tasavvufî anlamda da derinlik kazanmıştır. Bu
sürecin sonunda karşılaştığı Şems ise Mevlânâ’yı ateşleyen kıvılcım olmuştur.
Anahtar kelimeler: Mevlânâ, Göç, Bahâeddin Veled, Medrese, Seyyid Burhaneddin.
The Effect of the Pre-period of Shams on Mawlana’s Scientific and Spiritual
Personality Formation
Abstract:
Mawlana Jalaladdin Rumi had lived in the guest and effort throughout his life. Thanks to this effort
he was the one of the great scholars in his era. After meeting with Shams Tabrizi some changes
took place in his inner world. Mawlana found himself in the personality of Shams and his Lord in
his own personality. Besides that Mawlana’s previous life from Shams as important as Sham’s
touch in his development of scientific-spiritual personality. Because, Mawlana had started to be
effected by his environment and era since the years of Balkh. Mawlana’s father Sultânu’l-Ulemâ
(Sultan of Scholars) Bahâeddin Veled was a great scholar and he was being wellcomed respectfully
anywhere he went during the migration. So, Mawlana met great scholars and was effected
by them. His knowledge level he reached in his fathers’ health increased thanks to Seyyid Burhaneddin.
He taught him Islamic myscticism. So, Mawlana had a mystic depth. Shams he met at
the end of this process was a spark that burnt Mawlana.
Key Words: Mawlana, Migration, Bahâeddin Veled, Madrasah, Seyyid Burhaneddin.
* Yrd. Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
508 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Giriş
Tarihî seyir içerisinde, önemli şahsiyetlerin bazıları, kendi devirlerinde tanınıp
sonradan unutulan insanlardır. Diğer bir kısmı, kendi dönemlerinde pek
bilinmezken kıymetleri sonradan anlaşılan ve daha iyi tanınan kimselerdir.
Kimileri de vardır ki onlar hem hayatlarında sevilmiş hem de vefatlarından
sonra büyük saygı görmüş ve tarihe mal olmuş kişilerdir. Mevlânâ Celâleddîn
Rûmî, bu üçüncü gruptandır. O, hem kendi döneminde, hem de kendisinden
sonra yaşayanlar üzerinde derin bir etki bırakmıştır.1
Bu etki, bugün de
artarak devam etmektedir.
Örneğin, günümüzde Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden yapılan seçmelerin
çok satması dikkat çekicidir. Coleman Bark’ın İngilizce olarak hazırladığı
Mesnevî Güldeste’si, bestseller olarak satış rekorları kırmıştır. Bu ve benzeri
örneklerden yola çıkarak; Mevlânâ’nın, günümüz insanının manevî ihtiyacına
cevap vermede dahi önemli bir rolü olduğunu söylemek mümkündür.2
İnsanı, aslına yaklaştırmak için pek çok formül sunan Mevlânâ,
Mesnevî’nin başında, sazlıktan ayrı düşen ney metaforuyla, öğretisinin
başında insanlığın ayrılık çığlığını, büyük bir titizlikle atmıştır. Madde
bataklığına batıp aslından uzaklaşarak ayrılıklardan şikâyet eden modern
insana yönelik Mesnevî reçetesi, bugün hala önemini korumaktadır. Batıda
bulunan çok sayıdaki Rumi Merkezi, bu arayışın bir mahsulüdür.3
Mevlânâ’nın, çağlar ötesine ulaşan bir kişilik haline gelmesini sağlayan
etkenler oldukça fazladır. Bu çalışmada, bu etkenlerden, O’nun gençlik
yıllarına tekabül edenleri özetlemek çabasında olacağız. Bununla birlikte
Mevlânâ’nın büyüklüğünü anlamada, yaşadığı dönemin şartlarını bilmek de
büyük önem arz eder. Zira onun yaşadığı dönemde (13. yüzyıl), genelde Asya
ve Avrupa, özelde Anadolu ve İslâm dünyası, büyük zorluklarla mücadele
halindeydi. Bu yüzyıl, tasavvufî ifadesiyle, celâl ve cemâl tecellilerinin
birbirini kovaladığı bir dönemdi. Batıdan gelen Haçlı istilaları, Anadolu
ve İslâm dünyasını kasıp kavurmuştu. Yine aynı yüzyılda doğudan gelen
Moğollar, İslâm dünyasında neredeyse taş üstünde taş bırakmamıştı. Anadolu
Selçukluları’nın taht kavgaları ve ardından Amasya ve civarında meydana
gelen Bâbâî isyanı, halkı iyice ümitsizliğe sevk etmişti.4
1 Hasan Kâmil Yılmaz, “Mevlânâ ve Mesajı”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl,
8, sayı: 20, Mevlânâ’ya Armağan Sayısı, ss. 13-19), Ankara 2007, s. 13.
2 Ethem Cebecioğlu, “Hz. Mevlânâ Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Tasavvuf İlmî ve Akademik
Araştırma Dergisi, Yıl, 8, sayı: 20, Mevlânâ’ya Armağan Sayısı, ss. 7-12), Ankara 2007, s. 8.
3 Ethem Cebecioğlu, “Hz. Mevlânâ Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, s. 9.
4 Hasan Kâmil Yılmaz, “Mevlânâ ve Mesajı”, s. 13.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 509
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Mevlânâ’nın yaşadığı bu yüzyıl; Anadolu’nun, medeniyetler savaşı ile
savrulduğu, fitne ve sıkıntılarla kavrulduğu bir yüzyıldı. Mevlânâ, böyle
bir asırda doğdu, büyüdü ve yaşadı. İnsanların çilesini, yorgun yüzünü ve
umutsuz duygularını gördü. Eserlerini ve özellikle Mesnevî’yi, böyle bir
ortamda yazdı. O, böyle bir zamanda yorgun gönülleri ihya etti ve ümitsiz
zihinleri harekete geçirdi.5
Mevlânâ’nın ilmî ve manevî şahsiyetinin oluşumunda, başta içinde
yetiştiği ailenin, yaşadığı her anın, faydalandığı her İslâm büyüğünün katkısı
büyüktür. O, içinde yaşadığı yüzyılın ve muhitin sosyal ve kültürel izlerini
daha Belh’te duymaya başlamıştır.6
Buna, kendisindeki bitmek tükenmek
bilmeyen arayış, aşk ve heyecan eklendiğinde ortaya ilimde derinleşmiş bir
âlim; birikimini paylaşarak insanlara rehberlik eden bir vaiz; tefekkür seviyesi
yüksek bir mütefekkir; aşk kanatlarıyla arşa yükselme çabasında olan bir âşık
ve nihayet vecdinin ürünü eserleri olan bir şairin aynı bünyede toplandığını
görüyoruz.7
1. Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Eğitiminde Çocukluk Yıllarının Rolü
Mevlânâ, 6 Rebiyü’l-evvel 604 (30 Eylül 1207) tarihinde8
, İslâm kültür ve
medeniyet tarihinde önemli bir yere sahip olan ve bugün Afganistan sınırları
içerisinde bulunan9
, Belh’te dünyaya gelmiştir. Lakabı Celâleddin’dir.
“Efendimiz” anlamındaki -ulemaya verilen- “Mevlânâ” unvanı, onu yüceltmek
maksadıyla söylenmiştir. “Sultan” manasına gelen Farsça “Hudavendigar”
unvanı ise kendisine babası tarafından verilmiştir. Ayrıca doğduğu şehre
5 Hasan Kâmil Yılmaz, “Mevlânâ ve Mesajı”, s. 13-14.
6 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, NKM Yayınları, İstanbul 2010, s. 31.
7 Detaylı bilgi için bk. Ali Nihat Tarlan, “Mevlâna’nın Dünyası”, Mevlâna’nın Düşünce Dünyasından,
(133-139), Derleyen: Nuri Şimşekler, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Yayınları,
Konya 2005; Mevlânâ gibi bir dâhinin dehasının kaynağını nerede aramak gerekir?
Onda hikmet var, ahlâk var, din var, sanat var. Bunlardan hangisi Mevlânâ’nın ruhunda
yanan volkanın mihrakıdır? Bazıları onu sanatkâr olarak, bazıları tasavvufçu olarak, bazıları
da dindarlarla eğlenen birisi olarak tetkik etmektedir. Ancak Mevlânâ için sanat, bir
araçtır. Onun sema‘ı, vecdi elde etmek için değildir; bilakis vecdin eseridir. Gerçek şu ki
Mevlânâ’nın şahsiyeti hangi cephesiyle alınırsa alınsın o bir din adamıdır. Bunu çocuklu-
ğundan itibaren içerisinde bulunduğu çevre, aldığı eğitim ve hayat tarzından da izlemek
mümkündür. Nurettin Topçu, İslâm ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Yayınları, İstanbul
2014, ss. 124-126.
8 Ahmet Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn (Ariflerin Menkıbeleri), Çev.: Tahsin Yazıcı, Kabalacı Yayınları,
İstanbul 2011, s. 117; Feridun b. Ahmed-i Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, çev.:
Tahsin Yazıcı, Pinhan Yayıncılık İstanbul 2011, s. 41.
9 Emine Yeniterzi Mevlâna Celâleddin Rûmî, (Jalâl al-Dîn ar-Rûmî, A Muslim Saint, Mystic and
Poet), Translator: A. Bülent Baloğlu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000, s. 9.
510 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
nisbetle “Belhî” olarak anıldığı gibi hayatını geçirdiği Anadolu’ya nispetle
“Rûmî, Mevlana-i Rûm, Mevlana-i Rûmî” ve müderrisliği sebebiyle “Molla
Hünkar ve Molla-yı Rûm” gibi unvanlarla da zikredilmektedir.10
Mevlânâ’nın annesi, Mâder-i Sultan diye anılan ve Karaman’da medfun
olan Mü’mine Hatun’dur.11 Babası Belhli Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin’in oğlu
Bahâeddîn Veled’dir.12 İlim ve irfanından dolayı “Sultânu’l-Ulemâ” lakabı ile
anılan Bahâeddin Veled’in, bütün ataları alim ve müfti idiler. Tasavvuftaki
nispeti Ahmed Gazâlî’ye erişen Bahâeddin Veled, zahirî ve batınî ilimlerde
eşi ve benzeri olmayan bir zattı. Pek çok riyazeti, sayısız mücâhedesi, takva ve
vera‘ı ile herkes tarafından sevilirdi. Belh’te yerleşmişti. Ancak Horasan’ın en
uzak yerlerinden kendisine fetva için başvurulurdu. Her gün sabah erkenden
öğle vaktine kadar halka ders verir, ikindi vaktinden sonra ise arkadaşları
ve hizmetinde bulunanlara ilâhî hakikatleri anlatırdı. Sultan Alâeddin
Muhammed Hârizmşah, onun müritlerindendi. Bununla birlikte onun geçimi
beytülmalden aldığı maaşa dayanmaktaydı. Vakıftan asla bir şeye tasarruf
etmezdi.13 Babasının; İslâm’ın takva anlayışının sistemleştiği tasavvufa
mensubiyeti, Mevlânâ’nın saf ruhunda, bu sistemin tohumlarının atılmasını
sağlamıştır.14
Celâleddîn, babasını büyük şeref sahibi bir kişi olarak; annesini de büyük
bir sevgi sıcaklığı taşıyan, feragat sahibi biri olarak görüyordu. Babasından, o
zamanın ilmini öğrendi; onu, konuşurken ve davranırken izleyerek belirgin
kişilik özelliklerini geliştirdi. Ayrıca halk, böyle mütemayiz bir ailenin örnek
bir hayat ortaya koymasını ve toplumsal değerleri yaymasını bekliyordu. Bu
sebeple başlangıçtan itibaren insanlar ona saygı besliyorlardı. Mevlânâ ileride
önemli bir manevî lider olunca bu saygı da giderek arttı.15
Mevlânâ’nın, çocukluğunun ilk çağından orta yaşlılığına kadar sohbeti,
Seyyid Burhaneddin Muhakkik Tirmizî ile olmuştur. Seyyid Burhaneddin,
Mevlânâ’ya, bilinen ilimleri ve –parmakla gösterilecek kadar hâkim
olduğu- lügat, Arap dili ve edebî sanatlara ait bilgileri öğrettikten sonra,
10 Reşat Öngören, “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, D.İ.A, c. XXIX, T.D.V. Yayınları, İstanbul
2001, s. 441.
11 Abdüllbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin, Hayatı, Eserleri, Felsefesi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul
1999, s. 44.
12 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 23.
13 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, ss. 23-25.
14 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, s. 31.
15 A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Kişilik Çö-
zümlemesi, çev.: Bekir Demirkol-İbrahim Özdemir, Kitâbiyât, Ankara 2000, s. 37.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 511
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
şeyhi Bahâeddin Veled’den keşfetmiş olduğu ledün ilmini, ilahi bilgileri ve
hakikatleri telkin etmiştir.16
Seyyid, aslında Mevlânâ’nın küçüklüğünde lalası ve mürebbisi idi. Bu
dönem Mevlânâ ile Seyyid’in hoca-talebe ilişkisinin birinci aşamasıdır. Seyyid
Burhaneddin’in, Sultânu’l-Ulema’nın vefatından bir yıl sonra Konya’ya
gelmesi ile başlayan süreç ise ikinci aşama olarak değerlendirilebilir.
Mevlânâ, ikinci dönemde dokuz yıl boyunca Seyyid’den tasavvufî hakikatleri
öğrenmiştir.17
Burada dikkatleri çeken bir husus da Mevlânâ’nın ilk hocası konumundaki
babasının ve onun vefatından sonra manevî eğitimin üstlenen halifesi Seyyid
Burhaneddin’in, Kübreviyye Tarikatı’na mensup bulunmasıdır. Bu durum,
Kübreviyye ekolünün, Mevlânâ’nın üzerindeki etkisi hakkında ipucu verir.18
Yetiştiği dönem ve çevrede tasavvufa verilen önem19 ve babasının
yukarıda zikredilen vasıfları haiz olması; Mevlânâ’yı, ilmî ve tasavvufî
anlamda, çağlar ötesi bir şöhrete hazırlayan ilk unsurlardır. Kaynaklarda,
onun henüz küçük bir çocukken bile ne kadar ulvî amaçlar peşinde olduğunu
nakleden rivayetler çoktur:
Mevlânâ’nın çocukluk dönemine ait Eflâkî’de şöyle bir menkıbe anlatılır:
Mevlânâ Celâleddîn, Belh’te henüz altı yaşında iken evlerin damlarında
dolaşır ve daima Kur’an okurdu. Belh’in büyüklerinin erkek çocukları da
cuma günleri namaz vaktine kadar onunla vakit geçirirlerdi.
Bir gün çocuklardan birisi, diğerine, “Gel de bu damdan diğer dama
atlayalım” der ve bu konuda bahse tutuşurlar. Mevlânâ, dudak altından
gülümseyerek; “Ey kardeşler! Bu türlü hareketleri kediler, köpekler ve diğer
canlılar yapar. Yüceltilmiş insanın böyle şeylerle uğraşması yazık olmaz mı?
Eğer ruhanî kuvvetiniz ve candan isteğiniz varsa, geliniz göklere uçalım
ve Melekût âleminin menzillerini dolaşalım” der ve hemen o anda gözden
kaybolur. Çocuklar bu durum karşısında çığlık atarlar. Bu hali halk da
öğrenir. Bir süre sonra Celâleddin’in rengi uçmuş, vücudunda bir değişme
olduğu halde tekrar döner. Bütün çocuklar yüzlerini onun toprağına sürüp
ona mürit olurlar. Mevlânâ onlara, yeşiller giymiş bir topluluğun kendisini
16 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 42.
17 Bk. Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 141-142; Abdüllbâki Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin,
s. 46.
18 Osman Nuri Küçük, Mevlânâ’da Benliğin Dönüşümü: Sülûk, Ankara Üniversitesi Temel İslâm
Bilimleri (Tasavvuf) Doktora Tezi, Ankara 2007, s. 19.
19 Mehmet Demirci, Mevlânâ ve Mevlevî Kültürü, H Yayınları, İstanbul 2008, s. 16.
512 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
aldığını, feleklerin tabakaları ve göklerin burçları arasında dolaştırdığını,
ruhlar âleminin görülmemiş şeylerini kendisine gösterdiğini, çocukların
çığlığı üzerine de onu aynı yere geri getirdiklerini söyler. Menkıbenin
sonunda Eflâkî, Mevlânâ’nın o yaşlarda üç-dört, bazen de yedi günde bir
yemek yediğini nakleder.20
2. Göç’ün Mevlânâ Üzerindeki Etkisi
Sultânu’l-Ulema Bahâeddin Veled, birtakım fikir ve inanç ayrılıkları yüzünden
Belh’ten göç etmiştir.21 Eflâkî, göç için üç yüz deve yükü değerli kitap,
dostların ev eşyası, yol azığı ve onları taşıyacak hayvanların hazırlanmasından
bahseder. Yolda Sultânu’l-Ulemâ’ya, kırk olgun müftü ve zâhit eşlik etmiştir.22
Sipehsâlâr ise bu sayıyı “kendisine inananlardan, mürit ve öğrencilerden üç
yüz kişi” şeklinde nakleder.23
Göçün tarihi ile ilgili kesin bir bilgi mevcut değildir. Bununla birlikte
Mevlânâ’nın bu dönemde ya küçük bir çocuk yahut henüz çok genç olduğu
kesindir.24
20 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 117-118; Ayrıca bkz. Abdurrahman Câmî, Nefehâtü’l-Üns (Evliya
Menkıbeleri), Çev.: Lâmiî Çelebi, Haz.: Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Marifet Yayınları,
İstanbul 2005, s. 634, Menkıbelerde anlatılan olaylar harikulade niteliktedir. Ancak menkıbelerde,
gerçek kişilerden bahsedilir. Bu yönüyle onlar, aslında bazı tarihî şahıs ve olaylara
da ışık tutarlar. Kaldı ki menkıbeler sıradan kişiler değil, önemli şahsiyetler hakkında
bilgi veren rivayetlerdir. İlber Ortaylı’nın menkıbelerle alakalı şu tespiti dikkat çekicidir:
“Menkıbenin ecnebi dillerdeki karşılığı legende’dır. Bu iki kelimenin dışında da bunun yerini tutacak
başka bir terim olduğunu zannetmiyorum. Yani menkıbe’nin öztürkçesi yoktur, öztürkçe kullanılan
kelimeler menkıbe karşılığı değildir. Ona dikkatinizi çekerim. Çünkü menkıbeden bizim anladığımız
şey, aslında belirgin ölçüde tarihî realiteye ayaklarını uzatmış siyasal nedenlerle veya bazen doğ-
rudan doğruya edebi imaj dolayısıyla dallanıp budaklandırılmış, bir proza nesir olmasıdır. Bunun
üzerinde ısrarla durmak gerekmektedir. Menkıbenin reel ayağı vardır. Olmayan bir olay üzerine
kaleme alınmamıştır. Fakat bunun uzantıları doğrudan doğruya bir ideolojik nedene, bir siyasal formül
olarak ortaya konmaya dayanmaktadır veya doğrudan doğruya insanların edebî imaj, edebî yaratıcılık
ihtiyacına cevap vermektedir.” İlber Ortaylı, “Menkıbe”, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu
Efsaneler ve Gerçekler Tartışma/Panel Bildirileri, ss. 11-22, İmge Kitabevi, İstanbul 2000, s. 11,
Bu değerlendirmenin önemi, yazarın tarihçi kimliği göz önünde bulundurulduğunda daha
da artmaktadır.
21 Göçün sebepleriyle ilgili bkz. Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, Ötüken Neşriyat,
İstanbul 2013, s. 33
22 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 72.
23 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 27.
24 Göçün tarihi ile ilgili farklı rivayetler için bk. Bediüzzaman Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin,
Çev.: Feridun Nafiz Uzluk, Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya
2005, ss. 59-61; Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 34; M. Nazif Şahinoğlu,
“Bahâeddin Veled”, D.İ.A. c. IV, İstanbul 1991, ss. 460-461.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 513
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Bahâeddin Veled ve beraberindekiler, Belh’ten çıkıp yola koyulduklarında,
yollarının üzerinde bulunan ülke ve kalelerin ahalisi, bir günlük mesafeden
onları karşılıyor ve mükemmel bir şekilde ağırlıyordu.25
Göç kervanının ilk önemli durağı, Nişabur şehri oldu. Burası da Belh
gibi dönemin mühim irfan merkezlerinden biri idi. Üstelik burada Sultânu’lUlemâ’nın
pîrdaşı Ferîdüddîn Attâr (v. 618/1221) yaşıyordu. O da Bahâeddin
Veled gibi Necmüddîn Kübrâ’nın (v. 618/1221) ileri gelen halifelerindendi.
Attâr, Sultânu’l-Ulemâ’nın Nişabur’u teşrif ettiğini duyar duymaz konakladığı
yere geldi. Bu buluşmada Ferîdüddin Attâr; Celâleddin Muhammed’in
manevi büyüklüğünü sezmiş ve babasına, “Umarım ki senin bu oğlunun,
yakın zamanda âlemde ilahî aşkla yanacak, gönüllere ateş salacak” demişti.
Sonra da henüz ilk gençlik çağında bulunan, aşkla tutuşan gönüllere ateş
salacak ve ilahî sırlara aşinâ olacak delikanlıya “Esrarnâme” isimli kitabını
hediye etti. Mevlânâ da onu her daim yanında bulundurdu ve ondan çok
etkilendi. Yıllar sonra Mesnevî’sine, Esrarnâme’den hikâyeler aldı. Bazen de
Attâr’a olan hürmetini dile getirdi.26
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Mesnevî’sinde Attâr tesiri; gerek üslubun
tekellüfsüzlüğünde, gerek beyitlerin sürat ve heyecan içinde yazılmış olması
şeklinde, gerek eserin bir çağrışım suretiyle kaleme alınmasında, yine bir
konudan diğer bir konuya geçerek başladığı bir hikâyenin arasına uzun
öğütler sıralaması tarzında, bariz bir şekilde kendini göstermektedir.27
İkinci durakları olacak Bağdat’a yönelen kafileye, Bağdat yakınlarında
muhafızlar, hangi kavimden olup nereden geldiklerini sorarlar. Bahâ Veled
onlara, “Allah’tan geldik ve O’na gidiyoruz. Allah’tan başka kimsede kuvvet
ve kudret yoktur. Biz mekânsızlıktan gelip mekânsızlığa gidiyoruz.” şeklinde
25 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 72.
26 Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 634; Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, ss. 34-35; Asaf Hâ-
let Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Hece Yayınları, Ankara 2006, s. 28; Mevlânâ’nın eserlerinde,
Hakîm Senâî-Attâr- Mevlana Celaleddin Rûmî silsilesi çıkmaktadır. Bu silsile temsilcilerinin
eserlerinin gerek muhtevasında gerekse şeklinde bir iletişim açıkça görülür. Bu silsilede,
kısa hikâyecilik, esası oluşturmaktadır. Bu üç mutasavvıf şairde, duygu ve düşünceyi
kısa hikâyelerle ortaya koyma, bir üslup ve bir anlatım şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bazı eserlerinde bu kısa hikâyeler, çerçeve hikâyelerle bir daire, bir çember içine alınarak
konu bütünlüğü sağlanır. Görüldüğü üzere, kısa ve çerçeve hikâyecilikte, Attar ile Mevlana
ilişkisi açıktır. Bu ilişki, Mevlana’nın düşüncesinde Attâr tesirini doğrulamaktadır. Mevlana
da bu etkiyi özellikle belirtmiştir. İrfan sahibi şairlerin en büyüklerinden olan Mevlâna,
Attâr’ı büyük bilmiş, kendisini onun yanında küçük görmüştür. Gönül Ayan, “Attâr EsrârNâme’si
ve Mevlânâ”, Selçuk Üniversitesi II. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi Tebliğler Kitabı,
(200-195), Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1990, ss. 196-197.
27 Gönül Ayan, “Attâr Esrâr-Nâme’si ve Mevlânâ”, s. 199.
514 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
bir cevap verir. Horasan’dan çoğu bilgin ve faziletli kişilerin oluşturduğu bu
topluluktan halifeye bahsedilince, halife şaşırır. Zamanın şeyhlerinin şeyhi
Şihâbeddîn Sühreverdî’ye (v. 632/1234), birini gönderir ve ondan sarayda
bulunmasını ister. Sühreverdî ise bu sözü söyleyen kimsenin ancak Belhli
Bahâeddin Veled olabileceğini tahmin eder.
Bağdat’ın uluları ve küçükleri, şeyh ile birlikte, tam bir aşk ve heyecanla
Bahâ Veled’i karşılamaya giderler. Karşılamadan sonra Sühreverdî, Bahâ
Veled’i ve beraberindekileri kendi dergâhına götürmek ister. Sultânu’lUlemâ,
“İmamlara medrese daha uygundur!” diyerek bu teklifi kabul etmez
ve bir medreseye gider. Bu kez Sühreverdî, kendisine eşlik ederek ona büyük
iltifatta bulunur. Bağdat’ta halifenin de yüklü hediyeler göndererek kendisini
davet ettiği Bahâ Veled bu ikramları da kabul etmez. Halife, kendisini cuma
vaazı esnasında görecek ve bu vaazdan camiyi dolduran halk gibi o da mest
olacaktır.28
Bu davranış kalıpları ve eşsiz hareketler, Mevlânâ açısından önemli
örneklerdir. O, zaten başından beri babasının kendisine sunduğu ilmî ve
manevî yönlendirilme ile yetişmekteydi. Buna, Ferîdüddin Attâr, Sühreverdî
ve Muhyiddin İbnü›l-Arabi (v. 638/1239) gibi dönemin en büyük isimleri
ile olan temasları da eklenince kısa sürede büyük bir şahsiyetin yetişmesini
anlamak daha da kolaylaşmaktadır. Mevlânâ’nın göç esnasında İbn. Arabi (v.
638/1239) ile karşılaşması ise şu şekilde gerçekleşmiştir:
Kafile, Bağdat’ta üç gün kaldı. Daha sonra Kûfe üzerinden Ka‘be’ye
hareket etti. Hac görevinden sonra dönüşte Şama uğradı.29 Orada Şeyh-i Ekber
Muhyiddin Ibnü’l-Arabi (v. 638/1239) ile görüştüler. Şeyh-i Ekber, bu esnada,
Sultanü’l-Ulema’nın arkasında yürüyen Mevlânâ’ya bakarak : “Sübhânallah!
Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor!” demiştir.30
Şam’dan kısa süre içerisinde ayrılan kafile, kısa bir süre için Halep’te
konaklayarak Malatya’ya geldi. Sonra da o zaman Mengücekoğulları’nın
başkenti, Erzincan’a ulaştı. Mengücek Sultanı Fahruddin Behramşah ve karısı
İsmetî Hatun, onları Erzincan yakınlarındaki Akşehir kasabasında karşıladı.
Kendilerini sarayda misafir etmek istedi. Ancak onlar geleneği bozmadılar
ve medresede kalmayı tercih ettiler.31 Kafile burada, bir yılı aşkın bir süre,
28 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 74.
29 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 77; Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 29.
30 http://www.mevlana.org.tr/index.php/mevlevilik/mevlana; Erişim Tarihi: 17.05.2016.
31 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 36.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 515
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
kralın hanımının yaptırdığı hangâhta kaldı. Ancak sonra buradan da Rûm’a
hareket devam etti.32 Mevlânâ Câmî, kafilenin Erzincan’da dört yıl kaldığını
nakleder.33
Kafile, Konya’ya bağlı Lârende (Karaman) şehrine ulaştığında onları
Sultan Alâeddin’in naiplerinden Emir Musa karşıladı. Burada da önceki
duraklarda yaşananlar tekrar etti. Yine şehir halkı karşılamada hazır bulundu.
Yine Bahâ Veled saraya davet edildi ve o yine medresede kalmayı tercih etti.
Bunun üzerine Emir Musa, şehrin ortasına Sultânu’l-Ulemâ için bir medrese
inşa etti. Bu medresede en az yedi yıl kaldıkları ve Mevlânâ Celâleddin’in
burada ergenlik çağına girdiği rivayet edilir.34
Bilginlerin sultanı, Larende’den memnundu. Emir Musa ve halk, bu
büyük veliyi seviyordu. Vaazları, halk için feyiz kaynağı oluyordu.
Bu sıralarda Mevlânâ Celâledddin, genç ama çok bilgili bir derviş
olarak, babasının derslerine devam ediyor, vaazlarını da kaçırmıyordu. Diğer
alimlerin eserlerini de okuyor, bilgisini derinleştiriyordu.35
Ailenin birkaç yıl süren seyahatleri, Celâleddîn’in aydınlanmasına büyük
ölçüde katkıda bulundu. O dönemler henüz ergenliğini yaşayan bir delikanlı
olduğu için gördükleri ve yaşadıklarından en çok yararlanabilecek çağındaydı.
Aslında o, yeni ve manevî bir yeniden doğuş dönemine giriyordu.36
Hiç silinmemek üzere kendisine nakşedilen göç olayına ilaveten,
Moğol istilası korkusunun sosyal hayattaki tedirginliğinin ondaki akisleri,
Mevlânâ’nın çok erken yaşlarda, büyük olaylarla duygulanan, içlenen bir
gönül sahibi olmasını sağlamıştır.37 Çocukluğundan başlayarak, içinde
yaşadığı toplumun fikir hareketlerinin ruhunda bıraktığı izler, ömrünün son
döneminde kaleme aldığı Mesnevî’de bile kendini göstermektedir.38
Mevlânâ, bunlara ek olarak, babasıyla birlikte olduğundan –yukarıda
bir kısmının isminden de bahsedilen- çağının önde gelen manevî liderleriyle
görüşme ayrıcalığına sahipti.39
32 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 29; Ayrıca bk. Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 80.
33 Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 632.
34 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 81.
35 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 37.
36 A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, s. 37.
37 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, s. 32.
38 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, s. 35.
39 A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, s. 37.
516 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Mevlânâ, Larende’de iken saygın bir kişi olan Semerkantlı Hoca
Şerefeddin Lâlâ’nın kızı Gevher Hatun ile evlenmiştir. Mevlânâ evlendiğinde
18 yaşında idi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin dünyaya gelmiştir.40
Mevlânâ’nın annesi Mümine Hatun, oğlu Mevlânâ’yı evlendirdikten kısa
bir süre sonra vefat etti. Bu vefatı, Mevlânâ Celâleddin’in ağabeyi Alaeddin
Muhammed’in ahirete irtihali takip etti. Çok geçmeden, Şerefeddin Lala’nın
eşi de Hakk’a yürüdü. Kayıplar çoğalmış, acılar artmıştı. Sevgili annesini ve
ağabeyini kaybeden Mevlânâ’nın acısına kayınvalidesinin acısı da eklenmişti.
Bununla birlikte Mevlânâ’nın iki oğlu bu kayıpların üzerine kendisine
lütfedilmiştir. Mevlânâ, ilk oğluna babasının adını verdi: “Sultan Veled”.
İkinci oğluna da ağabeyinin adını koydu: “Alaeddin Çelebi”. Bu iki erkek
çocuğu, hem Mevlânâ’yı hem de babasını teselli etmişti.41
3. Konya’ya İntikal ve Bahâeddin Veled’in Vefatı
Selçuklu padişahı Alâeddin Keykubat, Sultânu’l-Ulemâ’nın makamı
hakkında bilgi sahibi olunca onları Konya’ya davet etti.42 Kafile Konya ovasına
ulaştığında, Sultan Alâeddin, bütün devlet erkânıyla onları karşılamaya
çıktı. Karşılamada şehir halkının da bulunmasıyla birlikte tam bir ihtişam ve
hürmet hakimdi.43
Sultânın niyeti, Sultânu’l-Ulema’ya sarayda yer tahsis etmekse de Bahâ
Veled, “İmamlara medrese, şeyhlere hankah, emirlere saray, tüccarlara
han, başıboş gezenlere zaviyeler, gariplere kervansaray uygundur” diyerek
Altunpâ Medresesi’nde kalmayı tercih etti. Buradaki faaliyetleri ile birlikte
Sultan da dahil pek çok kişi kendisine mürit oldu.44
Bahâeddin Veled, 18 Rebiülahir 628 (23 Şubat 1231) tarihinde vefat etti.45
Ancak geride iki büyük eser bıraktı. Bunlardan birisi Ma‘ârif isimli kitabı.
Diğeri de mana aleminin sultanı, oğlu Mevlânâ Celâleddin.46 Bahâeddin
Veled’in, Konya’daki hayatı iki yıl civarındadır.47
40 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 81; Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 632.
41 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 37; Emin Işık, Belh’in Güvercinleri, Ötüken
Neşriyat, İstanbul 2015, ss. 41-42.
42 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 68.
43 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 29; Câmî, Nefehâtü’l-Üns, s. 633; Bundan sonraki sü-
reçte Sultan, sık sık Bahâeddin Veled’e gelerek kendisinden faydalandı. Sultan ona tamamen
iradet getirince o da zaman zaman Sultana şeref verip taht üzerinde birlikte oturdular.
Bahâeddin Veled, Sultan’a “melik” diye hitap ederdi. Sipehsâlâr, Aynı yer.
44 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 83; Emine Yeniterzi Mevlâna Celâleddin Rûmî, s. 13.
45 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 84.
46 Emine Yeniterzi Mevlâna Celâleddin Rûmî, ss. 13-14.
47 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 74.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 517
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Sultanu’l-Ulemâ vefat ettiğinde, 24 yaşında olan Mevlânâ48 açısından
artık yeni bir dönem başlıyordu. Zira Sultanu’l-Ulema, Mevlânâ’nın kendi
ifadesi ile “pişme” sürecindeki ilk mürşidi idi. Mevlânâ, onun sayesinde
çocukluğundan itibaren pek çok ilim meclisinde bulunmuş, ilim erbabından
faydalanmıştır. Bu itibarla Mevlânâ’nın tasavvuf eğitiminde üç safhadan
bahsedilebilir. Babasından öğrendikleri, Seyyid Burhaneddin’den öğrendikleri
ve nihayet Şems-i Tebrizî’den sonraki devre…49
4. Seyyid Burhaneddin Nezaretindeki Tasavvufî Eğitimi
Babasını kaybeden Mevlânâ’nın hayatında büyük bir boşluk oluşmuştu.
Her ne kadar Sultanu’l-Ulema’nın vefatından sonra, onun yerine geçerek50
müritleri tarafından bir şeyh, bir pîr olarak tanınıyor, genç yaşında zamanının
büyük alimi sayılıyor, etrafında hayli ilim ve irfan meraklısı toplanıyorsa da
o kendisini babasının yerine koyamıyor, yalnızlık hissediyordu. Bir sene bu
şekilde geçti. Bahâ Veled’in vefatından bir yıl sonra halifelerinden Tirmizli
Seyyid Burhaneddin Muhakkık, şeyhinin Konya’ya yerleştiğini duymuş ve
onu görmek için Konya’ya gelmişti. Konya’ya geldiğinde ise şeyhinin bir sene
önce vefat ettiğini, yerine de oğlu Celâleddin’in geçtiğini öğrendi. Bahâ Veled
Belh’te iken Seyyid Burhaneddin de orada idi. Mevlânâ henüz çocukken onun
terbiyesini de üstlenmişti. Mevlânâ, eskiden mürebbisi olan Baba dostuna
artık mürit olacaktır.51
48 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 79.
49 Mehmet Demirci, Mevlânâ’dan Düşünceler, Akademi Kitabevi, İzmir 2002, s. 16; Aslında
farklı yaklaşımlarla bu tür tasnifler çoğaltılabilir. Örneğin mevcut tasnife, Şems’in vefatından
sonraki dönem eklenebilir. Yahut Mevlânâ’nın hayatındaki önemli olaylar şeklinde genel
bir tasnife gidilebilir. Bu durumda göçün öncesi, esnası, sonrası, göçün durakları, Şam
yılları gibi kendisinin ilmî ve manevî kişiliğine yön veren pek çok dönem, tasnifte kendisine
yer bulacaktır.
50 Sultan Veled, İbtidâ-Nâme, çev.: Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2014, s. 255.
51 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 43; Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 80; Eflâkî,
Seyyid Burhaneddin’in Konya’ya geldiğinde mürşidinin öldüğü hakkında –kerameten-
bilgisi bulunduğunu kaydeder. Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 103; Seyyid Burhaneddin, 561
(1166) veya 565 (1169) yılında Tirmiz’de doğmuştur. Seyyid Kāsım Tirmizî’nin torunu, Seyyid
Hasan Tirmizî’nin oğludur. Soyu Hz. Hüseyin’e dayandığından “Seyyid” ve “Hüseynî”
nisbelerinin yanı sıra kalplerdeki sırları bilmesi veya Şems-i Tebrîzî’nin Konya’ya gelişini
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye önceden haber vermesi dolayısıyla “seyyid-i sırdân”, Mevlânâ
tarafından anıldığı üzere “Burhâneddin, burhân-ı dîn, burhân” ve tahkik ehli bir sûfî
olduğunu belirten “muhakkık” lakaplarıyla tanınır. Tirmiz’de ilim tahsilinden sonra 605’te
(1208) Belh’e giderek Mevlânâ’nın babası Sultan’ül-Ulemâ Bahâeddin Veled’e intisap eder.
Kırk gün sohbetinde bulunup icâzet almasının ardından Tirmiz’e döner. Ertesi yıl tekrar
Belh’e gelip burada iki üç yıl kadar kalır. Bu dönemde henüz çocuk yaşlardaki Mevlânâ’nın
atabegliğini üstlenir. Bahâeddin Veled’in ailesiyle birlikte Belh’ten hicret etmesi üzerine
Tirmiz’e yerleşme kararı alır (616/1219). Mevlevî kaynaklarında onun bu tarihten itibaren
518 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Seyyid Burhaneddin’in geldiği dönemde, Sultan Alâeddin’in arzusu52
ile babasının makamında bulunan Mevlânâ, vaaz, fetva ve zikir işlerine
yoğunluk vermişti Bir yıldır tarikattan uzak bulunuyordu. Şeriatın müftüsü
konumunu taşıyordu.53
Seyyid Burhaneddin, Mevlânâ ile yaptığı ilmî bir sohbette kendisine
farklı ilimlerden sorular sorar. Mevlânâ, sorulan soruların tamamına en
uygun cevapları verir. Bunun üzerine Seyyid, mürşidinin oğluna bir hayli
taltifte bulunarak şöyle söyler: “Din ve yakîn ilminde babanı hayli geçmişsin;
fakat baban “kâl” ilminde olduğu gibi ‘hal’ ilminde de en üst seviyede idi. Bugünden
sonra senin de hal ilmiyle meşgul olmanı istiyorum. Bu, peygamberlerin ve velilerin
ilmidir. O ilme ‘ledün’ ilmi derler. ‘Biz ona yanımızdaki ilimden verdik’ bu ilimden
ibarettir. O mana şeyh hazretlerinden bana ulaşmıştır, onu yine benden al ki bütün
hallerde zahir ve batın bakımından babanın varisi ve onun aynı olasın.”54
Seyyid Burhaneddin’in maksadı, Mevlânâ’nın, çocukluk yıllarından beri
ruhunda biriken mistik aşkı kibritle tutuşturmaktır. Mevlânâ, bu diyalogdan
sonra kolayca Seyyid’e teslim olmuş ve onun mistik terbiye metotlarına
intisap etmişti. Zaten fıtraten zâhid bir yapıya sahip olan Mevlânâ, XIII. yüzyıl
Konya’sında ibadetleriyle, perhizleriyle ve zahir ilimlerdeki üstünlüğü ile
şöhrete kavuşmuştu. Halk onu din kılavuzu ve Hz. Muhammed’in şeriatında
esas sayıyordu.55
Seyyid, bundan sonra Mevlânâ’yı yakîn ilimlerini incelemeye teşvik,
sülûk yolunu ve şeyhlerin adabını telkin ederek ona, Bahâeddin Veled’den
sağladığı gerçekleri anlatmaya başlar.56
Mevlânâ, bu dönemde önce mürşidinin gözetiminde riyazete başlar.
Birbiri ardına üç kez çile çıkardığı rivayetler arasındadır.57 Evrad olarak da
şeyhinin Seyyid’e talim ettiği Kübreviyye Tarikatı’nın evrâd ve tesbihine
devam eder.58
sürekli cezbe ve sekr halinde yaşadığı, inzivaya çekildiği, sekr halinden sahva geçip sekiz
yıl kadar öğretim ve irşad faaliyetinde bulunduğu, daha sonra Anadolu’ya gittiği kaydedilmektedir.
Semih Ceyhan, “Seyyid Burhâneddîn”, D.İ.A., c. XXXVII, T.D.V. Yayınları, İstanbul
2009, s. 56.
52 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, s. 33.
53 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 79.
54 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 104; Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 141; Sultan Veled,
İbtidâ-Nâme, s, 257.
55 Mehmet Aydın, Mevlâna ve Sufizm, s. 33.
56 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, ss. 141-142.
57 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 87.
58 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 43.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 519
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Dokuz yıl süren bu süreçte59 Mevlânâ’ya Bahâeddin Veled’in Ma‘ârif’ini
bin defa tekrar ettiği rivayet edilir. Nihayet tevhit ve marifetin sırrı olan şeyi
gerektiği gibi gerçek derecesine ulaştırıp fiil haline getirmiştir.60 Seyyid, bu ağır
temrinlerin sonunda Mevlânâ’ya yollarını yitirmiş kimselere yol göstermesi
için müsaade edecek, kendisini uyarma vazifesi ile görevlendirecektir.61
Mevlânâ, baba dostu Seyyid Burhaneddin’i bulunca manevî yalnızlıktan
kurtulmuş, şeyhinin verdiği virdleri, aşkla şevkle okumakta idi. Mevlânâ,
her ne kadar babası ve ilk hocası Sultanu’l-Ulema’dan çok şey öğrenmişse de
Seyyid Burhaneddin, zahir ilimlerinde kendini en iyi şekilde yetiştirebilmesi
için onun Halep ve Şam›a gitmesini tavsiye etmiştir. Bunun üzerine Mevlana,
birkaç derviş arkadaşı ile birlikte Halep’e giderek Halâviyye Medresesi’nde
kalmıştır.62
Mevlânâ, iki yıl kaldığı Halep’te oranın en meşhur alimi Kemaleddin
İbü’l-Adim (v. 660/1262)’den fıkıh tahsil etti. Bu meşhur alim, Mevlânâ’nın
babası ile görüşmüştü. Çok sevdiği ve hürmet ettiği Sultanu’l-Ulema’nın
oğluna büyük çok yakınlık gösterdi. O, ayrıca Mevlânâ’nın kabiliyet ve
zekasına da hayrandı. Bu nedenle onun her ilmî anlamda ilerlemesi için her
türlü çabayı sarf ediyor, ona diğerlerinden birkaç ders fazlasını veriyordu.63
Mevlânâ’nın bu ayrıcalığı, Kemaleddin İbü’l-Adim’in yakınları,
öğrencileri ve diğer bazıları tarafından kıskançlığa sebep olmuştur. Eflâkî, bu
kıskançlığın ele alındığı bir menkıbeyi aktarır: Buna göre zaten rahatsızlığın
olduğu bir ortamda bir de medresenin kapıcısı Mevlânâ’nın gece yarısı
hücresinden çıkıp gittiğini ve gözden kaybolduğunu söyleyince Kemaleddin
b. Adim, Mevlânâ’yı takip eder. Mevlânâ gece hücresinden çıkıp medresenin
dış kapısına yöneldiğinde kapı kendiliğinden açılır. Şehrin dış kapısına
geldiklerinde aynı şey tekrar yaşanır. Sonra Halilürrahman Mescidi’ne
gelirler. Orada beyaz bir kubbe altında yeşiller giymiş gayb alemine ait
insanlar görür. Hepsi Mevlânâ’ya saygı gösterisinde bulunur. Kemaleddin, bu
durum karşısında kendinden geçer ve uyuyakalır. Kuşluk vakti uyandığında,
etrafta bir şey yoktur. Ağlayarak yola koyulur. Ertesi günün sabahına kadar
59 Abdülbâki Gölpınarlı, (Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Maârif Sunuş Bölümü)
İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2014, s. 10.
60 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 142.
61 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 87.
62 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 119; Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 44; Mehmet
Önder, Mevlâna ve Mevlevilik, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 1998, ss. 31-32.
63 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, s. 119; Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, ss. 43-44.
520 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
sahrada yürür ve yaptığından dolayı tevbe eder. İki gün boyunca şehre
dönmediği için askerler kendisini aramaya başlamıştır. Yolda Mevlânâ ile
karşılaşırlar. Mevlânâ onları aradıklarını bulmak için Halilürrahman Mescidi
yoluna yönlendirir. Kemaleddin’i bitkin vaziyette bulurlar. Kendisini,
Mevlânâ sayesinde bulduklarını söylerler. Bu olay üzerine Kemaelddin b.
Adim başta olmak üzere Halep’te pek çok kişi Mevlânâ’nın müridi olur.
Mevlânâ, bu olaydan sonra, halkın kendisine gösterdiği teveccühün haddi
aştığını düşünür ve bu durumun kendisine şöhret getireceği endişesiyle iki
yıl kaldığı Halep’ten ayrılarak Şam’a gider.64
Mevlânâ’nın Şam’a geldiği dönemde Şam, Moğol istilasından kaçanların
sığınağı ve ilimle hünerin toplantı merkezi konumundaydı.65 Adeta, ilerde
eşsiz bir sûfî olacak ve ledün ilmine Mesnevî gibi eseri ile hizmette bulunacak
Mevlânâ’nın yetişmesi için her şey hazır edilmişti. Mevlânâ, Şam’da,
Makdisiye Medresesi’nde kaldı. Buradaki ilim erbabından ve sûfîlerden çok
yaralandı. Büyük bir aşkla gece gündüz okuyor ve bilginlerin ve sûfîlerin
ziyaretine gidiyor, onlarla ilmî ve tasavvufî sohbetler yapıyordu. Orada geniş
bir çevre edinmişti. Kendisini tanıyanlar onun zekasına ve irfanına hayran
kalıyorlardı. Şamda kaldığı süre içerisinde görüştüğü kişilerden birisi, tüm
devirlerin en seçkin sûfîlerinden olan Muhyiddin-i Arabî’dir (v. 638/1240).66
Şeyh Sadeddin el- Hamevî, Şeyh Osman er-Rûmî, Şeyh Evhadüddin Kirmânî
ve Şeyh Sadreddin el-Konevî, Mevlânâ’nın Şam’da görüştüğü diğer önemli
simalardandır.67
Mevlânâ, Halep ve Şam’da bulunduğu sırada fıkıh ve hadis başta olmak
üzere diğer İslâmî ilimlerde derinleştikten sonra Konya’ya dönmüştür.68 Ancak
onun ilim tahsilini Bu dönemle sınırlamak doğru değildir. Aslında bu süreç
Belh’te başlamıştı. Çünkü Belh, alimlerle dolu bir şehirdi. Doğum tarihindeki
ihtilaftan dolayı o zamanlar çok küçük yaşta olduğuna dair rivayetler bulunsa
da Ferîdüddin Attâr’ın kendisine hediye ettiği eseri anlayacak yaşta olması,
onun Belh’ten boş gelmediğini göstermektedir. Aslında, yukarıda da ifade
edildiği gibi asıl hocası babası idi ve daima yanındaydı.69 Bununla birlikte
o, Konya’ya döndüğü dönemde –tasavvufî feyze de sahip olmasına
64 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, ss. 120-121; Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, ss. 98-100.
65 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 85.
66 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 44.
67 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, ss. 143-144.
68 Sezai Küçük, “Mevleviyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, (489-536), İSAM Yayınları,
İstanbul 2015, s. 490.
69 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 44.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 521
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
rağmen- zâhirî ilimlerin tesiri altındaydı. Fîhi Mâ Fîh, Mektûbât ve Mecâlis-i
Seb‘a gibi eserleri de bu dönemin mahsulüdür.70 Mevlânâ’nın; tasavvufun
davranışsal ve fikrî (zihinsel) aşamalarını daha yakından tanıması ise Şamdan
döndükten sonraki süreçte gerçekleşecektir.71
Mevlânâ, Anadolu’ya dönünce önce Kayseri’ye uğrayarak, o dönemde
Kayseri’de bulunan şeyhi Seyyid Burhaneddin’i ziyaret etmek ve kendisiyle
Konya’ya gitmek istedi. Kayseri’ye ulaştığında daha önceden babası ile
ulaştıkları göç duraklarında olduğu gibi arifler ve alimler onu karşılamaya
çıktılar. Kendisine büyük saygı gösterdiler. Sâhib İsfahanî, kendisini sarayına
götürmek istedi. Ancak Seyyid Burhaneddin, Baha Veled’in adetinin
medreseye inmek olduğu gerekçesini göstererek saraya gitmesine izin
vermedi.72
Yukarıda zikredilen, Seyyid Burhaneddin’in Mevlânâ’ya seyr u sülûk
yaptırması da bazı rivayetlere göre bundan sonraki süreçte gerçekleşmiştir.73
Şeyh, durumdan memnundu. Müridini çok değişmiş buldu. Bilgisi,
olgunluğu, şeriata bağlılığı bariz bir şekilde dikkat çekiyordu. Kendisine
en iyi şekilde mürşitlik yapmış, şeyhinin oğlunu, ilmin ve iman yolunda
kemale sevk etmişti. Artık kendisiyle şahsen meşgul oluyor, onu telkinleri ve
görüşleri ile daha mükemmel bir hale getirmeye gayret ediyordu.74 Mevlânâ,
bu dönemde Konya’nın dört meşhur medresesinde müderrisliğe de devam
ediyor ve sanatkâr mizacının sevkiyle bazı şiirler yazıyordu. Ancak henüz
Mevlânâ olmamıştı. Daha ziyade ilmî hüviyeti ön planda idi. 75
Seyyid Burhaneddin; Mevlânâ’nın, velilikte ve insanlara rehberlik
hususunda olgunluk mertebesine ulaştığına kâni olduğunda Kayseri’ye
dönmek için izin istedi, ancak Mevlânâ izin vermedi. Birkaç gün sonra tekrar
izin istediği halde müsaade alamadı. Bu nedenle de izinsiz hareket etti. Yolda
bindiği hayvanın ayağı kaydı ve Seyyid attan düşerek ayağını incitti. Mecburen
geri dönerek talebesinin yanına geldi ve ona neden izin vermediğini sordu.
O da şeyhinin neden kendisini terk etmek istediğini sorarak karşılık verdi.
Bunun üzerine Seyyid, “Allah’a hamdolsun ki senin işin tamam olmuştur. O
70 Mehmed Muhlis Koner, Mesnevî’nin Özü Mukaddimesi, Yenikitap Basımevi, Konya 1961, s.
III-IV.
71 A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, s. 37.
72 Eflâkî, Menâkıbu’l-Ârifîn, 123; Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 87.
73 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 87; Reşat Öngören, , “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, s. 442.
74 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 44.
75 Asaf Hâlet Çelebi, Mevlânâ ve Mevlevîlik, s. 32.
522 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
kadar ki insanlar senden nur ve nasip alıyorlar. Ancak güçlü bir aslan (Şems-i
Tebrizî) bu memlekete yönelmiştir. Ben de bir aslanım. İki aslan birbirimizle
anlaşamayız.” şeklinde cevap verdi. Daha sonra da Kayseri’ye döndü.76
Seyyid Burhaneddin, Kayseri’de şehrin valisi vezir Sahip Şemseddin
İsfehânî tarafından büyük iltifata mazhar oldu. Ancak o kendisine sunulan
imkanları kabul etmeyerek hücresinde yaşamayı tercih etti. Ancak Kayseri’ye
döndükten bir yıl sonra (639/1241) vefat etti.77
Vefat haberi ile sarsılan Mevlânâ, şeyhinin kabrini ziyaret eder. Sahib
Şemseddin, Mevlânâ’ya şeyhinin kitaplarını teslim eder. Bunlar arasında
Seyyid’in Makâlât isimli meşhur eseri de mevcuttur.
Sultan Veled, Burhâneddin’in bu dünyadan göçmesiyle Mevlânâ’nın
tek başına kaldığını, Allah’a yönelip yanıp yakılarak, dertlere düşerek beş yıl
riyâzet çektiğini, sayısız kerametleri zuhur ettiğini, bu arada irşat faaliyetinden
geri durmayıp halka vaaz vermeyi, çoğu ulemâ ve yönetici kesiminden olan
müridleriyle sohbet etmeyi sürdürdüğünü anlatır.78
Mevlânâ bu süreçte medresede fıkıh ve din ilimleri derslerine de
devam etmiştir. Medresede şer‘î ilimler tahsil eden dört yüz öğrenci hazır
bulunuyordu.79 Bunlar, her taraftan gelen öğrencilerden müteşekkildi. Kimin
bir müşkili olsa tam bir fesahat ve belagatla hallederdi. Öyle ki artık, büyük
fıkıh alimlerinden ve Hanefî Mezhebi ricâlinden sayılıyordu.80 Bu süreçte
çeşitli gruplarla (Türkler, Rumlar, İranlılar ve Araplar) olan ilişkisi, insanın
zayıflıklarının ve gücünün kaynağı konularında kendisine basiret kazandırdı.
Doğal farklılıklar sebebiyle insanın çok farklı yollar izleyebileceğinin farkına
vardı. Kendisi bunu Fîhi Mâ Fîh’te şöyle belirtir:81
Melekler gerçek bilgiyle, hayvanlar da gerçek cehaletle kurtuluşa
ermişlerdir. İnsan, bu iki çelişki arasında bulunmaktadır. Âdemîlerden
bazıları evrensel akla ittiba ederek külliyen melek tam bir nur olmuşlardır.
Bunlar enbiyâ ve evliyadırlar ve havf ve recâdan kurtulmuşlardır. Nitekim
76 Sipehsâlâr, Mevlânâ ve Etrafındakiler, s. 144.
77 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 46.
78 Sultan Veled, İbtidânâme, ss. 247-248.
79 Fürûzanfer, Mevlâna Celâleddin, s. 89.
80 Vassâf, Osmânzâde Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ, I-V, Haz.: Mehhmet Akkuş-Ali Yılmaz, Kitabevi
Yayınları, İstanbul 2011, c. I, s. 374 .
81 A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, s. 37.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 523
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Kur’ân-ı Mecîd’de “Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir de.”82
buyrulmuştur. Bazılarının akıllarına şehvet galip olmuştur. Bazıları ise hala
çelişki içerisindedir. Bunların içlerinde bir dert, üzüntü ve endişe mevcuttur.
Onlar bu durumdan hoşnut değillerdir. Bunlar mü’minlerdir. Evliyâ,
onları kendi menzillerine eriştirmek ve onları kendileri gibi yapmak üzere
muntazırdır. Şeytan da onları esfel-i sâfilîne, kendi tarafına çekmek için
muntazırdır.83
Halk Mevlânâ’ya hayran idi. Onun ibadetlere bağlılığını, oruca, namaza
düşkünlüğünü, fazileti, insanlığı, iyilik severliği, büyük bir alim olduğu
halde gösterdiği tevazu, dünya malına gönül vermeyişi, babası gibi tam bir
Muhammedî yolda oluşu, kusursuz ve lekesiz hayatı sebebiyle sultanın,
büyüklerin ve halkın nazarında gerçekten de en üstün bir Müslüman, bir
insan-ı kâmil olarak tanınıyordu.84
Sonuç
Mevlânâ Celâleddin Rûmî, yaşadığı devrin önemli alimlerinden birisi olan
babası Bahâeddin Veled’in rehberliği ve hocalığı ile henüz küçük bir çocuk
iken ilim tahsiline başlamıştır. Bahâeddin Veled’in, Mevlânâ’nın da doğduğu
yer olan Belh’ten göç etmesi ile farklı şehirlerde pek çok İslâm büyüğü ile
karşılaşan Mevlânâ, gezdiği her yerde farklı tecrübeler; tanıştığı her üstattan
da önemli ilmî kazanımlar elde etmiştir. Bu kazanımlarını, kendi zihin
dünyasında yoğurarak, genç yaşta büyük bir alim olmuştur. Babasının
vefatından sonra da onun yerine geçerek önemli bir boşluğu doldurmuştur.
Yani artık o bir âlim, müderris ve vaiz olarak aranan bir isim haline gelmiştir.
Ne var ki bu sürecin sonunda Mevlânâ’nın arayış ve heyecanı
yatışmamıştır. Babasının vefatından sonraki bir yıllık süre zarfında Mevlânâ,
hayatının o dönemine kadar hiç olmadığı kadar iltifat ve itibara mazhar
olmasına rağmen bir o kadar da yalnızlık hissi ile sarsılmıştır. Ancak
Mevlânâ’nın tasavvufî anlamda derinlik kazandığı süreç de bu dönemin
sonunda başlamıştır. O’nun tasavvuf yolunda derinleşmesini sağlayan
isim ise Bahâeddin Veled’in vefatından bir yıl sonra Konya’ya gelen halifesi
Tirmizli Seyyid Burhaneddin Muhakkık olmuştur. Mevlânâ’nın, baba
dostu, eski mürebbisi, artık mürşidir. Mevlânâ’nın ilk hocası konumundaki
82 Yûnus, 10/62.
83 Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, çev.: Ahmed Avni Konuk, Haz.: Selçuk Eraydın, İz
Yayıncılık, İstanbul 2003, s. 74.
84 Şefik Can, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, s. 47.
524 İdris TÜRK
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
babasının ve onun vefatından sonra manevî eğitimini üstlenen halifesi Seyyid
Burhaneddin’in Kübreviyye Tarikatı’na mensup bulunması da, Kübreviyye
ekolünün, Mevlânâ’ya etki etmesine vesile olmuştur.
Seyyid Burhâneddin’in ahirete irtihali ile yine yalnızlığa gark olan
Mevlânâ, dertlere düşerek beş yıl riyâzet çekmiştir. Allah’a olan bağlılığı
ile bu süreçte, kendisinden sayısız kerametler zuhur etmiş; bu arada halka
vaaz vermeyi ve çoğu ulemâ ve yönetici kesiminden olan müridleriyle sohbet
etmeyi bırakmamıştır. Artık o –kendi ifadesi ile- ham iken pişmişti. Henüz
yanmamıştı. Ancak insanlara rehberlik eden bir vaiz; tefekkür seviyesi yüksek
bir mütefekkir; aşk kanatlarıyla arşa yükselme çabasında olan bir âşık ve
nihayet vecdinin ürünü eserleri olan bir şairin aynı bünyede toplanması için
yangının kontrolsüz de olmaması gerekiyordu. Doğru ölçüler ve sahih iman
zemininde kıvama geldikten sonra Mevlânâ’nın asırlar ötesine uzanan bir
şahsiyet haline gelmesinde en önemli aşama ise içindeki volkanın patladığı
dönem olacaktır. O volkanın patlamasına vesile olacak kıvılcım ise Şems’tir.
Kaynakça
Arasteh, A. Reza, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî’nin Kişilik Çözümlemesi,
Çev.: Bekir Demirkol-İbrahim Özdemir, Kitâbiyât, Ankara 2000.
Ayan, Gönül, “Attâr Esrâr-Nâme’si ve Mevlânâ”, Selçuk Üniversitesi II. Milletlerarası Mevlânâ Kongresi
Tebliğler Kitabı, (195-200), Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya 1990.
Aydın, Mehmet, Mevlâna ve Sufizm, NKM Yayınları, İstanbul 2010.
Câmî, Abdurrahman, Nefehâtü’l-Üns (Evliya Menkıbeleri), Çev.: Lâmiî Çelebi, Haz.: Süleyman Uludağ,
Mustafa Kara, Marifet Yayınları, İstanbul, 2005.
Can, Şefik, Mevlâna Hayatı-Şahsiyeti-Fikirleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2013.
Cebecioğlu, Ethem “Hz. Mevlânâ Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma
Dergisi, Yıl, 8, Sayı, 20, Mevlânâ’ya Armağan Sayısı, (ss. 7-12), Ankara 2007.
Ceyhan, Semih, “Seyyid Burhâneddîn”, D.İ.A., c. XXXVII, T.D.V. Yayınları, İstanbul 2009.
Çelebi, Asaf Hâlet, Mevlânâ ve Mevlevîlik, Hece Yayınları, Ankara 2006.
Demirci, Mehmet, Mevlânâ’dan Düşünceler, Akademi Kitabevi, İzmir 2002.
-----------------------, Mevlânâ ve Mevlevî Kültürü, H Yayınları, İstanbul 2008.
Eflâkî, Ahmet, Menâkıbu’l-Ârifîn (Ariflerin Menkıbeleri), Çev.: Tahsin Yazıcı, Kabalacı Yayınları, İstanbul
2011.
Fürûzanfer, Bediüzzaman, Mevlâna Celâleddin, Çev.: Feridun Nafiz Uzluk, Konya Valiliği İl Kültür ve
Turizm Müdürlüğü Yayınları, Konya 2005.
Gölpınarlı, Abdüllbâki, Mevlânâ Celâleddin, Hayatı, Eserleri, Felsefesi, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1999.
-------------, “Seyyid Burhâneddîn Muhakkık-ı Tirmizî, Maârif Sunuş Bölümü” İnkılâp Kitabevi, İstanbul
2014.
Işık, Emin, Belh’in Güvercinleri, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015.
Koner, Mehmed Muhlis, Mesnevî’nin Özü Mukaddimesi, Yenikitap Basımevi, Konya 1961.
Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü 525
Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016/2, c. 15, sayı: 30
Küçük, Osman Nuri, Mevlânâ’da Benliğin Dönüşümü: Sülûk, Ankara Üniversitesi Temel İslâm Bilimleri
(Tasavvuf) Doktora Tezi, Ankara 2007.
Küçük, Sezai, “Mevleviyye”, Türkiye’de Tarikatlar Tarih ve Kültür, (489-536), İSAM Yayınları, İstanbul 2015.
Mevlânâ, Celâleddîn Rûmî, Fîhi Mâ Fîh, Ter.: Ahmed Avni Konuk, Haz.: Selçuk Eraydın, İz Yayıncılık,
İstanbul, 2003.
Ortaylı, İlber, “Menkıbe”, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Efsaneler ve Gerçekler Tartışma/Panel Bildirileri,
(ss. 11-22), İmge Kitabevi, İstanbul 2000.
Önder, Mehmet, Mevlâna ve Mevlevilik, Aksoy Yayıncılık, İstanbul 1998.
Öngören, Reşat, “Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî”, D.İ.A., c. XXIX, T.D.V. Yayınları, İstanbul 2001.
Sipehsâlâr, Feridun b. Ahmed, Mevlânâ ve Etrafındakiler, Çev.: Tahsin Yazıcı, Pinhan Yayıncılık İstanbul
2011.
Sultan Veled, İbtidâ-Nâme, Çev.: Abdülbâki Gölpınarlı, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 2014.
Şahinoğlu, Nazif, “Bahâeddin Veled”, D.İ.A. c. IV, T.D.V. Yayınları, İstanbul 1991.
Tarlan, Ali Nihat, “Mevlâna’nın Dünyası”, Mevlâna’nın Düşünce Dünyasından, (133-139), Derleyen: Nuri
Şimşekler, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Yayınları, Konya 2005.
Topçu, Nurettin, İslâm ve İnsan Mevlana ve Tasavvuf, Dergâh Yayınları, İstanbul 2014.
Vassâf, Osmânzâde Hüseyin, Sefîne-i Evliyâ, I-V, Haz.: Mehhmet Akkuş-Ali Yılmaz, Kitabevi Yayınları,
İstanbul 2011.
Yeniterzi, Emine, Mevlâna Celâleddin Rûmî, (Jalâl al-Dîn ar-Rûmî, A Muslim Saint, Mystic and
Poet), Translator: A. Bülent Baloğlu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000.
Yılmaz, Hasan Kâmil, “Mevlânâ ve Mesajı”, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl, 8,
Sayı, 20, Mevlânâ’ya Armağan Sayısı, (ss. 13-19), Ankara 2007.
.http://www.mevlana.org.tr/index.php/mevlevilik/mevlana; Erişim Tarihi: 17.05.2016

Konular