GAZZÂLÎ VE İSMÂİLİYYE∗

e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
526
GAZZÂLÎ VE İSMÂİLİYYE∗
Ferhâd Defterî
Farsça’dan çeviren: Naim DÖNER∗∗
Öz
Şia’nın en önemli kolu sayılan İsmâiliyye, on iki asır boyunca azınlık bir mezhep
olarak varlığını sürdürmüştür. Bu mezhep müntesipleri, özellikle Abbasî halifeleri ve
Selçuklu sultanlarının eziyetlerine eziyetlerine maruz kalmıştır. Sadece Fatımîler hilafeti
döneminde; İsmâiliyye, güçlü bir devletin resmi mezhebi haline gelmiş ve bu dönemde
İsmâilîler, mezhebi özgürlükten yararlanmışlardır. İsmâiliyye Ca‘afer Sadık’ın büyük oğlu
İsmâil’in oğlu Muhammed bin İsmâil’e bağlı kalarak imametin onların hakkı olduğuna
inanlara verilen addır. Abbasi ve Selçuklu yöneticilerin teşvikiyle Ehl-i sünnet âlimleri,
İsmâilî karşıtı risaleler tedvin etmişlerdir. Abbasî halifesi el-Mustazhir (487-512/1094-
1118)’in isteğiyle Gazzâlî (ö.505/1111) Fedâihu’l-Batıniyye ve Fedâilu’l-Mustazhiriyye
olarak adlandırılan İsmâilî karşıtı bir risale yazmıştır. Gazzâlî, İsmâilîlerin en önemli
nazariyesi olan “Masum İmam öğretisi”nin zarurî olduğu yolundaki düşüncesini sert bir
şekilde eleştirmiştir. Gazzâlî’den yüz yıl sonra Yemen’de, İsmâilî dâî Ali bin Muhammed
el-Velid (ö. 612-1215) Dâmiğu’l-Bâtıl ve Hatfu’l-Munâdil adında bir eser yazarak
Gazzâlî’nin iddialarına cevap vermiştir.
Anahtar sözcükler: İsmâiliyye, Batıniyye, Şia, Gazzâlî, Fedâihu’l-Batıniyye.
Abstract
Ismaili, mentioned the most important branch of Shia, has existed as a minority sect
for twelve centuries. This sectarian were subjected to torture especially by the Abbasid
caliphs and Seljuk sultans. Only in the period of the Fatimid caliphate; Ismaili, became the
official creed of a powerful state and during this period Ismaili have benefited from
sectarian freedom. Ismaili is the name given to those adhering elder son Ishmael son of
Jafar Sadiq Muhammad bin Ismail who believe Imamate is their right. With the promotion
of Abbasi and Seljuk manager, Ahl al-Sunnah scholars, have written anti-Ismaili
pamphlets. Ghazzali (ö.505 / 1111) with the request of Abbasid caliph Al-Mustazhir(487-
512/1094-1118), has written a treatise against Ismaili calld Fedâihu'l-Batiniyya and
Fedâilu'el-Mustazhir. Ghazzali criticized "innocent Imam doctrine", the most important
theory of the Ismaili notion, that it's definitely essential in a hard way. After a hundred
years from Ghazzali in Yemen, Dai Ismail Ali bin Mohammed al-Walid (d. 612-1215)
wrote a book called Dâmiğu'l-Batıl and Hatfu'l-Munâdil has responded to the claims of
Ghazzâli.
∗ Bu makale, Meârif Dergisi III. Sayı, (Gazzâlî Özel Sayısı) Mayıs 1985 yılında 189-196 sayfaları arasında
yayımlanmıştır. (Çev.)
∗∗ Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi. naimdoner12@hotmail.com
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
527
Keywords: Ismaili, Batıni, Shia, Ghazali, Fedâihu’l-Batıniyye.
Giriş
İsnâaşeriyye’den sonra Şia’nın en önemli kolu sayılan İsmâiliyye, on iki asır süren
varlığı boyunca azınlık bir mezhep olarak İslam dünyasının farklı gruplarının ve
yöneticilerinin hücumlarına ve eziyetlerine maruz kalmıştır.1 Sadece Fatımîler hilafeti
döneminde; İsmâiliyye, güçlü bir devletin resmi mezhebi haline geldi ve İsmâilîler,
mezhebi özgürlükten yararlandılar. Güçlerinin zirvesinde bulundukları dönemde
İsmâilîlerin en önemli düşmanları, Sünni mezhebine mensup Abbasî halifeleri ve Selçuklu
sultanlarıydı. Bunlar, doğrudan ya da dolaylı olarak işbaşına getirdikleri emirler vasıtasıyla
fırka üyelerine karşı koyuyor, onlara sert davranıyor ve Ehl-i sünnet âlimlerini, İsmâilî
karşıtı risaleler tedvin etmeye zorluyorlardı. Son birkaç yıla kadar İsmâilîlerin aslî
kaynakları araştırmacıların eline geçmeden önce bu tür yazılı metinler, aynı zamanda
İsmâiliyye’yle ilgili araştırmalar için asıl kaynak durumundaydı. Binaenaleyh, bu
kaynaklara göre orta çağ yazarları ve yeniçağ oryantalistleri, İsmâiliyye düşüncesini ve
tarihini düşmanca bir tutumla araştırmaya tabi tutuyorlardı.
Ehl-i sünnet ve’l-cemaatin en seçkin fakihlerinden ve düşünürlerinden olan Ebû
Hamid Muhammed Gazzâlî (450-505/1058-1111), İsmâilîlere kalem yoluyla karşı çıkmış,
onların inancının reddine dair bir takım risaleler yazmıştır. Gazzâlî’nin İsmâilî karşıtı
tutumunu araştırmaya tabi tutmadan önce Ehl-i Sünnet dünyasının İsmâilîlere muhalefet
etmesine neden olan şartları ve İsmâiliyye hakkında bazı noktaları anlatmamız gerekir.
1. İsmâiliyye’nin Ortaya Çıkışı
İsmâilîlerin nasıl ortaya çıktığı ve onların ilk çıkış tarihi henüz tam olarak
bilinebilmiş değildir.2 O dönemle ilgili doyurucu kaynaklar günümüze ulaşmadığı için
araştırmacıların, bu müphem noktaları kesin bir şekilde açıklığa kavuşturamayacakları
anlaşılmaktadır. Abbasî hilafetinin tesis edilmesiyle birlikte ortaya çıkmaya başlayan ilk
İsmâilîler, görünürde inançlarını daha çok sözlü olarak yayıyor, tarihe not düşme ve
inançlarıyla ilgili kitapları yazmaya ilgi duymuyorlardı. Bu durum, önemli ölçüde Abbasî
yöneticilerinin eziyetlerinden korunmak içindi.
Gerçekte İsmâiliyye’nin ortaya çıkışına dair mevcut en eski kaynaklar, Hasan bin
Musa Nevbahtî ve Sa’d bin Abdullah Kummî’nin Şiî fırka kitaplarıdır. Bunlar, hicri
üçüncü asrın sonlarında yazılmış ve çağımızda neşredilip yayımlanmıştır. Bu kaynaklara
göre İmam Ca‘fer Sadık (146 /765)’ın tabiilerinden aşırı ifratçı-ihtilalci bir tutumu tercih
etmiş olan bir grup, diğer İmamiyye Şiîlerinden ayrılarak Mübârekiyye adıyla bağımsız
müstakil bir hayata başladılar. Daha sonraları, İsmâiliyye olarak isim değiştiren
Mübârekiyye, aynı zamanda, imam Sadık’ın büyük oğlu İsmâil bin Ca‘fer’e ve onun oğlu
Muhammed bin İsmâil’e bağlı kalarak imametin onların hakkı olduğuna inandılar. Gulat-ı
Şia ve özellikle Hattabiye ile aynı fikirde olan ve onlarla işbirliği yapan İsmâil, babası
1 İsmâiliyye hakkında geniş bilgi için bkz: Mustafa Öz ve Mustafa Muhammed eş-Şek‘a, “İsmâiliyye”, XXII,
DİA., İstanbul 2001,128-133. (Çev.) 2 Makalede başlıklar bulunmuyordu. Makale başlıkları tarafımızdan konulmuştur. (Çev.)
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
528
tarafından kendisinin yerine tayin edildi. Fakat İsmâil, babasından birkaç yıl önce Abbâsî
Halifesi Mansur’un hilafeti döneminde öldü. İmam Sadık’ın vefatından sonra Mübârekiyye
(İsmâiliyye) mensupları, Muhammed bin İsmâil’i kendilerine imam seçtiler ve İmamiyye
Şia’sının çoğunluğu tarafından imam olarak kabul edilen amcası İmam Musa Kazım’a tabi
olmadılar. Görünürde Mübarek, İsmâil bin Ca‘fer’in gizli adlarından birisiydi.3

Mubarekiyye fırkası üyeleri, daha sonra fırka kitapları ve müellifleri özellikle Nevbahtî ve
Kummî4 tarafından İsmâiliyye olarak anılmaya başladılar. İlk İsmâilîlerin çağdaşları da
onlara genellikle Karamite, Batıniyye5 veya Melahide olarak hitap ediyorlardı.
Muhammed bin İsmâil, Abbasî karşıtı hiçbir savaşa katılmamış olmalı ki, Taberî
tarihi gibi genel İslam tarihi kaynakları ondan söz etmemişlerdir. İsmâilîlerin onun hayatı
ve düşünceleri hakkındaki bilgiler, İsmalilîlerin en kapsamlı tek tarih kitabı olan ve
Yemen’de fırkanın Musta‘levî/Müsta‘lî dalının on dokuzuncu dâîsi İdris İmâduddîn (ö.
872/1468) tarafından yedi cilt halinde kaleme alınan ‘Uyunu’l-Ahbâr adlı kitabında
özetlenmiştir.6
Bu kaynağa göre İmam Ca‘fer Sadık’ın ölümünden bir süre sonra Muhammed bin
İsmâil, ailenin ikamet yeri olan Hicaz’dan Irak’a hicret eder. Bu hicret, aynı zamanda
İsmâilîler tarihinde “gizli dönem”in başlangıcıdır. Bu dönem, fırkanın daha sonraki
imamlarından biri olan Ubeydullah vasıtasıyla Fatimîler hilafetinin tesisine kadar sürer.
İsmâilîlerin asıl merkezi Kûfe idi. Irak ve İran’daki muhtelif gizli yerlerden
Mübârekiyye’ye önderlik eden Muhammed bin İsmâil, hicri 179 miladi 795 yılında Harun
Reşid’in hilafeti döneminde ölmüştür.
Nevbahtî, Kummî ve İsmâiliyye’nin daha sonraki tarihle ilgili kaynaklarının de
işaret ettiğine göre görünürde Muhammed bin İsmâil’den sonra Mübârekiyye iki kısma
ayrıldı: Küçük bir grup imameti Muhammed bin İsmâil’in soyundan devam ettirdi. Fakat
Mubarekiyyenin (İsmâiliyye) çoğu, Muhammed bin İsmâil’in ölümünü inkâr etti ve
“beklenen kaim” unvanıyla onun geri dönüşünü/ricat beklemeye başladı.7 Daha sonraları
Karamita adıyla anılan bu son grup için Muhammed bin İsmâil yedinci ve son imam,
imam Mehdi, aynı şekilde yedinci ve son peygamber olarak anılmaya başladı. Dolayısıyla
onun zuhuruyla beşeriyetin son kutsal tarih dönemi başlamış olacaktır. Bu sebeple daha
sonra İsmâilîlere, Yedililer/Seb‘iyye veya yedi imamlılar/heft imâmî adı da verilmiştir.
Daha sonraki yıllarda ilk İsmâilîler, son derece gizli bir şekilde kendi konumlarını
güçlendirmeye giriştiler. Hicri üçüncü asrın ortasında (miladi 900) İsmâiliyye hareketi,
dikkat çekici bir şekilde birden bire İslam dünyasında ortaya çıkıp yayıldı. Başlangıçta
3 Bkz. es-Sicistânî, Ebû Ya‘kub, Kitabu İsbati’n-Nubû’ât, tsh.: Arif Tamir, Beyrut, 1966, s. 190. 4
en-Nevbahtî, Ebû Muhammed el-Hasan bin Musa, Kitabu Firaki’ş-Şia, tsh.: H. Ritter, İstanbul, 1931, s. 58;
Sa’d bin Abdillah el-Kummî, Kitabu’l-Mekâlât ve’l-Firak, tsh.: Muhammed Cevad Meşkûr, Tahran 1963, s.
80-81. 5 Bâtıniyye hakkında geniş bilgi için bkz.: Avni İlhan, “Bâtıniyye” DİA., İstanbul 1992, V, 190-194. (çeviren) 6 İdris İmâduddîn, ‘Uyunu’l-Ahbar ve Funûnu’l-Âsâr, tsh.: Mustafa Ğalib, Beyrut 1973-1979, IV, 351-356. 7 en-Nevbahtî, Firaku’ş-Şia, s. 61-64; el-Kummî, Kitabu’l-Mekâlât ve’l-Firak, s. 83-86; Ca‘fer bin Mansur elYemen,
Kitabui’l-Keşf, Leiden 1952, s. 104; Fragments of kitabu’r-rushd wa’l-hidâyat, ed. M. Kamil
Hussein, in İsmâili Society, Collectanea, vol. I, Leiden, 1948, pp. 189 ff; W. Ivanow, Stadies in Early
Persian Ismailism; 2 nd ed., Bombay 1995, Ss. 29 ff.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
529
yoksul köylülerin ve bedevi Arap kabilelerin desteklediği bu ihtilalci hareket, Muhammed
bin İsmâil’in önderliğinde, haksızlık eden Abbasîler8 hilafetini ortadan kaldırmak ve
Resul-i Ekrem’in Ehl-i Beytinden kimslelerin başında bulunduğu adil bir hükümet kurmak
için şimdi dâîlerden, onların yardımcılarından ve aynı şekilde merkezî bir önderlikten
oluşan geniş bir teşkilata sahip bulunuyordu. Henüz Muhammed bin İsmâil’in zuhurunu
beklemekte olan ve bundan sonra genel olarak Karamita adıyla Abbasîlerin ve tarihçilerin
dikkatlerini çeken İsmâilîler, hünerli dâîlerinin gösterdikleri faaliyetlerle kısa bir süre
içerisinde kendi hareketlerini Güney Irak, Huzistan,9 Yemen, Bahreyn, Şam, Cibal,10
Horasan, Mâverâünnehir, Sind11 ve daha sonra Kuzey Afrika’nın Berberîler toprağında
yayabildiler. İsmâilîlerin ve Fatımîlerin hilafeti döneminde ortaya çıkan resmi
belgeye/rivayete göre “gizli dönem”de fırkanın rehberliği, Muhammed bin İsmâil’in
halifelerinden olan ve Muhammed bin İsmâil ile Ubeydullah (Fatımîlerin ilk halifesi)
arasındaki dönemde yer alan üç gizli imamın elinde bulunuyordu.12
Fakat yapılan yeni araştırmalar, Ubeydullah’ın selefleri yani İsmâiliyye’nin
merkezî rehberliğini yürüten önderleri, kendi dönemlerinde hüccet veya Muhammed bin
İsmâil’in temsilcileri sayılıyordu. Dolayısıyla onların imamet makamına yükselmeleri,
Ubeydullah’ın akideye dair reformlarından sonra olmuştur.13 Her halükarda o zaman
İsmâiliyye’nin merkezi rehberliği Suriye’nin kuzeyinde yer alan Selemiye şehrinde
bulunuyordu. Sıradan İsmâilîlerin dahi kimliklerinden haberdar olmadıkları bu rehberler,
Meymun ve Said gibi müstear isimlerle gizli bir şekilde faaliyette bulunuyorlardı.
Bu dönem dâîleri arasında yer alan Hamdan Karamat, Kufe Sevad ahalisinden olup
Hicri 261 miladi 874 tarihinde İsmâilî inanca girdi ve hareketin yayılmasında oldukça
önemli rol oynadı. Hamdan, kendi asıl yardımcısı olan Abdân’nın yardımıyla süratli bir
şekilde İsmailîyeyi Kûfe civarındaki yerleşim yerlerinde ve Irak’ın diğer güney
noktalarında yaydı. Böylece o bölgenin İsmâilîleri, ilk mahalli önderlerinin adından
türeyen Karamita adıyla teşkilatlanıp ün kazandılar. Hamdan, hızlı bir şekilde Fars körfezi
civarındaki diğer üstleri ele geçirdi. O, Ebû Said Hasan bin Behram Cennâbî’yi davete
başlamak amacıyla İran’ın güneyine gönderdi. Bu arada fırkanın merkezi rehberliğinin
gönderdiği elçiler olan İbnu’l-Fadl ve İbn Havşeb (Mansur el-Yemen) tarafından İsmâilî
davetin temelleri Yemen’de de atıldı. Bu iki dâî, hicri 268 Milâdî 881’de Yemen’in dağlık
8 Araştırmacı, Abbasîlerin İsmâiliyye mezhebi mensuplarına yaptığı mezalimden bahsetmektedir, fakat
İsmâiliyye’nin gizli faaliyetleri ve teröre varan şiddet hareketlerini görmezden gelmektedir. Konuya dair bkz:
Mustafa Çağrıcı, “Gazzâlî, DİA., İstanbul 1996, XIII, 489-505. (Çev.) 9 İran’ın güney batısında yer alan Hûzistan’ın batısında Irak, güneyinde Basra körfezi, kuzeyinde Zagros
sıradağları yer alır; Îlâm (Kirmanşâhân), Lûristan (Hürremâbâd), Çehârmahal, Bahtiyârî, İsfahan ve Fars
bölgeleriyle çevrilidir. (Recep Uslu , “Huzistan”, DİA., İstanbul 1988, XXVIII, 436-439) (Çev.) 10 Cibâl; doğuda Kebir Çölü, güneydoğuda Fars, batı ve güneybatıda Irak-ı Arap, kuzeybatıda Azerbaycan,
kuzeyde Elbruz Dağı ile çevrili bölgenin adıdır. Rey ve Batı İran’ı içine alır. (Çev.) 11 Pakistan'ın güneydoğusunda İndus nehri çevresinde yayılan Sind bölgesi, batı kesimleri dağlık (Kırthar
dağları) orta kesimleri İndus çevresindeki alüvyonlu ovalar, doğuda kumlu çöller (büyük kısmı Hindistan sı-
nırları içine taşan Thar çölü) olmak üzere üç farklı coğrafi üniteden oluşur. Hindistan alt kıtasında tarihi bir
bölge ve günümüzde Pakistan' da bir eyaletin adıdır. (Çev.) 12 İdris, ‘Uyun, IV, 257-267; W. Ivanow, “Ismailis and Qarmatians” Journal of the Bombay, Branch of the
Royal Asiatic Society, New Series, 16, 1940, Ss. 63-74. 13 Özellikle bkz: W. Madelung, Das İmamat in der frühen İsmâilitischen, Lehre, Der İslam, 37, 1961, Ss. 55 ff.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
530
bölgelerinde ve oradaki kabileler arasında tebliğ faaliyetlerine başladılar. Takriben hicri
293 Milâdî 905 yılına kadar o bölgenin tamamını nüfuzları altına aldılar.14 Bu arada Ebû
Said Cennâbî, Hamdan tarafından İsmâilî daveti başlatmak amacıyla Arabistan yarım
adasının Doğu sahillerine ( O dönemdeki Bahreyn) gönderildi. O, kısa bir süre içerisinde
bölgenin Arapları ve aynı zamanda Bahreyn’de ikamet eden İran asıllı muhacirler üzerinde
hâkimiyet kurdu. Daha sonra hicri 286 Milâdî 899’da Bahreyn’de İsmâilî mezhebe dayalı
güçlü bir devlet meydana getirmeye muvaffak oldu. İki asır kadar devam eden bu devlet,
daha sonra defalarca amansız düşmanları olan Sünni Abbasîler ve Şiî Fatımîlerin
saldırılarına maruz kaldı. Genel olarak İslam dünyasında İsmâiliyye’nin kötü şöhreti
önemli ölçüde Bahreyn Karamatîlerinin neden olduğu bazı facialar sebebiyledir. Hicri
dördüncü asırda Bahreyn Karamatîlerinin Mekke-i Muazzama’ya hücum etmeleri,
Haccâc’ın katliamı ve hicri 317 Milâdî 930 yılında Haceru’l-Esved’in çalınması onların
işlediği suçlar arasında sayılabilir.
İran’ın kuzey batısı ve merkezi bölgelerdeki İsmâilî davete, Rey’de oturan asli bir
dâî nezaret etmekteydi. Bu dâî, Irak’ta bir süre davetini yaydıktan sonra İran’daki tebliğ
işine başladı ve daha sonra Horasan ve Mâverâünnehir’e de açıldı. İranlı ilk İsmâilîlerin bu
grupları hakkındaki bilgiler, İbn Nedim, Reşidüddin Fadlullah, Deylemî, İbn Devâdârî ve
Makrizî’nin eserlerinde geçmiştir. Fakat en geniş açıklamalar, Nizâmülmülk’ün
Siyasetnamesi’nde bulunur.15
Rey’in beşinci dâîsi olan Ebû Hatim Razî ( ö.322/934) İsmâilî mütefekkir ve
dâîlerin en seçkinlerinden sayılır. Onun çalışmaları neticesinde İsmâilî davet, İsfahan,
Azerbaycan, Taberistan ve Gurgan’a kadar yayıldı. Davet resmi olarak Horasan ve
Mâverâünnehir’de hicri üçüncü asrın sonlarında Ebû Abdillah Hadim adında bir şahıs
vasıtasıyla başladı ve İsmâilî dâîler, kısa bir süre içerisinde o bölgede hâkim tabakadan
önemli bireyleri kendi inançlarına katmaya muvaffak oldular. Bu dâîlerden birisi de aynı
zamanda eşref zade olan Hüseyin bin Ali Merverevdî’dir. Samanîler tarihinde ondan
makam sahibi veya makamlara layık biri olarak söz edilmiştir. Hüseyin Merverevdî,
davetin merkezini Nişabur’dan Merverev’e taşıdıktan sonra Muhammed bin Ahmed Nesefi
(ö. 332/943) Horasan davet riyasetine ulaştı. Hakikatte ilk İsmâilî filozof olan Nesefi,
İsmâilî düşünceyi Yeni Eflatuncu felsefe ile karıştırarak özel ve yeni bir dünya görüşü elde
etmeyi başardı. Nesefi, Buhara’daki faaliyet merkezinden İsmâilî mezhebi, Orta Asya’nın
birçok ülkesine yaydı. Saman Oğulları nezdindeki nüfuzuyla Saman Oğulları emiri Nasr
bin Ahmed ve etrafında bulunan kimseleri kendi taraftarları arasına katmayı başardı.
Saman Oğulları devletinin Sünni âlimlerinin tahrikleri sonucu katledilen Nefesî’den sonra
İsmâiliyye hareketi, Ebû Ya‘kup Sicistânî gibi diğer dâîler nezaretinde Saman Oğulları ve
Gazneliler hâkimiyeti altında bulunan topraklarda devam etti.
14 Ebû Hanife en-Numan bin Muhammed, Risâletu İftitahi’d-Da‘ve, tsh:Vedad el-Kâdî, Beyrut 1970, s. 32-54. 15 Nizâmülmülk, Siyeru’l-Mülûk (Siyasetname), tsh.: H. Dark, 2. Baskı, Tahran, 1347, s. 282-295, 297-305; S.
M. Stern, “The Early İsmâ‘ili Missionaries in Nort-West Persia end in Khurâsân And Transoxaina”, Bulletin
of the School of Oriyental and African Stadies, 23, 1960, Ss.56-90.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
531
2. Fatımî İsmâilîlerin Ortaya Çıkışı ve Karamita
İlk İsmâilîlerin nüfuzunun hızlı bir şekilde artması ile eş zamanlı olarak İsmâiliyye
hareketi içinde önemli bir ayrılık da ortaya çıktı. Hicri 286 Milâdî 899 yılında
Ubeydullah’ın Selemiye’de fırkanın merkezî rehberliğine ulaşmasından kısa bir süre sonra
Irak ve civarı bölgelerde davetin liderliğini üstlenmiş bulunan Hamdan Karamat,
Selemiye’den sadır olan yazılı direktifler konusunda şüphe uyandırıcı değişiklikler
olduğunun farkına varır. Doğrusu bu değişiklikler, İsmâiliyye’nin yeni rehberinin
itikatlarında önemli reformların/ıslahatların meydana geldiğini de yansıtıyordu. Şöyle ki,
artık Ubeydullah, Muhammed bin İsmâil’in dönüşünü beklemiyor, kendisi ve selefleri
(hareketin merkezi rehberleri) için imamet iddiasında bulunuyordu.16
Bunun üzerine Hamdan ve Abdân, Selemiye ile olan ilişkilerini hemen kestiler ve
Irak’taki davet faaliyetlerini durdurdular. Fakat her ikisi, derhal ve büyük ihtimalle
Ubeydullah’ın emriyle ortadan kaldırıldılar. Muhammed bin İsmâil’in mehdiliğinin ve
imametinin Ubeydullah tarafından inkâr edilmesi, İsmâilîlerin birbirine muhalif iki kısma
ayrılmasına neden oldu: Bir grup, daha sonra Fatımî İsmâilîler adıyla bilindiler ve Fatımî
halifelerini imam kabul edip onlara uydular ve Ubeydullah’ın akide ile ilgili
reformlarını/ıslahatlarını kabul ettiler. Bu grup tedrici olarak ıslahatları, özellikle Fatımî
halifesi el-Muizz Lidinillah (341-365/953-975) döneminde gerçekleştirilen pek çok
reformu kabul ettiler. İlk İsmâilîlerin ikinci dalı da bundan sonra Karamita (kelimenin özel
anlamıyla) olarak meşhur oldular. Bunlar, Ubeydullah’ın reformlarını batıl saydılar ve
daha önceden olduğu gibi Muhammed bin İsmâil’in mehdiliğine dair ilk İsmâilîlerin
akidesine bağlı kaldılar. Ubeydullah ve diğer Fatımî halifelerin imametini de reddeden bu
kanat, genel olarak, Irak ve Bahreyn Karamatîlerini içine alır. Fakat bunlar, İran’da Cibal
İsmâilîlerinin yardımından ve görüş birliğinden de istifade ediyordu.
Bu ayrılığın ve Dâî Zikreveyh bin Mihreveyh ve oğullarının mücadelesi sonucu,
Ubeydullah, hicri 289 Milâdî 902 yılında Selemiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Uzun ve
kaderini tayin eden Şam’dan Kuzey Afrika seferini başlattı.17 O, türlü maceralardan sonra,
hicri 292 Milâdî 905 yılında Merakiş’in doğusundaki Sicilmase şehrine ulaştı. Fakat derhal
Abbasîler adına çalışanlardan olan o mıntıkanın emiri tarafından tutuklandı. Ubeydullah’ın
Kuzey Afrika’daki vefakâr dâîsi Ebû Abdillah eş-Şiî, onu kurtardı ve hilafet makamına
ulaştırdı.18 Hicri 280 Milâdî 893 yılında Mağrib’deki Kutâme Berberileri topraklarında
İsmâilî davete başlamış olan Dâî eş-Şiî, süratli bir şekilde Berberîlerin İsmâilî inanca
girmelerini ve onlardan dikkate değer savaşçı bir güç oluşturmayı başardı. İsmâilî
Berberiler, çabucak mahalli ve Abbâsî kuklası yönetimlerini bir biri ardına devirmeyi
başardılar. Sonuçta Ağlebîleri yenerek bütün Afrika’yı (Fiili Tunus) ele geçirdiler. Bu
zaferlerin ardından Ubeydullah, Rebiu’l-Ahir ayı 297/Haziran 910 yılında resmen
16 Ubeydullah’ın Yemen İsmâilîlerine gönderdiği mektubun ayrıntıları için bkz. H.F. el-Hamdani, On The
Genealogy of Fatimid Caliphs, Cario, 1958. Madelung, “Das Imamat”, Ss. 65-86. 17 Seferin ayrıntıları için bakınız: en-Numan, İftitahu’d-Da‘ve, s. 54-258, W. Ivanow, İsmâilî Tradition
Concerning the Rise of the Fatimids, London, 1942, Ss. 164-231. 18 Araştırmacı, nedense vefakâr dâî Ebû Abdillah eş-Şiî’nin daha sonra Ubeydullah tarafından öldürüldüğünü
ifade etmez. Bkz. Öz- eş-Şek‘a, “İsmâiliyye”, XXII, 129. (Çev.)
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
532
Ağlebîlerin Afrika’daki başkentinde özel merasimlerle el-Mehdi ünvanlıyla yeni tesis
edilen Fatımîlerin hilafet makamına oturdu. Artık İsmâilîler, bir buçuk asırlık bir
çalışmadan sonra, İslam dünyasının merkezinden uzak bir bölgede genelde Haricî ve Ehl-i
Sünnet mezheplerine tabi olan Berberîlerin topraklarının kalbinde rehberlerini ve
imamlarını idarenin başına getirmeye muvaffak olmuşlardı. Ubeydullah el-Mehdî ( 297-
322/910-934)’nin hilafetinin başlamasıyla birlikte İsmâiliyye tarihinde “Gizli dönem ve
mestur imamlar” dönemi de son bulmuş oldu. Bundan sonra İsmâilî imam “Keşf
Dönemi”inde aleni bir şekilde Fatımî halifesi ünvanlıyla kendi taraftarlarının başında
bulunmaya başladı.
Fatımîler hilafetinin tesisi, İsmâliyye düşünce tarihinin altın çağının başlangıcıdır.
Bu dönem, sekizinci Fatımî halifesi el-Müstansır Billâh (427-487/1036-1094)’ın vefatına
kadar devam etti. Böylece İsmâiliyye, iki asır kadar süren bu dönemde güçlü bir
imparatorluğun resmî bir mezhebi durumundaydı. Fatımîler, önce Afrika’dan, hicri 362
Milâdî 973 yılından itibaren de Mısır’dan başlayarak geniş topraklara hükmetmeye
başladılar. Artık Fatımîler, Abbasîler hilafeti ve bir dizi farklı yönetimler için güçlü bir
rakip sayılıyordu. Öyle ki, onlar birkaç yıl sonra Kuzey Afrika’nın tamamını, Mısır, Kızıl
Deniz sahilleri, Yemen, Hicaz, Filistin ve Şam’ı hâkimiyetleri altına aldılar. Bu topraklarda
ve Fatımî hâkimiyeti altında bulunmayan diğer İslam beldelerinde Fatımî halifesi
İsmâiliyye imamı olarak pek çok Müslüman'ın itaatine mazhar oluyordu.
Bu altın çağda, İsmâilî düşünce ve edebiyat da zirve noktasına ulaştı. Kendi
zamanlarının muhtelif felsefî okullarından ve geçmiş dönem edebiyatından tam anlamıyla
haberdar olan Muhammed bin Ahmed Nesefî, Ebû Hatim Razî, Ebû Hanife Numan bin
Muhammed ( Kadı Numan), Ebû Ya’kûb Sicistânî, Hamiduddîn Kirmânî, el-Mueyyed
Fiddîn Şirâzî ve daha sonraları ünlü Hekim ve şair Nasır Hüsrev, İsmâilî tefekkürün
gelişmesine ve yayılmasına giriştiler. Bunlar, Kelam, Felsefe ve İsmâilî fıkıh konusunda
önemli risaleler tedvin ettiler. Fatımîler, genel olarak bilim, sanat ve ticarete ilgi duydular.
Yeni kurulmuş başkentleri Kahire’yi bu tür faaliyetler için Abbasî başkenti Bağdat’a
önemli bir rakip haline dönüştürdüler.
Fatımîlerin doğu sınırı hiçbir zaman Şam’ı aşamadı. Netice itibariyle Fatımî
halifeleri, pek çok çalışmaya rağmen Abbasîler hilafetini veya Büveyhîler ailesini19 ve
Selçuklu devletini ortadan kaldırmayı başaramadılar. Fakat Fatımîler hilafetinin
kurulmasından sonra da İsmailî davet, muhtelif ülkelerde yayılmaya devam etti. Zira
Fatımîler her zaman bütün İslam dünyasında hâkimiyetlerini sağlayacaklarını ümit
ediyorlardı. İşte bu nedenle onlar, davetlerini ed-Da‘vetu’l-hadiye (hidayet eden davet)
olarak adlandırmışlardı.
Fatımî İsmâilîler, bu davet için bir dizi karmaşık aşamalardan oluşan bir teşkilat
oluşturmuşlardı. Bu teşkilat, 'dinin sınırları' adını alıyordu. Fakat bunun ayrıntılarına dair
19 932-1062 yılları arasında İran ve Irak’ta hüküm süren Deylem asıllı bir hânedan olan Büveyhîler hakkında
bkz. Erdoğan Merçil, “Büveyhîler”, DİA., İstanbul 1992, VI, 496-500. (Çev.)
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
533
bir bilgi ve belge elde yoktur. Her surette bu teşkilatın üst liderliği, imamın şahsında ve
ondan sonra “bab” olarak da adlandırılan Dâi’d-duat’ta bulunuyordu. Genelde Kadi’lkudat/Yargıçlar
yargıcı makamını da o üstleniyordu. Dâîler ve sıradan İsmâilîler, değişik
medreselerde özellikle (395/1005) yılında Fatımî halifesi el-Hakim tarafından kurulan
Daru’l-hikme’de eğitim görüyorlardı. Dâî olmak isteyenler, uzun yıllar süren başlangıç
eğitimi merhalelerinden sonra icazet alır ve Dâi’d-duatın İsmâilî kelam ve felsefeye dair
ders meclislerine katılırlardı. Dâîler bu eğitim evrelerini tamamladıktan sonra on iki
mıntıkaya ya da İsmâilî terminolojiyle on iki “cezire”ye ayrılan İslam dünyasının muhtelif
noktalarına dağılıyorlardı. Dâîler, her bölgede aslî bir dâî gözetiminde İsmâiliyye akidesini
yayıyorlardı. Fatımîler, bu ağ yoluyla İsmâilî daveti ve kendi siyasî-mezhebî nüfuzunu
merkezî Asya ve Hindistan’a kadar yayabildiler. Bu sebeple onlar, her zaman, Abbasîler ve
doğu İslam dünyası topraklarında nüfuzu ellerinde bulunduran diğer yönetimler için güçlü
rakip sayılıyordu.
Özellikle el-Müstansır Billâh’ın hilafeti döneminde Irak ve İran’da Fatımî
İsmâilîlerin daveti, dikkat çekici bir şekilde başarılı olmuştur. O dönemde Bahreyn hariç,
henüz ortadan kaldırılmamış diğer Karamatî grupların çoğu Fatımî İsmâilîlerin kanadına
katılmışlardı. O dönemin en seçkin dâîsi olan el-Müeyyed Fiddîn Hibetullah Şirâzî, ilk
önce Fars bölgesinde faaliyette bulundu ve Büveyhî ailesi nezdinde oldukça yüksek bir
makam elde etti. O, daha sonra Şiraz’ı terk etmeye mecbur kaldı ve hicri 439 Milâdî 1047
yılında Kahire’ye gitti. Sonra da hicri 453 Milâdî 1061 yılında Dâi’d-duat makamına ulaştı
ve hicri 470 Milâdî 1078 yılındaki vefatına kadar bu makamı korudu. el-Müeyyed,
aralarında Nasır Hüsrev de olmak üzere Fatımî dâîlerin muhtelif yerlerdeki faaliyetlerini
Kahire’den kontrol ediyordu. O dönemde Sünni Selçuklular, devletlerinin temellerini
sağlamlaştırıp nüfuzlarını İran’dan Şam’a ve Fatımî İmparatorluğunun diğer komşu
bölgelerinde arttırırken Fatımî davet de Irak’ta çok özel bir şekilde başarılı oluyordu.
Başlangıçta Türk bir köle olan Ebû’l-Haris Arslan Besâsîrî, daha sonra Irak’ta muktedir bir
emir haline geldi. Irak’ta Büveyh Oğulları hükümetinin içinde bulunduğu son yıllarındaki
karmaşadan istifade etti, Basra ve diğer bazı şehirleri kontrolü altına aldı. Şiîliğe yönelmiş
olan Besâsîrî, Selçuklular tarafından fethedilen Bağdat’ı, Fatımî halifesi adıyla kontrol
altına almak için Fatımî halifesi el-Müstansır’a işbirliği teklif edip ondan yardım istedi. elMüstansır,
bu isteğe olumlu yanıt verdi ve Dâî el-Müeyyed’i gerekli silah ve teçhizatla
Şam ve Irak’a yolladı.20
el-Müeyyed ve Besâsirî’nin eş zamanlı operasyonları neticesinde hicri 448
Milâdî1054 yılında Musul, Vasıt ve Kûfe şehirlerinde Cuma namazı hutbeleri, Fatımî
halifesi el-Müstansır adına okutuldu. Aynı yıl Besâsîrî, Irak’da Selçukluları yendi.
Bilahare, Zilkade 450/Kasım 1058 yılında Bağdat’a girdi ve Abbâsî Halifesi el-Kaim’i esir
aldı. Böylece Abbasî Başkenti Bağdat’ta hutbeleri Fatımîler adına okuttu. Her ne kadar
Besâsîrî, aşağı yukarı bir yıl sonra Selçuklu Sultanı Tuğrul’dan yenilgi alıp öldürüldüyse
de Besâsîrî’nin kısa süreli bu zaferi, Bağdat’ta ve Irak’ın diğer şehirlerindeki Fatımî
20 Bu konu, el-Müeyyed’in kendi yazdığı otobiyografisinde çok genişçe işlenmiştir. el-Mueyyed Fi’d-Dîn eş-
Şirâzî, Siretu’l-Müeyyed Fi’d-Din Dai’d-Duat, Tercemetu Hayatihi Bi Kalemih, tsh.: Muhammed Kamil
Hüseyin, Kahire, 1949.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
534
hâkimiyetinin istikrar bulmasına, Abbasî ve Selçuklular için tehlike çanlarını çalmaya
yetmişti. Aynı zamanda Fatımîlerin İran’daki nüfuzları hızlı bir şekilde yayılıyordu. elMüstansır’ın
imametini kabul etmiş olan bu topraklardaki Fatımî İsmâilîler, dâî
Abdulmelik bin ‘Attâş ve daha sonra Hasan Sabbah (ö.518/1124) liderliği altında
birleşebildiler ve Selçukluların kalbinde güçlü bir devlet kurabildiler.21 Hicri 469 Milâdî
1074 yılında Mısır’a gitmiş olan Hasan Sabbah, hicri 483 Milâdî 1009 yılında Alamut
Kulesi’ni tasarrufu altına aldı. Buradan Selçuklulara karşı aleni bir şekilde mücadelesine
başladı. O, İsmâilî imam öğretisine uymaya özel bir önem veriyordu. Bu konudaki
görüşlerini kaybolmuş olan bir risalede açıklamıştı. Bu olaylar ve İran’da İsmâiliyye’nin
yeni hayatı, Nizâmülmülk, gibi güçlü ve bilgili bir vezirin hizmet ve desteğinden
yararlanan Selçuklu sultanları Alp Arslan ve Melikşah’ın saltanatı dönemine denk
gelmekteydi.
Her hâlükârda Fatımî İsmâilîlerin önemi, daha çok İslamî düşünce ve kültürü
ilerletme konusunda oynakları rol sebebiyledir. Bu nedenle olsa gerektir ki, oryantalist
Louis Massignon (1883-1962) hicri dördüncü çağı, İslam dünyası “İsmâilî Çağı” olarak
adlandırmıştır.22 Fatımî İsmâilîler, inançlarını, ilk İsmâilîler vasıtasıyla ortaya konan
düşünce kalıpları içinde açıklıyorlardı. Onlar aynı zamanda şerî hükümlerin zahir ve batın
yönlerinin farklılığına ve kutsal mektupların varlığına inanıyorlardı. Fakat onlar,
seleflerinin aksine bu iki yön, zahir ve batın konusunda dengeli ve orta yol takip ettiler ve
özellikle batına vurguda bulunmadılar. İsmâilîler, imam öğretisi ve te’vil yoluyla sadece
kendilerinin batında gizli olan hakikatlere ulaşabileceklerine inanıyorlardı. Bunlar, avamın
ve İsmâilî olmayanların hakikatlerine ulaşmaktan uzak oldukları gerçeklerdir. Şia düşünce
kalıpları içinde irfana dayalı bir düşünce sistemini ve doktrini teşkil eden bu batınî
hakikatler, genel olarak İsmâiliyye’nin beşeriyetin tarih evreleri, yaratılış ve dünya
görüşüne dair özel düşünceleri içerir. Farklı bilgili dâîlerin eserlerinde tedvin edilmiş
bulunan bu düşünceler, İslam felsefesinin ve özellikle Şiî tefekkür ve irfanının
yetkinleşmesi açısından oldukça önemlidir. Fatımî İsmâilîler, insanlık tarihinde ilk
İsmâilîlerin geçirdikleri evreleri ve görüşlerini korudular. Fakat onlar, Muhammed bin
İsmâil’den sonra imametin devamı konusundaki itikatlarında özellikle giderek uzamakta
olan tarihin altıncı evresi hakkında bir takım değişiklikler meydana getirdiler. el-Muizz’in
hilafetinden sonra, Fatımî İsmâilîler de Karamatîler gibi Yedinci dönem, yani tarihin son
dönemini açacak olan Mehdi’yi beklemeye başladılar. Öte yandan, Fatımî İsmâilîler, ilk
İsmâilîlerin dünya görüşü yerine yeni bir dünya görüşü ortaya attılar. Yeni Eflatuncu
felsefe ile İsmâilî-İslamî itikatların bileşkesinden meydana gelen bu dünya görüşü,
başlangıçta Dâî Nesefî vasıtasıyla tedvin edilmiş ve İranlı İsmâilîlerin eline geçmişti. Yeni
Eflatuncu-İsmâilî bu dünya görüşü, daha sonra, Ebû Hatim Razî ve özellikle Ebû Ya‘kûb
Sicistânî vasıtasıyla yetkinliğe ulaştı ve Fatımî halifesi el-Muizz’in hilafeti döneminde,
hicri dördüncü asrın ortalarında Fatımî İsmâilîler tarafından resmî olarak kabul edildi.
21 Hasan Sabbah’a dair bakınız: Abdülkerim Özaydın, “Hasan Sabbah”, DİA., İstanbul 1997, XVI, s. 348-350.
(Çev.) 22 L. Massignon, “Mutanabbi, devent le siêcle ismaêlien del’Islam”, in Al Mutanabbi: Recueil pupliê al’
occasion de son millênaire, Beyrouth, 1936, s.1.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
535
Nesefî’nin bu konu hakkındaki asıl eseri olan Mahsûl’ün kayıp olduğuna ve Ebû
Hatim’den bu konuda Islâh kitabının geriye kaldığına da dikkat çekmek gerekir. Sadece
İsmâilîlerin Yeni Eflatuncu dünya görüşünü, Daî Sicistânî’nin eserleri yoluyla
öğrenme/mütalaa imkânı bulunmaktadır.23 Yeni Eflatuncu bir tür dünya görüşünü
İhvanu’s-Safa’nın meşhur risalelerinde de bulunduğunu hatırlatmak lazımdır. Bu risaleler,
hicri dördüncü asrın ortasında zahiren İsmâilî-Karamatî halifelerini takip etmeyen bir grup
İsmâilî-Karamatî bilgin tarafından Basra’da tedvin edilmiştir. Nesefi, Ebû Hatim ve
Sicistânî arasında ortaya çıkan görüş ayrılıkları da daha sonra Kirmânî (ö. 411/1020’den
sonra)’nin24 tahlil ve değerlendirmelerine tabi tutulmuştur.25
Kimânî’nin kendisi, farklı Yeni Eflatuncu bir dünya görüşünü ifade eder ki, bu,
onun Yunan ve İslam felsefesine, özellikle Farabî (ö. 339/950) ve İbn Sinâ (ö.
428/1037)’nın görüşlerine olan hâkimiyetini gösterir. Kirmanî’nin bu ve konuya ilişkin
felsefî görüşleri hicri 411 yılında biten Rahetu’l-‘Akl kitabında geçer. Bu kitap, Batınî
İsmâilîlerin en mühim ve en kapsamlı eserlerinden birisidir.26
3. Müsta‘leviyye ve Nizâriyye’nin Ortaya Çıkışı
Fatımî halifesi el-Müstansır Billâh’ın hicri 487 Milâdî 1094 yılında ölmesiyle
birlikte İsmâiliyye hareketi içinde hareketin geleceğinin kaderini tayin eden önemli bir
ayrılık daha meydana geldi. Fatımî İsmâilîler, el-Müstansır’ın yerine kimi geçirecekleri
hususunda ihtilafa düştüler ve Müsta‘leviyye/Müsta‘liyye ve Nizâriyye dallarına ayrıldılar.
Bu ayrılık, İsmâilî hareketin zayıf düşmesine neden oldu. Mısır, Yemen, Hint ve diğer bazı
bölgelerdeki İsmâilîler, el-Müstansır’ın oğullarından olan ve Fatımî vezir Afzal’ın
himayesinde yönetime gelmiş olan Müst‘alî’nin imametini kabul ettiler. Fakat Buna
karşılık İranlı İsmâilîler ise Hasan Sabbah’ın öncülüğünde pederinin nassına sahip olup da
hilafetten mahrum bulunan el-Müstansır’ın büyük oğlu olan Nizâr’ın imametine taraftarlık
ettiler ve Müsta‘levî İsmâilîlerle ilişkilerini kestiler. Nizârî İsmâilîler, yeni davetin
esaslarını oluşturdular ve kendi itikatlarında değişikliklere gittiler. Bu durumda da
Müsta‘levîler de Fatımî İsmâilîlerin düşüncelerini devam eder hale geldiler. Şam’dan
Horasan’a kadar dağlık bölgelerde sayısız kalesi olan Nizârî Devleti, Sünni Selçukluların
ve Şiî Müsta‘levîlerin güçlü bir düşmanı haline geldi. Sonuçta bu devlet, Moğol
ordularının sayısız hücumları karşısında hicri 654 Milâdî 1256 yılında ortadan kaldırıldı.
Müsta‘levîler de Mısır’da bir süre hüküm sürdükten sonra davet merkezlerini Yemen’e ve
Hint yarım kıtasına taşıdılar.
23 Ebû Ya‘kup es-Sicistânî’nin farklı eserleri arasında bkz. Keşfu’l-Mahbûb’, tsh.: Hanry Corbin, TahranParis,
1949; Kitabu’l-Yenâbî‘,(Sê Risâle-i İsmâilî) İran-Yemen, tsh., Henyr Corbin, Tahran-Paris, 1961;
Kitabu isbati’n-Nubu’ât, Kitabu’l-İftihar, tsh., Mustafa Ğalib, Beyrut, 1980. 24 Ebü’l-Hasen Hamîdüddîn Ahmed b. Abdillâh b. Muhammed el-Kirmânî hakkında bkz. Ferhad Deftery,
“Kirmânî, Hamîdüddin”, DİA., İstanbul 2002, XXVI, 63-64. 25 Hamiduddin el-Kirmânî, Kitabu’r-Riyad, tsh.: Arif Tamir, Beyrut 1960; İvanow, Stadies in Early Persian
Ismailism, Ss. 87-122. 26 Hamiduddin Kirmânî, Râhetu’l-‘Akl, tsh.: Muhammed Kamil Huseyn ve Muhammed Mustafa Hilmî,
Kahire, 1953. Bu eser, merhum İsmâilî Muhakkik Mustafa Ğalib tarafından da tahkik edilmiştir. Beyrut
1967.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
536
4. İsmâiliyye’ye Karşı Verilen Mücadele ve Yazılan Reddiyeler
İşte bu şartlarda, İsmâilîler ilk çağlarından itibaren sayısız düşmanlarının kılıç veya
kalemlerinin saldırılarına maruz kaldılar. Nişabur’da yaşayıp hicri 260 yılında vefat eden
Meşhur imamî âlim Fazl bin Şazan, görünürde Reddun ‘Ale’l-Karamite adıyla İsmâilî
karşıtı bir kitap yazan ilk müelliftir. Fakat bu tür cedelci (dialectic) eserlerin en kadimi ve
en ünlüsü, hicri dördüncü asrın ortasında Kûfe’de yaşayan Ebû Abdillah Muhammed bin
Ali bin Rezzam tarafından kaleme alınan eserdir. O, dikkat çekici bu risalede ilk defa,
Fatımî halifelerinin Ali’ye nispetini reddetti ve bunun dinsizlik ve düzmece olduğunu iddia
etti. Daha sonra Şerif Ehû Muhsin olarak meşhur olan ve İsmâiliyye’nin bir diğer düşmanı
olan Ebû’l-Huseyin Muhammed bin Ali, önemli ölçüde İsmâilî karşıtı çeşitli konularla
dolu olan ve aslı kayıp olan bu risaleden istifade etti. Şam’da yaşayan ve orada hicri 375
miladi 985 yılında vefat eden Ehû Muhsin, Ali’nin soyundan olduğunu iddia ediyor ve
kendisini Muhammed bin İsmâil bin Ca’fer’in halifelerinden olduğunu ileri sürüyordu. O
da İsmâiliyye’ye reddiye amacıyla geniş kapsamlı bir kitap yazmış, fakat bu kitabın aslı da
geriye kalmamıştır. Yalnız, İbn Rezzam’ın ve Ehû Muhsin’in garaza dayalı bir takım
rivayetleri Nüveyrî (ö. 732/1332), İbn Devâdârî (ö. 736/1366) ve Makrizî (ö.
845/1442)’nin tarih kitaplarında nakledilmiştir.27 Böylece İbn Rezzam ve Ehû Muhsin’in
düşmanca risaleleri, İsmâilî olmayan düşünürlerin ve tarihçilerin İsmâilîler hakkındaki en
önemli kaynakları haline gelmiştir.28
Mısır’da Fatımî Kütüphanelerinin ve Alamut’taki meşhur kütüphanenin de ortadan
kaldırılması daha sonraları İsmâilîler hakkında gerçeği yansıtmayan yargıların ortaya
çıkmaksına yardımcı olmuştur. Fakat İsmâilî yeni kitapların keşfi ve son zamanlarda
bazılarının yayılmasıyla birlikte İsmâilîlerle ilgili daha gerçekçi bir tasvir elde edilmiştir.
Abbasî halifeleri ta baştan beri doğrudan müttefikleri vasıtasıyla ve muhtelif
yollarla İsmâilîlere düşmanlık beslediler. Onlar özellikle hüküm sürdükleri bölgelerde
İsmâilî davetin başarılı olmasından korktular. Resmen ve gayri nizamî yollarla İsmâilîlerle
mücadeleye girişen ilk kişi, Abbasî halifesi el-Kadir (ö. 381-422/991-1031) olmuştur. O,
bazı Sünni ve Şiî âlimleri, hicri 402 Milâdî 1011 yılında Bağdat’ta bir araya getirdi. Onları,
zamanın Fatımî halifesi el-Hâkim Biemrillah (386-411/996-1021) ve seleflerinin, Ali
soyundan olduklarını reddetme konusunda bir bildiri hazırlamaya ve yayımlamaya zorladı.
İbn Rezzam ve Ehû Muhsin’in de İsmâilî karşıtlığı rivayetlerini yansıtan bu metin senet,
baştanbaşa Abbasî topraklarındaki mescitlerde okundu.29 Buna ek olarak el-Kadir, ilk defa
27 İlgili bölüm, Nihayetu’l-Ereb, Te’lif Ahmed b. Abdulvehhab, en-Nüveyrî, henüz yayımlanmamıştır. Fakat
Fransızca tercümesi aşağıdaki önemli eserde bulunabilir. A. I, Silvestre de Sacy, Exposê de la religion des
Druzes, Paris, 1838, Vol. I, intoduction, Ss. 74-171, 184-238, 438 ff. Diğer iki kaynak içi bakınız: Ebubekr
Abdullah ed-Devadarî, Kenzu’d-Durer ve Camiu’l-Ğurer, VI, tsh.:Selahuddin el-Muncid, Kahire, 1961, 6,
17-21, 44-156; Takiyuddin Ahmed el-Makrizî, İttiazu’l-Hunefa Bi Ahbari’l-Eimmeti’l-Fatımiyyine’l-Hulefâ,
tsh.: Camâluddin eş-Şeyyal, Kahire, 1967, I, 391-397. 28 Bunlar, Abdulkahir bin Tahir el-Bağdâdî’nin de istifade ettiği kaynaklarıdır. el-Fark Beyne’l-Firak eserinin
Batıniyye faslına bkz. Ths.: Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, Kahire, 1964, s. 281-312. 29 Bu bildirinin metni ve hazırlayanları için bkz. İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, Haydarabat, 1357-59, VII, 255;
‘Ata Melik Cüveynî, Kitab-ı Tarih-i Cihan-Guşayi, Ths.: Muhammed Kazvinî, Leyden, 1937, III, 174-177;
el-Makrizî, İtti’az, I, s. 43-44; Ebu’l-Mehâsin Yusuf bin Tağriberdî, en-Nucumu’z-Zahire Fi Muluki Misre
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
537
Mu‘tezilî âlim Ali bin Said İstahrî (ö. 404/1013) gibi âlimlerden İsmâilî akidenin geçersiz
kılınması için bir risale telif etmelerini istedi. Abbâsîler, Büveyh Oğulları ve onların iş
başına getirdiği emirler ve Bahreyn Karamatîleri tarafından Fatımîlere karşı girişimlere ve
sistemli saldırılara rağmen Doğu İslam dünyasındaki Fatımî İsmâilîlerin daveti, yayılmaya
devam ediyordu.
Fatımî halifesi el-Müstansır Billâh dönemindeki İsmâilî davetin başarısı, Abbasîler
ve Selçuklular öncülüğünde Ehl-i sünnet’in İsmâiliyye karşıtlığının yeni bir boyut
kazanmasına sebep oldu. Hicri 444 Milâdî 1052 yılında Abbâsî halifesi el-Kaim, bir grup
âlimi, Fatımî halifelerinin Alevî soyunu reddetmek için tekrar yeni bir senet düzenlemeye
mecbur etti.30
Bir süre sonra İran İsmâilîleri, kendilerini, Selçukluların ve Selçuklu devletinde
gerçek güç sahibi olan Nizâmülmülk’ün düşmanca tavırlarıyla karşı karşıya buldular.
Nizâmülmülk, Siyasetname adlı kitabının önemli bir bölümünü İsmâiliyye’yi reddetmeye
tahsis etmiştir. Bu da İsmâilîler hareketinin Selçuklu topraklarında ne kadar yayıldığını
göstermektedir. Sonunda Nizâmülmülk, Hasan Sabbah öncülüğünde yeni bir hayata
başlayan İran İsmâilîlerine muhalefet ettiği gerekçesiyle fırkanın fedailer kadrosu
tarafından hicri 485 Milâdî 1092 yılında öldürüldü.
5. Gazzâlî’nin İsmâiliyye’ye Reddiyesi
Bu koşullarda bile Abbasîler, İsmâilî karşıtı risaleleri telif etmeye teşvik ediyordu.
Bu dönemde Abbasî halifesi el-Mustazhir’in isteğiyle İsmâilî karşıtı risalelerin en
önemlisini, Ebû Hamid Muhammed Gazzâlî (ö.505/1111) yazmıştır. Gazzâlî, hicri 478
Milâdî 1085 yılından itibaren Nizâmülmülk’ün dikkatini ilmine çekmeyi başarmış,
bilahare Nizâmülmülk tarafından 484/1091 yılında Bağdat’ta Nizamiye Medresesinin asıl
hocalarından biri olarak tayin edilmişti. Gazzâlî, kısa sürede Bağdat’ta ilmi şöhret elde etti
ve hemen genç Abbasî halifesi el-Mustazhir (487-512/1094-1118), ondan Batıniyye’yi
(İsmâiliyye) reddeden bir risale yazmasını istedi.
Fedâihu’l-Batıniyye ve Fedâilu’l-Mustazhiriyye olarak adlandırılan ve aynı
zamanda el-Mustazhirî olarak da bilinen bu risalenin yazımı, hicri 487-488 yılları boyunca
devam ederek Gazzâlî’nin 488/1095 yılı sonunda Bağdat Nizamiyesindeki tedrise son
vermeden önce sona erdi. Gazzâlî, geçirdiği ruhsal değişim gerekçesiyle birkaç yılı
Dımaşk ve Beytu’l-makdis’te inzivada geçirdi.
Fedâîhû’l-Batıniyye’den bazı seçkiler, ayrıntılı bir takım haşiye ve açıklamalarla
birlikte kendi dönemindeki Batılı İslam bilimcilerinin İsmâilî karşıtı görüşlerinin etkisinde
olan Batılı oryantalist Goldhizer tarafından ( 1850-1921) yayımlandı.31 Fakat bu kitabın

Ve’l-Kahire, Kahire, 1348-49, IV, 229-231: P. H. Mamour, Polemics on the Origin of the Fatımi Caliphs,
London, 1934, Ss. 16-29. 30 Bkz: İbnu’l-Esir, Tarihu’l-Kamil, Kahire, 1303, IX, 205; Tacuddin Muhammed bin Muyesser, Ahbaru Mısr,
tsh.: Eymen Fuad Seyyid, Kahire, 1981, s. 13; el-Makrizî, İttiazu’l-Hunefa, tsh.: Muhammed Hilmî
Muhammed Ahmed, Kahire, 1971, II, s. 223, İbn Tağriberdi, en-Nucumu’z-Zahire, V, 53. 31 İgnaz Goldhizer, Streitsehrift des Gazalî gegen die Bâtinijja-Sekte, Leiden, 1916, Yeni ofset baskısı, Leiden
1956.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
538
tam metni bir süre önce Mısırlı bilim adamı Abdurrahman Bedevî’nin gayretiyle
araştırmacıların istifadesine sunuldu.32
Hatırlatmak gerekir ki, Fedâîhû’l-Batıniyye, Gazzâlî’nin İsmâilî karşıtı tek eseri
değildir, fakat bu konudaki en önemli eseridir. Gazzâlî hayatı boyunca özellikle yaşamının
sonlarına doğru, İsmâilîlere reddiye amacıyla birkaç kısa risale daha yazmıştır.
Hüccetu’l-Hakk, Mafsalu’l-Hilaf, el-Kıstasul-Mustakim ve Kavasimu’l-Batiniyye
kitapları bu tür kitaplara örnek teşkil etmektedir.33
Gazzâlî, Fedâihu’l-Bahiniyye’yi yazarken İran İsmâilîleri (Nizârîler) Hasan Sabbah
öncülüğünde yeni bir hareket başlatmış ve Nizâmülmülk’ü katletmişlerdi. Nizâriler, kısa
süre içinde Abbasî ve Selçuklu topraklarında dikkate değer oranda taraftarlarını ve özel
fedai kadrolarını çoğaltabilmiş ve Bağdat halifesi ve Selçuklu Sultanı için şiddetli endişeye
sebep olabilmişlerdi. Onlar, dağlık bölgelerdeki sağlam kalelerinde gerçekte Sünni dünya
için büyük bir buhran meydana getirmişlerdi. Fatımîlerin davetine kıyasla Şehristâni’nin
(ö. 548/1153) ed-Davetu’l-cedide/Yeni davet olarak34 adlandırdığı Nizârî İsmâilîlerin
daveti, düşünce açısından da bir takım yeni boyutları beraberinde getirdi. İşin başında
Şia’nın önemli usul inançlarından biri olmuş olan talim öğretisi, böylece Nizârîlerin ve
özellikle de Hasan Sabbah’ın çokça vurguladığı bir ilke haline geldi. Hasan Sabbah, bu
konudaki görüşlerini, Farsça olarak telif ettiği Fusul-i Erbaa adlı kitabında açıkça dile
getirmiştir. Muhtemelen Hasan’ın tek kitabı olmayan bu eserin aslı kaybolmuştur. Fakat
onun bir özeti, Şehristânî vasıtasıyla nakledilmiş ve geriye kalmıştır.35
Hasan Sabbah, insan aklının hakikati idrak etmekten aciz olduğuna inanıyordu. Bu
nedenle o, hakkı tanıma konusunda aklı bağlayıcı görmüyordu. Dolayısıyla onun
nazariyesine göre bu koşullarda insanlar, akıllarıyla ve aklın teşhis-tespitleriyle baş başa
bırakılamazdı. Zira insanlar bu durumda şüphe ve sapıklıkla karşı karşıya kalacak, tek
başlarına kendi problemlerini çözemeyecek, hak ve hakikati idrak edemeyeceklerdi.
Böylece Hasan Sabbah, bu istidlallerden şu sonuca ulaşıyordu; “Hakkın marifeti
hususunda, muallimin talimine ihtiyaç vardır. Bu da sıradan her hangi bir muallim değildir.
Onun görüşüne göre herhangi sadık bir muallimi seçmek için belli başlı esaslar
bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, muallim/öğretici hatadan masum olan, özel
ve mirasa dayalı bilgisi bulunan ve Allah Teâlâ’nın teyitleriyle insanlığı doğru yola hidayet
edebilen masum imamdır. Başka bir ifadeyle Hasan Sabbah’ın görüşüne göre gerçek
bilgileri ve dinî hakikatleri elde etme sadece masum olan imamın öğretilerine uymakla
mümkün olabilir. O, masum imamı tanımak için aklî prensiplerin olmadığını göz önünde
bulundurarak öğretisi ve itaati vacip olan imamın, imamet iddiasında bulunan ve
32 Ebu Hamid el-Gazzâlî, Fedâihu’l-Batıniyye, ths. Abdurrahman el-Bedevî, Kahire, 1964. 33 M. Bouyges, Essai de Chronologie des oeuvres de al-Ghazali, (Algazel), ed. M. Allard, Beyrouth, 1959, 32-
33, 45-46, 56-57, 85-86, 88, 113. Kavasimu’l-Batiniyye Risalesi Ahmed Ateş tarafından neşredilmiştir.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1-2, 1954, Ss. 23-34. 34 Şehristânî, Muhammed bin Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, tsh., Abdulaziz Muhammed el-Vekil, Kahire,
1968, I, 195. 35 Şehristânî, el-Milel, s. 195-198; yine bkz. Marshall G. S. Hodgson, The Order of Assassins, The Hague,
1955, Ss. 51-61, 325-328. Yukarıdaki kitabın Farsçası için bkz. Feridun Bedreî, Fırka-î İsmâiliyye, 2. Baskı,
Tebriz, 1346, s. 120-137, 576-580.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
539
imametinin ispatına ihtiyaç duyulmayan mevcut İsmâilî imam olduğuna inanıyordu.
Gazzâlî özellikle el-Mustazhirî’de İsmâiliyye’nin “Masum imam öğretisi” nazariyesini
şiddetle eleştirmiştir.
Seçkin bir düşünür olan ve Bağdat Nizamiyesinde fıkıh ve kelam ilimlerini tedris
eden Gazzâlî, İsmâilîlerin inanç esaslarının avam halk ve seçkinler/havas için çekici
olduğunun farkındaydı.36 Bizzat Gazzâlî de bir süreliğine İsmâilî düşüncenin tesiri altında
kalmış, daha çok bu sebeple olsa gerektir ki, İsmâilîlerin düşüncelerini reddetmek amacıyla
betimlemeye/tahlile dayalı birçok kitap yazmıştır. Şahsen Gazzâlî, ruhsal halinin
açıklaması, aklî ve ruhî seyr-i sülûkünün şerhi mahiyetinde olan el-Munkizu Mine’d-Dalal
kitabında bu konuyu itiraf etmiştir. 37
Bu kitapta geçtiği gibi o, fikri bir bunalım sonucu değişik fırka ve okullarda
hakikati aramaya girişir. Bir süreliğine de İsmâilîlerin öğretilerinin tesirinde kalır. O
dönemde Gazzâlî, hakikati arayanların dört gruptan birine dâhil olduğundan emindir.
Bunlar kendilerini rey ve nazar ehli olarak bilen mütekellimler/kelamlar, kendilerini
mantık ve burhan ehli sayan filozoflar, kendilerini talim ehli ve masum imamdan iktibas
edilen bilgilere bağlı olduğunu zanneden Batıniyye ve nihayet mükâşefe ve müşâhede ehli
olan Sufiyye’dir. Gazzâlî, bir süre bu grupların her birini incelemeye karar verir. Kelam ve
felsefe ilimlerini ve Batiniyye’nin öğretilerini reddettikten sonra, Sûfîyyenin yoluna
yönelir ve hakikate ulaşmak için tasavvufu tercih eder.
Gazzâlî, İsmâiliyye’yi redd etmek amacıyla kadim müelliflerin yazdıkları eserleri
yeterli görmüyor ve genel olarak onların, gerekli incelemeleri ve bu fırkanın temel inanç
esaslarını tam olarak bilip araştırmadan tenkit kitaplarını yazdıklarına inanıyordu. Buna
karşılık Gazzâlî el-Mustazhîri’yi yazarken yazdıklarının fırkanın tenkitlerine maruz
kalmaması için çok sayıda İsmâiliyye kitabını incelediği iddiasındadır. Bu iddiaya rağmen,
Gazzâlî el-Muztazhirî’nin tamamında hiçbir şekilde İsmâilî asıl metinlere ve müelliflerine
bir atıf ve işarette bulunmamaktadır. Bu kitapta İsmâilîlerin görüşleri olarak naklettiği
konuların çoğu, daha çok fırkanın önceki düşmanlarının ithamları ve garaza dayalı
düşüncelerini yansıtmaktadır.
İsmâiliyye’nin amansız düşmanlarından olan İbn Rezzam ile Ehû Muhsin’in İsmâilî
karşıtı düşmanca rivayetlerini kabul eden Bağdadî (ö. 429/1037)’nin el-Fark beyne’l-fırak
kitabında naklettiği “Batınıyye Fasl”ını, Gazzâlî üzerindeki bu tesire örnek verilebilir.38
Buna ilaveten benzeri bir âlim bulunmayan Gazzâlî, fırkanın tarihini de tamamen
görmezden gelmekte ve bu nedenle şaşırtıcı yanılgılara duçar olmaktadır. Nitekim Onun,
İsmâiliyye’yi, Hurremiyye, Bâbekiyye, Muhammire ve onun inancına göre mülhit olan
diğer hareketlerle bir görmesi düştüğü yanılgılardandır.39 Gazzâlî, on faslı içeren
Fedâîhu’l-Batiniyye’de başta fırkanın farklı isimlerini, pek çok güruh arasında mezhebin
36 Gazzâlî, Fedâih, s. 33 vd. 37 Ebû Hamid Muhammed el-Gazalî, el-Munkızu Mine’d-Dalal, Kahire, 1304. Fransızca tercümesi- F. Jabre,
Beyrut, 1959. 38 Bkz. Gazzâlî, Fedâih, s. 21-32. 39 Gazzâlî, Fedâih, s. 14-15, 17.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
540
yayılmasını, fırka ve kollara ayrılmasını anlatır. Ardından dördüncü ve beşinci fasıllarda
İsmâiliyye’nin inanç esaslarını ve te’villerini anlatmaya girişir ve onları reddeder.40 İlk
İsmâilîlerin akaidini yüzeysel ve hatalı bir şekilde ele alan Gazzâlî, onların inancını Fatımî
İsmâilîler ile Nizârîlerin düşünceleriyle birbirine karıştırır ve sonuç itibariyle pek çok
hataya düşer ve İsmâilîlerin kendilerini kutsal İslam şeriatına bağlı olmak zorunda
görmedikleri inancında oldukları sonucuna varır.41 Altıncı ve sekizinci fasıllarda Gazzâlî,
İsmâilîlerin en önemli nazariyesi olan “Masum İmam öğretisi”nin zarurî olduğu yolundaki
İsmâiliyye düşüncesini sert bir şekilde eleştirir.42
Her türlü taklide muhalif olan, özellikle başkalarını körü körüne taklit etmeyi caiz
görmeyen Gazzâlî, İsmâilîleri, aklı kıt olanlar zümresinden saymaktadır. Gazzâlî, onların
“Masum imam öğretisi”nin aslında Kuran-ı Kerim hükümlerini ve İslam hukukunu yerine
getirmekten kaçmanın bir bahanesi olduğu inancındadır. Hatta o, İsmâilîleri, Mecûsî
öğretilere dönmekle suçlamaktadır.43 Gazzâlî, İsmâilîlerin Kuran-ı Kerim’in zahiri
manalarını, şerî teklifleri ve İslam peygamberinin öğretilerini reddederek gerçekte Hz.
Muhammed (s.a.v)’in nübüvvet ve risâletini inkâr ettiklerini ve kendilerini İslam
dünyasından tecrit ettikleri inancındadır.44 Neticede O, İsmâilîleri mülhit ve dinsiz
saymakta ve onları İslam ümmeti ve Abbasî halifeleri tarafından (ölüm dâhil) her türlü
işkence ve cezayı hak ettiklerine inanmaktadır. Dolayısıyla bu da Halife el-Mustazhir’in
tam olarak almak istediği asıl sonuçtu.45
Esas itibariyle Gazzâlî’nin “Masum imam öğretisi”’ne saldırısı, ‘hakkın marifeti
konusunda aklın zaruretine vurguda bulunmayı gösterme’ esasına dayanmaktaydı. Fakat
sadece bu, ikna edici bir cevap değildi. Zira bu konu, aslında İsmâilîler tarafından da kabul
edilmiş bir husustu. Binaenaleyh, Hasan Sabbah, aklın rolünü ve önemini inkâr etmiyordu.
Zira ona göre de akıl olmadan muallim öğretisi, insan tarafından anlaşılmaya kabil değildi.
Doğrusu Hasan Sabbah’ın vurguladığı husus, aklın bağlayıcı olmamasıydı.
Hâlbuki Gazzâlî, araştırmasını aklın zaruretine vurguda bulunma esası üzerine bina
eder ve aklın bağlayıcılığını ispat etmez. Bu nedenle burhan-ı hulf 46üzerine bina edilmiş
Gazzâlî’nin cevabı, İsmâiliyye düşüncesini kesin bir şekilde çürütmeye yetmemektedir.
Her halükarda akıl ile ilgili yeni bir değerlendirme esasına göre görüşlerini açıklayan
Gazzâlî, bizzat aklın, kendisi dışında başvurulacak bir kaynağı (vahiy) gösterdiğine
inanmamaktadır. Bu nedenle Gazzâlî’ye göre gerçek öğretmen/muallim vahiyden haber
veren İslam Peygamberi (s.a.v.)’dir. Onun ve Kur’an’ın öğretileri yoluyla her mümin,
kendi manevî gereksinimlerini/ihtiyaçlarını karşılayabilir.
40 Gazzâlî, Fedâih, s. 37-72. 41 Gazzâlî, Fedâih, s. 46 vd. 42 Bkz. Gazzâlî, Fedâih, s. 73-145; Abdulhuseyn Zerrinkub, Firâr Ez Medrese ve Endişe-i Ebu Hamid
Ğazzâlî, 2. Baskı, Tahran, 1356, s. 75 vd., Hodgson, Order Of Assanssins, Ss. 126-131., M. G. S. Hodgron,
The Venture of İslam, Chicago, 1974, Vol. 2, 58 ff. Ss. 180-188; Terceme-i Bedrevî s. 251-259. 43 Gazzâlî, Fedâih, s. 18. 44 Gazzâlî, Fedâih, s. 17, 32 vd. 45 Gazzâlî, Fedâih, s. 146-168. 46 Kısaca “bir fikrin doğruluğunu, zıddının yanlışlığını ispatlamak suretiyle ortaya koyma yöntemine, burhan-I
hulf (burhan-ı nakz) adı verilir.” Yusuf Şevki Yavuz, “Burhan”, DİA., İstanbul 1992, VI, 430 (Çev.)
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
541
Kendi inancını genel tecrübe esasları üzerine kurmayı tercih eden Gazzâlî’ye göre
aklın bağlayıcı olmaması sadece insanın, aklı, ilhama has olan meselelerin keşfine vesile
kıldığına karar verdiği hususlarda ortaya çıkar. Fakat tümel konularda, hak ve batıl
ayrımında aklın esaslı bir rolü vardır. Başka bir ifadeyle Gazzâlî, aklın, İslam Peygamber’i
ve Kur’an’ın kabul ettiği her prensibe dair pek çok meselede doğruyu yanlıştan
ayırabildiğine inanmaktadır. O, el-Kıstasu’l-Mustakim’de Hasan Sabbah’ın Fusul-i Erbaa
kitabına yanıt olabilecek başka bir ölçü/mizan daha ortaya koymaktadır. Orada Gazzâlî, bu
ölçünün, Ehl-i sünnet’in farklı ekol öncülerini/muallimleri birbiriyle uzlaştıracağını iddia
etmektedir. Zira onun asıl hedefi, Allah Resulü’nün takipçileri arasındaki usulî itilafları
ortadan kaldırmaktır. Genel olarak Gazzâlî’nin ölçüsü, temelde şerî hüküm ve teklifleri,
literal bir tarzda ve Kur’an’ın zahir anlamlarının esasına göre tefsir etmeyi ve bunları
uygulamayı öngörmektedir. Ona göre sadece sınırlı sayıdaki dinî farizalar, İsmâiliyye
metoduyla te’vil edilebilir. Gazzâlî, bu tür istidlal esasına göre masum imamın te’vilatının
ve öğretilerinin, toplumun veya İslam ümmetinin genel tecrübeleri yerine ikame
edilmeyeceğini vurgulamaktadır. Onun düşüncesine göre İslam toplumu, her bir ferdini,
özellikle şüphe ve sapıklığa maruz kalan bireylerini irşat etmede mühim bir rolü
bulunmaktadır.
Gazzâlî,’nin bu konularda asıl hedefi İsmâilîlerin davet esaslarının zaaflarını ve
akaid esaslarının eksikliğini göstermektir. Hatta o, İsmâilîlerin, masum imam zaruretini
kabullenmekle dahi her zaman aklî problemlerine cevap bulamayacaklarını
vurgulamaktadır. Zira İsmâilîler için dahi her zaman böyle masum bir imama ulaşma
imkânı yoktur. Gazzâlî için gerçek imam, İslamî öğretilerin temsilcisi olabilen ve İslam
toplumunun geleneklerinin tecelli ettiği ve Fedâihu’l-Batiniyye’nin dokuzuncu faslında
zikredilmiş bulunan47 diğer faziletlere ve üstün özelliklere sahip olan ferttir. Bilahare o,
itaati vacip ve asrının gerçek imamı Abbasî halifesi el-Mustazhir olduğu sonucu varır. Her
surette Gazzâlî’nin İslamilî öğretilere nihaî cevabı, kendi kişisel deneyimlerinde gösterdiği
gibi, tasavvuf olmuştur. O, sonuçta şu neticeye ulaşır ki, hakikati arama ve hakikate
ulaşma, sadece irfanî/mistik tecrübeyle ve Sûfiyye yolunda yürümekle mümkün olabilir.
Sonuç
Sonuç olarak şunu ifade etmek gerekir: Günümüzde araştırmacılar, İsmâilî
metinlerin elde edilmesiyle birlikte İsmâilîlerin de Gazzâlî’nin Fedâîhu’l-Batiniyye’sine
cevap vermiş olduklarını anlamışlardır. Bu cevap, aşağı yukarı Gazzâlî’den yüz yıl sonra
Yemen’de, beşinci Müst‘alî İsmâilî dâî Ali bin Muhammed el-Velid (ö. 612-1215)
tarafından iki cilt halinde düzenlenmiştir. Dâmiğu’l-Bâtıl ve Hatfu’l-Munâdil adını taşıyan
ve on iki babı içeren bu eserde Gazzâlî, ilhadla48 suçlanmıştır.49 el-Velid, bu eserde başta
47 Gazzâlî, Fedâih, s. 169-194 48 İmam Gazzâlî’ye yönelik bu ithama asla katılmadığımı ve onun Batıniyye’ye yönelik eleştirileriyle dinin
doğru anlaşılmasına büyük bir hizmet ettiğine inandığımı belirtmek isterim. (Çev.) 49 Ali bin Muhammed el-Velid, Dâmiğu’l-Bâtıl I-II, tsh.: Mustafa Ğalib, Beyrut 1982; H. Corbin, “The
İsmâ‘ili Response to the Polemic of Gazalî” in İsmâ‘ilî Contributions to İslamic Culture, ed. S. H. Nasr,
Tehran 1977, Ss. 69-98.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
542
Gazzâlî’nin amaçlarını eleştirmekte, daha sonra da onun, Fedâih’te iddia ettiği konulara
tek tek cevap vermektedir.
Dâî el-Velid, İsmâilî imamlarının takipçilerinin hedefinin hakikati elde etme veya
İslam öğretilerinin batınî manalarına ve ilahî vahye ulaşma olduğunu ve İslam şeriatını
ortadan kaldırmak olmadığını vurgular. O, İsmâilî imamlardan şerî yükümlülüklere
riayetin zaruretine dair haberleri ve rivayetleri nakleder. el-Velid, İsmâilîler için dinin hem
zahir hem de batının önemli olduğunu, onların, nasları te’vil etmekle, İslam hükümlerinin
zahirî manasını ortadan kaldırmayı kast etmediklerini hatırlatır. Özet olarak el-Velid,
Gazzâlî’nin İsmâiliyye öğretisinin tedrici ve irfanî mahiyetini anlamamış olduğu
iddiasındandır.
Dâî el-Velid’in düşünceleri, Fatımî İsmâilîler inanç ve düşüncesinin (eski davet)
konularını yansıtır. Bunlar, Tayyibî-Müsta‘levî İsmâilîler vasıtasıyla aynen korunmuştur.
Kendi akidelerinin temel esaslarında bir takım reformlarda bulunan Nizârî İsmâilîler, hicri
559 miladi 1164 yılında İslam şeriatının ortadan kalktığı anlamına gelen bir tür ruhsal
kıyametin vuku bulduğuna inanırlar. Bunların Gazzâlî’ye verdikleri cevaplar, mutlaka
farklı olsa gerektir. Fakat Gazzâlî’nin hamleleri temelde İsmâilîlerin en önemli dâîlerinden
olan Hasan Sabbah’a yönelik olmasına rağmen Nizârî İsmâilîler, Yemenli dindaşları gibi
hiçbir zaman ona cevap vermeye çalışmadılar ve Ehl-i Sünnetin en büyük düşünürüne
karşı kendi akidelerinin esasını savunmak için her hangi bir risale yazmadılar.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
543
KAYNAKÇA
A.I, Silvestre de Sacy, Exposê de la religion des Druzes, Paris, 1838, Vol. I, intoduction,
Ss. 74-171, 184-238, 438 ff.
Abdulhuseyn Zerrinkub, Firâr ez medrese ve endişe-i Ebû Hamid Ğazalî, 2. Baskı, Tahran,
1356.
Abdulkahir b. Tahir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-firak, ths.: Muhammed Muhyiddin
Abdulhamid, Kahire, 1964.
Ali bin Muhammed el-Velid, Damiğu’l-Batıl I-II, tsh.: Mustafa Ğalib, Beyrut 1982.
Ata Melik Cüveynî, Kıtab-ı Tarih-i Cihan-Guşayi, ths.: Muhammed Kazvinî, Leyden,
1937. Ebû’l-Mehasin Yusuf bin Tağriberdî, en-Nucumu’z-zahire fi muluki Misre ve’lKahire,
Kahire, 1348-49.
Ca’fer bin Mansur el-Yemen, Kitabu’l-keşf, Leiden 1952.
Ebû Hamid el-Gazzâlî, Fedâihu’l-Batıniyye, ths. Abdurrahman el-Bedevî, Kahire, 1964.
Ebû Hamid Muhammed el-Gazzâlî, el-Munkızu mine’d-Dalal, Kahire, 1304.
Ebû Hanife en-Numan bin Muhammed, Risâletu iftitahi’d-Da‘ve, tsh: Vedad el-Kâdî,
Beyrut 1970.
Ebû Ya‘kup es-Sicistânî, Keşful-Mahbûb’, tsh.: Hanry Corbin, Tahran-Paris, 1949,
Kitabu’l-Yenâbî‘,(Sê Risâle-i İsmâilî) İran-Yemen, tsh., Henry Corbin, Tahran-Paris, 1961;
Kitabu isbati’n-Nubû’ât, Kitabu’l-İftihar, tsh., Mustafa Ğalib, Beyrut, 1980.
Ebûbekr Abdullah ed-Devâdârî, Kenzu’d-Durer ve Camiu’l-ğurer, tsh.:Selahuddin elMuncid,
Kahire, 1961.
el-Makrizî, İttiazu’l-Hunefa, tsh.: Muhammed Hilmî Muhammed Ahmed, Kahire, 1971.
el-Mueyyed fi’d-Dîn eş-Şirâzî, Siretu’l-Müeyyed fi’d-Dîn Dâi’d-duat, Tercemetu Hayatihi
Bi Kalemih, ths.: Muhammed Kamil Hüseyin, Kahire, 1949.
en-Nevbahtî, Ebû Muhammed el-Hasan bin Musa, Kitabu firaki’ş-Şia, tsh.: H. Ritter,
İstanbul, 1931.
es-Sicistânî, Ebû Ya’kûb, Kitabu İsbati’n-Nubu’ât, tsh.: Arif Tamir, Beyrut, 1966, s. 190.
Feridun Bedreî, Fırka-î İsmâiliyye, 2. Baskı, Tebriz, 1346.
Fragments of kitabu’r-rushd wa’l-hidâyat, ed. M. Kamil Hussein, in İsmâili Society
Collectanea, vol. I, Leiden, 1948.
H. Corbin, “The İsmâ‘ili Response to the Polemic of Gazzâlî” in İsmâ‘ilî Contributions to
İslamic Culture, ed. S. H. Nasr, Tehran 1977.
P. H. Mamour, Polemics on the Origin of the Fatımi Caliphs, London, 1934, pp. 16-29.
H. F. el-Hamdani, On The Genealogy of Fatimid Caliphs, Cario, 1958.
e-Şarkiyat İlmi Araştırmalar Dergisi
Journal of Oriental Scıentific Research (JOSR) www.esarkiyat.com ISSN: 1308-9633
(JOSR) Nisan-2016 Cilt:8 Sayı:1 (15) (s. 526-544) (JOSR) April-2016 Volume:8 Issue: 1 (15)
544
Hamiduddin el-Kirmânî, Kitabur-Riyad, tsh.: Arif Tamir, Beyrut 1960.
Hamiduddin Kirmânî, Rahetul-‘akl, tsh.: Muhammed Kamil Huseyn-Muhammed Mustafa
Hilmî, Kahire, 1953.
İbnu’l-Cevzî, el-Muntazam, Haydarabat, 1357-59.
İbnu’l-Esir, Tarihu’l-Kamil, Kahire, 1303.
İdris İmâduddin, ‘Uyunu’l-Ahbar Ve Funûnu’l-Âsâr, tsh.: Mustafa Ğalib, Beyrut 1973-
1979.
İgnaz Goldhizer, Streitsehrift des Gazzâlî gegen die Bâtinijja-Sekte, Leiden, 1916, Yeni
ofset baskısı, Leiden 1956.
L. Massignon, “Mutanabbi, devent le siêcle ismaêlien del’Islam”, in Al Mutanabbi:
Recueil pupliê al’ occasion de son millênaire, Beyrouth, 1936.
M. Bouyges, Essaide chronologie des oeuvres de al-Ghazali, (Algazel), ed M. Allard,
Beyrouth, 1959.
Marsall G. S. Hodgron, The Venture of İslam, Chicago, 1974, Vol. 2, 58 ff. Ss. 180-188.
Marshall G.S. Hodgson, The Order of Assassins, The Hague, 1955.
Nizâmülmülk, Siyeru’l-Mülûk ( Siyasetname), 2. Baskı, Tahran, 1347.
S. M. Stern, “The Early İsmâili Missionaries in Nort-West Persia end in Khurasan And
Transoxaine”, Bulletin of the school of Oriyental and African Stadies, 23, 1960, Ss.56-90.
Sa’d bin Abdillah el-Kummî, Kitabu’l-Mekâlât Ve’l-Firak, tsh.: Muhammed Cevad
Meşkûr, Tahran 1963.
Şehristânî, Muhammed b. Abdulkerim, el-Milel ve’n-Nihal, ths., Abdulaziz Muhammed elVekil,
Kahire, 1968.
Tacuddin Muhammed b. Muyesser, Ahbaru Mısr, tsh.: Eymen Fuad Seyyid, Kahire, 1981.
Takiyuddin Ahmed el-Makrizî, İttiazu’l-Hunefa Bi Ahbari’l-Eimmeti’l-Fatımiyyine’lHulefâ,
tsh.: Camaluddin eş-Şeyyal, Kahire, 1967.
Wladimir Ivanow, “Ismailis and Qarmatians” Journal of the Bombay, Branch of the Royal
Asiatic Society, New Series, 16, 1940, Ss. 63-74.
Wladimir Ivanow, İsmâilî Tradition Concerning the Rise of the Fatimids, London, 1942,
Ss. 164-231.
Wladimir Ivanow, Stadies in Early Persion Ismailism; 2 nd ed. Bombay 1995.
W. Madelung, “Das İmamat in der frühen İsmâilitischen Lehre, Der İslam, 37, 1961.

Konular